PİYÂLE PAŞA KÜLLİYESİ

İstanbul’da XVI. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen külliye.

Cami, medrese (dârülhadis), tekke, türbe, hazîre, sıbyan mektebi, sebil, çarşı ve hamamdan oluşan külliye 981’de (1573) II. Selim’in damatlarından Kaptanıderyâ Piyâle Paşa tarafından yaptırılmıştır. Külliyenin arsası, Haliç’in kuzeyinde Pîrîpaşa deresinin oluşturduğu vadinin derinliklerinde Okmeydanı’nın eteklerinde yer alır. Kasımpaşa’nın merkezinden oldukça uzakta ve XX. yüzyılın ortalarına kadar iskân alanının dışında kalan bu tenha yerin seçimi hususunda Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’sinde Osmanlı iskân politikası ve şehircilik tarihi açısından dikkate değer bilgiler bulunmaktadır. Külliyede XVIII ve XIX. yüzyıllarda kısmî onarımlar gören cami ve türbe ayakta kalmış, hamamın kalıntılarının çevresine XIX. yüzyılda baruthâne inşa edilmiş, çarşı, sebil, sıbyan mektebi, medrese ve tekke tamamen ortadan kalkmıştır. Külliyenin arsası güney ve doğu yönlerinde Piyâle Baruthânesi caddesi, batıda Zincirlikuyu-Baruthâne caddesi, kuzeyde Sel sokağı ile sınırlıdır. Kuzeyden güneye doğru alçalan eğimden dolayı caminin kıble duvarı bir istinat duvarı niteliği arzetmekte ve arsayı aralarında


2,50 metrelik kot farkı bulunan iki kademeye ayırmaktadır. Var olduğu bilinen dört adet girişten günümüzde ancak batıdaki mevcuttur. Arsanın ortasında cami, bunun kuzeyinde bir zaman çevresinde medrese ve tekke hücrelerinin sıralandığı avlu bulunmaktadır. Batı yönündeki girişin yanında bir sebilin varlığı bilinmektedir. Caminin arkasında (güney) Piyâle Paşa Türbesi ile bunu kuşatan geniş bir hazîre yer alır. Vaktiyle bu hazîrenin sınırında halen mevcut olmayan çarşıya nâzır sıbyan mektebi bulunmaktaydı. XIX. yüzyılda harabeleri baruthâneye dönüştürülen çifte hamamın kalıntıları çarşının bulunduğu doğu yönünde seçilebilmekte, aynı yönde zemini cami kotuna göre alçakta kalan bir dizi musluğun teşkil ettiği şadırvan yer almaktadır.

Cami. Dikdörtgen (55 × 45 m.) bir alana yayılan camide duvarlar kesme küfeki taşı ve moloz taş, pâyeler kesme küfeki taşı ile, kubbe ve tonozlar tuğlayla örülmüştür. Harim bölümü mihrap duvarına paralel yatık dikdörtgen (30,50 × 19,70 m.) bir planda olup üzeri eşit büyüklükte (yaklaşık 9 m. çapında) altı adet kubbe ile örtülüdür. Pandantiflerle geçişi sağlanan kubbelerin ağırlığı sivri kemerler aracılığı ile ortada iki adet yekpâre granit sütuna, çevrede de harim duvarları ile kaynaştırılmış kalın pâyelere intikal eder. Kıble duvarına gömülü olan pâyeler içeri doğru pek az çıkıntı yapmaktadır. Cephede ise dışa çıkıntı yaparak yukarıya doğru hafifçe daralıp üstte çokgen gövdeli ve soğan kubbeli ağırlık kuleleriyle taçlandırılmıştır. Doğu, batı ve kuzey duvarındaki payandalar ise bütünüyle iç mekâna taşmakta, pâyelerin arasında kalan girintiler, batı ve doğu duvarlarında iki katlı mahfiller şeklinde değerlendirilmiş bulunmaktadır. Söz konusu girintilerin eksenine birer pâye yerleştirilmiş, bu pâyelerle duvar pâyeleri arasında zemini ibadet hacminden bir seki ile yükseltilmiş, birbiriyle bağlantılı, sivri beşik tonozlu ikişer eyvan tasarlanmıştır. Mahfil niteliğindeki bu eyvanların üzerinde mermer korkuluklarla ve bunlara oturan ahşap kafeslerle donatılmış fevkanî mahfil birimleri uzanır.

Harimin kuzey duvarında normalde taçkapının bulunması gereken mihrap ekseninde minare yer alır. Minarenin kesme küfeki taşı ile örülmüş olan kare tabanlı kaidesi içeriden ve dışarıdan algılanabilmekte, kubbe eteğine kadar yükselen kaideden sonra kesik piramit biçimindeki pabuç kısmı, çokgen gövde ve petek kısmı gelmektedir. Koni biçimindeki, kurşun kaplı ahşap külâhın altında dolaşan girland, kabartmalı silme minarenin XIX. yüzyılın ilk çeyreğinde yenilendiğine işaret etmektedir. Minarenin bu alışılmadık konumundan ötürü harime giriş yanlarda yer alan iki kapı ile sağlanmış, minare kaidesinin bulunduğu orta girintiye müezzin mahfili yerleştirilmiştir. Mukarnaslı başlıklarla donatılmış altı adet ince sütunla ve sivri kemerlerle taşınan müezzin mahfili, içinde bulunduğu girintiden öne doğru taşmaktadır. Söz konusu mahfilin tabanı kâgir olup sivri beşik tonozlara oturur. Kuzey duvarının yanlarında yer alan girintiler kendi içlerinde üçer eyvana bölünmüş, sivri beşik tonozlarla örtülü olan bu eyvanlardan ortadakilere harimin girişleri, yanlardakilere dikdörtgen açıklıklı birer pencere yerleştirilmiştir. Üçlü eyvan kuruluşlarına mermer korkuluklu birer mahfil oturtulmuş, bu mahfillerin üzerinde de ince uzun dikmelere oturan ahşap döşemeli birer fevkanî mahfil yerleştirilmiştir. Duvar pâyelerinin arasına sıkıştırılan bütün bu fevkanî mahfiller söz konusu pâyelere oturan sivri beşik tonozlarla örtülüdür.

Minarenin konumundan başka caminin diğer bir çarpıcı yönü de harimin yanlardan iki katlı galerilerle kuşatılmış olmasıdır. Yan cephelerin önünde gelişen galerilerden alttakiler kısa ve kalın pâyelere oturan sivri kemerlere sahiptir. Galerilerin üzerinde kesme küfeki taşından yontulmuş, daire kesitli ve minyatür korint başlıklı ince sütunlarla bunlara oturan tek meyilli bir sakfın oluşturduğu fevkanî galeriler uzanır. Esasında sekizgen kesitli ince sütunlar üzerinde mukarnas başlıklı olduğu tahmin edilmekte olup bugünkü şekle II. Mahmud devrinde getirilmiştir. Günümüzde sütunların arası kesme küfekiden bezemesiz korkuluk levhalarıyla kapatılmıştır. XX. yüzyılın ilk çeyreğine ait fotoğraflarda bu galerilerin üzerinin alaturka kiremitlerle örtülü olduğu görülmektedir. Yakın zamana kadar yıkık olan bu sakıflar son onarımda kurşunlu olarak tamamlanmıştır.

Caminin kuzey cephesi önünde yer alan ve son cemaat yeri niteliği kazanan galeriler çok daha karmaşık bir düzen arzeder. Harimin kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerine, harimin duvarları ile bunlara saplanan pâyelerin arasına kuzeye çıkıntılı kare planlı ve kubbeli birer merdiven kulesi yerleştirilmiş, bu kulelerin barındırdığı merdivenlerle gerek harimin yanlarındaki fevkanî mahfillere gerekse yan cephelerdeki fevkanî galerilere geçit sağlanmıştır. Kuzey cephesinin ortasında minare kaidesinin oturduğu bir çıkıntı bulunmakta, bunun ekseninde sakıflı küçük bir revakla donatılmış son cemaat yeri mihrabı yer almaktadır. Mukarnaslı bir kavsaraya sahip olan bu mihrabın önündeki minyatür revak, başlıkları mukarnaslı dört sütuna oturan, tuğla örgülü sivri kemerlerden meydana gelir. Cephedeki bu çıkıntıların arasında kalan ve mihrap-minare eksenine göre simetrik konumda bulunan iki girintinin sınırına başlıkları mukarnaslı ikişer sütun dikilmiş, bu girintiler söz konusu sütunlara oturan üçer kemerden müteşekkil revak parçalarıyla kapatılmış, arkadaki duvara harim girişleriyle birer pencere yerleştirilmiştir. Caminin son cemaat yerinde Mimar Sinan döneminde ilk uygulamalarına tanık olunan çift revaklı tasarımın kendine özgü bir varyantı tercih edilmiştir. Harimin kuzey duvarına saplanan pâyelerin hizasına tuğla örgülü birer istinat kemeri konmuş, bu kalın kemerlerden ortada yer alan ikisine birtakım dolgular yardımıyla sivri kemer görünümü verilmiştir. Son cemaat yerinin iç revakı, istinat kemerlerinin ayaklarıyla bunların


arasına yerleştirilen üçlü kemer gruplarından meydana gelir. Bu kemerleri taşıyan devşirme granit sütunlar baklavalı başlıklarla taçlandırılmış, ortadaki kemerler yandakilerden biraz daha geniş ve daha yüksek tutulmak suretiyle iç revaka ritmik bir görünüm kazandırılmıştır. İç revak gibi sakıflı olan dış revak ise ikisi yanlarda olmak üzere başlıkları baklavalı yirmi iki adet devşirme granit sütuna oturan sivri kemerlerden oluşur.

Piyâle Paşa Camii’nin mihrap ekseninde yükselen minaresi ve iki katlı galerileriyle şaşırtıcı olan dış görünümü E. A. Grosvenor ve Metin Sözen gibi araştırmacılarda yapının tasarımında denizci olan bânisinin katkısı olduğu, caminin, güverteleri ve seren direğiyle bir gemiye benzetilmek istendiği fikrini doğurmuştur. Aslında gerek minarenin konumu gerekse galerilerin varlığı caminin dış görünümüne ilişkin estetik kaygılarla da açıklanabilir. Şöyle ki: Çok birimli olan harimin masif ve durağan kitlesi doğu ve batı yönlerinde çift katlı galerilerle, kuzeyde bağımsız sakıflara sahip iki son cemaat revakı ile, güneyde de cepheden taşan ağırlık kuleli pâyelerle oldukça hareketli bir görünüm kazanmıştır. Diğer taraftan Osmanlı hânedanına doğrudan mensup olmayan bir kişinin yaptırdığı camide olması gereken tek minare, harimin kuzeydoğu veya kuzeybatı köşesine yerleştirildiği takdirde ortaya çıkacak asimetrik ve dengesiz görüntü dikkate alınarak mihrabın karşısına yerleştirilmiş, böylece yapının piramidal bir kademelenme arzetmeyen üst yapısı ekseninde yükselen dikey bir unsurla donatılmıştır. Öte yandan Evliya Çelebi’nin Piyâle Paşa mesiresinden söz ederken verdiği bilgiler fevkanî yan galerilerin mesireye gelenler için tasarlanmış çevreye hâkim, dinlenme amaçlı sofalar olduğunu göstermektedir. Bu husus dinî mimarimizde benzeri olmayan ilginç bir kullanıma işaret eder.

Caminin dış görünümünde, inşa edildiği dönemin Osmanlı mimarisine egemen olan fonksiyonel yaklaşıma ters düşen birtakım zorlamaların bulunmasına karşılık içinde çok birimli tasarımdan beklenmeyecek derecede aydınlık, ferah ve yekpâre bir ibadet mekânı ortaya konmuştur. Bunun başlıca iki sebebi, mekânın ortasında iki taşıyıcıda pâye yerine ince uzun sütunların kullanılmış ve üst yapının mümkün olduğunca yüksek tutulmuş olmasıdır. Mekânın duvarlarında üç sıra halinde düzenlenmiş çok sayıda pencere bulunur. Güney ve kuzey cephelerinde yalnızca alt sıradakiler, yan cephelerde bunların yanında fevkanî galerilere açılan ikinci sıradakiler dikdörtgen açıklıklı, mermer söveli, demir parmaklıklı ve hafifletme kemerli olarak, tepe pencereleri de sivri kemerli olarak tasarlanmıştır. Çift cidarlı alçı revzenlerle donatılan tepe pencereleri, kubbeleri kuşatan sivri beşik tonozların alınlıklarına güney cephesinde beşli, diğer cephelerde üçlü gruplar halinde dağıtılmış, güney cephesindeki alınlıklara ayrıca üçer adet filgözü pencere açılmıştır.

Piyâle Paşa Camii’nin barındırdığı süslemeler arasında bütünüyle çiniden yapılmış mihrap özellikle dikkati çeker. Külliyenin inşa edildiği dönemde en parlak çağını yaşayan İznik çiniciliğinin sergilendiği mihrap dıştaki dikdörtgen, içteki sivri kemerli olmak üzere iki çerçeve içine alınmış, yarım sekizgen planlı nişin kavsarası çini mukarnaslarla dolgulanmıştır. Mihrabın yüzeyini kaplayan çiniler birbirinden farklı bitkisel kompozisyonlar gösterir. Hepsi sır altı tekniğiyle imal edilmiş olan bu çinilerin büyük çoğunluğu beyaz zeminlidir. Mihrap çinilerinin bir kısmı son yıllarda çalınmış, yerine Kütahya mâmulâtı karolar konmuştur. Mihrabın yanı sıra harimde bulunan diğer önemli bir çini bezeme öğesi kubbeyi taşıyan kemerlerin üzengi hizasında dolaşan, lâcivert zemin üzerine beyaz renkli celî sülüs harflerden oluşan âyet kuşağıdır. Batı, güney ve kuzey duvarları boyunca kesintisiz devam eden bu görkemli hat kompozisyonu dönemin en büyük hattatı, Ahmed Şemseddin Karahisârî’nin mânevî oğlu ve öğrencisi Hasan Çelebi’ye aittir. Paris’te Piyâle Paşa Camii’nden geldiği iddia edilen pencere alınlığı çinileri bulunmaktadır. Ancak 1960 yıllarına doğru yapılan onarımlar sırasında pencerelerin üstlerindeki tahfif kemerlerinin içlerinde kalem işi nakışlar bulunmuştur. Böylece bu çinilerin pencere alınlıklarına ait olamayacağı anlaşılmışsa da gerçekten bu camiden getirilmişse nereden söküldüğü tesbit edilememiştir. Mermerden yontulmuş olan minber son derece yalın tasarımıyla aşırı süslü mihrabı âdeta dengelemektedir.

Mihrap duvarında alt sırada yer alan pencerelerin üzerinde izleri seçilen klasik üslûptaki alınlıklar, müezzin mahfilinin korkuluğuyla minarenin kaidesinde bir kuşak halinde yer alan geometrik bezeme, harimin güneydoğu köşesindeki fevkanî mahfildeki ahşap kafeslerin üzerinde bulunan bitkisel bezeme Piyâle Paşa Camii’nin kalem işi süslemelerini oluşturur. Kubbelerin


ve pandantiflerin içinde yer alan, muhtemelen II. Mahmud dönemine ait barok-empire karışımı, siyah ve gri renkli kalem işleri Cumhuriyet dönemi onarımlarında kazınmıştır. Yakın bir tarihte sivri kemerli tepe pencereleri klasik üslûpta kalem işi şeritlerle çerçevelenmiş, camiyle çağdaş olduğu anlaşılan ahşap vaaz kürsüsü kuzey duvarındaki mahfillerden birine atılarak yerine klasik Osmanlı üslûbuyla empire üslûbuna bağlanan, ayrıntıların iç içe geçtiği, iddialı ve çirkin, mermerden bir vaaz kürsüsü yerleştirilmiştir.

Caminin asıl şadırvanı, doğu yönündeki platformun yan cephesinde bir dizi halinde yerleştirilmiş musluklardan meydana gelir. Son yıllarda söz konusu musluklar onarılmış ve dikmelere oturan ahşap bir sakıfla donatılmış, ayrıca bu platformun içine yeni helâlar ve abdest alma mahalleri yerleştirilmiş, caminin kuzeyindeki avlunun merkezine de çan biçimindeki sütun başlıkları hariç klasik üslûba uygun mermerden bir şadırvan inşa edilmiştir. Aynı avlunun kuzeydoğu kesiminde yer alan Kur’an kursu binası ile kuzeybatısındaki meşruta ise son derecede çirkin ve uyumsuz yapılar olup yıktırılmaları gündemdedir.

Medrese ve Tekke. Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’sinde ve Hadîkatü’l-cevâmi‘de yer alan bilgilerden, 1842 tarihli Moltke haritasında teşhis edilen krokiden, Jules Laurens’in 1846-1849 arasında katıldığı bir bilim gezisi sırasında yapmış olduğu, caminin avlusunu gösteren bir desenin litografisinden ve avlunun boyutlarından hareketle XIX. yüzyılın ikinci yarısında tamamen ortadan kalkmış olduğu anlaşılan medrese ve tekke hücrelerini ana hatlarıyla restitüe etmek mümkün olmaktadır. Avlunun kuzey sınırı boyunca yaklaşık yirmi sekiz adet tekke hücresi, batı sınırında yaklaşık on yedi medrese hücresi sıralanmakta, avlunun kuzeybatı köşesinde dik açıyla birleşerek bir “L” oluşturan bu kitlenin önünde sivri kemerli ve sakıflı bir revak uzanmakta, hücreler ise kare planlı ve kubbeli olarak tasarlanmış bulunmaktaydı. Medresede dershane, tekkede tevhidhâne birimleri olmayıp bu fonksiyonları 1925 yılına kadar caminin harimi karşılamaktaydı. Tekke camide olduğu gibi yakınında bulunan Küçük Piyâle Paşa Camii ve Tekkesi’nden ayırt edilebilmek amacıyla Büyük Piyâle Paşa veya Piyâle Paşa-yı Kebîr olarak anılmıştır. XIX. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Kādirîliğe bağlı olduğu görülen tekkenin âyin günü cuma idi. Tekkenin XIX. yüzyıldan önce bağlı olduğu tarikat ve postnişinler bilinmemektedir. Adı tesbit edilebilen şeyhlerden biri, 1834’te Sâliha Sultan’ın düğününe davetli Kādirî şeyhleri arasında adı geçen, Sırrı Efendi’nin halifesi Hüseyin Efendi, diğeri Hüseyin Vassâf’ın Sefîne’sinde (1925) adı verilen son postnişin İbrâhim Efendi’dir. Piyâle Paşa Külliyesi bu yönüyle, Anadolu Türk mimarisinin erken dönemlerinden itibaren gelişmesi izlenebilen ortak avlulu cami-medreselerin ve cami-tekkelerin geleneğine bağlanır.

Türbe ve Hazîre. Piyâle Paşa’nın türbesi bugünkü şekliyle düzgün küfeki taşından sekizgen prizma biçiminde sade bir yapıdır. Üzeri basık bir kubbeyle örtülüdür. Cephelerinde altlı üstlü ikişer pencere açılmıştır. Türbenin içinde ve dışında süsleme yoktur. Yapının aslında bu kadar sade olmadığını gösteren kalıntı ve izlere rastlanır. Bu izlere göre yapı Kanûnî Sultan Süleyman Türbesi’nde olduğu gibi sekizgen sütunlar üzerinde düz atkılı, ahşap çatılı revaklarla çevrili idi. Bu dönemden kalma baklavalı başlıklar yapının yakınlarında dağınık halde durmaktadır. XVIII. yüzyılda ahşap çatılı revakın yıkılması ile dönemin üslûbuna uygun akantuslu başlıkları olan silindir biçiminde yekpâre sütunlara oturan yeni bir revakla çevrilmişti. Bu durumu gösteren eski fotoğraflar yayınlara geçmiştir. Sütunlar da hazîrede dağınık halde durmaktadır. Türbe bugün revaksız olarak restore edilmiştir. İçinde üçü ahşap sanduka, onu mermer lahit olmak üzere on üç mezar vardır. Kaynaklara göre birinci sıradakiler paşa ile oğluna, ikinci sıradakiler dört oğluyla bir kızına, üçüncü sıradakiler iki oğlu ve kızına aittir. Türbedeki lahitler beyaz mermerdendir ve kabartmaların yanı sıra çok ilginç renkli kalem işleriyle süslüdür. Üstlerinde yazı veya tarih bulunmayan lahitler, biçimlerine ve süsleme üslûplarına dayanılarak XVI. yüzyılın sonlarına tarihlendirilmektedir. Lahitlerin çoğu natüralist üslûpta bitkisel motiflerle bezenmiştir. 1990’lı yıllarda bu türbenin bir din büyüğüne ait olduğu rivayetlerinin çevre halkı arasında yayılması ile birlikte son tamirlerde gerek türbe kapısının gerekse lahit ve mezar taşlarının boyanarak özelliklerini kaybettikleri tesbit edilmiştir. Yakın bir tarihte çevre duvarı yükseltilmek suretiyle koruma altına alınan hazîrede tasarım ve bezeme açısından dikkate değer mezar taşları mevcuttur.

BİBLİYOGRAFYA:

Evliya Çelebi, Seyahatnâme (haz. Tevfik Temelkuran v.dğr.), İstanbul, ts., I, 289-291; Bandırmalızâde, Mecmûa-i Tekâyâ, İstanbul 1307, s. 3; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, II, 25-28; İstanbul Tekkeleri Listesi, Süleymaniye Ktp., Zühdü Bey, nr. 489 (1823 civarı), vr. 5b; Melekpaşazâde Kadri Bey, Hankahnâme, Süleymaniye Ktp., Nuri Arlasez, nr. 36 (1833-1846 arası), vr. 2b (nr. 27); Hammer, HEO, XVIII, 70; Âsitâne Tekkeleri, s. 3; Mecmûa-i Cevâmi‘, II, 16-17 (nr. 38); E. A. Grosvenor, Constantinople, Boston 1895, II, 672-673; Mehmed Râif, Mir’ât-ı İstanbul, İstanbul 1314, I, 510-512; C. Gurlitt, Die Baukunst Konstantinopels, Berlin 1907, I, 80-81; 1329 Senesi İstanbul Beldesi İhsâiyât Mecmuası, İstanbul 1330, s. 20; F. Schrader, Konstantinopel, Vargangenheit und Gegewart,


Tübingen 1917, s. 196-197; Halil Ethem [Eldem], Camilerimiz, İstanbul 1932, s. 63-64; R. Anhegger, “Beiträge zur frühosmanischen Baugeschichte”, Zeki Velidi Togan’a Armağan, İstanbul 1950-1955, s. 301-330; E. Egli, Sinan, Erlenbach-Stuttgart 1954, s. 126; Semavi Eyice, “İstanbul Minareleri”, Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve İncelemeleri, İstanbul 1963, I, 57; a.mlf., “Piyâle Paşa Camii Çini Alınlıkları”, Çağrı, sy. 202, İstanbul 1974, s. 7-8; Oktay Aslanapa, Turkish Art and Architecture, New York-Washington 1971, s. 225; a.mlf., Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul 1980, s. 278-281; a.mlf., Mimar Sinan’ın Hayatı ve Eserleri, Ankara 1988, s. 125-130; A. Stratton, Sinan, London 1972, s. 247; Metin Sözen v.dğr., Türk Mimarisinin Gelişimi ve Mimar Sinan, İstanbul 1975, s. 186, 373; Ph. Jullian, Les orientalistes: La vision de l’orient par les peintres européens au XIXeme siècle, Fribourg 1977, s. 153-154, 184; W. Müller-Wiener, Bildlexikon zur Topographie Istanbuls, Tübingen 1977, s. 450-452; a.mlf., İstanbul’un Tarihsel Topografyası (trc. Ülker Sayın), İstanbul 2001, s. 450-452; Aptullah Kuran, Mimar Sinan, İstanbul 1986, s. 255, 292; G. Goodwin, A History of Ottoman Architecture, New York 1987, s. 57, 276-279; Günay Kut - Turgut Kut, “İstanbul Tekkelerine Ait Bir Kaynak: Dergehname”, Türkische Miszellen: Robert Anhegger Armağanı, İstanbul 1987, s. 234 (nr. 70); Tahsin Öz, İstanbul Camileri, Ankara 1987, II, 63-65; M. Baha Tanman, “İstanbul/Kasımpaşa’daki Piyâle Paşa Külliyesi’nin Medresesi ve Tekkesi İçin Bir Restitüsyon Denemesi”, Sanat Tarihinde Doğudan Batıya: Ünsal Yücel Anısına Sempozyum Bildirileri, İstanbul 1989, s. 87-94; a.mlf., “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları / Tekkeler”, Türkler (nşr. Hasan Celâl Güzel v.dğr.), Ankara 2002, XII, 154; a.mlf., “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları / Tekkeler”, Osmanlı Uygarlığı (haz. Halil İnalcık - Günsel Renda), İstanbul 2003, I, 295-296; a.mlf., “Tekkeler”, Geçmişten Günümüze Beyoğlu, İstanbul 2004, I, 368; a.mlf., “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları / Tekkeler”, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf ve Sufiler (nşr. Ahmet Yaşar Ocak), Ankara 2005, s. 318; a.mlf. - Yıldız Demiriz, “Piyale Paşa Külliyesi”, DBİst.A, VI, 254-258; Yıldız Demiriz, “İstanbul’da Piyâle Paşa Türbesi ve Lahitleri Üzerine Bir Araştırma”, VD, XIII (1981), s. 387-423; Ahmet Vefa Çobanoğlu, “Beyoğlu’ndaki Camiler”, Geçmişten Günümüze Beyoğlu, İstanbul 2004, I, 354-356; Gülru Necipoğlu, The Age of Sinan: Architectural Culture in the Ottoman Empire, London 2005, s. 399, 422-425, 427; Burhan Yentürk, Tarihi ve Kültürüyle Kasımpaşalıyız, İstanbul 2006, s. 150-157; G. Martiny, “Die Piale Pascha Moschee”, AI, sy. 3 (1936), s. 131-171; Atilla Çetin, “İstanbul’daki Tekke, Zâviye ve Hânkahlar Hakkında 1199 (1784) Tarihli Önemli Bir Vesika”, VD, XIII (1981), s. 589; Mehmet Önder, “Piyâle Paşa Camii’nin Avrupa’nın Dört Büyük Müzesinde Bulunan Çini Panosu”, Antika, sy. 10, İstanbul 1986, s. 4-6.

M. Baha Tanman