RIZÂÎ MAHMUD BABA EFENDİ

(ö. 987/1579)

Osmanlı âlimi, mutasavvıf, şair ve hattat.

Kaynakların çoğuna göre Filibe’de (Bulgaristan) dünyaya geldi. Âşık Çelebi (Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 234b) ve Âlî Mustafa Efendi (Künhü’l-ahbâr’ın Tezkire Kısmı, s. 220) Tırnovalı olduğunu belirtirler. Sicill-i Osmânî’de Trabzonlu olarak gösterilmesi yanlıştır. 100 yaşlarında öldüğü rivayet edildiğine göre 887-890 (1482-1485) yılları arasında doğduğu söylenebilir. Yeşilzâde diye anılan bir kadı efendinin oğludur; bu sebeple bazı kaynaklarda Kadızâde ve Yeşilzâde olarak da zikredilmiştir. Tasavvufa intisabından sonra Baba Çelebi ve Filibeli Şeyh Mahmud Baba lakaplarıyla anılmıştır. Âşık Çelebi, mührünün üzerinde “Bende-i hâcegân-ı sadr-ı şühûd / Hâk-i râh-ı rızâ Baba Mahmûd” ibaresinin bulunduğunu söyler. Rızâî’nin iyi bir tahsil görüp özellikle dinî ilimlerde kendini üst seviyede yetiştirdiği belirtilmektedir. Bâkî divanında bulunan onun hakkında yazılmış iki methiyede (Bâkî Dîvânı, s. 55-62) ilmî özellikleri yanında edebiyat ve hat sanatındaki kudretine de işaret edilmiştir. Bâkî’nin bu şiirleri Rızâî vasıtasıyla Rüstem Paşa’nın gözüne girmek için yazdığı bilgisi onun vezîriâzam nezdindeki itibarını gösterir. Bu iki methiyenin divanın çeşitli nüshalarında “Kasîde-i Bâkî Berâ-yi Hâce-i Sultân Selîm” başlığı altında yer alması onun aynı zamanda II. Selim’in hocası olduğunun işareti olarak kabul edilebilir. Böylece Rızâî, Rüstem Paşa ve Kanûnî Sultan Süleyman’dan sonra II. Selim üzerinde de etkili olmuş, bu etki III. Murad devrinde de sürmüştür. Şeyh Hamdullah’tan sülüs ve nesih öğrenen Rızâî ayrıca ta‘likle meşgul olarak devrin hattatları arasına girmiştir. Kaynaklar çeşitli yazıları yanında bir Ebüssuûd tefsiri yazdığını zikretmektedir.

Rızâî, devrin tanınmış âlimlerinden olan hocası Kadri Efendi’nin tavsiyesi üzerine o zaman mîrâhurluk görevinde bulunan Rüstem Paşa’ya hocalık yaptı; onu dinî konular yanında devlet işlerinde, siyaset ve sanata kadar her hususta yetiştirdi. Bu arada müderrislik vazifesinde de bulundu. Rüstem Paşa’nın sadrazam olması üzerine 50 akçe aylıkla emekli olarak tasavvufa intisabına kadar onun yakınında bulundu. Rüstem Paşa beylerbeyi sıfatıyla Diyarbekir’e tayin edildiğinde Rızâî hacca gitti. İstanbul’a dönüşünde bekâr olması sebebiyle Ayasofya Medresesi hücrelerinden birinde yaşamaya başladı. 1544’te sadrazam olan Rüstem Paşa hocasını tekrar yanına alınca onun mahrem-i esrârı haline geldiği gibi Kanûnî Sultan Süleyman ile de yakınlık kurdu. Âşık Çelebi’ye göre Rızâî’nin sarayla yakınlığı o kadar ileri dereceye varmıştı ki devlet kapısında işi olanlar önce kendisine başvurur, o da ihtiyaç sahiplerine yardımcı olurdu. Kaynaklar Rüstem Paşa üzerindeki etkisini de paşanın bütün hayır işlerini onun tavsiyesiyle yaptığı, ona danışmadan “neredeyse adım


atmadığı” şeklinde belirtir. Ayrıca ilim ehlinden kabiliyetli olanların hak ettikleri görevlere getirilmesinde Rüstem Paşa katında aracılıkta bulunmasının yanı sıra çeşitli ihsanlarla desteklenmelerini sağladığı da kaydedilir.

Rızâî’nin hayatının ikinci dönemi, kırk yaşlarında iken Nakşî şeyhlerinden Hâkim Efendi’ye intisap ederek Nakşibendiyye tarikatına girmesiyle başladı. Bu devrede tasavvuf sahasında kendini geliştirip seyrü sülûkünü tamamladı, ardından devlet kapısından ve saraydan uzaklaşarak uzlete çekildi. III. Murad döneminde Mahmud Baba adıyla anılmaya başlandı. Âşık Çelebi’nin naklettiği, “Reîs-i hâcegân sâhib-rızâ Baba Efendi’dir / Tarîk-i Nakşibendî’nin bülend ü ercümendidir” beyti devrinin Nakşî şeyhleri arasındaki üstün yerini gösterir. Rızâî devlet hizmetinde bulunduğu zamanlarda elde ettiği gelirle evinde büyük bir kütüphane kurdu, vaktini daha çok okuyup yazmakla geçirdi. Hasan Çelebi onun 988’de (1580), Mehmed Süreyyâ 987 Cemâziyelâhirinin sonunda (Ağustos 1579) vefat ederek Eyüp’te defnedildiğini yazar. Tuhfe-i Hattâtîn’de 100 yaşına varmış iken “gurre-i Receb”de lâhût âlemine yöneldiği ve Eyüp’te defnedildiği belirtilerek şu tarih beyti aktarılır: “Ta‘miye vechi üzre târîhin / Dedi hâtif Rızâyî-i bedîl” (987).

Rızâî’nin Süleymaniye Camii yakınında bir medrese yaptırarak vakfiyesini düzenlediği bilinmektedir. Kaynakların Sinan yapısı (Sâî, s. 11) kırklı bir medrese olduğuna işaret ettiği, kendi adıyla anılan bu binanın son devir medrese listelerinde yer almamasından zamanla harap olarak yıkıldığı anlaşılmaktadır. İlim ve tasavvufta olduğu kadar şiir ve nesirde de başarılı olan Rızâî çeşitli konularda risâleler kaleme almıştır. Âşık Çelebi, Mustafa Paşazâde Derviş Çelebi’nin vefatı dolayısıyla kendisine gönderdiği mektubu inşâsına örnek olarak Tezkire’sinde aktarmaktadır. “Rızâî” mahlası ile yazdığı Arapça, Farsça ve Türkçe şiirlerini bir divanda topladığı bilinmeyen şairin tezkirelerde yer alan bazı manzumeleri oldukça başarılıdır. Necâtî Bey’in “girih girih” redifli gazeline yazılmış en güzel nazîrenin onun, “Kaşın nişânı mühr-i Süleyman girih girih / Oldu berât-ı hüsnüne unvan girih girih” matlaı ile başlayan şiiri olduğu kabul edilir. Rızâî’nin, “Bedrin eksilmek hilâlin artmak oldu lâzımı / Kâmil olan n’ola etse ihtiyâr eksikliği” beytini ihtiva eden gazeli onun sade Türkçe’si yanında tasavvufî yönünü, şöhretten uzak ve mahviyet sahibi olduğunu gösteren manzumelerindendir. Rüstem Paşa’nın vefatı dolayısıyla kaleme aldığı Türkçe makalenin risâleleri arasında önemli bir yeri olduğu belirtilmektedir. Nev‘îzâde Atâî, Osmanlı ulemâsından İbrâhim b. Kāsım el-Halebî adlı bir kişinin onun Arapça bir kasidesine şerh yazdığını kaydederse de diğer eserleri gibi bunun da nüshası tesbit edilememiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 234a-237a; a.mlf., a.e. (haz. Filiz Kılıç, doktora tezi, 1994), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü s. 760-766; Latîfî, Tezkiretü’ş-şu’arâ ve tabsıratü’n-nuzamâ (haz. Rıdvan Canım), Ankara 2000, s. 272-274; Ahdî, Gülşen-i Şuarâ, Millet Ktp., Ali Emîrî, Tarih, nr. 774, vr. 98a; Sâî, Tezkiretü’l-bünyan, s. 11; Künhü’l-ahbâr’ın Tezkire Kısmı (haz. Mustafa İsen), Ankara1994, s. 220; Bâkî Dîvânı (haz. Sabahattin Küçük), Ankara 1994, s. 55-62; Kınalızâde, Tezkire, s. 408-409; Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 356-357, ayrıca bk. İndeks; Müstakimzâde, Tuhfe, s. 509-510; Sicill-i Osmânî, IV, 313; Cahid Baltacı, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1976, s.119; Muhittin Serin, Hattat Şeyh Hamdullah, İstanbul 1992, s. 57-58; Mehmed Çavuşoğlu, “Bâkî”, DİA, IV, 537.

Mustafa Uzun