NECCÂRİYYE

(النجّاريّة)

Hüseyin b. Muhammed en-Neccâr’ın (ö. 230/845 civarı) kurduğu kelâm ekolü.

Kurucusunun adına nisbetle Hüseyniyye olarak da anılır. Abbâsî halifelerinden Me’mûn döneminde (813-833) gelişip tanınmış bir fırkadır. Mezhepler tarihi müellifleri, Neccâriyye’nin fırka sınıflandırmasındaki yeri konusunda farklı görüşler ileri sürmüş, bazıları onu Mu‘tezile’den, bazıları Mürcie’den yahut Cebriyye’den saymıştır. Bu durum, Neccâriyye doktrininin diğer fırkaların düşünce sistemindeki meselelerle önemli ölçüde paralellik, hatta bazan aynîlik göstermesinden ve belirli bir mezhep bünyesinde yer almayıp kendi düşünceleri çerçevesinde münferit bir fırka oluşundan kaynaklanmaktadır. Neccâriyye’de birçok hususta Mu‘tezile’den farklı düşünülmesine rağmen halku’l-Kur’ân meselesinde paralel fikirler ileri sürülmüş ve temsilcileri mihne hareketine katılmıştır. Bu ekol mensupları, Mütevekkil-Alellah devrinde (847-861) mihneye son verilerek başlatılan karşı hareket sonucunda Bağdat ve Irak sınırlarının dışına çıkarılmaları üzerine Rey, Taberistan ve Cürcân yörelerine gitmişlerdir. Buralarda yerleşen ve halkın büyük kısmını kendisine bağlayan Neccâriyye IV. (X.) yüzyılda bu bölgelerdeki büyük gruplardan biri olarak görülmektedir. Bu arada Bağdat’ta kalan fırka mensupları kendi aralarında küçük gruplara ayrılmalarına rağmen burada Neccâriyye doktrini tamamen ortadan kalkmış değildi.

Allah’ın birliği telakkisi, ayrıca hayat, ilim, kudret, irade gibi sıfat kalıbında olmayan mâna sıfatlarının nefyi konusunda Mu‘tezile’nin düşüncesini benimseyen Neccâriyye, kader ve kulların fiilleriyle ilgili hususlarda Mürcie ve Ehl-i sünnet’e yaklaşmaktadır. Buna göre Allah hayır, şer, fayda ve zararın dileyicisidir. O’nun mürid olması başkası tarafından zorlanmaması ve hâkimiyet altına alınmaması demektir. Allah’ın mülkünde O’nun dilediğinden başka hiçbir şey cereyan etmez, vaktinde olacağını


bildiği şeyler vakti gelince ortaya çıkar, olmayacağını bildiği şeyler de vücuda gelmez. Allah’ın görülmesinin imkânsız olduğunu kabul eden Neccâriyye, O’nun kalpte bulunan mârifeti göze tahvil etmesi ve kulun bununla Allah’ı bilmesinin rü’yet diye isimlendirilmesinin câiz olduğu görüşündedir. Allah’ın kelâmının hâdis olduğu hususunda Mu‘tezile ile aynı fikri paylaşmalarına rağmen bazı konularda onlardan ayrılmışlardır. Bizzat Hüseyin b. Muhammed en-Neccâr’ın ifadesine göre Allah, kelâmdan âciz olmamak mânasında her zaman (bi’l-kuvve) mütekellim olup O’nun beşerî idrake sunulan kelâmı muhdes konumundadır. İlâhî kelâm okunduğunda araz, yazıldığında ise cisimdir (Şehristânî, I, 89). İnsanların işlemiş olduğu iyi ve kötü fiiller Allah tarafından yaratılır, kul ise bu fiilleri iktisap eder. Kulun hâdis kudretinin tesirini benimseyen Hüseyin b. Muhammed en-Neccâr buna tıpkı Eş‘arî’de olduğu gibi kesb adını vermektedir. İstitâat (fiili yapabilme gücü) ise fiilden önce olmayıp Mâtürîdî ve Eş‘arî’de görüldüğü gibi fiille beraberdir. Allah’ın yardımı fiilin ortaya çıkacağı esnada onunla birlikte doğar. Hayır ve şerrin kudret veya istitâatı ayrı ayrı şeylerdir. Bir anlık mevcudiyeti bulunan istitâat var olduğunda fiil var olur, yok olduğunda fiil de yok olur. İmanı ortaya çıkaran istitâat tevfik, istikamet, fazilet, nimet, ihsan ve hidayettir; küfrü ortaya çıkaran istitâat ise sapıklık, yardımsız bırakılma (hızlân), belâ ve şerdir. Mümin inanan ve doğru yola eriştirilmiş olan bir kimsedir; Allah ona yardım ve hidayet lutfetmiştir. Kâfir ise terkedilmiştir, Allah onu dalâlete sevketmiş, kalbini mühürlemiş, küfrünü yaratmış ve ona salah vermemiştir.

Allah’ın âhirette çocuklara azap etmesi câiz olduğu gibi azap etmeyerek sonsuz lutufta bulunması da câizdir. Allah bütün kâfirlere lutufla muamele etseydi hepsi iman ederdi. O’nun kâfirleri nazarî olarak böyle bir muameleye tâbi tutması imkân dahilindedir. Allah kâfirlere üstesinden gelemeyecekleri ameller yüklemiştir, ancak bu onların tabiatında mevcut olan herhangi bir acz veya kusurdan dolayı değildir. İnsanın irade, ilim, küfür, iman, hareket ve sükûn türünden fiilleri başkasından değil kendinden meydana gelir, tevellüd yoluyla hiçbir şey gerçekleşmez. İman tasdikten ibarettir. Büyük günah işleyen ve bu hal üzere ölen kimseler bundan dolayı ceza görmelerine rağmen cehennemden çıkmaları gerekir, zira ebedî olarak orada kalma konusunda kâfirlerle aynı muameleye tâbi tutulmaları adaletsizliktir. Ölen veya öldürülen kimse eceliyle ölmüş veya öldürülmüş olur. Allah insanları hem helâl hem haramla rızıklandırır.

Neccâriyye, hemen her fırkada görüldüğü gibi temel meselelerde mezhebe bağlı kalmakla birlikte tâli hususlarda değişik fikirler ileri süren Burgūsiyye, Za‘ferâniyye ve Müstedrike adlı fırkalara ayrılmıştır. Muhammed b. Îsâ el-Burgūs’a nisbet edilen Burgūsiyye dolaylı fiilleri Allah’ın objelerde gizlediği tabiata hamletmiş, ayrıca bir fiili iktisap edenin o fiilin fâili olarak adlandırılamayacağını ileri sürüp mezhebin bu noktadaki doktrinine muhalefet etmiştir. Ebû Abdullah İbnü’z-Za‘ferânî’ye mensup olanların oluşturduğu Za‘ferâniyye, ilâhî kelâmın mahlûk olduğunu söyleyen Neccâriyye doktrinine karşı çıkarak Allah’ın gayri olan her şeyin mahlûk sayıldığını, fakat zâtın gayri olan kelâmın mahlûk olduğunu söylemenin küfre götüreceğini iddia etmek gibi çelişkili bir fikir ileri sürmüş ve bu konuda Rey civarındaki Mu‘tezile’ye aşırı bir düşmanlık göstermiştir. Za‘ferâniyye’den doğduğu anlaşılan ve seleflerinin kavrayamadığı şeyleri kendilerinin bildiğini söyleyen Müstedrike mensupları ise Kur’an’ın mahlûk olduğunu söylemeyi câiz görmüşler, bu arada ilk müslüman nesillere karşı büyük bir hayranlık duyduklarını belirtmişlerdir. Neccâriyye, görüşleri sonraki dönemlere intikal etmeden ortadan kalkmış bir ekoldür.

BİBLİYOGRAFYA:

Eş‘arî, Maķālât (Ritter), s. 283-285; Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevĥîd (nşr. Bekir Topaloğlu - Muhammed Aruçi), Ankara 1423/2003, s. 512, 513; Bağdâdî, el-Farķ (Abdülhamîd), s. 207-211; a.mlf., Uśûlü’d-dîn, İstanbul 1346, s. 334; İsferâyînî, et-Tebśîr (Kevserî), s. 14, 16, 61-62; Cüveynî, el-İrşâd (Muhammed), s. 67-68; a.mlf., eş-Şâmil (nşr. Ali Sâmî en-Neşşâr v.dğr.), İskenderiye 1969, s. 148, 292-293; Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), I, 88-90; W. Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. Ethem Ruhi Fığlalı), Ankara 1981, s. 250-253, 255; W. Madelung, Religious Trends in Early Islamic Iran, Albany 1988, s. 29; M. Cevâd Meşkûr, MevsûǾatü’l-fıraķı’l-İslâmiyye, Beyrut 1415/1995, s. 498-499; Khalīl ǾAthāmina, “al-Naғјғјāriyya”, EI² (İng.), VII, 868; Abbâs Ziryâb, “Burġūŝiyye”, Dânişnâme-i Cihân-ı İslâm, Tahran 1378/2000, III, 127-129.

Mustafa Öz