NEVBET

(النوبة)

Ortaçağ Türk ve İslâm devletlerinde hükümdarlık alâmetlerinden biri.

Sözlükte “devir, fırsat, topluluk, felâket” gibi mânalara gelen nevbet (nöbet) kelimesi, genellikle “askerî muzıka takımının hükümdarın saray veya otağı önünde


davul vurarak icra ettiği mûsiki” anlamında kullanılır. Muzıka takımının şehirde veya şehir dışında bulunduğu yere tablhâne, nakkārehâne, nevbethâne denilir.

Askerî muzıka takımının Zülkarneyn zamanından beri mevcut olduğu (Muhammed b. Ahmed en-Nesevî, s. 33) ve Zülkarneyn’in düşmana korku salmak için nevbet çaldırdığı (Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ, IV, 9) kaydedilmektedir. Kâşgarlı Mahmud da Zülkarneyn’in Semerkant’a girip Türk ülkesine yöneldiğinde hükümdarın Balasagun’daki sarayı önünde 360 nevbet davulu çalındığından bahseder (Dîvânü Lugāti’t-Türk Tercümesi, III, 413 vd.).

Türkler’de nevbet Hunlar ve Göktürkler’den beri hâkimiyet alâmeti olarak benimsenmiş ve bu gelenek Osmanlılar’a kadar sürmüştür. İbn Haldûn, Türkler’in bu konuya aşırı derecede önem verdiklerini belirtir (Mukaddime, I, 662). Nevbet aleti olan davul (köbrüge-köbürge) Göktürkler’de bir hâkimiyet sembolüydü (Kafesoğlu, s. 256). Davul ve kös çalınması aynı zamanda savaşın başlamasına işaret ederdi. Bu anlamda davul da bir savaş aletiydi. Türk devletlerinde tahta çıkan hakanlara kurt başlı bir sancak ve davul verilirdi (Ögel, VII, 2, 7). Türkler’de saldırı ve duraklamaları hakanlık kösünün sesi belirlerdi (a.g.e., VIII, 3). İbn Battûta, İlhanlılar’da savaşa giderken ordunun toplandığı konak yerinde önce hakanın, ardından büyük hatunun, diğer hatunların, en sonra da vezir ve kumandanların davulunun, konak yerinden çıkışta ise bütün davulların vurulduğunu belirtir (er-Riĥle, II, 74-75).

Câhiliye devrinde Araplar’ın savaş sırasında zil ve def çaldıkları bilinmektedir. Emevîler döneminde bunlara davul ve kös, Abbâsîler döneminde zurna (surnay) ilâve edilmiş, zamanla bûk (bûkat = boru), tabl, kös, nakkāre, nefîr, debdâb, zurna ve zil gibi mûsiki aletlerinden oluşan bir nevbet takımı ortaya çıkmıştır.

Abbâsî halifeleri başlangıçta namaz vakitlerinde sadece kendi saray kapılarında nevbet çaldırdıkları ve kendilerine tâbi hükümdarların saraylarının önünde nevbet çaldırmalara izin vermedikleri halde merkezî hükümetin zayıfladığı dönemlerde tâbi hükümdarlara hâkimiyet haklarını tevcih ederken menşur ve sancakla birlikte davul ve kös göndermeye başlamışlardır. Halife Tâi‘-Lillâh 367 (977-78) veya 368 (978-79) yılında Büveyhîler’den Adudüddevle’ye Bağdat’taki sarayının kapısında üç namaz vaktinde (sabah, akşam ve yatsı) nevbet çaldırması için izin vermiştir (İbn Miskeveyh, II, 396; İbnü’l-Cevzî, VII, 92). Büveyhîler, bir süre sonra halifelerden izin almaya gerek duymadan hem kendileri hem vezirleri adına nevbet çaldırmışlardır. Bahâüddevle, 390’da (1000) veziri Ebû Ahmed’e Muvaffak lakabı yanında Umdetüddevle lakabını tevcih etmiş ve kapısında beş nevbet çaldırması için izin vermiştir (Rûzrâverî, III, 345). Sultânüddevle 409 yılı sonlarında (1019) Bağdat’a gelmiş ve halifenin karşı çıkmasına rağmen sarayının kapısında beş vakit nevbet çaldırmış, ayrıca vezir tayin ettiği Ebû Muhammed Hasan b. Sehlân’ın da kapısında beş nevbet çaldırmasına müsaade etmiştir. Celâlüddevle 418’de (1027) Bağdat’a gelip sarayında konakladığında kapısında beş nevbet çaldırmış, halifenin bu uygulamadan vazgeçmesi için kendisine haber göndermesi üzerine öfkelenip nevbet çaldırmaya son vermiş, ancak daha sonra halife izin verince çaldırmaya devam etmiştir (İbnü’l-Cevzî, VIII, 30; İbnü’l-Esîr, IX, 361-362). Ebû Kâlicâr da 436’da (1044-45) Muhyiddin unvanını almış ve halifeye rağmen beş nevbet çaldırmıştır (İbnü’l-Cevzî, VIII, 119). Fâtımîler nevbet konusunda Abbâsîler’i örnek almışlardır. Halife Azîz-Billâh’ın Suriye seferine çıkarken nevbet çaldırdığı bilinmektedir (EI2 [İng.], X, 36).

Nevbet geleneği İslâmî devirde kurulan Türk devletlerinde de devam ettirilmiştir. Ortaçağ Türk ve İslâm devletlerinde nevbet çaldırma savaş dışında bir hâkimiyet alâmeti olarak önem kazanmış, nevbet sayıları ve vakitleri birtakım kurallara bağlanmış, bu kurallara uymayanlar merkezî otoriteye, halifeye ve sultana isyan etmiş kabul edilerek cezalandırılmıştır. Kutadgu Bilig’de (II, 86) hükümdarın Ay-Toldı’ya unvan, mühür, tuğ, davul ve zırh verdiği kaydedilir. Bu bilgilerden Türkler’de hükümdarın yanı sıra hatun, vezir ve kumandanların da nevbet çaldırdıkları anlaşılmaktadır. Karahanlılar’da nevbet, “hakanın önünde çalınan kös ve davul” anlamına gelen tuğ kelimesiyle ifade edilmiştir (Dîvânü Lugāti’t-Türk Tercümesi, III, 127). Yûsuf Has Hâcib’in de tuğ kelimesini hem sancak hem nevbet anlamında kullandığı görülmektedir (Kutadgu Bilig, II, 86).

Gazneli Sultanı Mesud 427 (1036) yılında oğullarından Mevdûd’u Belh, Mecdûd’u Hindistan valiliğine tayin ettiğinde her ikisine nevbet takımı hediye etmiş, hâcibi Bilge Tegin’e de bir kös vermiştir (Palabıyık, s. 172). Gazneliler’de diğer devletlerde olduğu gibi veliaht tayininde, törenlerde, önemli karşılama merasimlerinde nevbet çalındığı bilinmektedir. Nitekim Mesud’un Abbâsî halifesinden veliahtlığının tasdik edildiğine dair menşuru alınca nevbet çaldırdığı kaydedilmektedir (Muhammed b. Hüseyin el-Beyhakī, s. 18).

Selçuklu hükümdarları, Tuğrul Bey’den itibaren hâkimiyet alâmeti olarak saray ve ordugâhlarda günde beş defa namaz vakitlerinde nevbet çaldırmışlardır. Selçuklular’da sadece başşehirlerde ve sultanın bulunduğu otağlarda değil hükümdarın gıyabında Bağdat’taki hükümet konağı önünde de nevbet çalınmıştır. Irak Valisi Ebû Saîd el-Kāinî, Tuğrul Bey’in ölüm haberi kendisine ulaşıncaya kadar Bağdat’ta sultan adına nevbet çaldırmaya devam etmiştir. Tâbi hükümdarlar ise büyük sultanın izniyle nevbet çaldırmışlardır. Sultan Alparslan, 458 (1066) yılında Ahvaz âmili Hezâresb’in kendisine haber vermeden nevbet çaldırmasına öfkelenmiş ve bu uygulamanın hemen durdurulmasını istemiştir (Sıbt İbnü’l-Cevzî, s. 130). Öte yandan onun tâbi hükümdarlardan Fazlûye’ye (Fazlaveyh) hil‘atler gönderdiği ve kapısında nevbet çaldırmasına izin verdiği bilinmektedir (Köymen, III, 89). Sultan Melikşah da Fahrüddevle İbn Cehîr’e Diyarbekir’i iktâ edince kendisine çeşitli hediyeler armağan etmiş ve kapısında nevbet çaldırmasına izin vermiştir (Bündârî, s. 76). Abbâsî halifesiyle Büyük Selçuklu Sultanı Sencer’in Dânişmendli Melik Gazi’ye hâkimiyetini tasdik amacıyla gönderdikleri alâmetler arasında davul da vardı (Süryânî Mikhail, III, 237).

Selçuklu sultanları, melikler, tâbi hükümdarlar ve emîrlerin üç namaz vaktinde (sabah, akşam, yatsı) nevbet çaldırmalarına izin vermişler, beş nevbet çaldırmalarını isyan kabul etmişlerdir. Muhammed Tapar’ın meliklik döneminde Sultan Berkyaruk’a karşı saltanat davasıyla ayaklandığında (494/1101) Hemedan civarında beş nevbet çaldırmaya başlaması bir savaş sebebi kabul edilmiştir (Râvendî, I, 144). Sultan Sencer, Mahmûd b. Muhammed Tapar’ı Irak Selçuklu sultanı olarak tanıyıp kendisine beş nevbet çaldırması için izin verdiği halde yanında kaldığı süre içinde nevbet çaldırmaması konusunda onu uyarmıştır (Bündârî, s. 124). Sultan Berkyaruk ile Melik Muhammed Tapar arasında cereyan eden üçüncü savaştan sonra 4 Rebîülevvel 495’te (27 Aralık 1101) yapılan antlaşmada Muhammed Tapar’ın kendisine ait yerlerde ancak üç nevbet çaldırabileceği hükme bağlanmıştır (İbnü’l-Cevzî, IX, 131; İbnü’l-Esîr, X, 331-332). Sultan Sencer de Dübeys b. Sadaka’ya kapısında


günde üç nevbet çaldırma izni vermiştir (İbnü’l-Cevzî, X, 5). Berkyaruk ile Muhammed Tapar arasında meydana gelen beşinci ve son savaşın ardından yapılan antlaşmanın maddelerinden biri Muhammed Tapar’ın da beş nevbet çaldırabileceği idi (Özaydın, s. 188). Emîr Üner, Sultan Berkyaruk’a kırmızı otağ kurdurup kapısında nevbet çaldırmak suretiyle isyan etmişti (Râvendî, I, 141).

Emîr-i hares ile vezirlerin de nevbet çaldırma yetkileri vardı. Bu dönemde bazı nüfuzlu kişilerin halife veya sultandan izin alma ihtiyacı duymadan kendi adlarına nevbet çaldırdıkları görülmektedir. Meselâ Nizâmülmülk’ün oğlu Müeyyidülmülk, 475’te (1082) Bağdat’a gelince Dârülhilâfe’nin karşısında üç nevbet çaldırmaya başlamış, halifenin bundan rahatsız olması üzerine Müeyyidülmülk ile görüşülerek uygulamaya son vermesi sağlanmıştır (İbnü’l-Cevzî, IX, 3; Bündârî, s. 73). Sa‘düddevle Gevherâyin’in, yeniden Irak şahneliğine tayin edilince (Muharrem 471 / Temmuz-Ağustos 1078) kapısında üç nevbet çaldırması daha önce böyle bir âdet olmadığı için yadırganmıştı (Bündârî, s. 53). Halife Nâsır-Lidînillâh’ın teşvikiyle Irak Selçuklu Sultanı II. Tuğrul ile mücadeleye girişen İldenizliler’den Atabeg Kızılarslan müstakil hareket ederek beş nevbet çaldırmış (a.g.e., s. 269), ancak muhalif bir grup tarafından çadırında öldürülmüştür (Şâban 587 / Eylül 1191).

Abbâsî halifeleri ve Selçuklu sultanları günde beş defa nevbet çaldırdıkları gibi sefere çıkıldığında, taç giyme ve veliaht törenlerinde, bir kişiye hil‘at verildiğinde, zafer kazanıldığında veya bir isyan bastırıldığında, hükümdar ve elçilerin karşılanma uğurlanma törenlerinde, bayram ve mevlid günlerinde, şehzadelerin doğumunda ve sünnet düğünlerinde, hacıların karşılanmasında, halife ve sultanlar yakalandıkları ağır bir hastalıktan kurtulduklarında veya Bağdat’a döndüklerinde de nevbet çalınırdı.

Selçuklu sultanları sefere çıktıklarında veya bir yere gittiklerinde nevbet takımlarını da beraberlerinde götürürlerdi. Nizâmülmülk, halife ve sultanların sefere çıkarken cenk davulunun vurulmasını emrettiklerini söyler (Siyasetnâme, s. 21). Irak Selçuklu Sultanı I. Tuğrul da Sultan Sencer’in emriyle kardeşi Mes‘ûd b. Muhammed Tapar üzerine sefere çıkarken nevbet çaldırmıştı (Bündârî, s. 149). Irak Selçuklu Sultanı Mahmûd b. Muhammed Tapar’ın askerleri Muharrem 521 (Ocak 1127) tarihinde Dârülhilâfe’ye saldırınca halife otağından çıkıp muharipleri teşvik etmek amacıyla nevbet çaldırmıştır (İbnü’l-Esîr, X, 637; Köymen, II, 100). Halife Müsterşid-Billâh, İmâdüddin Zengî’ye karşı Bağdat’tan sefere çıkarken yanında nevbet takımı ve sancaklar vardı (a.g.e., II, 216-217). Vezir Amîdülmülk Kündürî, Alparslan’ı karşılayıp tahta çıkardığında nevbet çaldırmıştı (Bündârî, s. 28).

Önemli bir şahsiyetin ölümü halinde tâziye günlerinde nevbet çalınmasına ara verilirdi. Halife Kāim-Biemrillâh’ın oğlu Zahîretüddin Ebü’l-Abbas Muhammed vefat edince (Zilkade 447 / Şubat 1056) Dârülhilâfe’de ve Dârülmemleke’de nevbet çalınmamış, 505 (1111) yılında Halife Müstazhir-Billâh’ın bir çocuğunun doğumu sebebiyle nevbet çalınırken halifenin kardeşlerinden biri öldüğü için nevbet çalınmasına birkaç gün ara verilmiştir. Gurlular’dan Gıyâseddin Muhammed, Hârizmşah Alâeddin Tekiş’in ölümü üzerine (596/1200) nevbet çaldırmayı durdurmuştur. Bâbürlü Hükümdarı Evrengzîb de kız kardeşi Cihanârâ Begüm’ün ölümü dolayısıyla üç gün nevbet çaldırmamıştır (Ögel, VIII, 118).

Anadolu Selçukluları’nda nevbet takımının sultanın yanında bulunduğu (İbn Bîbî, II, 124; Aksarâyî, s. 227), I. Gıyâseddin Keyhusrev’in tahta oturunca ve Alaşehir seferine çıkarken nevbet çaldırdığı, Sultan I. İzzeddin Keykâvus’un Alâeddin Keykubad karşısında kazandığı zaferden sonra Konya’da nevbet çalınarak karşılandığı, I. Alâeddin Keykubad’ın, Çemişkezek’i alınca ve Celâleddin Hârizmşah ile savaşa çıkarken nevbet vurdurduğu, Suğdak seferi sırasında Hüsâmeddin Çoban’a nevbet takımı verildiği kaydedilmektedir. II. Gıyâseddin Keyhusrev başarı kazanan emîrlerini çeşitli armağanlarla ödüllendirmiş ve kendilerine nevbet çaldırma izni vermiştir. Anadolu Selçuklu tahtını kısa bir süre için işgal eden Cimri de kapısında beş nevbet çaldırmıştır.

Hârizmşahlar’dan Muhammed b. Tekiş (1200-1220) hükümdarın kapısında namaz vakitlerinde çalınan nevbet merasimine son vermiş, beş nevbet çaldırma yetkisini oğullarına ve meliklere devretmiştir. Buna karşılık kendi sarayı ve otağı önünde Zülkarneyn gibi günde iki defa (güneş doğarken ve batarken) nevbet çaldırmış, nevbet davullarının altın kaplamalı, değneklerin inci kakmalı, diğer aletlerin mücevherlerle süslü olmasını, görevlilerin parlak ve yaldızlı üniformalar giymesini emretmiştir. “Zülkarneyn nevbeti” denilen bu nevbetin açılış merasimine bizzat nezaret eden Hârizmşah, ilk nevbetin sarayında tutuklu bulunan hükümdarlar ve onların oğulları tarafından icra edilmesini istemişti. Nevbet çalan tutuklular arasında son Irak Selçuklu Sultanı II. Tuğrul’un oğlu, Gurlu Gıyâseddin Mahmud’un oğulları, Bâmiyân hâkimi Melik Alâeddin, Belh Valisi İmâdüddin ve oğlu, Tirmiz Valisi Behram Şah, Buhara hâkimi Sencer gibi çok sayıda ünlü şahsiyet vardı. Celâleddin Hârizmşah da babası gibi Zülkarneyn nevbeti çaldırmış ve kendisine özenerek aynı şekilde nevbet çaldıran Eyyûbîler’in Ahlat valisi İzzeddin Aybeg’i ölüm cezasına çarptırmıştır (Muhammed b. Ahmed en-Nesevî, s. 213).

Zengîler ve Eyyûbîler’de de nevbet hâkimiyet alâmetleri arasında yer alıyordu. 567 (1171-72) yılında metbû sultan olarak Nûreddin Mahmud Zengî’nin Dımaşk’taki sarayı önünde beş, tâbi hükümdar olarak Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Kahire’deki sarayının kapısında üç nevbet çalınmıştır (Makrîzî, Sülûk, I/1, s. 46; Ħıŧaŧ, II, 107-108). Eyyûbîler’de emîrlerin de nevbet takımları vardı (Şeşen, s. 103).

Memlükler nevbet takımını ıslah ederek sancak, tuğ gibi hâkimiyet alâmetleriyle birleştirmişlerdir. Memlükler’de Kal‘atülcebel’de akşam namazından sonra davul, sabah namazından önce ve yatsıdan sonra kös vurulurdu. Sabah namazından önce çalınan nevbete “devre” denilirdi. Sultan I. Baybars’ın nevbet takımı dört büyük davul, dört davul, dört kaval ve yirmi borazandan oluşuyordu. Baybars, 1277 yılında Anadolu seferi sırasında Kayseri’ye geldiğinde Selçuklular’ı örnek alarak kapısında beş nevbet çaldırmıştır (Aksarâyî, s. 28).

Nevbet geleneği Endülüs ve Mağrib’de hüküm süren devletlere de intikal etmiştir. Muvahhidler’den Abdülmü’min’in nevbet takımında 200’den fazla davul bulunduğu belirtilmektedir. Hindistan’da kurulmuş olan Türk-İslâm devletlerinde de nevbet geleneği vardı. Sultanlar saray ve otağlarının önünde günde beş defa nevbet çaldırırlardı. Delhi Sultanı İltutmış, Gvâliyâr Kalesi’ni fethettiğinde ordugâhta kurulmuş olan çadırının önünde günde beş nevbet çaldırmıştı (Cûzcânî, I, 449). Muhammed b. Tuğluk sarayının önünde ve sefer sırasında beş nevbet çaldırır, nevbet icrasında 200 çift nakkāre, kırk çift büyük kös, yirmi boru ve on çift zil kullanılırdı. İbn Battûta sultanın ava çıktığında da nevbet takımını beraberinde götürdüğünü


söyler (er-Riĥle, III, 239). Delhi Türk Sultanlığı’nda şehzade, devlet erkânı, melik ve emîrlerin de nevbet takımı vardı. Kutbüddin Aybeg Muhammed Bahtiyâr Halacî’yi Bengal ve Bihâr’ın fethiyle görevlendirdiğinde verdiği hâkimiyet alâmetleri arasında nevbet takımı da bulunmaktaydı. Vezir Hâce Nizâmülmülk Mühezzebüddin kapısında nevbet çaldırırdı (Kortel, s. 66-67). İbn Battûta, Sind ve Mültan valisinin de kapısı önünde nevbet çaldırdığını kaydeder (er-Riĥle, III, 84). Bâbürlü hükümdarları kapılarında nevbet çaldırdıkları gibi yüksek askerî ve idarî personele de nevbet takımı verirlerdi. İlhanlı hükümdarları tahta çıktıklarında beş nevbet çaldırdıkları gibi savaşa çıkarken de nevbet çaldırırlardı. İbn Battûta, Ebû Saîd Bahadır Han’ın sefere çıkarken nevbet çaldırmasını ve emîrlerin nevbet takımlarını ayrıntılarıyla anlatır (a.g.e., II, 74-75). Timurlular’da nevbet aletlerinin bulunduğu tablhâneye (nakkārehâne) bakan görevliye “nakkāreci” denirdi (Aka, s. 116). Osmanlılar da Selçuklular’dan tevarüs ettikleri bu geleneği sürdürmüştür (bk. MEHTER; MUZIKA-i HÜMÂYUN; TABLHÂNE).

BİBLİYOGRAFYA:

Dîvânü Lugāti’t-Türk Tercümesi, III, 127, 165, 194, 413 vd.; İbn Miskeveyh, Tecâribü’l-ümem, II, 396; Hilâl b. Muhassin es-Sâbî, Rüsûmü dâri’l-ħilâfe (nşr. Mîhâîl Avvâd), Beyrut 1406/1986, s. 136-137; Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig (trc. Reşid Rahmeti Arat), Ankara 1974, II, 18, 86; Nizâmülmülk, Siyâsetnâme (Köymen), s. 21, 174; Rûzrâverî, Źeylü Tecâribi’l-ümem (nşr. H. F. Amedroz - D. S. Margoliouth), Kahire 1334/1916, III, 345; Muhammed b. Hüseyin el-Beyhakī, Târîħ (nşr. Kāsım Ganî - Ali Ekber Feyyâz), Meşhed 1350 hş., s. 18, 40, 52, 196-197, 558-592, 629, 654; İbnü’l-Cevzî, el-Muntažam, VII, 75, 92; VIII, 30, 57, 119, 165, 211, 229-230, 264; IX, 3, 14, 131, 145, 168; X, 5, 148, 230, 232; Süryani Mikhail, Chronique de Michel le Syrien, patriarche jacobite d’Antioche: 1166-1199 (nşr. ve trc. J. - B. Chabot), Paris 1905, III, 237; Râvendî, Râhatü’s-sudûr (Ateş), I, 141, 144; Ahbârü’d-devleti’s-Selcûkıyye (Lugal), s. 62; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, tür.yer.; Muhammed b. Ahmed en-Nesevî, Sîret-i Celâleddîn Mingburnî (trc. Anonim, nşr. Müctebâ Mînovî), Tahran 1344 hş./1965, s. 33, 213, 397; Bündârî, Zübdetü’n-Nusra (Burslan), s. 28, 39, 53, 60, 73, 76, 124, 149, 189, 269; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirǿâtü’z-zamân (nşr. Ali Sevim), Ankara 1968, s. 130; Cûzcânî, Ŧabaķāt-ı Nâśırî, I, 449; İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-Alâiyye: Selçukname (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 1996, I, 126, 140, 181, 275, 295, 344; II, 41, 58, 124, 146; Aksarâyî, Müsâmeretü’l-ahbâr (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 2000, s. 19-20, 28, 53, 77, 79, 101, 139, 150, 176, 220, 227, 232, 242; İbn Battûtâ, er-Riĥle (nşr. Abdülhâdî et-Tâzî), Rabat 1417/1997, II, 74-75; III, 84, 239; İbn Haldûn, Mukaddime (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1982, I, 662; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ, IV, 8-9; Makrîzî, es-Sülûk, I/1, s. 46; ayrıca bk. İndeks (tablhane, kûsât, X, 34-38); a.mlf., el-Ħıŧaŧ, II, 107-108; Bâbür, Bāburnāma (trc. A. S. Beveridge), Lahor 1987, s. 155, 337, 369, 628; Uzunçarşılı, Medhal, s. 2, 29, 30, 76, 80-81, 221, 336, 348-349; Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, Ankara 1954-92, II, 9, 11, 100, 121, 214-217; III, 88-89; Reşat Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, İstanbul 1981, s. 152-154, 220, 287, 295; Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, İstanbul 1983, s. 103; İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, İstanbul 1984, s. 256, 350, 352; Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş: Türklerde Devlet ve Ordu Mehteri, Ankara 1987, VII, 2, 7; VIII, 1-351; Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, Ankara 1988, s. 40-41; İsmail Aka, Timur ve Devleti, Ankara 1991, s. 116; Haluk Kortel, Delhi Türk Sultanlığı’nda Teşkilat: 1206-1414 (doktora tezi, 2001), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 66-67; Abdülkerim Özaydın, Sultan Berkyaruk Devri Selçuklu Tarihi (485-498/1092-1104), İstanbul 2001, s. 66-72, 79, 187-188, 197-204; Hanefi Palabıyık, Valilikten İmparatorluğa Gazneliler Devlet ve Saray Teşkilatı, Ankara 2002, s. 61, 74, 113, 114, 170-172, 175; H. G. Farmer, “Bûk”, İA, II, 777-779; a.mlf., “Davul”, a.e., III, 498-501; a.mlf., “Nevbet”, a.e., IX, 220-222; a.mlf., “Ŧablқћāna”, EI² (İng.), X, 34-38; Nebi Bozkurt, “Davul”, DİA, IX, 53-55.

Abdülkerim Özaydın