MÜRSEL

(المرسل)

İsnadında, sahâbî olan râvisi veya diğer râvilerinden biri zikredilmeyen hadis.

Sözlükte “göndermek, salıvermek, bırakmak” anlamındaki irsâl masdarından türeyen mürsel kelimesi terim olarak “tâbiînden bir râvinin, kendisiyle Hz. Peygamber arasındaki sahâbînin ismini atlayarak naklettiği hadis” mânasına gelir. Usul âlimleri ve fıkıhçıların kullanımına göre “münkatı‘, mu‘dal, müdelles ve muallak gibi senedinin herhangi bir yerinden bir veya birden çok râvisi düşen hadis” demektir. Sahâbenin doğrudan Resûl-i Ekrem’den değil başka bir sahâbîden duyduğu, ancak Resûlullah’tan işitmiş gibi naklettiği hadise sahâbe mürseli, bir râvinin, çağdaşı olmakla beraber göRüştüğü bilinmeyen bir kişiden yaptığı rivayete el-mürselü’l-hafî denilmiş, mürsel hadis rivayet eden râvi için mürsil, bu şekilde rivayette bulunma eylemi için ise “irsâl” terimi kullanılmıştır.

Mürsel teriminin ilk defa ne zaman kullanıldığı tam olarak belli değildir I. (VII.) yüzyılda, fitneye sebep olan hadiselerin ortaya çıkmasından sonra hadislerin kimden alındığına dair sorular sorulup müsned ve muttasıl rivayetler aranmaya başlandığına göre (İbn Ebû Hâtim, I, 28) mürselin de bu sırada ortaya çıktığı düşünülebilir. Bazı şarkiyatçıların mürselin kullanıldığı en eski kaynak olarak Müslim’in el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’inin mukaddimesini göstermeleri (EI² [İng.], VII, 631), onların isnadın daha sonraları uydurulduğu şeklindeki tezlerini ispata yönelik olup senedin teşekkül tarihini geç dönemlere çekme çabalarının sonucudur. Mürsel hadisin artık arandığı tâbiîn neslinde ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Zira âdil kabul edilen sahâbîlerin birbirlerinden nakilde bulunurken sened zikretmelerine gerek görülmezken tâbiîlerin hem birbirlerinden hem sahâbîlerden nakilde bulunmaları hadisi kimden aldıklarını araştırmayı gerekli kılmış, onların senedde zikretmediği şahsın sahâbe olması dolayısıyla hadisçilerin kullandığı anlamdaki mürsel hadis terim anlamını ilk asrın sonlarında kazanmıştır. Mürsel hadis rivayet ettikleri bilinen ve mürsellerinin makbul olup olmadığı tartışılan meşhur hadis imamlarının genellikle tâbiîn tabakası içinde yer alması da bunu göstermektedir.

Hadis kaynaklarında mürsel hadislerin varlığı ile, ilk dönem muhaddislerinden bir kısmının mürsel hadis rivayetiyle meşhur olması hadis tarihi araştırmacıları tarafından tartışılarak farklı şekillerde yorumlanmış, irsâle başvurmanın değişik sebepleri olduğu ileri sürülmüştür. 1. Hadisin kendisinden alındığı kişinin zabtı zayıf, isnada önem vermeyen biri olması gibi sebeplerle veya hadisi alandan yaşça küçük olduğu için râvinin adını gizlemek maksadıyla hadis mürsel olarak rivayet edilebilir. Ayrıca politik ve ideolojik baskılar yüzünden râvinin adı verilmeyebilir. Siyasî sebeplerle yapılan irsâlin örneklerinden biri, Hz. Ali taraftarı olan Hasan-ı Basrî’nin Hz. Ali’den duyduğu hadisleri, Emevî Valisi Haccâc b. Yûsuf es-Sekafî’nin zulmünden çekindiği için Hz. Peygamber’den duymuş gibi rivayet etmesidir (İbn Hacer, Tehźîbü’t-Tehźîb, II, 266-267). 2. Hadisin meşhur veya isnadının çok olması gibi sebeplerle râvinin zikredilmesine gerek duyulmayabilir.


Ayrıca hadisin rivayet izni alınmamış yazılı nüshalardan nakledilmesi, eğitim, hitâbet ve irşad gibi durumlarda hadisin sadece metnine işaret etmenin yeterli olması gibi sebeplerle de şahıs adları zikredilmeyebilir. 3. İsnad sisteminin kuruluş ve yerleşme aşamasında sened zikretme alışkanlığı henüz tam mânasıyla oturmadığı için de hadisler mürsel olarak rivayet edilmiştir (Polat, s. 63-67).

Bir hadisin mürsel olup olmadığını anlamak için râvisinin kendisinden önceki râvilerle görüşüp görüşmediğini ve onlardan hadis alıp almadığını tesbit etmek gerekir. Ancak bir hadisin mürsel tariki yanında muttasıl tariki de bulunabileceği için bunların hangisinin doğru olduğunu belirlemek güçleşir. Bu durumda ortaya çıkacak teâruzun aynı şahıstan mı, farklı şahıslardan mı kaynaklandığı belirlenmelidir. Aynı şahıstan kaynaklanıyor ve bu şahıs bir hadisi bir rivayetinde mürsel, diğer rivayetinde müsned olarak naklediyorsa hadisçiler bunu iki şekilde değerlendirmişlerdir. Birinci görüşe göre bu rivayet mürseldir ve bu durum râvi için cerh sebebi olup bir üstteki kişiyi gizlediği için bu râvinin müsned rivayetleri de kabul edilmez (Abdülazîz el-Buhârî, III, 727). Hadisçilerin çoğunun itibar ettiği ikinci görüşe göre ise böyle bir rivayetin müsned tarikinde semâa açıkça delâlet eden bir lafız varsa hadis müsned, aksi takdirde mürsel olur. Râvinin irsâl esnasında unuttuğu ismi, müsned olarak rivayet ederken hatırlamış olması ihtimalinin ağır basmasından dolayı İmam Şâfiî, Hatîb el-Bağdâdî ve İbnü’s-Salâh gibi hadisçiler bunu râvi için cerh sebebi saymazlar. Teâruz farklı şahıslardan kaynaklanıyorsa, bir râvinin mürsel olarak rivayet ettiği bir hadisi başka bir râvinin müsned olarak rivayet etmesi söz konusu olduğu için bu durumda beş farklı görüş ileri sürülmüştür: a) Mürsel rivayet önemsenir ve hadis mürsel sayılır. Hadisçilerin çoğu bu görüşü benimsemiştir. b) Sika râvinin ziyadesi makbul olduğundan onun müsned rivayetine itibar edilip hadis müsned sayılır. Ayrıca bu rivayeti mürsel olarak rivayet edenin onu mürsel, müsned rivayet edenin de müsned olarak işitmesi mümkündür. Ancak müsned rivayet mürsel olana tercih edilir. c) Hata yapma ihtimali daha az olduğundan çoğunluğun rivayeti tercih edilir. d) Hıfz yönünden daha üstün olan râvinin rivayeti daha makbuldür. e) Hadisin hem mürsel hem müsned olduğuna hükmedilebilir. Kurallara uymayan özel durumlarda her rivayeti tek tek ele alıp tercih sebeplerini göz önünde bulundurarak karar vermek daha isabetlidir. Nitekim Abdurrahman b. Mehdî, Yahyâ b. Saîd el-Kattân, Ahmed b. Hanbel, Buhârî ve İbn Hacer el-Askalânî’nin bu görüşte oldukları nakledilmiştir (Şemseddin es-Sehâvî, I, 166).

Muhaddisler, mürsel hadis rivayetiyle tanınan râvileri mürseli makbul olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayırmakla beraber bu hususta bir birlik sağlayamamışlardır. Esasen doğru karar verebilmek için rivayetlerin tek tek değerlendirilmesi daha isabetli olmakla birlikte buna imkân bulunmadığı durumlarda mürselleri makbul sayılan râvileri bilmenin bir ön değerlendirme yapma bakımından faydası vardır. Buna göre mürselleri makbul sayılan râviler şunlardır: Saîd b. Müseyyeb, Saîd b. Cübeyr, İbrâhim en-Nehaî, Mücâhid b. Cebr, Şa‘bî, Tâvûs b. Keysân, Amr b. Dînâr, İbnü’l-Münkedir, Muâviye b. Kurre ve Mâlik b. Enes. Hasan-ı Basrî’nin mürsellerini sahih kabul edenler yanında zayıf kabul edenler de vardır. Şu muhaddislerin mürselleri ise zayıf sayılmıştır: Atâ b. Ebû Rebâh, Katâde b. Diâme, İbn Şihâb ez-Zührî, Yahyâ b. Kesîr, Zeyd b. Eslem, A‘meş, Süfyân es-Sevrî, Ebû İshak el-Hemedânî ve Süfyân b. Uyeyne. Tâbiînin sahâbeyi atlayarak doğrudan Hz. Peygamber’den naklettiği mürsel hadislerin sayısının Buhârî’nin el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’inde 93, Müslim’in el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’inde 11, Tirmizî’nin es-Sünen’inde 128, Nesâî’nin es-Sünen’inde 66, Ebû Dâvûd’un es-Sünen’inde 70, İbn Mâce’nin es-Sünen’inde 9, Dârimî’nin es-Sünen’inde 90, Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde 98 ve Mâlik’in el-Muvaŧŧâǿında 222 olduğu belirtilmiştir.

Mürsel Hadislerin Delil Olma Yönünden Değeri. İlk dönemlerden itibaren muhaddisler ve fakihler başta olmak üzere İslâm âlimlerini çokça meşgul eden bu konu üzerinde usul açısından ilk defa İmam Şâfiî’nin durduğu ve mürsel rivayetleri almada temkinli davrandığı kabul edilmektedir (Süyûtî, I, 202). Bu hususta ortaya çıkan görüşleri üç grupta ele almak mümkündür. 1. Mürsel hadisi mutlak olarak makbul ve hüccet sayanlar arasında Mu‘tezilî, Hanefî ve Mâlikî âlimlerinden çoğunun yer aldığı belirtilmekte ve Ebû Hanîfe, Evzâî, Süfyân es-Sevrî, Mâlik b. Enes, İbn Cerîr et-Taberî, Ebû Ca‘fer et-Tahâvî, Ebû Bekir el-Cessâs, İbn Kayyim el-Cevziyye, İbn Kesîr, Seyfeddin el-Âmidî gibi âlimlerin adı zikredilmektedir. Mürsel haberin nakledilmesi gerektiğini ileri sürenler kendilerine naklî deliller aramışlar, Allah’ın indirdiğini gizleyenlerin lânetlendiğini (el-Bakara 2/159), Resûl-i Ekrem’in Allah’tan kendisine indirileni tebliğ etmekle yükümlü bulunduğunu, bu sebeple mürsel ve müsned ayırımı yapmadan ondan nakledilenleri tebliğ etmenin vâcip olduğunu, eğer râvi fâsık değilse mürsel veya müsned haberinin kabul edilmesi gerektiğini söylemişler, ayrıca Peygamber’in buyruğunu dinleyenlerin dinleyemeyenlere ulaştırmasını emreden hadisi de (Buhârî, “Ǿİlim”, 9-10; Tirmizî, “Ǿİlim”, 13) delil göstermişlerdir. Bu konuda delil olarak kullanılan âyet ve hadislerin zorlama yorumlara tâbi tutulduğu açıktır. Hadisin hiçbir râvisinin araştırılmasına gerek bırakmayan bu tutarsız görüş reddedilmiştir. Nitekim birçok hadis âliminin rivayet ettiği mürsellerin zayıf olduğu ortaya konulmuş ve pek çok hadis âliminin rivayetleri sika olmayan râvilerden hadis yazdığı ve naklettiği belirtilerek kabul edilmemiştir. 2. Mürsel hadisi hiçbir şekilde makbul ve hüccet saymayanlar. Hadisçilerin çoğunun ve fukahanın bir kısmının mürseli zayıf kabul ettiği belirtilmiş, hadisçilerden Saîd b. Müseyyeb, Yahyâ b. Saîd el-Kattân, Yahyâ b. Maîn, Ebû Bekir İbn Ebû Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, Ebû Hâtim er-Râzî, İbn Ebû Hâtim er-Râzî, İbn Huzeyme, Ebû Hayseme Züheyr b. Harb, Ebû Zür‘a er-Râzî, Dârekutnî, Hâkim en-Nîsâbûrî, İbn Abdülber en-Nemerî, Hatîb el-Bağdâdî, Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, Nevevî ve İbn Hacer el-Askalânî ile fukahadan İbn Hazm, Gazzâlî, Bâkıllânî ve Şevkânî’nin bu görüşte olduğu kaydedilmiştir. Bu görüşte olanlar, mürseli makbul ve hüccet kabul etmenin sonraki asırların bütün münkatı ve isnadsız haberlerini de makbul saymayı gerektireceğini, bunun da muhaddislerin asırlar boyunca isnad ile cerh ve ta‘dîl için verdikleri emeği anlamsız bırakacağını söylemişlerdir. 3. Mürsel hadisi belli şartlarla makbul ve hüccet kabul edenler. Senedinden sahâbî râvisi düşen mürselle sadece büyük tâbiîlerin, Mâlikîler’in büyük çoğunluğu ile Ahmed b. Hanbel’e göre bütün tâbiîlerin, Îsâ b. Ebân, Ebû Bekir el-Cessâs, Ebü’l-Usr el-Pezdevî gibi âlimlere göre ilk üç neslin, İbnü’l-Hâcib ve İbnü’l-Hümâm’a göre hadiste imam olanların ya da sadece sika râvilerden rivayet ettiği bilinen kimselerin mürselleri makbuldür. Alâî ilk dönemlerden itibaren Yahyâ b. Saîd el-Kattân, Ali b. Medînî, Ahmed b. Hanbel, İbn Abdülber en-Nemerî, İbn Teymiyye, İbnü’s-Sübkî ve İbnü’l-Hümâm gibi âlimlerin bu görüşte olduğunu, kendisinin de bunu benimsediğini belirtir


(CâmiǾu’t-taĥśîl, s. 94 vd.). Ahmed b. Hanbel’in mürseli kabul ettiği, etmediği ve şartlı kabul ettiği şeklinde üç farklı görüş bulunmasına karşılık İbn Receb el-Hanbelî onun sika olmayanlardan rivayette bulunanların mürselini zayıf saydığını belirtmektedir (Şerĥu Ǿİleli’t-Tirmiźî, s. 243). Öte yandan İmam Şâfiî çeşitli şekillerde desteklenen mürselleri makbul saymıştır (er-Risâle, s. 461-467). Bazı âlimler mürsel hadislerin sadece faziletli ameller konusunda delil olacağını söylemiş, bazıları da bir konuda mürsel hadis dışında başka delil bulunmadığı zaman mürselin re’ye tercih edileceğini belirtmiştir. Bir kısım kaynaklarda bu sonuncu görüş Ebû Hanîfe, Mâlik b. Enes, Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvûd es-Sicistânî, Nesâî ve İbn Ebû Hâtim’e nisbet edilmiştir.

Literatür. Mürsel hadisleri bir araya getiren ilk çalışma Ebû Dâvûd es-Sicistânî’nin 544 mürsel hadisi içeren Kitâbü’l-Merâsîl’idir (bk. el-MERÂSÎL). Abdullah b. Müsâid ez-Zehrânî eser üzerine yüksek lisans tezi hazırlamıştır (1408, el-Câmiatü’l-İslâmiyye [Medine]). Mürsel hadis nakleden râvilerin biyografilerini toplamak maksadıyla önce Berdîcî küçük hacimli Kitâbü Beyâni’l-mürsel’ini yazmış, daha sonra İbn Ebû Hâtim konuyu geniş bir şekilde ele aldığı el-Merâsîl’inde 492 (veya 476) râvi ve 1000’e yakın mürsel rivayeti toplamıştır. Hatîb el-Bağdâdî’nin Temyîzü(Beyânü ĥükmi)’l-mezîd fî muttaśıli’l-esânîd ve et-Tafśîl li-mübhemi’l-merâsîl’i de bu konudadır (DİA, XVI, 457). Bu hususu hem teknik açıdan geniş bir şekilde ele alan hem de mürsel hadis nakleden 1039 râviyi alfabetik sırayla tanıtan yegâne çalışma Alâî’nin CâmiǾu’t-taĥśîl fî aĥkâmi’l-merâsîl’idir (nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî, Bağdad 1397/1978; Beyrut 1407/1986). Zeynüddin el-Irâkī esere bir ta‘lik (Rāgıp Paşa Ktp., nr. 236), Sıbt İbnü’l-Acemî de bir hâşiye yazmış (Alâî, s. 94), Ömer b. Hasan Fellâte de kitap üzerine bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır (1392, Câmiatü Ümmi’l-kurâ [Mekke]). İbnü’l-Irâkī’nin Tuĥfetü’t-taĥśîl fî źikri ruvâti’l-merâsîl’i mürsel râviler Hakkında yazılmış en kapsamlı çalışmadır (nşr. Abdullah Nevvâre, Riyad 1419/1999). Müellif bu eserinde büyük ölçüde İbn Ebû Hâtim ve Alâî’nin kitaplarından faydalanmış, yaptığı ilâveleri rumuzlarla göstermiştir.

Mürsel hadis konusunu teknik açıdan ele alan çalışmalar arasında Muhammed Hasan Hîtû’nun el-Ĥadîŝü’l-mürsel ĥucciyyetühû ve eŝeruhû fi’l-fıķhi’l-İslâmî (Beyrut 1390/1970, 1409/1989), Fevzî Muhammed Abdülkādir el-Bitiştî’nin Ĥucciyyetü’l-mürsel Ǿinde’l-muĥaddiŝîn ve’l-uśûliyyîn ve’l-fuķahâǿ (Kahire 1402/1982) ve Haldûn Muhammed Süleym el-Ahdeb’in el-Ĥadîŝü’l-mürsel mefhûmuhû ve śıĥĥıyyetühû (Cidde 1404/1984) adlı eserleri zikredilebilir. Salahattin Polat Mürsel Hadisler ve Delil Olma Yönünden Değerleri (Ankara 1985), Ömer Abdülazîz el-Cuğbeyr el-Ĥasene’l-Baśrî ve ĥadîŝühü’l-mürsel (Amman 1412/1992) adıyla doktora çalışması; Muhammed Mustafa el-Gadâmisî el-Mürsel mine’l-ĥadîŝ ve ârâǿü’l-eǿimmeti fîhi (Rabat 1396), Abdülazîz Sirâc Belîle el-Mürsel ve ĥucciyyetühû (1402/1982, Câmiatü Ümmi’l-kurâ [Mekke]), Hammâdî el-Yûsufî Merâsîlü’l-Muvaŧŧaǿ bi-rivâyeti Yaĥyâ b. Yaĥyâ el-Leysî (1982, el-Câmiatü’z-Zeytûniyye [Tunus]), Hassa Abdülazîz es-Sagīr el-Ĥadîŝü’l-mürsel beyne’l-ķabûl ve’r-red (1408/1988, Külliyyetü’t-terbiyye li’l-benât [Mekke]) ve Şerîf Hâtim b. Ârif el-Avnî el-Mürselü’l-ħafî ve Ǿalâķatühû bi’t-tedlîs (I-IV, Riyad 1418/1997) ismiyle yüksek lisans çalışması yapmışlardır. Mürsel hadis Hakkındaki şu makaleler de önemlidir: Hasan Muzaffer Rızk, “el-Ķavlü’l-faśl fi’l-Ǿamel bi’l-ĥadîŝi’l-mürsel” (Mecelletü’l-CâmiǾati’l-İslâmiyye, sy. 62 [Medine 1404], s. 29-42); Sâmir Hâşim el-Amîdî, “el-Ĥadîŝü’l-mürsel beyne’r-red ve’l-ķabûl” (Türâŝünâ, XIII/2-3 [Kum 1418], s. 107-190); Sâbir Nasr Mustafa Osmân, “Ĥucciyyetü’l-mürsel Ǿinde’l-uśûliyyîn ve ehli’l-ĥadîŝ” (Mecelletü’ş-şerîǾa ve’d-dirâsâti’l-İslâmiyye, XVI/46 [Küveyt 1422/2001], s. 63-120); Abdullah b. Nâsır eş-Şekârî, “Ĥaķīķatü’l-ĥadîŝi’l-mürsel ve envâǾuhû Ǿinde’l-muĥaddiŝîn ve’l-fuķahâǿ ve’l-uśûliyyîn” (ed-DirǾiyye, V/17 [Riyad 1423/2002], s. 195-256); Abdülkerîm el-Vüreykât, “Esbâbü irsâli’l-ĥadîŝ Ǿinde’r-ruvât” (Dirâsât: ǾUlûmü’ş-şerîǾa ve’l-ķānûn, XXIX/1 [Amman 1423/2002], s. 42-55); Mahmûd Sâlih Câbir, “el-Ĥadîŝü’l-mürsel Ǿinde’l-İmâm eş-ŞâfiǾî ve taŧbîķātühü’l-fıķhiyye” (a.g.e., XXX/2 [Amman 1424/2003], s. 310-325).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “rsl” md.; Buhârî, “Ǿİlim”, 9-10; Tirmizî, “Ǿİlim”, 13; Şâfiî, er-Risâle (nşr. Ahmed M. Şâkir), Kahire 1359/1940, s. 461-467; İbn Ebû Hâtim, el-Cerĥ ve’t-taǾdîl, I, 28; Hâkim en-Nîsâbûrî, MaǾrifetü Ǿulûmi’l-ĥadîŝ (nşr. Seyyid Muazzam Hüseyin), Haydarâbâd 1935 → Medine-Beyrut 1397/1977, s. 25-29; Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye (nşr. M. Hâfız el-Tîcânî), Kahire 1972, s. 317-318, 546-577; İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, el-Burhân fî uśûli’l-fıķh (nşr. Abdülazîm ed-Dîb), Devha 1399, I, 408-412; Şemsüleimme es-Serahsî, el-Uśûl (nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî), Haydarâbâd 1372 → Beyrut 1393/1973, I, 359-364; Gazzâlî, el-Müstaśfâ, Bulak 1324, I, 169-171; Fahreddin er-Râzî, el-Maĥśûl (nşr. Tâhâ Câbir Feyyâz el-Alvânî), Riyad 1400/1980, II, 2, 650-665; İbnü’s-Salâh, ǾUlûmü’l-ĥadîŝ, Beyrut 1398/1978, s. 25-36; Abdülazîz el-Buhârî, Keşfü’l-esrâr, İstanbul 1307, III, 727; Mizzî, Tuĥfetü’l-eşrâf bi-maǾrifeti’l-eŧrâf (nşr. Abdüssamed Şerefeddin - Züheyr eş-Şâvîş), Beyrut 1404/1983, XIV, 131-457; Alâî, CâmiǾu’t-taĥśîl fî aĥkâmi’l-merâsîl (nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî), Beyrut 1407/1986, s. 94 vd.; Bedreddin ez-Zerkeşî, el-Baĥrü’l-muĥîŧ (nşr. Ömer Süleyman el-Eşkar), Kahire 1409/1988, V, 402-425; İbn Receb, Şerĥu Ǿİleli’t-Tirmiźî (nşr. Subhî Câsim el-Hamîd), Bağdad 1396/1976, s. 243; Irâkī, Fetĥu’l-muġīŝ, s. 63-81; İbn Hacer, Tehźîbü’t-Tehźîb, II, 266-267; a.mlf., en-Nüket Ǿalâ Kitâbi İbni’ś-Śalâĥ (nşr. Rebî‘ b. Hâdî Umeyr), Riyad 1408/1988, II, 540-571; Şemseddin es-Sehâvî, Fetĥul-muġīŝ (nşr. Ali Hüseyin Ali), Beyrut 1412/1992, I, 55-229; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Kahire 1385/1966, I, 195-232; Cemâleddin el-Kāsımî, ĶavâǾidü’t-taĥdîŝ, Beyrut 1399/1979, s. 133-146; Tâhir el-Cezâirî, Tevcîhü’n-nažar, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), s. 152-170; L. Caetani, İslam Tarihi (trc. Hüseyin Cahid), İstanbul 1924, I, 71-89; Zafer Ahmed et-Tehânevî, ĶavâǾid fî Ǿulûmi’l-ĥadîŝ (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1392/1972, s. 137-165; J. Schacht, The Origins of Muhammadan Jurisprudence, Oxford 1975, s. 163-175; Abdullah Muhammed el-Cübûrî, Fıķhü’l-İmâm el-EvzâǾî, Bağdad 1977, I, 58; Hemmâm Abdürrahîm Saîd, el-Ǿİlel fi’l-ĥadîŝ, Amman 1980, s. 173-183; G. H. A. Juynboll, Muslim Tradition, Cambridge 1983, s. 51-58; a.mlf., “Mursal”, EI² (İng.), VII, 631; Salahattin Polat, Mürsel Hadisler ve Delil Olma Yönünden Değeri, Ankara 1985, s. 63-67, 80-85; Haldûn el-Ahdeb, Esbâbü iħtilâfi’l-muĥaddiŝîn, Cidde 1405/1985, s. 203-270, 313 vd.; Misfir b. Gurmullah ed-Dümeynî, et-Tedlîs fi’l-ĥadîŝ, Riyad 1412/1992, s. 13-20; Murtazâ ez-Zeyn Ahmed, Menâhicü’l-muĥaddiŝîn fî taķviyeti eĥâdîŝi’l-ĥasene ve’ż-żaǾîfe, Riyad 1415/1994, s. 115, 287 vd.; Şerîf Hâtim b. Ârif el-Avnî, el-Mürselü’l-ħafî ve Ǿalâķatühû bi’t-tedlîs, Riyad 1418/1997, I-IV; M. Yaşar Kandemir, “Hatîb el-Bağdâdî”, DİA, XVI, 457.

Salahattin Polat