MÛSÂ el-KÂZIM

(موسى الكاظم)

Ebü’l-Hasen Mûsâ el-Kâzım b. Ca‘fer es-Sâdık b. Muhammed el-Bâkır (ö. 183/799)

İsnâaşeriyye’nin yedinci imamı.

7 Safer 128 (8 Kasım 745) tarihinde Medine yakınındaki Ebvâ’da doğdu. Annesi Hamîde (Humeyde) bint Sâid el-Berberiyye’dir. Hayatının ilk devresini Medine’de babası Ca‘fer es-Sâdık’ın yanında geçirdi. Öğrenimiyle ilgili bilgiler son derece sınırlı olmakla birlikte babasından ve Abdülmelik b. Kudâme el-Cumahî’den rivayette bulunduğu bilinmektedir. en-Nefsüzzekiyye diye bilinen Muhammed b. Abdullah el-Mehdî’nin 145 (762) yılında Abbâsî Halifesi Mansûr’a karşı başlattığı isyan hareketine baba bir kardeşi Abdullah el-Eftah’la birlikte katıldığı nakledilir (Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, s. 277). Babasının 148’de (765) vefatı üzerine imâmet konusunda ortaya çıkan farklı görüşlerden kendi imâmeti dışındaki iddiaları reddetmiş, aralarında Ca‘fer es-Sâdık’ın yakın çevresinden Hişâm b. Sâlim el-Cevâlîkī, Ebû Ya‘fûr Abdullah, Ebû Ca‘fer el-Ahvel, Ubeyd b. Zürâre b. A‘yen, Cemîl b. Derrâc, Ebân b. Tağlib ve Hişâm b. Hakem gibi ileri gelenlerin de bulunduğu bir grubun desteğiyle imâmetini ilân etmiştir. Rakibi Abdullah b. Ca‘fer’in ölümünden sonra Futahiyye (Eftahiyye) diye anılan mensuplarının büyük bir kısmı ile İsmâiliyye’yi teşkil edecek grupların dışında kalanlar zaman içinde Mûsâ el-Kâzım’ın imâmetini benimsemiştir (Sa‘d b. Abdullah el-Kummî, s. 79-89; Nevbahtî, s. 57-67).

Abbâsîler’e karşı barışçı bir politika izleyip daha çok ibadet ve takvâya yönelen


Mûsâ el-Kâzım’ın düşüncelerini benimseyenlerin çoğalması, büyük miktarlara ulaşan atıyye ve ihsanlarda bulunması Halife Mehdî-Billâh’ın ondan şüphe etmesine yol açtı. Bu sebeple Medine’den Bağdat’a getirilerek bir süre hapsedildi. Ancak halife 169 (785) yılında onu hapisten çıkarıp gönlünü aldı, kendisine ve evlâtlarına karşı isyan etmeyeceğine dair yemin ettirdikten sonra 3000 dinar vererek Medine’ye gönderdi (Taberî, VIII, 177; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, s. 500). Aynı yıl içinde Abbâsî idaresine karşı isyan eden Hüseyin b. Ali Sâhibü Fah olayında yeni halife Hâdî-İlelhakk’ın da Mûsâ el-Kâzım’dan şüphelendiği, onu isyanı kışkırtmakla suçladığı ve kendisini öldürmeyi planladığı nakledilir. Halbuki Mûsâ el-Kâzım, Hüseyin b. Ali’nin hareketine katılmadığı gibi onu uyarmış, bunu hayatıyla ödeyeceğini söyleyerek vazgeçmesini istemişti. Kadı Ebû Yûsuf halifeyi ikna edip Mûsâ’yı öldürmekten vazgeçirdi (İbn Tâvus, s. 217-218). Buna rağmen Mûsâ, Abbâsî halifelerinin gözünde şüpheli bir kimse olmaktan kurtulamadı.

Hârûnürreşîd’in hilâfetine kadar (170/786) Medine’de kalan Mûsâ el-Kâzım çeşitli bahaneler ileri sürülerek Bağdat’a cel-bedildi ve hayatının son dört yılını hapishanede geçirdi. Bazı rivayetlere göre halife, Mûsâ el-Kâzım’ın mensuplarından Hişâm b. Hakem’in düşüncelerine önce ilgi duymuş, ardından bunları tehlikeli bularak imamın hapsedilmesini emretmiştir. Diğer bir rivayete göre ise Vezir Yahyâ b. Hâlid el-Bermekî ile birlikte bazı ileri gelenler, Mûsâ el-Kâzım’ın sahip olduğu itibarın ileride kendilerine zarar vereceğinden endişe edip onu halife nezdinde tehlikeli bir şahsiyet olarak göstermişlerdir (geniş bilgi için bk. Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, s. 500-502; Şeyh Müfîd, s. 298-302; Meclisî, XLVIII, 189-205).

179 yılı Receb yahut Ramazan ayında (Ekim veya Aralık 795) umre için veya aynı yılın zilhicce ayında (Şubat-Mart 796) hac maksadıyla yola çıkan Hârûnürreşîd, Medine’ye ulaştığında başta Mûsâ el-Kâzım olmak üzere şehrin ileri gelenleri tarafından karşılandı. Mescid-i Nebevî’ye giden ve Hz. Peygamber’in kabrini ziyaret eden halife kabrin başında, ümmet içinde karışıklığa ve kan dökülmesine sebep olduğundan torunu Mûsâ’yı hapsedeceğini, bu sebeple kendisinden özür dilediğini söyledi. Ardından Mûsâ yakalanıp bir rivayete göre doğrudan Bağdat’a gönderilmiş, diğer bir rivayete göre ise halkın tepkisini hafifletmek amacıyla Mûsâ el-Kâzım iki katır üzerine konulan mahmillerden birine bindirilmiş, Basra ve Kûfe yol ayırımına gelindiğinde kafile ikiye ayrılarak biri Basra’ya, diğeri Kûfe’ye sevkedilmiştir. Basra’ya ulaşan Mûsâ, Vali Îsâ b. Ca‘fer b. Mansûr’a teslim edildi ve burada bir yıl kadar hapiste kaldı. Mûsâ’nın ibadet ve takvâsından etkilenen vali halifenin öldürme isteğini yerine getirmedi ve yazdığı mektupta Mûsâ aleyhinde bir delil bulamadığını, onu başkasına teslim etmesini, aksi takdirde kendisini salıvereceğini bildirdi. Ardından Bağdat’a getirilerek hâcip Fazl b. Rebî‘in gözetiminde ev hapsinde tutuldu; halifenin gördüğü bir rüya üzerine serbest bırakıldıysa da kısa bir süre sonra tekrar hapsedildi. Bu defa Fazl b. Yahyâ el-Bermekî’nin nezaretinde ev hapsinde tutulan Mûsâ’ya karşı Fazl’ın iyi davrandığı belirtilmektedir (Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, s. 502-503). Bu sırada Mûsâ’nın çevredeki mensuplarıyla ilişki kurduğu şeklindeki haber, Rakka’da bulunan halifeye ulaşınca halife onun öldürülmesi için Fazl’a yazılı emir gönderdi. Fakat onun da emri yerine getirmeyip Mûsâ el-Kâzım’ı 100 kamçı vurdurmak suretiyle cezalandırdığı nakledilir. Daha sonra Mûsâ el-Kâzım, Bağdat emniyet görevlisi Sindî b. Şâhek’e teslim edildi. Fazl ile halife arasında geçen olayları öğrenen Fazl’ın babası Yahyâ b. Hâlid halifeyi ziyaret ederek oğlunun yaptığı hatadan dolayı affedilmesini ve ona verilen görevin kendisine verilmesini istedi. Halifeden öldürme emrini alan Yahyâ Bağdat’a dönerek Sindî b. Şâhek’le irtibat kurdu ve Mûsâ’yı öldürttü (Receb 183 / Ağustos 799). Taberî hiçbir ayrıntıya girmeksizin Mûsâ el-Kâzım’ın Receb 183’te öldüğünü kaydetmiş (Târîħ, VIII, 271), diğer Sünnî tarihçiler de aynı şekilde hareket etmişlerdir (meselâ bk. İbnü’l-Esîr, VI, 164; İbn Kesîr, X, 183). Cenazesi, Arap ileri gelenlerinin defnedildiği Bağdat’ın kuzeybatısındaki Mekābirukureyş’in (Mekābiruşûnîzî) sonraları Kâzımiyye (Kâzımeyn) diye anılacak olan Bâbüttibn mahallinde defnedildi ve ardından üzerine bir türbe yaptırıldı. Torunu Muhammed et-Takī’nin de gömüldüğü bu türbe Şah İsmâil tarafından genişletilerek tamir ettirilmiş, bu çalışmalar Kanûnî Sultan Süleyman zamanında tamamlanmıştır (bk. KÂZIMEYN; MÛSÂ KÂZIM KÜLLİYESİ). Mûsâ el-Kâzım’ın hanımlarından ve câriyelerinden olan erkek ve kız evlâtlarının toplam sayısı rivayetlere göre otuz yedi ile altmış arasında değişmektedir. Çeşitli kaynaklarda erkeklerin sayısı on sekiz-yirmi üç, kızların sayısı on dokuz-otuz yedi olarak gösterilmektedir (Şeyh Müfîd, s. 302-303; Meclisî, XLVIII, 283-291).

Güvenilir bir râvi olan (İbn Ebû Hâtim, VIII, 139) Mûsâ el-Kâzım’dan oğulları Ali er-Rızâ, İbrâhim (el-Murtazâ), İsmâil ve Hüseyin, kardeşleri Muhammed ve Ali rivayette bulunmuştur. Mensuplarının çoğu onun hapiste iken öldüğünü ve imâmetin Ali er-Rızâ’ya geçtiğini kabul etmiştir. Bunun yanında Mûseviyye diye anılan bir grup onun ölmediğini, mehdî olarak zuhur edip dünyaya adalet getireceğini veya öldüğünü, fakat kāim olarak ortaya çıkacağını, bir kısmı da Allah’ın onu Hz. Îsâ gibi semalara yükselttiğini ve kıyametten önce zuhur edeceğini iddia etmiştir. Bu arada ölüp ölmediği hususunda tereddüt edenlerin yanı sıra imâmetin onunla nihayete erdiğini ileri sürenler de vardır (Sa‘d b. Abdullah el-Kummî, s. 89-91; Nevbahtî, s. 67-71). Öldüğünü kabul etmeyip zamanı gelince yeniden gönderileceğini söyleyen Vâkıfe ile İsnâaşeriyye arasında önemli tartışmalar olmuştur (Meclisî, XLVIII, 250-275). Mûsâ el-Kâzım tasavvufta da önemli şahsiyetler arasında zikredilmektedir. Şakīk-ı Belhî kendisini 149 (766) yılında Kādisiye’de gördüğünü ve onun Allah’ın velîlerinden biri olduğunu söylerken (Yûsuf b. İsmâil en-Nebhânî, II, 269-270) Ma‘rûf-i Kerhî ve Bişr el-Hâfî de onunla buluştuklarını belirtmektedir (Hamid Algar, LXIV [1990], s. 1-14).

Mûsâ el-Kâzım’ın günümüze intikal eden birkaç eserinden biri, usul ve fürû konularında elli dokuz hadis ihtiva eden Müsnedü’l-İmâm Mûsâ b. CaǾfer adlı risâledir (Beyrut 1401/1981). Bir diğer eser Vaśıyyetü’l-İmâm el-Kâžım li-Hişâm b. el-Ĥakem olup Fâris Hassûn Kerîm tarafından yayımlanmıştır (Türâŝünâ, sy. 50-51, s. 395-456). Ayrıca Abdü’l-Hüseyin el-Cevâhirî, Ŧıbbü’l-İmâm Mûsâ el-Kâžım adlı çalışmasında onun tıpla ilgili tavsiyelerini neşretmiştir (Beyrut 1413/1993).

BİBLİYOGRAFYA:

Sa‘d b. Abdullah el-Kummî, el-Maķālât ve’l-fıraķ (nşr. M. Cevâd Meşkûr), Tahran 1963, s. 79-93; Nevbahtî, Fıraķu’ş-ŞîǾa, s. 57-72; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), VII, 422, 436; VIII , 177, 271; İbn Ebû Hâtim, el-Cerĥ ve’t-taǾdîl, VIII, 139; Küleynî, el-Uśûl mine’l-Kâfî (nşr. Ali Ekber el-Gaffârî), Beyrut 1401, I, 280-281, 307-311; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, Maķātilü’ŧ-Ŧâlibiyyîn (nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), s. 277, 499-505; Ali b. Muhammed en-Nessâbe, el-Mecdî fî ensâbi’ŧ-Ŧâlibiyyîn (nşr. Ahmed el-Mehdevî ed-Dâmegānî), Kum 1409, s. 106-134; Şeyh Müfîd, el-İrşâd, Beyrut 1399/1979, s. 288-303; Ebû Ca‘fer et-Tûsî, Kitâbü’l-Ġaybe (nşr. İbâdullah et-Tahrânî - Ali Ahmed Nâsıh), Kum 1411, s. 32-42; Hatîb, Târîħu Baġdâd, XIII, 27-32; Tabersî,


İǾlâmü’l-verâǿ bi-aǾlâmi’l-hüdâ (nşr. Ali Ekber el-Gaffârî), Beyrut 1399/1979, s. 286-301; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VI, 85, 164-455; İbn Tâvûs, Müheccü’d-daǾavât ve menhecü’l-Ǿibâdât, Tahran 1322, s. 217-218; İbn Hallikân, Vefeyât, V, 308-310; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XXII, 133-134; Zehebî, Târîħu’l-İslâm: sene 181-190, s. 417-419; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 183; İbn Inebe, ǾUmdetü’ŧ-ŧâlib, Beyrut, ts. (Dâru mektebeti’l-hayât), s. 225-228; Meclisî, Biĥârü’l-envâr, Beyrut 1403/1983, XLVIII, tür.yer.; Yûsuf b. İsmâil en-Nebhânî, CâmiǾu kerâmâti’l-evliyâǿ, Kahire 1329, II, 269-270; Semîre Muhtâr el-Leysî, Cihâdü’ş-ŞîǾa fi’l-Ǿaśri’l-ǾAbbâsiyyi’l-evvel, Beyrut 1398/1978, s. 250-251; AǾyânü’ş-ŞîǾa, II, 5-12; M. Beyyûmî Mehrân, el-İmâme ve Ehlü’l-beyt, Beyrut 1995, III, 72-103; Hamid Algar, “Imām Mūsā al-Kāžim and Sūfī Tradition”, IC, LXIV (1990), s. 1-14; R. Strothmann, “Mûsâ Kâzım”, İA, VIII, 667-668; E. Kohlberg, “Mūsā al-Kāžim”, EI² (İng.), VII, 645-648; Avni İlhan, “Atebât”, DİA, IV, 49-50.

Mustafa Öz