ÖLÜ

Arapça’da meyyit, meyt ve müteveffâ gibi kelimelerle ifade edilir. İslâm hukukunda gerçek anlamda öldüğü bilinen kişiye “hakikî ölü”, yargı kararıyla öldüğüne hükmedilen kişiye “hükmî ölü” adı verilir. Hakikî ölü ile hükmî ölü arasında hukuk bakımından önemli farklılıklar vardır (bk. MEFKUD; ÖLÜM). Ölümle birlikte ölünün kişiliği ve buna bağlı olarak dinî-hukukî hükümlere muhatap olmaya elverişliliği (ehliyet) sona ermekte, ölünün hak ve borçları tasfiye edilmektedir. İlk önce terekeden ölünün borçları ödenir, ardından vasiyeti yerine getirilir, daha sonra kalan mal varlığı mirasçılar arasında paylaştırılır. Geride kalanların ölüye karşı birtakım dinî görev ve sorumlulukları vardır. Ölünün yıkanıp kefenlenmesi, namazının kılınması ve kabre kadar taşınıp gömülmesi farz-ı kifâyedir. Ölümü kesinleşen bir kimsenin defni hususunda olabildiğince acele edilmesi tavsiye edilmiştir (Ebû Dâvûd, “Cenâǿiz”, 38). Ölünün arkasından isyan edercesine ağıtlar yakıp yüksek sesle ve dövünerek ağlamak günah sayılırken aşırıya kaçmadan ağlamakta sakınca görülmemiş ve geride kalanlara sabır tavsiye edilmiştir. Ayrıntılarda farklı görüşler bulunsa da


ölüler için hayır yapılıp sevabının onlara bağışlanabileceği İslâm âlimlerinin çoğunluğu tarafından kabul edilmektedir. “Ölülerinize Yâsîn sûresini okuyunuz” meâlindeki hadiste (İbn Mâce, “Cenâǿiz”, 4; Ebû Dâvûd, “Cenâǿiz”, 24) ölüm döşeğinde bulunan hastaların kastedildiği kanaatini taşıyanlar yanında bu hadisi öldükten sonra veya ölünün kabri başında Yâsîn sûresinin okunmasının tavsiye edildiği şeklinde yorumlayanlar da vardır.

İslâm akaidine göre ölüler kabir âleminde dünyadaki inanç ve amellerine uygun biçimde nimet yahut azap içinde olacak ve bu durum kıyamete kadar sürecektir. “Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma. Bilâkis onlar diridir ve rableri katında Allah’ın lutfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklara mazhar olmaktadır” meâlindeki âyetle (Âl-i İmrân 3/169-170) Hz. Peygamber’in müminlerin ruhlarının cennette dolaştığını bildiren hadisi (Müslim, “İmâre”, 121) bu hususu destekleyen deliller arasında yer alır. Kabir ziyaretinde ölülere selâm vermenin sünnet olması ve konuyla ilgili diğer hadisler (Buhârî, “Cenâǿiz”, 68; “Meġāzî”, 8) ölülerin yaşayanların söylediklerinden haberdar oldukları şeklinde yorumlanmıştır. İslâm âlimleri ölülere ve kabirlere saygı gösterilmesinin dinî bir vecîbe olduğunu belirtirken birçok hadisi delil gösterirler. “Ölünün kemiğini kırmak diri iken kemiğini kırmak gibidir” (İbn Mâce, “Cenâǿiz”, 63; Ebû Dâvûd, “Cenâǿiz”, 60); “Ölüler hakkında aşağılayıcı sözler söylemeyin, artık onlar dünyada yaptıklarıyla baş başa kalmıştır” (Buhârî, “Cenâǿiz”, 97) meâlindeki hadislerle, yanından geçen bir cenazeye saygı amacıyla ayağa kalkan Hz. Peygamber’e ölen kişinin müslüman olmadığının söylenmesi üzerine onun, “O bir can değil midir?” demesi (Buhârî, “Cenâǿiz”, 50; Müslim, “Cenâǿiz”, 78-81) bu deliller arasında yer alır. Mezarların ziyaret edilip ölülere dua edilmesi sünnettir; ancak onlara gösterilen saygı İslâm inancının özünü zedeleyecek tarzda olmamalı, bu hususta yaygın olan bid‘at ve hurafelerden uzak durulmalıdır (bk. KABİR). Bedenin ölümden sonra uğradığı fizikî değişiklikleri göz önünde bulunduran âlimler insan cesedinin necis, insanın saygınlığını esas alanlar ise temiz olduğunu belirtmiştir.

Öte yandan fıkıhta hayvan ölüsü hakkında da bazı hükümler yer aldığından bu çerçevede “meyte” kavramı özel bir öneme sahiptir. Kur’ân-ı Kerîm’de zaruret hali dışında yenilmesinin haram olduğu bildirilen meyte (el-Bakara 2/173; el-En‘âm 6/145; en-Nahl 16/115), terim olarak “eti yenilmesi helâl olduğu halde kendi kendine ölen veya dinî usullere göre boğazlanmamış hayvan” anlamına gelir. Suda yaşayan hayvanlar için hüküm farklıdır (bk. HAYVAN). Domuz dışındaki hayvanların ölmesiyle içinde kan dolaşmayan boynuz, tırnak, kıl ve kemik gibi parçalarının necis olmayacağı fakihlerin çoğunluğunca kabul edilmiştir. Diğer parçalarının hükmü ise eti yenen veya yenmeyen hayvanlardan olması, şer‘î usule göre kesilmesi ve derisinin tabaklanması gibi hususlarla bağlantılı olarak mezhepler arasında tartışılmıştır. Hayvanın su içinde ölmesi halinde suyun necis olup olmayacağı meselesi de etinin yenip yenmemesi, suda kalma süresi ve suyun miktarına göre değişiklik gösterir. Suda yaşayan hayvanların ve böceklerin suda ölmesi ise suyu necis kılmaz.

BİBLİYOGRAFYA:

Ebü’l-Berekât en-Nesefî, Keşfülesrâr, Bulak 1316, II, 277; İbnü’l-Hâc el-Abderî, el-Medħal, Kahire 1401/1981, II, 220-221; III, 233-252; Bedreddin el-Aynî, ǾUmdetü’l-ķārî, Kahire 1392/1972, VI, 435-454; XVII, 263-265; el-Fetâva’l-Hindiyye, I, 157; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr, [baskı yeri ve tarihi yok], I, 597, 629, 633; II, 162; Ali Mahfûz, el-İbdâǾ fî međârri’l-ibtidâǾ, Kahire 1375/1956, s. 244-249; I. Goldziher, Muslim Studies (trc. C. R. Barber - S. M. Stern), London 1967, s. 229-238; Muhammed el-Hudarî, Uśûlü’l-fıķh, Kahire 1389/1969, s. 97; Abdülkerîm Zeydân, el-Vecîz fî uśûli’l-fıķh, Bağdad 1405/1985, s. 110-111; Hüseyin Halef el-Cübûrî, ǾAvârıżü’l-ehliyye Ǿinde’l-uśûliyyîn, Mekke 1408/1988, s. 326-329; Yûsuf ed-Dicvî, “el-Ķırâǿe Ǿale’l-emvât”, ME, II (1350), s. 50-56; Âtıyye eş-Şevâdifî Hilâl, “Eyne maķārrü’l-ervâĥ baǾde’l-mevt”, a.e., III (1351), s. 263-264; Yâsir eş-Şemâlî, “SemâǾu’l-mevtâ fî đavǿi’l-Kitâb ve’s-Sünne”, Dirâsât, XXIV/2, Amman 1418/ 1997, s. 226-235; “Cenâǿiz”, Mv.F, XVI, 5-46.

Salim Öğüt