MÜSTEAR İSİM

Arapça istiâreden “ödünç alınmış” demek olan müstear, Türk edebiyatında takma ad mânasıyla, Tanzimat’tan sonra muhtemelen Batılı yazarlardan örnek alınarak kullanılmaya başlanmıştır. Eskiden beri divan şairlerinin kullandığı mahlasla halk şairlerinin tapşırmaları kurallı bir geleneğin uygulaması olduğundan müstear isim saYılmaz. Mahlaslar ve tapşırmalar çok defa şairin asıl adı yerine geçtiği halde müstear isim, bir şairin veya yazarın asıl adıyla yazarken farklı yazılarında herhangi bir sebeple gizlenme arzusundan doğmuştur. Bilinen örneklerden hareket edilerek bir yazarın müstear ismi siyasî-cezaî sorumluluktan kaçmak (Nâmık Kemal: Sâbir), kişiler Hakkında hiciv, ağır tenkit ve hakarette bulunmak (hicviyelerinde M. Fuad Köprülü: Âşık Coşkun, Yusuf Ziya Ortaç: Çimdik), resmî mesleği dolayısıyla endişe etmek (mâbeyin kâtibi Ali Ekrem Bolayır: A. Nâdir), kazanç maksadıyla yazılan eserlerde edebî itibarını, şöhretini korumak (polisiye vb. romanlarında Peyami Safa: Server Bedi), asıl mesleğinden farklı bir alanda yazmak (şiirlerinde tarihçi İsmail Hami Danişmend: Muhtî, Râbia Hatun), aynı dergide birbirinden farklı pek çok yazı kaleme almak (Büyük Doğu’da Necip Fazıl Kısakürek: Adıdeğmez, Dilci, Ahmet Abdülbaki, Ozan) gibi durumlarda kullandığı görülmektedir. Bunlara zaman zaman yazarlar arasındaki modaya uymak gibi daha özel sebepler de katılabilir. Önceleri “nâm-ı müsteâr” denilen müstear isim daha sonra “takma ad” olarak yaygınlaşmıştır.

Tanzimat’tan sonra Nâmık Kemal’in İbret gazetesinde B. M. (baş muharrir), Hadîka’da N. K. rumuzlarını, ayrıca Sâbir imzasını kullanıldığı bilinmektedir. Ahmed Midhat Efendi’nin Rodos’ta sürgünde iken İstanbul’da yayımlanan kitaplarında yeğeni Mehmed Cevdet’in adını, Şemseddin Sâmi’nin de Sâmi Hâlid Fraşeri imzasını kullandığı görülmektedir. Basında sansürün ve baskının biraz daha arttığı Edebiyat-ı Cedîde dönemi yazar ve şairlerinin takma adı daha çok kullandığı dikkati çeker. Tevfik Fikret’in başlangıçta şiirlerini Nazmi ve Esad Necib adlarıyla yayımladığı, Cenab Şahabeddin’in mizahî yazılarında Dahhâk-i Mazlûm, edebî tenkitlerinde Raik Vecdi, siyasî yazılarında Ahmed Peyman; Ali Ekrem Bolayır’ın mâbeyindeki görevi sırasında İlham ve A(yın) Nâdir; Süleyman Nazif’in İbrahim Cehdi, Abdülahrar Tâhir; Mehmed Rauf’un Hâki, Ali Necdet, Besime Rauf, Mehmed Nâfiz, Rauf Vicdânî takma adlarını kullandıkları bilinmektedir. II. Meşrutiyet’i takip eden yıllarda gerek siyasî baskının gerekse münakaşa, tenkit ve hakaret yazılarının çoğalmasıyla basında takma adlar daha sık kullanılmıştır.

Araştırmacılar, özellikle de kütüphaneciler için bir problem teşkil eden ve yanlış değerlendirmelere sebep olan müstear isim insan ismi olmayan kelimelerin kullanılmasıyla da dikkati çekmektedir: Kirpi, Aydede (Refik Halit Karay); Toplu İğne (Hamdullah Suphi, Nurettin Artam); Karga, Çekirge, Âşık, Torik Necmi, Cin Ahmed (Ercümend Ekrem Talu) gibi. Ancak imza olarak kişi adlarıyla karşılaşıldığında ilk bakışta takma olabileceği şüphesi taşımadığından gerçek bir şahıs olduğu zannı uyandırabilmektedir. Süheyl Feridun (Ömer Seyfeddin); Emin Bayraktaroğlu (Nihad Sâmi Banarlı); Nuri Hisar, Ruhi Çınar, K. Domaniç, Osman Okatan, Osman Selçuk, Nuri Tarhan (Mehmet Kaplan) gibi. Bazan yazarın başlangıçta takma ad olarak kullandığı bir isim zamanla asıl adın yerine geçmiş, kataloglarda ve biyografilerde bu ad altında verilmiştir. Yahya Kemal’in asıl adının Ahmed Agâh, Aka Gündüz’ün Hüseyin Avni olması gibi. Bazı yazarların ise asıl adlarının baş harflerini yahut herhangi harfleri (Memduh Şevket Esendal: M. Ş. E., Necip Fazıl Kısakürek: Hi. Ab. Kö.) veya ‘***’ gibi işaretler kullanması takma addan ziyade rumuz olarak düşünülmelidir (Türk edebiyatında kullanılmış rumuzların bir listesi için bk. bibl., ayrıca bk. Artan, s. 40-42). Bunların yanında bir yazarın birden fazla takma ad kullandığı veya aynı takma adın farklı birkaç yazar tarafından benimsendiği, hatta bir başka gerçek şahsın adının kullanıldığı da görülmektedir. Bu durumlarda takma adın gerçek sahibine ulaşmak için bazan uzun araştırmalar gerekmekte, buna rağmen takma adın sahibinin bulunamadığı da olmaktadır. Konu üzerinde en çok çalışanlardan Fevziye Abdullah Tansel’in takma adların asıl sahiplerinin


tesbiti için ileri sürdüğü usullerin başlıcaları şöyledir: Takma adla yazılan dizilerin bazılarında asıl ada rastlanabilir; yazarı bilinen bir eser takma adla yayımlanabilir; basın ve edebiyat hâtıralarında belirtilebilir veya bizzat yazar kullandığı takma adlardan hâtıralarında, mülâkatlarında yahut mektuplarında bahsedebilir; üslûbun veya konunun özelliğinden tahmin edilebilir.

Arap ve İran edebiyatlarında müstear isim son dönemlerde ortaya çıkmış olmakla beraber önceki dönemlerde kullanılan mahlas vb. adların da müstear olarak benimsendiği görülmektedir. IV. (X.) yüzyılda Basra’da ortaya çıkan İhvân-ı Safâ risâleleri yazarlarının kendilerini bu ad altında tanıtmaları bir çeşit müstear isim kavramını çağrıştırmaktadır. Modern Arap edebiyatında ise geleneğin devamından ziyade Batı etkisiyle müstear isimler yaygınlaşmıştır. Bunlar arasında İmruülkays, Câhiz, Mütenebbî gibi kadîm Arap şairlerinin adlarını kullananlar yanında Lübnanlı şair Ahmed Ali Saîd’in Edûnîs, Bişâre Abdullah el-Hûrî’nin el-Ahtalü’s-sagīr, Mısırlı Muhammed Hüseyin Heykel’in el-Fellâhu’l-Mısrî müstear isimleriyle yazdıkları, Iraklı hıristiyan yazar Anistâs Mârî el-Kermelî’nin otuz dokuz, Lübnanlı Münîr Hüsâmî’nin on beş ayrı müstear isim kullandığı bilinmektedir.

İran edebiyatında da klasik döneme ait mahlaslar dışında siyasî baskının arttığı dönemlerde müstear isimlerin çoğaldığı dikkati çekmektedir. Safevîler devri müelliflerinden Hasan Big Kazvînî’nin Seg-i Kazvînî ve Seg-i Levend müstearını kullanması bu yüzdendir. Çağdaş yazarlardan Ali Şeriatî’nin Ali Mezînînî, Mustafa Rahîmî’nin Ahmed Sekkânî ve Mustafa er-Râvî adlarıyla yazmaları da siyasî endişelerden kaynaklanmıştır. Ca‘fer Şerîatmedârî “Dervîş” takma adını tevazu maksadıyla, Ali Ekber Dihhudâ “Dihû”, Ebü’l-Kāsım Hâlet “Hurûs-ı Lârî, Hüdhüd Mirzâ”, Keyûmers Sâbirî “Gül-i Âkā” ve “Sağlâm” adlarını hicivleri sebebiyle kullanmışlardır. Son dönemde takma ad kullananlar arasında Seyyid Muhammed Hüseyin Behcet-i Tebrîzî’nin Şehriyârî, Hûşeng İbtihâc’ın Sâye, Ali İsfendiyâr’ın Nimâ Yusiç imzalarıyla yazmaları pek çok müsteardan birkaçıdır. Bazı müstear isimler yazarların bağlı olduğu kurum veya yayın organıyla ilişkili olarak okuyucu tarafından yaygınlaştırılmıştır. Yazı yazdıkları dergilerin adlarıyla Eşrefüddin Hüseyin Kazvînî’nin Nesîm-i Şimâl, Mirza Cihangîr Han Şîrâzî’nin Sûr-i İsrâfîl takma adları bunlardandır.

BİBLİYOGRAFYA:

Naile Binark - Saide Arslanbek, Tanzimattan Bugüne Türk Yazı Hayatında Takma Adlar İndeksi, Ankara 1971, Necmeddin Sefercioğlu’nun önsözü, s. 3-5, Naile Binark’ın girişi, s. 7-8; Fevziye Abdullah Tansel, “Türk Edebiyatında Müstear Adlar ve Bunların Tesbiti Metodları”, II. Milletlerarası Türkoloji Kongresi (4-9 Ekim 1976) Tebliğ Özetleri, İstanbul, ts., s. 142-143; a.mlf., “Celâl Sahir Erozan’ın Bilinmeyen Takma Adı: Hakkı Nâşir”, KAM, II/2 (1973), s. 51-55; a.mlf., “Edebiyatımızda Mahlaslar Meselesi ve İki İğreti Ad: Ali Sezâ, Abaka”, Tarih ve Edebiyat Mecmuası, sy. 8, İstanbul 1982, s. 6-12; Yûsuf Es‘ad Dâgır, MuǾcemü’l-esmâǿi’l-müsteǾâre ve aśĥâbihâ, Beyrut 1982, s. 7-25; Fuâd Sâlih es-Seyyid, MuǾcemü’l-elķāb ve’l-esmâǿi’l-müsteǾâre fi’t-târîħi’l-ǾArabî ve’l-İslâmî, Beyrut 1990, s. 9-15; Mehmet Semih [Uzman], Türk Edebiyatında Mahlaslar, Takma Adlar, Tapşırmalar ve Lakaplar, İstanbul 1993; Gündüz Artan, Takma Ad-Soyadı-Rumuz Dizinleri, Mersin 1994; Etem Çalık, Türk Edebiyatında Müstear-Mahlas ve Tapşırmalar, Erzurum 1999; Kāsım Nejâd, “İsm-i MüsteǾār”, Ferhengnâme-i Edeb-i Fârsî, Tahran 1381 hş./2002, I, 97-98; Fethi Tevetoğlu, “Türk Edebiyatında Takma Adlar”, TD, sy. 437 (1988), s. 267-269; Ali Birinci, “Müstear Çıkmazında Bir Kitap: Turan”, Dergâh, sy. 11, İstanbul 1991, s. 16-17 (aynı yazı: Ali Birinci, Tarih Yolunda Yakın Mazinin Siyasi ve Fikri Ahvali, İstanbul 2001, s. 240-245); “Takma Ad”, TDEA, VIII, 203.

M. Orhan Okay