PUTPERESTLİK

Putperestlik çok tanrılı dinlerde tanrısal varlıkları sembolize eden çeşitli figürlere tapınmayı ifade eder. Batı dillerinde idolatry ve paganizm, İslâmî kaynaklarda veseniyye terimlerinin karşılığıdır. Yunanca eidolon (put, idol) ve latreia (tapınma) kelimelerinden türetilen idolatry, “sûret ve temsillere yanlış şekilde ve yanlış sebeplerle değer verme veya tâzimde bulunma” şeklinde tanımlanır (Barfield, s. 110-111). Latince pagandan (köylü, taşralı) türeyen paganizm ise Ortaçağ başlarından itibaren kilise tarafından hıristiyan olmayanlar, XVIII. yüzyıldan itibaren ise çok tanrılı dinî geleneklerdeki putperestlik için kullanılmıştır. İslâmî kaynaklarda put karşılığında kullanılan, insan sûretindeki putun kastedildiği vesen (çoğulu evsân) kelimesinden türetilen veseniyye de genel anlamda putperestliği ifade eder. Putperestlere de abedetü’l-evsân denir.

İslâm kaynakları tarihî açıdan putperestliği genellikle Hz. Nûh dönemiyle başlatma eğilimindedir (Zemahşerî, IV, 164; İbn Kesîr, es-Sîre, I, 68). Bu gelenek Hûd, Âd ve Semûd kavimleri zamanında sürmüştür (Hûd 11/53-55; Fussılet 41/14). Puta tapıcılığın yaygın olduğu Hz. İbrâhim devrinde İbrâhim’in babası Âzer (Tevrat’a göre Terah) puta tapan (Yeşu, 24/2) ve geçimini put yapıp satarak temin eden biri olarak tanıtılır. Hz. İbrâhim babasını, “Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Şüphesiz ben seni


de kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum” (el-En‘âm 6/74); “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun?” (Meryem 19/42-44) diyerek uyarmış, putlara tapmanın mantıkî bir temele dayanmadığını vurgulamış ve kavmini hak dine davet etmiş, ancak olumlu sonuç alamamıştır (meselâ bk. el-En‘âm 6/80-81; el-Enbiyâ 21/51-73; eş-Şuarâ 26/70-89). Kur’an’a göre puta tapma geleneği İbrâhim’in soyundan gelenler ve başta Harrânîler (Keldânîler / Nabatîler) olmak üzere başka milletler arasında da devam etmiştir. İsrâiloğulları, Hz. Mûsâ kendilerini Mısır esaretinden kurtarınca karşılaştıkları putperest kavme özenerek Mûsâ’nın da kendilerine bir ilâh (put) yapmasını istemiş (el-A‘râf 7/ 138-140), ayrıca Hz. Mûsâ’nın vahiy almak üzere Tûr’a çağrıldığı kırk günlük süre içerisinde Sâmirî’nin yaptığı altın buzağıya tapmaya kalkışmıştır (Tâhâ 20/88). Tevrat’a göre bu altın sûret Hz. Mûsâ dağda iken Sînâ çölünde Hârûn ve İsrâilliler tarafından (Çıkış, 32/1-35), Kur’ân-ı Kerîm’e göre ise Sâmirî tarafından (Tâhâ 20/85-89, 95-97) yapılmıştır.

Kitâb-ı Mukaddes’e göre Hz. Mûsâ’ya verilen on emirdeki, “Benden başka tanrın olmayacak, kendine yukarıda gökyüzünde ya da yer altındaki sularda yaşayan herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın. Putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın …” ifadesiyle (Çıkış, 20/3-5) putperestlik kesin biçimde yasaklanmıştır. Tevrat’ta bu hususta başka yasaklayıcı ifadeler de bulunmaktadır (Tesniye, 4/15-19, 5/6-9; Levililer, 26/1). Mûsâ, kendisinden sonra başka milletlerin etkisinde kalarak putlara tapmamaları konusunda kavmini uyarmıştır (Tesniye, 7/1-5). Hz. Mûsâ’nın ardından İsrâiloğulları’nın başına geçen Yeşu (Yeşu, 24/14-15) ve sonraki peygamberlerin İsrâiloğulları’nı puta tapmama konusunda uyarmayı sürdürmelerine ve putperestliğe karşı mücadele etmelerine rağmen İsrâiloğulları başta Ken‘ânîler olmak üzere karşılaştıkları milletlerin etkisinde kalarak Tanrı Yahve’ye yaptıkları ibadete zaman zaman putperest unsurlar karıştırmışlar (Hâkimler, 3/5-6, 7/1-13, 8/22-27), zaman zaman da başka milletlerin tanrılarına, güneşe, aya, Baal ve Astarte gibi ilâh edinilen şeylere tapmışlardır (Hâkimler, 10/6; I. Samuel, 7/ 4, 12/10; I. Krallar, 11/7, 33; II. Krallar, 21/ 1-9, 17/30-31, 23/4-14; Yeremya, 2/8, 7/9; Amos, 5/26). Milâttan önce 935’te krallığın ikiye bölünmesinden sonra Yeroboam’ın başında bulunduğu kuzeydeki İsrâil Krallığı’nda çölde tapınılan altın buzağı kültü yeniden canlandırılmıştır (I. Krallar, 12/26-32; II. Krallar, 15/24). Kitâb-ı Mukaddes’e göre İlyâs, Amos, Hoşea, İşaya gibi peygamberler putperestliğe karşı büyük mücadele vermişlerdir (I. Krallar, 13/1-32; 18/ 22-40; Amos, 2/4; Hoşea, 4/12-13; İşaya, 2/20, 17/7-8, 30/22). İşaya, Bâbil tanrılarını da ağır bir dille hicvetmiş (İşaya, 44/14-17), bu akılsız tanrıların bazan hayvanlarla taşındıklarından ve hayvanlara yük olduklarından söz etmiştir (İşaya, 46/1-2).

Putperestliğe karşı geliştirilen dinî ve kültürel miras Yeni Ahid’e ve putperest topluluklar arasında yayılan ilk dönem Hıristiyanlığına da yansımıştır. Putlara karşı takınılacak tavır hıristiyanlara kilise tarafından ilk yıllardan itibaren öğretilmiştir. Hıristiyanlığın özellikle Roma İmparatorluğu’na bağlı vilâyetlerde hızlı biçimde yayılışı kiliseyi pagan kültlerine karşı açık bir şekilde tavır almaya sevketmiştir. Put ve putçuluğa Yeni Ahid metinlerinde sıkça değinilmektedir (Resullerin İşleri, 7/41, 15/ 21; Romalılar’a Mektup, 2/22; Korintoslular’a Birinci Mektup, 8/4, 7, 10/9, 12/2; Korintoslular’a İkinci Mektup, 6/16; I. Thes., 1/9; Yuhanna’nın Birinci Mektubu, 5/21; Vahiy, 9/20). Galatyalılar’a Mektup’ta (4/8) hiçbir gerçekliği olmayan putperest tanrılarının ortak yönüne temas edilmiş, Korintoslular’a Birinci Mektup’ta da (10/19-20) putlara kurban sunanların aslında cinlere kurban sunmuş oldukları belirtilmiştir. Pavlus putperestliği ağır bir günah olarak kabul etmiş (Korintoslular’a Birinci Mektup, 5/10-11, 6/9, 10/7, 14; Galatyalılar, 5/20; Koloseliler, 3/5; Efesoslular, 5/5); Petrus’un Birinci Mektubu’nda (4/3) hıristiyanların putlara ibadeti reddetmeleri gerektiğinden söz edilmiştir. Aynı düşünceye Vahiy’de de (21/8, 22/15) rastlanmaktadır. Putperestliğin şeytânî karakterinin Kitâb-ı Mukaddes’te çift yönlü olarak ele alınışı hususu daha sonra kilise babalarında da görülmektedir (ER, VII, 76-78). Erken dönem hıristiyan yazarları, hıristiyanları puta tapmaya zorlamadıkları sürece putperest yöneticilere itaat edilmesi gerektiğini vurgulamışlardır.

Hıristiyanlık tarihinde ikona olarak adlandırılan aziz ve azize resim ve tasvirlerine tâzim konusu putperestlik tartışmaları açısından önemlidir. İkonalara saygı putperestlik tehlikesi taşıdığından kiliselerden ikona, resim ve heykellerin kaldırılması mücadelesi verilmiş ve ikona karşıtı bir dönem (ikonoklazm) yaşanmıştır. İkonalarla ilgili bu mücadele 725’ten 842’ye kadar devam etmiştir. İmparator III. Leo, 726’da bütün sûretleri put ilân eden ve onların yıkımını emreden bir genelge yayımlamış, bunun üzerine bir cezalandırma dönemi başlamıştır. 753’te Hieria Sinodu’nda İmparator V. Konstantin, Mesîh’in yalnızca insanlığının tasvir edilmesiyle ya Nestûrîler’in yaptığı gibi onun bütünlüğünün bölünmekte olduğunu ya da monofizitlerin yaptığı gibi iki tabiatın bozulduğunu ileri sürmüş, Meryem ve azizlerle ilgili ikonaları put ilân ederek onların yıkılmasını emretmiştir. Ancak İmparatoriçe Irene seleflerinin politikasını değiştirmiştir. 787’de toplanan İznik Konsili’nde ikonalara tâzim yönünde karar alınmış ve ülke çapında ikonaların tamir edilmesi önerilmiştir. İkonalar konusunda ikinci çekişme V. Leo zamanında 814’te yaşanmıştır. V. Leo kiliselerden ve halka açık binalardan ikonaları kaldırtmış, karara karşı çıkanlar cezalandırılmış, bu durum İmparator Thephilus’un 842’deki ölümüne kadar devam etmiştir. Nihayet onun dul eşi Theodora 843’te Methodius’u patrik olarak seçtirmiş ve Paskalya öncesi tutulan oruç dönemi olan Lent’teki ilk pazar günü ikonalar anısına bir bayram düzenlenmiştir. Bu bayram Ortodoks kilisesinde Ortodoksluk bayramı olarak kutlanagelmiştir. Ayrıca Ortodoks kilisesi bünyesinde ikon ilâhiyatı geliştirilmiştir. Aralarında çeşitli farklılıklar olsa da Katolik ve Ortodoks mezhepleri, II. İznik Konsili’nde alınan karar gereğince ikonalara saygı göstermekte, Protestanlar ise kiliselerdeki resimler karşısında daha ihtiyatlı davranmaktadır.

İslâmî kaynaklar diğer Sâmî kavimleri gibi Araplar’ın en eski dinlerinin tevhid esasına dayandığını belirtir (İbnü’l-Kelbî, s. 16). Hz. İbrâhim ve oğlu tarafından inşa edilen Kâbe tevhid inancının hâkim olduğu bir mâbed idi. Daha sonra Hicaz bölgesi halkı arasında putperest temayüller oluşmaya başladı ve Araplar başta Nabatîler olmak üzere civardaki putperest kültürlerden etkilendiler. Allah’ın varlığını kabul etmekle beraber putların Allah’ın yanında ara buluculuk etme gücüne sahip olduklarına, onlar vasıtasıyla Allah’a yaklaşabileceklerine inanmaya ve putları birer şefaatçi gibi kabul etmeye başladılar (ez-Zümer 39/3). Putlar, heykeller, dikili taşlar gibi nesneler tapınmaya değer objeler olarak görüldü (Mes‘ûdî, II, 145-146). İslâmî kaynaklarda putperestliği Arabistan’a ilk getiren kişinin Amr b. Luhay olduğu söylenir. Amr b. Luhayy’in ortaya çıkışına kadar Araplar tek tanrı inancına sahipti. Rivayete göre Amr b. Luhay kutsal evin bekçiliğini üzerine almış, sonra da ağır bir


hastalığa tutulmuştu. Kendisine Suriye’de Belkā denilen yerde şifalı bir pınar bulunduğu, oraya gitmesi halinde iyileşebileceği söylenince oraya gitmiş, yıkanmış ve iyileşmişti. Bu arada yöre halkının putlara taptığını görmüş ve buradan aldığı bazı putları Mekke’ye götürerek Kâbe’nin çevresine dikmişti. Bu putlardan biri de Hübel idi (İbnü’l-Kelbî, s. 27-28; İbn Hişâm, I, 79). Hicaz bölgesi Araplar’ının putperestliğine dair bir başka rivayet ise şöyledir: Hz. İbrâhim’in oğlu İsmâil’in soyundan gelenler Mekke’yi doldurarak Amâlikalılar’ı oradan uzaklaştırdılar. Fakat zamanla kendi aralarında çıkan kavga ve çekişmeler yüzünden bir kısmı başka yerlere göç etti. Bunlar, Kâbe’ye olan saygılarından dolayı yanlarında kutsal bölgeden birer taş götürüyordu. Konakladıkları yerlerde o taşı bir yere koyup Kâbe’yi tavaf ettikleri gibi onu tavaf ederlerdi. Böylece asıl dinlerini unutup putlara tapmaya başladılar (İbn Hişâm, I, 79-80).

Mekkeli müşrikler Kâbe’ye olduğu gibi putlara da saygı gösteriyorlardı. Bu sebeple Kâbe’nin dışında put evleri edinmişlerdi. Kâbe’yi tavaf ettikleri gibi zaman zaman put evlerini de tavaf ederlerdi. Onların da bakıcıları vardı. Çeşitli vesilelerle putlarına hediyeler gönderir, yanlarında kurban keser, ziyafet verirlerdi. Kendisine kurban sunulan putların başında Lât, Menât, Uzzâ, İsâf, Nâile ve Hübel geliyordu. Kâbe’de Hübel’e yapılan ibadet iyi organize edilmişti. Bir hâcib onunla meşgul olur, onun adına getirilen kurban ve hediyeleri kabul eder, fal oklarını çekerdi. Kaynaklarda Hübel’e bir defada 100 deve kurban edildiği belirtilir. Putlara kurban takdim etmenin gayelerinden biri de onlarla iyi ilişkiler kurmak ve kan akrabalığı oluşturmaktı. Putlara kurban olarak genellikle koyun, deve vb. hayvanlar takdim edildiği gibi içki ve buhur da sunulurdu. Çok eski zamanlarda Araplar’ın putlar için insan kurban törenleri düzenlediklerine dair rivayetlere rastlanmaktadır. Putlara esirler, kız ve erkek çocukları adanır, daha sonra da kurban edilirdi.

İslâm öncesi dönemde sunulan kurbanlar arasında “fera‘” ve “atîre”den bahsedilebilir. Fera‘ deve veya koyunun doğurduğu ilk yavruya verilen isimdir. Araplar onu annesinin bereketli ve dölünün çok olması için putlara kurban ederlerdi. Ayrıca bir kimsenin develeri dilediği sayıya veya 100’e ulaşınca doğan ilk yavruyu veya en semiz deveyi putlara kurban ederdi ki buna da fera‘ denirdi (Müsned, V, 76; Ebû Dâvûd, “Eđâĥî”, 19; Nesâî, “FerǾ ve’l-Ǿatîre”, 2, 3). Atîre ise Araplar’ın receb ayının ilk on gününde putlar için kestikleri ve kanını putun başından aşağı döktükleri hayvana verilen isimdir; bu kurbana “recebiyye” de denirdi. Araplar, özellikle sürülerinin çoğalmasıyla ilgili dilekleri yerine geldiğinde receb ayında kesilmek üzere bir kurban adarlardı (Müsned, II, 490).

Bazı Araplar ekinlerinden ve hayvanlarından bir kısmını Allah ile putlar arasında bölüştürür, “Şu Allah’ın, şu da putlarımızın payı” derlerdi. Allah için ayırdıklarını misafirlere ve fakirlere ikram eder, putlara ayırdıklarını da onların huzurunda yapılacak ziyafetlerde birlikte yerlerdi. Eğer Allah’a ayrılan paydan putun tarafına bir şey geçerse onu öylece bırakır, putlara ayırdıkları paydan Allah için ayrılan tarafa bir şey geçerse onu alıp tekrar putlara ayrılan tarafa koyar, “Allah zengindir, bunlar fakirdir” derlerdi (İbn Hişâm, I, 83). Puta ayrılan pay neticede yine kendilerine kalacağından onun payından Allah için ayrılan tarafa bir şey geçmemesine dikkat ederlerdi (el-En‘âm 6/136).

Müşrik Araplar’ın âdetlerinden biri de bazı vesilelerle birtakım hayvanları putlara kurban etmeleri veya bazılarını putlar adına serbest bırakmaları idi. Bu uygulamaya yönelik Kur’ân-ı Kerîm’deki ifade şöyledir: “Allah bahîre, sâibe, vasîle ve hâm diye bir şey -meşrû- kılmamıştır. Fakat kâfirler kendi uydurdukları yalanları Allah’a yakıştırmaya çalışıyorlar. Onların çoğu akıllarını kullanmıyor” (el-Mâide 5/103). Câhiliye Arapları’nın geleneğine göre bir deve beş defa doğurur ve beşinci yavrusu dişi olursa onun etini sadece erkekler yerdi. Eğer son yavrusu dişi ise onun adak olduğunu belirtmek üzere kulağını yarıp serbest bırakırlardı, bu hayvana “bahîre” denirdi. Bahîreye binmez, tüyünü almaz, istediği yerden su içmesine ve otlamasına izin verir ve onu kesmezlerdi; ayrıca sütü sağılmaz, putlara bırakılırdı. Yine Câhiliye döneminde bir kişi hasta olur veya bir yakını kaybolursa muradına ermek için bir deve adardı. Eğer hasta iyileşir ya da kaybolan kişi geri dönerse o deveye yük yüklemez, üzerine binmezler ve onu serbest bırakırlardı. Put adına serbest bırakılan, sütünden yalnızca misafirlerin faydalandığı bu deveye sâibe denirdi. Ayrıca hepsi dişi on yavrusu olan deveye de sâibe adı verilirdi. Vasîle ise yedi defa doğurmuş koyuna denirdi. Yedincide erkek doğurmuşsa bu yavru büyüdükten sonra puta kurban edilir, etini de yalnız erkekler yerdi. Yedincide dişi doğurmuşsa yavruyu kesmezlerdi. Bu koyun sahibine ait olurdu. Eğer biri erkek, biri dişi olmak üzere ikiz doğurmuşsa dişinin hatırına erkeğe dokunmazlar, “Kız kardeşi ona yetişti, etini bize haram kıldı” derlerdi. Yedinci batında erkek ikiziyle doğmuş hayvana da vasîle denirdi. Yavrulayan bu hayvanın sütü erkeklere helâl, kadınlara haram sayılırdı. Eğer bu koyun ölü yavru doğurursa etini erkekler de kadınlar da yerdi. Bir erkek devenin sulbünden on döl alınır veya yavrusunun yavrusuna binilirse buna “hâm” adı verilir ve binilmekten, yük yüklenmekten kurtulurdu (İbn Hişâm, I, 91-93). Rivayete göre bahîre, sâibe, vasîle ve hâm adaklarını ilk defa ortaya atan kimse Amr b. Luhay’dır (Buhârî, “Tefsîr”, 5/13; İbn Hişâm, I, 78-79).

Kur’ân-ı Kerîm putperestliği şirk, Allah’a ortak koşanları da müşrik olarak nitelendirmiştir. Kur’an’a göre şirk Allah’ın asla bağışlamayacağı en büyük günah (en-Nisâ 4/48, 116) ve büyük bir haksızlıktır (Lokmân 31/13). Allah’a ortak koşanlar da ancak birer pislikten ibarettir (et-Tevbe 9/28). Allah ve resulü onlardan uzaktır (et-Tevbe 9/3). Müşriklerden yüz çevrilmeli (el-En‘âm 6/106; el-Hicr 15/94), asla onlardan olunmamalıdır (Yûnus 10/105; el-Kasas 28/87). Onlar müminlere düşmanlık edenlerin en şiddetlileri arasında yer almaktadır (el-Mâide 5/82). Müminlere rablerinden bir iyilik gelmesini asla istemezler (el-Bakara 2/105). İman etmedikleri sürece onlarla evlilik vb. ilişkiler kurulmamalıdır (el-Bakara 2/221). Kur’an’da, müşriklerin Allah’a ortak koştukları putlar kimseye faydası veya zararı dokunmayan (el-Mâide 5/76; el-En‘âm 6/71; Yûnus 10/18, 106; Tâhâ 20/89; el-Enbiyâ 21/66; Hac 22/12; el-Furkān 25/55; eş-Şuarâ 26/73); hiçbir şey yaratmayan ve kendileri yaratılmış olan; kendilerine bile fayda veya zarar veremeyen; öldürmeye, yaşatmaya ve ölüleri diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen (el-Furkān 25/3); hepsi bir araya gelse dahi bir sinek bile yaratamayan, hatta sineğin kendilerinden kaptığı bir şeyi ondan kurtaramayacak kadar âciz varlıklar olarak nitelenir (el-Hac 22/73). Putlara tapanlar da aynı şekilde âciz ve zavallı olup derin bir sapıklık içindedir (el-Hac 22/12). Müşrikler putlara kendilerini Allah’a daha fazla yaklaştırmaları (ez-Zümer 39/3), Allah katında kendilerine şefaatçi olmaları (Yûnus 10/18) için taptıklarını, atalarının da onlara taptıklarına şahit olduklarını söylüyor ve Allah’ın istememesi halinde atalarının da kendilerinin de onlara tapamayacaklarını


(en-Nahl 16/35; ez-Zuhruf 43/20) ileri sürüp kendilerini mazur göstermeye çalışıyorlardı.

Şüphesiz putperestliğe meyletmenin pek çok sebebi vardır. Fakat en önemli sebep putperestlerin Allah’ı şanına yaraşır biçimde tanıyamamaları (el-En‘âm 6/91), böylece tevhid inancını koruyamamalarıdır. Zira Allah, peygamberleri aracılığı ile bir olan Allah’a iman esasını (tevhid) getirmiştir. Bütün peygamberler toplumlarına Allah’tan başka tapınılacak ilâhın bulunmadığını, kendilerinin de Allah’ın elçileri olduklarını anlatmışlardır. Peygamberlerin davetine icâbet edenler tevhid çizgisinden ayrılmamış, davete icâbet etmeyenler veya peygamberlerini bulundukları konumdan farklı konumlara çekerek onlara başka fonksiyonlar yükleyenler tevhidi koruyamamış, dolayısıyla yollarını şaşırmışlardır.

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, II, 490; V, 76; Buhârî, “Meġāzî”, 62; İbn Mâce, “Źebâǿiĥ”, 27; Nesâî, “FerǾ ve’l-Ǿatîre”, 1; İbnü’l-Kelbî, Putlar Kitabı: Kitâb al-Asnâm (trc. Beyza Düşüngen), Ankara 1969, s. 16-53; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 27-28, 78-94; V, 59; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, I, 46; Ezrâkī, Aħbâru Mekke (Melhas), I, 100, 116-119, 131; Mes‘ûdî, Mürûcü’ź-źeheb (Abdülhamîd), II, 145-146; Zemahşerî, el-Keşşâf (Kahire), IV, 164; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, IV, 116-118; V, 284, 366-368, 438-439; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿân, I, 60-73; a.mlf., es-Sîre, Beyrut 1388/1969, I, 68; IV, 426-427; E. R. Pike, Encyclopedia of Religion and Religions, London 1951, s. 165, 188-189, 287; NBD, s. 551-554; DB2, s. 410-412; B. Lewis, The Arabs in History, New York 1967, s. 30; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, VI, 103-113; Neşet Çağatay, İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara 1982, s. 104-110; Mahmut Esad, İslâm Tarihi (haz. Ahmet Lütfi Kazancı - Osman Kazancı), İstanbul 1983, s. 279, 283; O. Barfield, Saving the Appearances: A Study in Idolatry, Middletown 1988, s. 110-111; M. Şemseddin Günaltay, İslâm Öncesi Araplar ve Din (s.nşr. M. Mahfuz Söylemez - Mustafa Hizmetli), Ankara 1992, s. 72; Ali Osman Ateş, İslâm’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitap Örf ve Âdetleri, İstanbul 1996, s. 213, 234-236; Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân (trc. Muhammed Han Kayanî v.dğr.), İstanbul 1996, II, 88; Şinasi Gündüz, Din ve İnanç Sözlüğü, Ankara 1998, s. 185-186; a.mlf., Mitoloji ile İnanç Arasında, Samsun 1998; a.mlf., Anadolu’da Paganizm: Antik Dönemde Urfa ve Harran, Ankara 2006; Baki Adam, Yahudilik ve Hıristiyanlık Açısından Diğer Dinler, İstanbul 2002, s. 24-25; Muhammed Esed, Kur’ân Mesajı: Meal-Tefsir (trc. Cahit Koytak - Ahmet Ertürk), İstanbul 2002, s. 1193; Ahmet Güç, Çeşitli Dinlerde ve İslâm’da Kurban, İstanbul 2003, s. 182-190, 301-308; a.mlf., Dinlerde Mabed ve İbadet, İstanbul 2005, s. 240-244; Mehmet Aydın, Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, Konya 2005, s. 328-330, 628; Hayreddin Karaman v.dğr., Kur’an Yolu: Türkçe Meâl ve Tefsir, Ankara 2006, IV, 467-468; G. Monnot, “Waґћaniyya”, EI² (İng.), XI, 176-177; J. van Seters, “Abraham”, ER, I, 13-17; J. Ries, “Idolatry”, a.e., VII, 72-82.

Ahmet Güç