OYUN

Türkçe’de oyun kelimesi “vakit geçirmeye yarayan, belli kuralları olan eğlence; kumar; şaşkınlık uyandırıcı hüner; genellikle müzik eşliğinde yapılan hareketler bütünü; temsil, piyes; fizik gücünü ve zekâ-yı geliştirmek amacıyla yapılan yarışma; hile, düzen” gibi anlamlara gelmektedir. Arapça’da la‘b ve laib oyun kelimesine benzer anlamlar taşır. “Kişiyi oyalayan, ona başka şeyleri unutturan şey” anlamındaki lehv de la‘b karşılığında kullanılmakla birlikte daha kapsamlıdır. Çalgı vb. oyun aletlerine melâhî denir. Kur’an’da yirmi âyette la‘b ve türevleri geçmektedir (M. F. Abdülbâkī, “lǾab” md.). İnsanı aldatması ve geçici olması sebebiyle dünya hayatı “bir oyun” (laib) ve “eğlence” (lehv) olarak tanımlanır (el-En‘âm 6/32; el-Ankebût 29/ 64; Muhammed 47/36; Hadîd 57/20). İki âyette lâib “şakacı, oyunbaz” anlamında geçmektedir (el-Enbiyâ 21/16, 55). Ayrıca değişik âyetlerde “oyun, eğlence, alay” mânasında hüzüv (meselâ bk. el-Bakara 2/67, 231; el-Mâide 5/57, 58) ve aynı kökten “oyuncak edinme, eğlenceye alma” anlamında istihzâ masdarından kelimeler yer almaktadır (meselâ bk. et-Tevbe 9/65; Hûd 11/8; el-Hicr 15/95).

Müzik eşliğinde oyun (raks) eski bir gelenektir. Eski Ahid’in çeşitli yerlerinde sevinç gösterisi olarak çalgı eşliğinde oynayanlardan söz edilir (Çıkış, 15/20; I. Samuel, 18/6-7). Eski Mısır duvar resimlerinde grup danslarını gösteren tasvirlere rastlanır. Kargamış’ta bulunan milâttan önce VII. yüzyıla ait bazalt üzerine bir Hitit kabartmasında saz, çifte flüt ve zil çalanlar eşliğinde rakseden bir figür mevcuttur. Benzer tasvirler eski Mısır duvar resimlerinde de görülür. Arap toplumunda telli ve üflemeli çalgılar bilinmekle beraber def daha yaygın biçimde kullanılmaktaydı. Araplar düğün ve bayramlarda def çalıp oynarlardı; çalgı eşliğinde oynanan oyunlar için “raks, lü‘b, zefn” gibi tabirler kullanılmıştır. Ayrıca Araplar’ın kılıç, kalkan ve mızrakla yaptıkları ritmik hareketlerden oluşan “kals” veya “dirkele” denilen oyunları vardı. Rivayete göre Habeşli veya Sudanlı bir grup, bayram günü Medine Mescidi’nin toprak zemini üzerinde kalkan ve kısa mızraklarıyla oyun oynamış, Hz. Peygamber de Âişe ile birlikte onları seyretmiştir (Buhârî, “ǾÎdeyn”, 25; Müslim, “ǾÎdeyn”, 17, 21, 22). Resûlullah bunları oynamaya teşvik etmiş, yahudi ve hıristiyanların İslâm’ın hayata bakışını görmelerini istemiştir (Müsned, VI, 116, 233). Bir defasında Hz. Ömer oynayanlara müdahale etmek istemiş, fakat Resûl-i Ekrem ona izin vermemiştir (Abdürrezzâk es-San‘ânî, X, 466). Hz. Ömer halifeliği döneminde Suriye’yi ziyaret ederken oyunlu gösterilerle karşılanmıştı (İbnü’l-Esîr, IV, 155). Bayramlarda, düğünlerde, önemli kişileri karşılarken oynanan bu oyunların daha sonra ilgi görmediği anlaşılmaktadır. Rivayete göre sahâbeden İyâz el-Eş‘arî, Enbâr’da bulunduğu sırada bir bayramın sönük geçmesine üzülmüş ve neden Resûlullah zamanındaki gibi oynanmadığını sormuştur (İbn Mâce, “İķāme”, 163). Bazı rivayetlerden Arap toplumunda düğün ve bayramlarda oynamayı meslek edinen kimselerin bulunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim İbn Abbas’ın, oğullarını sünnet ettirirken halkı eğlendirmek için oyuncular getirttiği ve onlara ücret ödediği rivayet edilir (İbn Ebû Şeybe, III, 496; İbn Kuteybe, ǾUyûnü’l-aħbâr, I, 442).

Oyun denilince öncelikle çocuk akla gelir. Çocuğun zekâ gelişimi ve şahsiyet terbiyesinde, yeteneklerinin ortaya çıkmasında, cinsel eğitiminde oyunun önemli rolü vardır. Ayrıca çocuğun dürüstlük, paylaşmayı öğrenme, başkalarının haklarına saygı, fedakârlık gibi ahlâkî nitelikleri kazanmasında, sosyal kişiliğinin oluşmasında oyunun vazgeçilmez bir yeri bulunmaktadır. Bazı ilim adamları çocuğun oyuna olan ihtiyacını gıdaya olan ihtiyacı kadar önemli saymış, oyun oynamayan çocukların iyi gelişemeyeceğini söylemişlerdir (Canan, s. 250). Birleşmiş Milletler’ce kabul edilen Çocuk Hakları Beyannâmesi’nin 7. maddesi çocuğun terbiye amaçlı oyunlara ve eğlendirici faaliyetlere katılma hakkıyla ilgili olup toplumlar ve devletler onun bu hakkı kullanmasından sorumlu tutulmuştur. Tarihî bulgular bazı çocuk oyunlarının asırlardan beri yaşadığını göstermektedir. Birçok oyun tasvirinin yer aldığı Mısır mezar resimlerinden Benîhasan’da milâttan önce 2000 yılına ait birinde bir kız çocuğu ellerindeki birkaç topu sırayla havaya atıp yakalamaya çalışırken görülmektedir. Hititler’den kalma Kargamış kral burcu kabartmalarında kral çocukları topaç ve beş taş benzeri oyunlar oynarken, Maraş’ta Gömütaşı’nda bulunan bir Hitit kabartmasında da annesinin dizleri üstünde ayakta duran çocuk ayaklarını iple bağladığı kuşla oynarken tasvir edilmiştir. Bizans Büyük Saray mozaiklerinde tekerleklerle oynayan çocukların tasviri yer almaktadır. Tarihî eserler arasında çocukların oynadığı top, topaç, araba, bebek gibi oyuncaklar bulunmuştur. Eski metinlerde fırıldaktan, çelik çomaktan söz edilmektedir. Ahmed Teymur Paşa kaynaklarda geçen Arap oyunlarını derlemiş ve alfabetik sırayla bir kitapta toplamıştır (LuǾabü’l-ǾArab, s. 7 vd.).

Değişik rivayetlerden anlaşıldığına göre Hz. Peygamber döneminde çocuklar salıncak ve tahterevalliye binme, ceviz, bilye, aşık atma, top, çelik çomak oyunu,


fırıldak, tura, fiyal, lu‘betü’d-dab (bir tür çizgi oyunu), ok atma gibi oyunlar oynarlardı. Kız çocuklarının ise bebek türü oyuncaklara sahip olduğu belirtilmektedir. Resûl-i Ekrem çocukluk yıllarında arkadaşlarıyla bazı oyunlara katılmıştır. Bunlardan “azm-i vedah” denilen oyunda beyaz bir kemik uzağa fırlatıldıktan sonra iki gruba ayrılan çocuklar onu aramaya çıkarlar, önce bulan grup oyunu kazanır, kaybedenler ise onları kemiğin bulunduğu yerden atıldığı yere kadar sırtlarında taşırlardı.

Zaman zaman büyüklerin de çocuklarla oyun oynamaları çocukların ruhsal yapısı üzerinde olumlu etkiler yapar. Bu bakımdan Hz. Peygamber’in çocuklara ve kendi torunlarına karşı davranışları güzel bir örnektir. Resûlullah torunlarıyla ilgilenir, bazan onları sırtına alır ve evin içinde gezdirirdi. Bir defasında onları bu şekilde gören Câbir’in, “Deveniz ne güzel” dediği, Resûl-i Ekrem’in de, “Onlar da ne güzel biniciler” şeklinde karşılık verdiği rivayet edilir (İbn Asâkir, XIII, 216, 217). Hz. Peygamber oyun oynayan çocuklara selâm verir (Müslim, “Birr”, 96-97), onlarla şakalaşırdı. Hatta Enes’in rivayetine göre o, çocuklarla en fazla şakalaşan kimseydi (Taberânî, II, 38).

Arap toplumunda şans oyunları da yaygındı. Zarla oynanan nerd (tavla) ve satranç gibi oyunlar biliniyordu. Ulemâ genellikle birinciyi tasvip etmezken zekâyı geliştirici özellikleri sebebiyle ikinciyi müsamaha ile karşılamıştır. Ancak Resûl-i Ekrem, büyüklerin kuşlarla oynamak gibi kendi yaşlarıyla uyuşmayan çocuk oyunları oynamasını, vakitlerini boş yere harcamasını hoş görmemiştir (İbn Mâce, “Edeb”, 44; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 65). Ulemâ da mürüvvet ve vakarlarını kaybetmelerine, farz ibadetlerini aksatmalarına yol açabilecek bazı oyunlara dalan yetişkinlerin şahitliklerinin kabulünü tartışma konusu yapmıştır (meselâ bk. Şâfiî, VI, 298). Geçmişten gelen birçok oyun türü yanında karagöz, çevgân gibi yeni bazı oyunlar İslâm toplum kültürüne dahil olmuştur. Bilhassa şehzadelerin sünnet düğünlerinde sûr veya donanma denilen şenliklerde çok değişik gösteriler yapılmış, seyirlik oyunlar yer almıştır (ayrıca bk. EĞLENCE; MÛSİKİ; MÜSABAKA).

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, III, 511; IV, 155; V, 429; Müsned, VI, 116, 233; Şâfiî, el-Üm, VI, 298; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muśannef (nşr. Habîbürrahman el-A‘zamî), Beyrut 1403/1983, X, 466; İbn Ebû Şeybe, el-Muśannef (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1409/1989, III, 496; İbn Kuteybe, ǾUyûnü’l-aħbâr (Tavîl), I, 442; a.mlf., Ġarîbü’l- ĥadîŝ (nşr. Abdullah el-Cübûrî), Bağdad 1397/ 1977, I, 379; Taberânî, el-MuǾcemü’ś-śaġīr, Beyrut 1983, II, 38; İbn Asâkir, Târîħu Dımaşķ (Amrî), XIII, 216, 217; Ahmed Teymur Paşa, LuǾabü’l-ǾArab, Kahire 1367/1948, s. 7 vd., 15, 23, 27, 28, 34 vd., 39-40, 42, 50-51, 53, 58; İbrahim Canan, Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye, İstanbul 1982, s. 159, 160, 161, 249, 250, 251 vd.; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), II, 342, 343, 358, 359, 360, 362, 373; III, 161; I. Shaw - P. Nicholson, British Museum Dictionary of Ancient Egypt, London 1996, s. 78-79, 107, 293-294; Nebi Bozkurt, Hadis’te Folklor Eğlence, İstanbul 1997, s. 26 vd., 50 vd., 68, 69 vd., 117 vd., 150 vd.; Ekrem Akurgal, Anadolu Kültür Tarihi, Ankara 2000, s. 227, lv. 123a, s. 244, lv. 147; Nebi Özdemir, Cumhuriyet Dönemi Türk Eğlence Kültürü, Ankara 2005, s. 206 vd.

Nebi Bozkurt