RİKÂB

(ركاب)

Bazı Türk-İslâm devletlerinde ve özellikle Osmanlılar’da sultanın katını veya maiyetini ifade eden terim.

Kelimenin sözlük anlamı “üzengi”dir. Selçuklular’da ve Osmanlılar’da rikâb kelimesiyle sultanın bizzat kendisi, yanı, katı veya maiyetiyle huzura kabulü kastedilirdi. Osmanlılar’da hükümdarın maiyeti için mevkib-i hümâyun tabiri de kullanılmıştır. Seferde padişahın yanında koruma hizmeti yapan, merasimlerde ona eşlik eden Yeniçeri Ocağı’na mensup solaklara “rikâb solakları”, hükümdarın kabul törenine “resm-i rikâb”, huzurunda yapılan toplantıya rikâb denilirdi. “Padişahın huzuru” anlamında ise daha ziyade “rikâb-ı hümâyun” tabiri geçer. “Ma‘rûzât-ı rikâb” terkibiyle de padişaha sunulan arzuhaller kastedilirdi.

Serdâr-ı ekrem unvanıyla seferde bulunan ve padişahın yanında kendisine vekâlet eden sadrazam vekili rikâb-ı hümâyun kaymakamı olarak anılırdı. Diğer yüksek rütbeli görevlilerin memuriyet unvanlarının başına rikâb kelimesi eklenir ve bunlara rikâb defterdarı, rikâb reisi, rikâb âmedcisi denirdi. Bu sırada yapılan divan toplantılarında alınan kararların yazıldığı defterler rikâb mühimmesi, rikâb defterdarının tuttuğu defterler rikâb ahkâm defterleri, Ruûs Kalemi’nde tutulanlar ise rikâb ruûsları gibi adlarla belirtilirdi. Sadrazam ve hükümet erkânı seferden döndükten sonra bu rikâb memurlarının görevleri sona ererdi.

Padişahın yakınında bulunan ve atının yanında yürüyen mîrâhur, mîr-i alem, kapıcılar kethüdâsı, kapıcıbaşılar, çavuşbaşı; atmacacıbaşı, şahincibaşı ve çakırcıbaşıdan oluşan şikâr ağaları; Yeniçeri Ocağı’nın yüksek rütbeli zâbitleriyle diğer yaya kapıkulu ocaklarının ağaları, dört bölük ağaları da denilen kapıkulu süvarilerinin zâbitleri gibi saray ve ordu mensupları ağalar rikâb-ı hümâyun ağaları, rikâb ağaları, bazan da üzengi ağaları şeklinde nitelendirilirdi. Rikâb-ı hümâyun ağalarının başlıca görevleri alay günlerinde padişah ata binerken ona yardım etmekti. Atın iç rikâbını büyük mîrâhur, dış rikâbını başkapıcıbaşı, dizginini mîr-i alem tutardı. Diğer kapıcıbaşı ağalar etrafında dururlar, çaşnigîrbaşı padişahın koltuğuna girerek onu


ata bindirirdi. O sırada atın başını ahır halifesi tutardı. Kapıcılar kethüdâsı Dîvân-ı Hümâyun günleri dışında rikâb-ı hümâyun hizmetinde bulunurdu. Beylerbeyilere, Kırım hanına kılıç, kaftan, hatt-ı hümâyun ve ferman götürmek, padişah fermanlarıyla işleri yürütmek rikâb-ı hümâyun ağalarının göreviydi. Divan günlerinde müteferrika ağaları rikâb ağalarının sonunda yerlerini alırlardı. Rikâb ağaları XVI. yüzyılda dış hizmete 350 akçe gelirle çıkarlardı (Lutfi Paşa, s. 21). Yüzyılın sonlarında rikâb-ı hümâyun bölük ağalarına muayyen bir zeâmet miktarı arpalık verilmiştir. Bunların XVII. yüzyıl sonlarındaki mevcutları altmış altı kişi idi (Eyyûbî Efendi Kānûnnâmesi, s. 35).

Eflak ve Boğdan gibi bazı prensliklerden gelen ek vergilerle sadrazam, vezirler ve diğer yüksek rütbeli devlet adamları tarafından padişaha verilen hediyeler, Nevruz’da mîrâhurun sunduğu îdiyye / ıydiyye, Edirne bostancıbaşısı olanların vergi olarak takdim ettiği meblağ “rikâbiyye” şeklinde ifade edilirdi (BA, Cevdet-Saray, nr. 224). II. Mahmud zamanında (1808-1839) Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının ardından yapılan değişiklikler çerçevesinde gösterişli törenler de önemli ölçüde sadeleşmiş, bu arada solak, peyk, haseki gibi saray görevlilerinin yerini rikâb-ı hümâyun hademesi almıştır (Hızır İlyas, s. 441). II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) cuma selâmlığı esnasında halkın sunduğu arzuhallerin değerlendirilmesi amacıyla sarayda Ma‘rûzât-ı Rikâbiyye Dairesi adıyla bir büro kurulmuştur (Tahsin Paşa, s. 22).

BİBLİYOGRAFYA:

Fatih Sultan Mehmed, Kānûnnâme-i Âl-i Osman (haz. Abdülkadir Özcan), İstanbul 2003, s. 7, 13, 15, 17, 20; Lutfi Paşa, Âsafnâme (nşr. Mübahat S. Kütükoğlu, Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu’na Armağan içinde), İstanbul 1991, s. 21 (ayrı basım); Selânikî, Târih (İpşirli), I, 28, 47, 145, 272; II, 575, 612, 690; Tevkīî Abdurrahman Paşa, Kānûnnâme (MTM, I/3 [1331] içinde), s. 526-527; Eyyûbî Efendi Kānûnnâmesi (haz. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1994, s. 33, 35, 50, 57; D’Ohsson, Tableau général, VII, 14, 25; Hızır İlyas, Târîh-i Enderûn, İstanbul 1276, s. 441; Tayyarzâde Atâ Bey, Târih, İstanbul 1292, I, 23; Tahsin Paşa, Sultan Abdülhamid-Tahsin Paşa’nın Yıldız Hatıraları, İstanbul 1990, s. 22; Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı, s. 67, 350-351; Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, Ankara 1991, V, 270; Fikret Sarıcaoğlu, Kendi Kaleminden Bir Padişahın Portresi: Sultan I. Abdülhamid (1774-1789), İstanbul 2001, s. 108-111; Hakan T. Karateke, Padişahım Çok Yaşa: Osmanlı Devleti’nin Son Yüz Yılında Merasimler, İstanbul 2004, s. 101, ayrıca bk. tür.yer.; Pakalın, III, 44-47; J. Deny, “Rikâb”, İA, IX, 741-742; a.mlf., “Rikāb”, EI² (Fr.), VIII, 546-547; Cahit Baltacı, “Arpalık”, DİA, III, 393.

Abdülkadir Özcan