MÜRÂÂT-ı HİLÂF

(مراعاة الخلاف)

Meşrû bir gerekçeye dayanarak karşı görüşün deliline göre amel etme anlamında Mâlikî fıkıh usulü terimi.

Sözlükte, “görüş ayrılığını / farklı görüşleri dikkate almak” anlamına gelen mürââtü’l-hilâf terkibi Mâlikî mezhebinde, fakihin ihtilâflı bir meselede meşrû bir gerekçeye dayalı olarak kendi delilinin gereğine muhalif bir görüşün deliliyle amel etmesini ifade eder. Mürâât-ı hilâfın Mâlikî kaynaklarında tanımlanıp kavramsal çerçevesinin belirlenmesi, ileriki dönemlerde Kuzey Afrika ve Endülüs Mâlikî hukuk muhitinin fıkıh âlimlerince gerçekleştirilmiş olmakla birlikte bu yönteme göre hüküm verilmesine bizzat İmam Mâlik’in ictihadlarında rastlandığı ileri sürülmüştür. Meselâ “velilerin velâyetleri altındaki kadınları karşılıklı olarak kendileri veya yakınlarıyla mehir Hakkını ortadan kaldıracak şekilde evlendirmeleri” mânasına gelen şigār nikâhı Hz. Peygamber tarafından yasaklandığı için (Buhârî, “Nikâĥ”, 28; Müslim, “Nikâĥ”, 57-62), Mâlik’in benimsediği kurala göre nasla yasaklanan böyle bir akde zifaf öncesi ve sonrasında fâsid nikâh hükümlerinin uygulanması, dolayısıyla miras vb. hukukî sonuçların bağlanmaması gerekir (Sahnûn, III, 152-155). Hanefî mezhebine göre ise hadisteki yasak kerâhiyet ifade ettiği ve yasağın asıl hedefi mehir Hakkını iptal edici bir tasarrufu önlemek olduğundan şigār nikâhı geçerli sayılıp mehir ödenmesine hükmedilir; dolayısıyla buna miras vb. sahih evliliğin hukukî sonuçları bağlanır. Mâlik de bu meselede kendi kuralına bağlı kalmayıp karşı görüşün deliline uymuş ve bunun gereği olan sonuçları kabul etmiştir.

Mâlikî fıkhında zamanla müstakil bir delil gibi düşünülen mürâât-ı hilâf Hakkındaki özel çalışmasında Saîdî, bununla ilgili ilk tanımın Tunuslu Mâlikî fakihi İbn Abdüsselâm el-Hevvârî’ye ait olduğunu belirtir ve başka tariflere de yer verdikten sonra konuyla ilgili bir doktora çalışması yapan Muhammed Hasan Hattâb’ın “meşrû bir gerekçeye dayanılarak karşı görüşün dikkate alınması” şeklindeki tanımını tercihe şayan bulur (MürâǾâtü’l-ħilâf, s. 67-85; Şâtıbî’nin bazı ünlü Mâlikî âlimleriyle yaptığı yazışmalarda geçen tanımlar için bk. Şâtıbî, el-Muvâfaķāt, IV, 151-152; el-İǾtiśâm, II, 172; Venşerîsî, VI, 378, 387-388). Buna göre mürâât-ı hilâf delilinden söz edilebilmesi için şu unsurların bulunması gerekir: Fakihin mesele Hakkındaki asıl görüşü, fakihin intikal ettiği muhalif görüş, muhalif görüşü dikkate almayı icap ettiren meşrû gerekçe. Öncelikle dinin kendi içinde çelişmez oluşu, bakış açılarında farklılık bulunsa bile ana kaynaklar ve ulaşmak istedikleri sonuç bakımından bütün müctehidlerin ortak bir çerçeve içinde faaliyet göstermeleri bu hususta genel bir gerekçe oluşturmaktadır. Gerek Mâlikî mezhebine gerekse diğer mezheplere ait eserlerin incelenmesi sonucunda özel meşruiyet gerekçelerinin de ihtiyat ve kolaylaştırma ilkelerinde toplanabileceği anlaşılmaktadır. Kavâid ve usul eserlerinde dağınık biçimde de olsa mürâât-ı hilâf deliline başvurmanın şartları ele alınmaktadır. Bunları şöylece özetlemek mümkündür: 1. Karşı görüşün meşhur yani delilinin güçlü olması. 2. Karşı görüşün dayandığı delilin sabit sünnete aykırı bulunmaması. 3. Bu delilin gereğine uyma sonucunda ortaya çıkan hükmün icmâa aykırılık taşımaması. 4. Mürâât-ı hilâfa başvurmanın bir başka ihtilâfa yol açmaması. 5. Bu delile başvuran fakihin, bunun mefsedeti giderme ve maslahatı temin etme amacıyla ve zaruret halleriyle sınırlı olduğunu göz ardı etmemesi, dolayısıyla fakihin kendi mezhebini tamamıyla terketmemesi gerekmektedir (Yahyâ Saîdî, s. 95-128).

Mürâât-ı hilâfla ilgili örnekler ve bu konuda yapılan açıklamalar incelendiğinde bu delilin, bir meselede fakihin kendi görüşüne göre hüküm vermesi halinde maslahat prensibiyle bağdaşmayacak bir zararın ortaya çıkacağını, fakat aynı meselede başka bir görüşün uygulanması durumunda bunun söz konusu olmayacağını tesbit etmesi üzerine o görüşü esas alarak zararı izâle etme düşüncesine dayandığı anlaşılmaktadır. Meselâ bir hadiste, velisinin izni olmaksızın evlenen kadının nikâhının bâtıl olduğu belirtildiğinden (İbn Mâce, “Nikâĥ”, 15; Tirmizî, “Nikâĥ”, 14) Mâlikî mezhebinde böyle bir akid geçersizdir; dolayısıyla karı-koca ilişkisi yaşanmış olsa bile buna sahih nikâha ait sonuçların bağlanmaması gerekir. Fakat bu hükmün ortaya çıkaracağı mefsedet göz önüne alınarak zifaf sonrasında nikâhın feshine gidilmeyeceği ve buna mirasçılık ve doğacak çocuğun nesebinin sabit olması gibi hukukî sonuçların bağlanacağı yönündeki karşı görüşe uyulmuştur (Şâtibî, el-Muvâfaķāt, IV, 204). Ancak mürâât-ı hilâfın ele alındığı eserlerde bu delilin mahiyetinin, özellikle deliller arasında tercihte bulunma ve deliller arasını uzlaştırma (cem‘) metotlarıyla ilişkisinin yeterince açıklığa kavuşturulamadığı görülmektedir (bu konudaki bazı izahlar ve Şâtıbî’nin tartışmaya açtığı noktalar için bk. a.g.e., IV, 150-154, 202-205; Venşerîsî, VI, 367, 379; Yahyâ Saîdî, s. 85-94; Kılıç, V/2 [2005] s. 69-72). Şâtıbî, el-İǾtiśâm adlı eserinde üçüncü şahıslara nisbet ettiği bir anlatım içinde mürâât-ı hilâfın istihsan türlerinden sayıldığını ifade etmekle birlikte (II, 171), el-Muvâfaķāt’ta mürâât-ı hilâfı ve istihsanı fiillerin ortaya çıkardığı sonuçların maslahat ve mefsedet dengesi açısından değerlendirilmesiyle ilgili “meâlât” ana başlığı altındaki kaideler arasında ayrı ayrı incelemektedir (IV, 194, 202, 205).

Bazı çağdaş müellifler, bir kısım Mâlikî kaynaklarından yola çıkarak İmam Mâlik ile öğrencileri İbnü’l-Kāsım ve Muhammed b. Beşîr başta olmak üzere çoğunluğun mürâât-ı hilâfı müstakil fer‘î bir delil olarak kabul ettiğinden, Kādî İyâz, Ebû İmrân el-Fâsî ve Ebü’l-Hasan el-Lahmî’nin ise


reddettiğinden söz ederlerse de (Yahyâ Saîdî, s. 129-156) bu tesbitlerin, anılan fakihlerin konuya ilişkin doğrudan beyanlarına değil onlara ait bazı sözlerden yapılan çıkarımlara dayalı olduğu görülür; bu arada Mâlikî mezhebi içerisinde mürâât-ı hilâfın delil değerini tartışmaya açan ismin Şâtıbî (el-Muvâfaķāt, IV, 150) olduğu hususunun da dikkatten uzak tutulmaması gerekir. Mürâât-ı hilâfın müstakil bir delil sayıldığı konusunda zikredilen naklî deliller arasında yukarıda temas edilen velisiz nikâhın geçersiz olduğu Hakkındaki hadis önemli bir yer tutar. Zira bu hadisin sonunda zifafın gerçekleşmesi halinde kadının mehri hak edeceği belirtilmiş, böylece fiilen yürürlüğe konmuş olması sebebiyle ve daha büyük bir mefsedetin önlenmesi amacıyla aslen yasak olan bir akdin düzeltilip buna bazı hukukî sonuçların bağlanması cihetine gidilmiştir. Şu halde böyle bir nikâha, karşı görüşün delili dikkate alınarak nesep ve mirasçılık gibi hukukî sonuçların bağlanması uygun olur (a.g.e., IV, 204; bu konuda sıkça başvurulan başka bir hadis ve izahı için bk. İbn Rüşd, IV, 1587).

Mürâât-ı hilâf delilinin, uygulamada kadıların ve fakihlerin diğer mezheplerin vâkıaya uygun olan görüşlerinden istifade etmelerinin metodolojik aracı olduğu söylenebilir. Bu yönüyle mürâât-ı hilâf, adı kullanılmasa da Mâlikî mezhebi yanında diğer üç mezhepte uygulama alanı bulan bir delil olmuş, hatta bu yönteme mezhep içi görüşlerden faydalanma amacıyla da başvurulmuştur (Yahyâ Saîdî, s. 97, 267).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, MuǾcemü Müfredâti elfâži’l-Ķurǿân (nşr. Nedîm Mar‘aşlî), Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), s. 203; Lisânü’l-ǾArab, “ħlf” md.; Buhârî, “Nikâĥ”, 28; Müslim, “Nikâĥ”, 57-62; İbn Mâce, “Nikâĥ”, 15; Tirmizî, “Nikâĥ”, 14; Sahnûn, el-Müdevvene, III, 152-155; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid (nşr. Mâcid el-Hamevî), Beyrut 1995, IV, 1587; Şâtıbî, el-Muvâfaķāt, IV, 150-154, 194, 202, 204, 205; a.mlf., el-İǾtiśâm, Riyad 1996, II, 171-172; Venşerîsî, el-MiǾyârü’l-muǾrib (nşr. Muhammed Haccî), Beyrut 1981, VI, 367, 378-379, 387-388; Muhammed Riyâz, Uśûlü’l-fetvâ ve’l-ķażâǿ fi’l-meźhebi’l-Mâlikî, Dârülbeyzâ 1419/1998, s. 401-406; Yahyâ Saîdî, MürâǾâtü’l-ħilâf fi’l-meźhebi’l-Mâlikî, Riyad 1998; Muharrem Kılıç, “Hukuki Görüş Ayrılıkları (İhtilâf) ve Hilâf’a Riayet (Mürââtü’l-Hilâf) İlkesi Konusunda Şâtibî’nin Yaklaşımı”, Marife, V/2, Konya 2005, s. 55-78; E. Said Kaya, “Mâlikî Mezhebi”, DİA, XXVII, 525-526.

Muharrem Kılıç