PALEOGRAFYA

Eski yazı ilmi.

Yunanca “eski yazı” anlamına gelen palaios grapheden gelir. Bu tabirin ilk defa Fransız Benedikten rahibi Bernard de Montfaucon tarafından 1682’de kullanıldığı belirtilir. Paleografya (paleografi), tarih boyunca kullanılan çeşitli yazı tiplerini okumaya ve incelemeye dayanan bir ilim koludur. Özellikle XVIII-XIX. yüzyıllarda Eskiçağ medeniyetlerinden intikal eden yazıları çözmek amacıyla bu ilimden faydalanılmış, ayrıca çeşitli el yazılarının şekil ve tarzının öğretilmesine dayalı bir anlam genişliği kazanmıştır. İlk olarak Montfaucion 1708’de yayımladığı kitapla Yunan paleografisini kurmuş, onu Latin paleografisi izlemiştir. Asırlar boyunca Sumerler çivi yazısı, eski Mısırlılar hiyeroglif, Latin ve Grekler kendi adlarıyla anılan yazılar, Orta Asya’da Türkler Uygur alfabesi, Çin ve Japonlar resim yazıları, Slavlar Kiril, Araplar ve Arap hâkimiyetine giren doğuda Çin, batıda Endülüs (İspanya), Balkanlar ve Avrupa’nın ortalarına kadar çok geniş bir coğrafyada İslâmiyet’i kabul eden milletler Arap alfabesini kullanmıştır. Bu toprakların bir kısmı Arap hâkimiyetinden çıktıktan sonra da Arap yazısının kullanımı sürmüştür. Türkler de İslâmiyet’i kabul edince bu yazıyı benimsemiş ve geliştirmiştir. Bilhassa Osmanlı döneminde bütün resmî kayıtlar Arap yazısıyla tutulmuş ve Cumhuriyet’in ilânının ardından 1928’de Latin alfabesine geçilmiştir.

Aslı Nabat yazısına dayanan Arap yazısı zamanla gelişerek değişik yazı tipleri ortaya çıkmıştır. Bu yazılar tevkī‘, rikā‘, sülüs, nesih, muhakkak ve reyhânî adını taşır (bk. AKLÂM-ı SİTTE). Bunların şekil özellikleri yanında kullanıldıkları yerler de farklıdır. Özellikleri geç belirlenen yazılar daha geniş ve daha devamlı kullanım alanı bulmuştur. Çok itina istediği için süratli yazılamayan sülüs bir sanat yazısı olup kıta, murakka‘ ve levhalarla sûre başları, beyit ve kasidelerde kullanılmıştır. Arşiv belgelerinde ise sülüse pek ender rastlanır; sadece yabancı hükümdarlara gönderilen nâme-i hümâyunlardaki âyetler, bazan da davet rüknünün sülüsle yazıldığı görülür.

İşlek bir yazı olması dolayısıyla gerek mushafların gerekse diğer kitapların


istinsahında kullanılan nesih, harflerin hakkının verildiği harekeli bir yazı çeşididir. Ancak arşiv belgelerinde çok nâdir olarak ve kelimenin farklı tarzda okunması muhtemel olan durumlarda harekelenmiştir. Sadrazam telhisleri buna örnek gösterilebilir. Telhisler gibi XVII. yüzyıl sonlarından itibaren nâme sûretlerinin yazıldığı defterlerde de harekesiz nesih kullanılmıştır. Süratli yazma zarureti nesih kırmasının doğmasına vesile olmuştur ki arşivlerde nesih yazılarının çoğu bu türdendir. Tevkī‘ yazısı Osmanlılar’ca ilk devirlerde ferman ve berat gibi belgelerde görülür. Tanzimat’tan sonra antlaşma metinlerinde tevkī‘ karakterli yazılara rastlanırsa da genellikle divanî tercih edilmiştir. Ta‘lik Osmanlı ilmiye ricâlinin tercih ettiği, süreklilik kazanmış bir yazı tipi olarak ilmiyeye dair belge ve kayıtların tutulmasında kullanılmıştır.

Osmanlılar’da İstanbul’un fethinden sonra kullanılmaya başlandığı tahmin edilen bir yazı çeşidi olan divanî, adından da anlaşılacağı gibi Dîvân-ı Hümâyun’da tutulan kayıtlarda kullanılmıştır. Mustafa Âlî Efendi’ye göre divanî yazıyı İranlılar’ın çep yazısından ilham alarak icat eden kişi Matrakçı Nasuh olup bu yazı Osmanlı hattatları elinde ayrı bir üslûp kazanmıştır. Divanda ferman, berat, nâme, ahidnâme, sebeb-i tahrîr hükümleri bu yazı ile yazılmıştır. Mühimme, şikâyet ve ahkâm defterleri dahil süratli yazılan kayıtlarla derkenarlarda siyâkat olan kısımlar hariç divanî kırması; arz, arzuhal vb. belgeler üzerine konan buyuruldularda ise bu yazının kalını kullanılmıştır. Dolayısıyla arşiv belgelerinde en çok rastlanan yazı türü divanîdir denilebilir. Celî divanî önemli kişilere verilen mülknâme, menşur, timar tevcihini gösteren beratlarla nâme-i hümâyun ve ahidnâme-i hümâyunlarda kullanıldığı gibi divanî ile olan beratların nişan formülleri de celî divanî ile yazılmıştır.

Abbâsîler devrinde icat edildiği, Anadolu’ya Selçuklular zamanında İran yoluyla girdiği rivayet edilen siyâkat yazısı siyak ve sibakla göz alışkanlığı ve metnin mahiyetine göre okunabilen zor bir yazı çeşididir. XV. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanmasına rağmen esas olarak XVI. yüzyılda Tâcîzâde Câfer Çelebi’nin kaleminde gelişme göstermiştir. İran yoluyla geldiğinden siyâkatla yazılan yazılarda genellikle Farsça kelime ve tabirlerin kullanıldığı görülür. Maliye, evkaf ve tapu kayıtları gibi gizlilik isteyen belgeler bu yazı ile düzenlenmiştir. Kalemlerdeki asılları siyâkatla olan kayıtlardan arz, arzuhal vb. belgelere çıkarılan derkenarlar da siyâkatla yazılmıştır. Siyâkat yazısında harfler kalemdeki süratli akış dolayısıyla küçülüp kısalmıştır. Harflerin tek yazıldıkları şekilleriyle diğer harflere bitiştikleri zamanki şekilleri arasında büyük fark vardır. Harflerin satıra dizilişi her zaman aynı olmadığı gibi siyâkat harfleri arasına nesih, divanî ve rik‘a kırmaları ile kûfî hurdasının harflerinin katıldığı da görülür. Aslında noktalı olan siyâkat alfabesi, hem süratli yazabilme endişesi hem de belgelerin gizliliğinin korunması için çok defa noktasız yazılmıştır. Harfler her kâtibin elinde farklı şekillere girebildiği gibi aynı yazının değişik yerlerinde de değişik şekillerde görülür. Özellikle maliye belgelerinde çokça geçen kelimeler okunması pek de kolay olmayan klişeler haline gelmiştir. Bunlara bir de satırların iç içe yazılması eklenince okunabilmeleri daha da güçleşir. Siyâkat yazısıyla birlikte kullanılan rakamlar, diğer Arap yazılarındaki gibi Hint rakamları değil rakamların Arapça yazılışlarının stilize edilmiş şekilleridir.

XV. yüzyılın ikinci yarısında Dulkadırlılar tarafından kullanılan rik‘a Osmanlı belgelerinde XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren görülmeye başlanmış, XIX. yüzyılda diğer yazıların yerini alacak kadar yaygınlaşmıştır. Aynı dönemde Bâbıâli rik‘ası adıyla şöhret bulan bir çeşidi de meydana getirilmiştir. Rik‘a günlük yazılarda çok revaç bulmuştur. Divanîdeki gibi rik‘ada da bazı harfler aslî şekillerini kaybetmiştir. Rik‘anın süratli yazılması rik‘a kırmasının doğmasına sebep olmuştur. Rik‘ada birleşmeyen harfler divanîde olduğu gibi rik‘a kırmasında da birleşir yahut birbirine ilişir. Bazı harfler ise özel şekiller almıştır. Arşivlerdeki XIX. yüzyıl belgelerinin çoğu bu karakterleri taşıyan rik‘a kırması ile yazılmıştır.

Belgelerin şekil özellikleri yanında yazı tiplerinin de bilinmesi gerekir. Tarihsiz bir belge tarihlendirilip değerlendirilirken kullanılan yazının asırlar boyunca geçirdiği gelişme ve değişikliklerin göz önüne alınması lâzımdır. XV. yüzyıl tahrir defterleriyle XVI. yüzyıl tahrir defterlerinin yazıları gibi XVI. yüzyıl mühimme defterleriyle sonraki asırlardakilerin yazıları da aynı değildir. Arz ve arzuhal gibi belgelerdeki derkenarlar bile hem bürolardaki farklı yazı karakterlerini hem de bu yazıların zaman içinde uğradığı değişiklikleri gösterebilecek niteliktedir. Sadece bir parçası günümüze ulaşmış bir belgenin diplomatik açıdan değerlendirilebilmesi ve tarihlendirilmesi diplomatik bilgisi kadar paleografya bilgisini de gerektirir. Belge içinde geçen tarih her zaman belgenin yazıldığı tarih olmayıp çok defa daha önceki bir olaya işaret eder. Böyle bir belge ile karşılaşıldığında paleografya bilgisi teşhiste önemli rol oynayacaktır.

BİBLİYOGRAFYA:

Mahmud Bedreddin Yazır, Eski Yazıları Okuma Anahtarı, İstanbul 1942; Süheyl Ünver, Türk Yazı Çeşitleri, İstanbul 1953; a.mlf., “Siyakat Yazısı ve Kuyudu Atika”, İstanbul Belediye Mecmuası, VII/87 (15), İstanbul 1931, s. 88-95; Mihail Guboğlu, Paleografia şi Diplomatica Turco-Osmana. Studiu şi Album, Bucureşti 1958; B. Nedkov, Osmanoturska Diplomatika i Paleografiya, Sofia 1966-72, I-II; J. Reychman - A. Zajaczkowski, Handbook of Ottoman-Turkish Diplomatics (trc. A. S. Ehrenkreutz), Paris 1968; M. Tayyib Gökbilgin, Osmanlı İmparatorluğu Medeniyet Tarihi Çerçevesinde Osmanlı Paleografya ve Diplomatik İlmi, İstanbul 1979; V. Stojanow, Die Entstehung und Entwicklung der osmanisch-türkischen Paläographie und Diplomatik, Berlin 1983; Nihad M. Çetin, “İslâmda Paleografyanın Doğuşu ve Gelişmesi”, Tarih Boyunca Paleografya ve Diplomatik Semineri: 30 Nisan - 2 Mayıs 1986 Bildiriler, İstanbul 1988, s. 1-10; Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), İstanbul 1994.

Mübahat S. Kütükoğlu