NAHT

(النحت)

Birden fazla kelimeden yeni bir kelime elde etme anlamında sözlük bilimi terimi.

Sözlükte naht kelimesi “ahşap vb. şeyleri yontmak, kabuğunu soymak” anlamına gelir. Marangozun ahşap parçalarını yontup düzeltmesi ve birleştirip yeni bir ürün meydana getirmesi işlemine benzediği için birden fazla kelimeden yeni bir kelime oluşturmaya da bu ad verilmiştir. Bu yolla elde edilen kelimeye menhût, kendisinden türetme yapılan asla da menhût minh denilir. “Bismillâhirrahmânirrahîm” terkibinden “b, s, m, l” harflerini alarak “besmele” (بسمل: “bismillâh ... dedi”) kelimesinin elde edilmesi bunun örneklerinden birini teşkil eder. Dilin gelişmesi ve söz varlığının artmasında önemli etkisi bulunan nahtın bir türetme şekli sayılıp sayılmayacağı hususu ihtilâflıdır. Nahtın mezcî terkiple (kaynaşma) ilgisi yoktur, çünkü onda her kelime harflerini muhafaza eder.

Kadîm fasih Arapça’da yer alan naht örnekleri birkaç kelimeden öteye geçmez. Bunlar, isim tamlaması halindeki bazı kabile adlarının nisbetinde yapılan kısaltmalardan ibarettir. Abdüşşems → Abşemî, Abdülkays → Abkasî, Abdüddâr → Abderî gibi. Bu örneklere dayanan bazı dilciler, isim tamlaması şeklindeki iki kelimenin her birinden ilk iki harfi alıp birleştirmek suretiyle “fa‘lelî” kalıbında menhût kelimeler elde etmenin kıyasî olduğunu ileri sürmüş, bazıları da kadîm fasih Arapça’da yer alan az sayıdaki örneklerin kıyasa esas teşkil edemeyeceğini, bir selîka ve zevkiselim niteliği taşıyan bu işlemin semaî olabileceğini ifade etmiştir.

Naht teorisine dair ilk düşünceler Halîl b. Ahmed’e kadar uzanır. Halîl, “Hayye alâ → hay‘ale” (haydi ... dedi) örneğini esas alarak Araplar’ın, çok kullanılan ve ardarda gelen iki kelimeden bazı harfleri alıp birbirine eklemek suretiyle tek kelime ürettiklerini söylemiştir (Kitâbü’l-ǾAyn, I, 60). Onun bu görüşüne dayanan İbn Fâris, MuǾcemü meķāyîsi’l-luġa adlı sözlüğünü iştikak ve naht temeli üzerine kurmuştur. İbn Fâris’in bu eserinde 300’den fazla menhût kelimeyi açıkladığı kaydedilir. Bu durum, Arap dilinde menhût kelimelerin otuz-altmış civarında olduğu şeklindeki görüşün isabetsizliğini kanıtlamaktadır. İbn Fâris’in ayrıca el-Medħal ilâ Ǿilmi’n-naĥt adlı bir eser yazdığı belirtilir. Ancak zamanla bu alanda yapılan aşırılıklar mizah konusu haline gelmiştir (Câhiz, s. 106). Ebû Ali Hasan b. Hatîr en-Nu‘mânî, Tenbîhü’l-bâriǾîn Ǿale’l-menĥût min kelâmi’l-ǾArab adıyla müstakil bir eser kaleme almıştır. Bundan başka Halîl b. Ahmed (Kitâbü’l-ǾAyn), Sîbeveyhi (el-Kitâb), İbnü’s-Sikkît (Iślâĥu’l-manŧıķ), İbn Fâris (Mücmelü’l-luġa, eś-Śâĥibî), Cevherî (eś-Śıĥâĥ), Ebû Mansûr es-Seâlibî (Fıķhü’l-luġa), Hatîb et-Tebrîzî (Tehźîbü Iślâĥi’l-manŧıķ), İbn Dihye el-Kelbî (et-Tenvîr) ve Süyûtî (el-Müzhir) naht yöntemine taraftar olan ve eserlerinde konuyu ele alan başlıca müelliflerdir. Bu düşünceden yola çıkan Kahire Arap Dil Kurumu 1948 yılında harfleri birbirine uyumlu olmak, Arapça’nın vezin ve kurallarına uygun bulunmak şartıyla bilim ve sanatlarda düşüncelerin kısa ibare ve terimlerle anlatılmasına olan ihtiyaçtan dolayı nahte cevaz vermiştir.

Günümüzde kimya, zooloji, biyoloji, botanik, tıp ve eczacılık gibi ilimlerin ve sanatların erbabı, yabancı terimleri Arapçalaştırmada en iyi yöntemin naht usulü olduğunu söyleyerek kıyasa taraftar olmuş, bu yolla birçok yabancı terime Arapça karşılık bulunmuştur. Bununla birlikte çeşitli yabancı terimleri Arapçalaştıran Mustafa eş-Şihâbî naht yöntemine nâdir olarak başvurduğunu belirtmiş, Mustafa Cevâd ve Anistâs el-Kermelî naht yöntemine karşı çıkanların önde gelenleri içinde yer almıştır. Nahta taraftar olan ve bu konuda müstakil eser telif eden çağdaş yazarlar arasında Mahmûd Şükrî el-Âlûsî, Sâtı‘ el-Husarî, Nihâd el-Mûsâ ve Muhammed Hasan Abdülazîz zikredilebilir. Ayrıca Carl Brockelmann, Corcî Zeydân, Anistâs el-Kermelî gibi birçok çağdaş yazarın konuyla ilgili yazıları bulunmaktadır.

İlk kelimenin bütünüyle alınmaması, cümleden yapılan nahtlarda her kelimeden harf alma zorunluluğunun bulunmaması, alınan harflerin hareke ve sükûnlarının asla


uymasının zorunlu görülmemesi gibi esaslar eski örneklere bakılarak düzenlenmiş olup daha sonra bunlara uymayan birçok naht örneği ortaya çıkmıştır. Başlıca naht şekilleri şöylece özetlenebilir: 1. Fiil nahti. Çok kullanılan selâm, dua, iltifat ve dinî alâmet formülleri halindeki cümlelerden, onu söylemek ve muhtevasının gerçekleştiğini bildirmek üzere “fa‘lele” kalıbında fiillerin elde edilmesidir. Bu tür menhût kelimelerin çoğu İslâmî dönemde ortaya çıkmıştır. Hasbünallah → hasbele, bismillâhirrahmânirrahîm → besmele gibi. 2. Sıfat nahti. İki kelimeden aynı anlamda veya daha vurgulu bir sıfatın elde edilmesidir: “ضبر” (toplamak) + “ضبط” (sıkıca tutmak) → “ضِبَطْرٌ” (sert / sıkı [adam]) gibi. 3. İsim nahti. Bağımsız iki isimden bazı harflerin alınıp birleştirilmesidir: “جَلْدٌ” (katı, sağlam) + “جَمَدٌ” (buz) → (cl+md) → “جَلْمُودٌ” (taş, kaya) gibi. 4. Nisbet nahti. Tek yere, kabileye ve şeye nisbetle iki yere veya iki şeye nisbet edilmek üzere iki şekli vardır. Birincisi, özellikle “abdü” ile isim tamlaması oluşturan kabile adlarında görülen en eski naht biçimidir. İsim tamlamasını oluşturan iki kelimeden her birinin ilk iki harfinin alınıp birleştirilmesi ve daha sonra nisbet “yâ”sı eklenmesi suretiyle meydana gelir: Abdülkays → Abkase → Abkasî gibi. İki şeye veya iki yere mensubiyet bildiren nisbet nahtine örnek olarak da Taberhazî (Taberistan ve Hârizmli) gibi. 5. Tahfif nahti. “Benû” ile isim tamlaması oluşturan ve harf-i ta‘rif alan kabile adlarında söyleyiş kolaylığı sağlamak amacıyla yapılmıştır: Benü’l-Anber → Bel‘anber gibi. 6. Harf (edat) nahti. Halîl b. Ahmed, Sîbeveyhi, Ferrâ ve Müberred gibi kadîm dilcilerin birçoğu bazı edatların mürekkep (menhût) olduğunu söylemiştir: Lâkinne → lâkin + ene veya lâ + ke+enne; len → lâ + en gibi.

NATO, UNESCO vb. kelimelerin ilk harflerinden oluşan kısaltmalar İslâm bilim geleneğinde benzer bir şekilde mevcuttur: نا ← حَدَّثَنا (bize hadis rivayet etti), اهـ ← انتهى كَلاَمُهُ (sözü sona erdi), الخ ← الى آخره (sonuna kadar) gibi.

BİBLİYOGRAFYA:

Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l-ǾAyn (nşr. Mehdî el-Mahzûmî - İbrâhim es-Sâmerrâî), Beyrut 1408/1988, I, 60; III, 191 vd.; Sîbeveyhi, Kitâbü Sîbeveyhi (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1408/1988, II, 88; Câhiz, el-Buħalâǿ (nşr. Tâhâ el-Hâcirî), Kahire 1958, s. 106; İbn Fâris, eś-Śâĥibî fî fıķhi’l-luġa (nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Kahire 1977, s. 157; Meķāyîsü’l-luġa, I, 328 vd.; Ebû Mansûr es-Seâlibî, Fıķhü’l-luġa, Beyrut 1419/1999, s. 428; Süyûtî, el-Müzhir (nşr. M. Ahmed Câdelmevlâ v.dğr.), Kahire, ts. (Dâru ihyâi’l-kütübi’l-Arabiyye), I, 482-485; C. Zeydân, el-Felsefetü’l-luġaviyye, Beyrut 1886, s. 71-97; Ali Abdülvâhid Vâfî, Fıķhü’l-luġa, Rabat 1381/1962, s. 180-183; Mustafa Sâdık er-Râfiî, Târîħu âdâbi’l-ǾArab, Beyrut 1394/1974, I, 187-189; Subhî es-Sâlih, Dirâsât fî fıķhi’l-luġa, Beyrut 1983, s. 243-274; M. Muhyiddin Abdülhamîd, Dürûsü’t-taśrîf, Beyrut 1411/1990, s. 25-28; Mes‘ûd Bûbû, Fî fıķhi’l-luġati’l-ǾArabiyye, Dımaşk 1414-15/1994-95, s. 120-144; Abdullah Emîn, el-İştiķāķ, Kahire 1420/2000, s. 391-405; a.mlf., “Baĥŝ fî Ǿilmi’l-iştiķāķ”, MMLA, I (1934), s. 381-393; M. Dârî Hamâdî, “en-Naĥt fi’l-ǾArabiyye ve’stiħdâmühû fi’l-muśŧalaĥâti’l-Ǿilmiyye”, MMİIr., XXXI/2 (1980), s. 162-179; Vecîh es-Semmân, “en-Naĥt”, MMLADm., LVII/1-2 (1402/1982), s. 92-114; LVII/3-4 (1402/1982), s. 343-364; J. Stetkevych, “en-Naĥt Śavġu’l-kelimâti’l-mürekkebe” (trc. M. Hasan Abdülazîz), Ĥavliyyâtü Külliyyeti dâri’l-Ǿulûm, sy. 9, Kahire 1983, s. 71-102; M. Yûsuf Hasan, “Devrü’n-naĥt fî teysîri’l-edâǿi’l-Ǿilmî bi’l-ǾArabiyye”, MMLA, LXXVIII (1416/1996), s. 124-131; Memdûh M. Hasâra, “el-İştiķāķu’n-naĥtî ve eŝeruhû fî vażǾi’l-muśŧalaĥât”, et-Türâŝü’l-ǾArabî, XVIII/71-72, Dımaşk 1418/1998, s. 84-95; Ahmed Matlûb, “en-Naĥt fi’l-ǾArabiyye”, MMİIr., XLVIII/2 (1422/2001), s. 5-29; M. Seyyid Ali Belâsî, “en-Naĥt fi’l-luġati’l-ǾArabiyye”, ed-DirǾiyye, V/18-19, Riyad 1423/2002, s. 445-456.

M. Reşit Özbalıkçı