MÜNECCİMBAŞI

Osmanlılar’da astronomi ve astrolojiyle ilgili işlere bakan görevli.

Osmanlı resmî terminolojisinde sermüneccim, sermüneccimân-ı hâssa, sermüneccimîn, reîsülmüneccimîn, başmüneccim gibi isimlerle de anılır. Osmanlılar’da ilm-i felek (ilm-i hey’et) ve ilm-i ahkâm-ı nücûm, yani hem astronomi hem astroloji ile ilgilenen müneccimin devlet teşkilâtı içinde yer aldığı dikkati çeker. Daha önceki halife ve sultanların sarayında da astronomi ve astroloji konularında kendisine danışılan ve takvim işlerini yürüten bir veya birkaç müneccimin var olduğu, önemli işlerin halledilmesi esnasında onların zâyîçelerine müracaat edildiği ibadet vakitlerinin tesbiti, vergilerin zamanında toplanması ve ziraata ait işlerin düzenli biçimde yürütülmesi için doğru bir takvim hazırlanması işini de üstlendikleri bilinmektedir.

Müneccimbaşılığın bir kurum olarak Osmanlı Devleti’nde ne zaman ortaya çıktığı Hakkında kesin bilgi yoktur. Bu konuda rastlanan en eski tarihli kayıt II. Bayezid dönemine kadar iner. Ancak takvimlere II. Murad devrinde rastlanması müneccimbaşının bu tarihlerde mevcudiyetine işaret eder. Bunun kurumlaşmasının Fâtih Sultan Mehmed zamanında başladığı ve II. Bayezid devrinde tamamlandığı söylenebilir. Fâtih döneminde sarayda “cemâat-i müteferrika” arasında Mevlânâ Küçük adında günde 10 akçe alan bir müneccim bulunmaktaydı (Ahmed Refik, TOEM, VIII-XI/49-62 [1335-1337], s. 7). II. Bayezid devri ilmî faaliyetlerin, dolayısıyla astronomi çalışmalarının ve müneccimlerin sayısının arttığı bir dönemdir. Bu devre ait muhasebe defterlerine göre müneccimbaşının idaresinde bir müneccim-i sânî ile bir müneccim kâtibi bulunuyordu. Müneccimbaşının aldığı yevmiye 15, diğerinin 14, kâtibin ise 10 akçe idi.

Mevcut belgelere göre adı tesbit edilen ilk müneccimbaşı Seydi İbrâhim b. Seyyid’dir. II. Bayezid döneminde müneccimbaşı olan Seydi İbrâhim, Kanûnî Sultan Süleyman devrinin ortalarına kadar bu makamda kalmıştır. Onun vefatıyla yerine Sa‘dî b. İshak Çelebi (ö. 947/1540) müneccimbaşı olmuştur. Osmanlı Devleti’nde toplam otuz yedi kişi müneccimbaşılık yapmıştır. XVI. yüzyılın en dikkat çekici müneccimbaşıları Mustafa b. Ali el-Muvakkit ve Takıyyüddin er-Râsıd’dır. Mustafa b. Ali uzun süre Yavuz Selim Camii muvakkithânesinde bulunmuş ve Müneccimbaşı Yûsuf b. Ömer es-Sââtî’nin yerine müneccimbaşı olmuştur. Astronomi, matematik ve coğrafya sahasında Arapça ve Türkçe olmak üzere yirmiden fazla eseri bulunan Mustafa b. Ali rub‘-i âfâkî denilen bir astronomi aletinin de mucididir. Takıyyüddin er-Râsıd Şam ve Mısır’da yetişmiş, daha sonra İstanbul’a gelerek Mustafa b. Ali’nin yerine müneccimbaşı olmuş, bazı siyasî çekişmeler yüzünden kısa bir müddet sonra yıktırılacak olan ilk rasathâneyi kurmuştur. Ayrıca klasik İslâm rasathânelerinde bulunan rasat aletlerini toplamış ve birkaç yeni rasat aleti icat etmiştir. Yazdığı eserler ve düzenlediği astronomi cetvelleri Osmanlı bilim literatüründe çok önemli bir yer tutar. XVII. yüzyılda yetişen bir diğer müneccimbaşı Hüseyin Efendi’dir. 1040-1060 (1631-1650) yılları arasında müneccimbaşılık yapan Hüseyin Efendi zâyîçelerinin isabetiyle meşhur olmuş, ancak siyasî meselelere karıştığından idam edilmiştir. Derviş Ahmed Dede 1078-1099 (1668-1687) yıllarında müneccimbaşılık ve padişaha musahiblik yapmıştır. XVII. yüzyıl müneccimbaşılığın düzenli bir hale geldiği dönemdir. Bu asrın ortalarından itibaren kurum müneccimbaşı, müneccim-i sânî ve beş kâtipten müteşekkil bir kadroya sahip olmuştur. Müneccimbaşı olacak kişiler önce müneccim-i sânîliğe getirilmiştir. Ayrıca müneccimbaşıların en az 40 akçeli müderris veya benzeri bir vazifede bulunmaları gerekmekteydi. XIX. yüzyılın önemli müneccimbaşıları arasında, JosephJerom Lalande’nin Tables astronomiques adlı eserini (Paris 1759) Laland Zîci adıyla Arapça’ya ve Türkçe’ye tercüme eden, Mekteb-i Fenn-i Nücûm’un ilk müdürü Hüseyin Hüsnü Efendi ile astronomi, tıp ve coğrafya sahasında çeşitli eserler vermiş olan Mekteb-i Tıbbiyye’nin ilk anatomi hocalarından Osman Sâib Efendi ve Nâmık Kemal’in babası Mustafa Âsım Efendi sayılabilir.

Müneccimbaşılar ilmiye sınıfından ilm-i nücûma vâkıf kişiler arasından seçilmekte, bu sebeple müderrislik ve kadılık gibi ilmiye vazifelerinde de bulunabilmekteydiler. Müneccimbaşılar arasında vak‘anüvis,


hattat, hassa tabibi, muvakkit ve musâhib-i pâdişâhî olanlar yanında hekimbaşılığa yükselenler ve ilmî pâyelerin en yükseği olan Anadolu ve Rumeli kazaskerliği pâyelerini alanlar da olmuştur.

Sarayın bîrûn erkânı arasında yer alan müneccimbaşıların teşrifattaki mevkileri ilmî rütbe ve pâyesine göre belirlenirdi. Müneccimbaşıların tayinleri ve azilleri hekimbaşıların inhasıyla yapılırdı. Bir münecimbaşının tayin talebini hekimbaşı şeyhülislâma sunar, şeyhülislâm sadrazama teklif eder, o da padişaha arzeder ve padişahın tasvibiyle tayin gerçekleşirdi. Saraya dışarıdan gelen müneccimbaşı ve hekimbaşı burada silâhdar ağaya bağlıydı. Yeni tayin edilen ve genellikle ikinci müneccimlikten gelen müneccimbaşı ile yerine getirilen müneccim-i sânîye sadrazam huzurunda hil‘at giydirilirdi. Müneccimbaşıların çoğunun görevden alınması siyasî hadiselerden kaynaklanırken on dört yıl müneccimbaşılık yapmış olan Mustafa Zeki Efendi (ö. 1148/1735) mesleğinde kifayetsizliği dolayısıyla azledilmiştir. İkinci müneccimler ayrıca takvim hazırlayabilirdi. Kâtip, şâkird veya sadece müneccim olarak anılan görevliler ise müneccimbaşıların yaptıkları takvimleri çoğaltma ve dağıtma gibi işlere bakarlardı. Kâtipler aynı zamanda birer müneccim olup zamanla terfi ederek müneccimbaşılığa yükselebilirlerdi. Müneccimbaşı kâtiplerinin sayısı XVI. yüzyılda dört, daha sonraki yüzyıllarda ise beş olmuş, XIX. yüzyılın sonunda bu sayı bire indirilmiştir.

Müneccimbaşıların asıl görevleri her yıl bir takvim hazırlamaktı. Bunun yanında astronomi ve astrolojiye dair başka vazifeleri de vardı. Takvimler nevruzda hazırlanır, padişah, sadrazam ve diğer devlet ricâline takdim edilirdi. Nevruzdan nevruza kadar olan ayları ihtiva eden takvimler gayet süslü olarak hazırlanmaktaydı. Bunlara o yıl meydana gelecek semavî hadiseler kaydedilirdi. Bazı takvimlerin başında tarihî olaylar ve günler de bulunurdu. Takvimin asıl kısmı cetveller halinde on üç sayfadan oluşurdu. Burada hicrî ve rûmî takvimin günleri, mevsimler ve yapılıp yapılmaması gereken işler yer alırdı. Müneccimbaşılara takvim karşılığında XVI. yüzyılda 2000 akçe verilirken daha sonra bu ücret 7500 akçeye kadar çıkmıştır. XIX. yüzyılda takvimleri matbaada basılmaya başlanınca takvim neşretme imtiyazı müneccimbaşılara verilmiş ve müneccimbaşıların gelirleri artmıştır (müneccimbaşıların hazırladıkları takvimlerin önemli bir kısmı Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathânesi ve Topkapı Sarayı Müzesi kütüphanelerinde bulunmaktadır).

Her yıl ramazan ayından önce imsakiye hazırlanması müneccimbaşıların diğer bir vazifesiydi. İmsakiyeler de önce padişah ve sadrazama, daha sonra diğer devlet ricâline dağıtılırdı. Müneccimbaşıların astrolojiyle ilgili görevleri de bulunmaktaydı. Bu görev, padişahın şahsî işleriyle devlete ait önemli işlerin vaktini belirlemeye yarayan zâyîçe (bir iş için en uygun saati seçme) hazırlamaktı. Buna “eşref-i sâat, sâat-i muhtâr, vakt-i muhtâr, vakt-i sa‘d” da denilirdi. Müneccimlerin en çok zâyîçe hazırladığı konular cülûs, sadrazamın mühür alması, şevval tevcîhatının (önemli memuriyetlere tayin) yapılması, savaş ilânı, ordunun sefere çıkması, donanmanın hareketi, yeni gemilerin denize indirilmesi, devlet binalarının temelinin atılması ve hizmete girmesi, top dökülmesi, yeni dökülen topların deneme atışlarının yapılması, sultan düğünü, çocuk doğumu, has ahır atlarının çayıra salınması ve padişahın bir yere hareketi gibi olaylardır. Osmanlı padişahları içinde müneccimlerin bu kabil işlerini III. Mustafa gibi çok fazla önemseyenler olduğu gibi I. Abdülhamid ve III. Selim gibi hiç itibar etmeyenler de vardır. Padişahlar ve devlet ricâli arasında müneccimlere itibar edenler onlara danışmadan hiçbir işe girişmezlerdi. Öte yandan müneccimbaşıların önemi de eşref-i sâatin isabetli çıkmasına göre artar veya azalırdı. Ancak birçok defa isabetsiz çıkan zâyîçelere rağmen müneccimlere olan itibar devletin son dönemlerine kadar devam etmiştir.

Müneccimbaşılar, takvimlerden aldıkları para dışında imsakiye ve zâyîçelerden de ücret alırlardı. İmsakiye hazırlamalarından dolayı kendilerine 100 kuruş atıyye verilirdi. Bunlardan başka aylık ulûfeler, ihsan ve bahşişler, tayinat ve in‘âmat yanında düzenli arpalık tasarruflarıyla iyi sayılabilecek gelirleri vardı. Müneccimbaşıların mevâcibleri, üç ayda bir ödenen diğer askerî sınıflardan farklı olarak her ay ödenmekteydi. Son müneccimbaşı Hüseyin Hilmi Efendi’nin aylık maaşı önceleri 600 kuruş iken daha sonra 1200 kuruşa ve en son 1500 kuruşa kadar çıkarılmıştır.

İstanbul’da bulunan muvakkithânelerin idaresi müneccimbaşılara bağlı olduğu gibi buralara tayin edilecek kişilerin imtihanları da onlar tarafından yapılmaktaydı. Muvakkithânelerin müneccimbaşıların yetişmesinde önemli bir yeri vardır. Müneccimbaşıların çoğu bu makama gelmeden önce muvakkithânelerde çalışmıştır. Diğer taraftan rasathâne ve Mekteb-i Fenn-i Nücûm gibi kurumlar da müneccimbaşının idaresindeydi. Mekteb-i Fenn-i Nücûm, Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü ve Müneccim-i Sânî Sâdullah Efendi tarafından İstanbul’da açılan ilk astronomi mektebi olup beş yıl kadar eğitime devam etmiş ve daha sonra kapatılmıştır. Bu mektepten on-on beş kadar öğrenci yetişmiş, bunların bazıları müneccim, bazıları da muvakkit olmuştur.

Müneccimbaşılık, XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar önemli bir değişikliğe uğramadan devam etmiştir. Bu yüzyılın ikinci yarısında görülen bir değişiklik Ahmed Tâhir Efendi’nin imtihanla müneccim-i sânîliğe getirilmesidir. Diğer bir değişiklik de II. Abdülhamid zamanında müneccim-i sânîlik makamının kaldırılması ve daha önce beş olan kâtip sayısının bire indirilmesidir. Ayrıca hekimbaşılığa bağlı olan müneccimbaşılık Meşîhat-ı İslâmiyye’ye bağlanmış ve tayinler de bir komisyona havale edilmiştir. Müneccimbaşılık, son müneccimbaşı olan Hüseyin Hilmi Efendi’nin


vefatı üzerine (1924) yeni müneccimbaşı tayin edilmemek suretiyle ilga edilmiştir. Bunun yerine başmuvakkitlik adı altında bir müessese kurularak başına ressam Ahmet Ziya (Akbulut) getirilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, A.RSK, nr. 1497/46, s. 23; nr. 1519/68, s. 74; nr. 1571/120, s. 32; BA, Ali Emîrî, I. Abdülhamid, nr. 1180, 1466; BA, Cevdet-Maarif, nr. 192, 2391, 2541, 3613, 7943; BA, Cevdet-Saray, nr. 1873, 6711; BA, D.TŞF, nr. 2/62; BA, HH, nr. 1753, 56678; BA, KK, nr. 676/2, s. 16, 25, 54; BA, Sicill-i Ahvâl, IV, 12; nr. 47, s. 39; BA, İrade-Dahiliye, nr. 101, 109, 724, 1015, 1426, 2826, 10451; TSMA, nr. E. 2077/1, E. 2077/2, E. 2077/3, E. 3185/14, E. 10171, E. 10323, E. 11197; İstanbul Müftülüğü Şer‘iyye Sicilleri Arşivi, dosya, nr. 309, 1155; Tâcîzâde Câfer Çelebi, Mahrûse-i İstanbul Fetihnâmesi, İstanbul 1331, s. 10; Ayn Ali, Risâle-i Vazîfehorân, s. 94; Kâtib Çelebi, Fezleke, II, 366; Evliya Çelebi, Seyahat-nâme, I, 526; Naîmâ, Târih, V, 26, 30; Şânîzâde, Târih, I, 331; Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, Ravzatü’l-ebrâr, Bulak 1248, s. 462; Âkif Mehmed, Târîh-i Cülûs-ı Sultan Mustafa-yı Sâlis, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2108, vr. 204b-205a; M. l’Abbé Toderini, De la litterature des turcs (trc. M. l’Abbé de Cournard), Paris 1789, I, 141; Sâlih Zeki, Âsâr-ı Bâkıye, İstanbul 1329, I, 133-139, 200-201; Behcetî İsmail Hakkı Üsküdârî, Merâkıd-ı Mu‘tebere-i Üsküdar, Hacı Selim Ağa Ktp., Hüdâi Efendi, nr. 1196, vr. 38a-b; Mustafa Zeki, Mücerrebât-ı Zekî, İÜ Ktp., İbnülemin, nr. 3019, vr. 30b-49b; Ahmed Ziya Akbulut, Not Defteri, Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 121; Ali Seydi Bey, Teşrîfât ve Teşkilât-ı Kadîmemiz (nşr. Niyazi Ahmet Banoğlu), İstanbul, ts. (Tercüman 1001 Temel Eser), s. 122-123; Türkiye Maarif Tarihi, I-II, 190; Abdülhak Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim (haz. Aykut Kazancıgil - Sevim Tekeli), (İstanbul 1943), İstanbul 1982, s. 20; Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı, s. 369-372; A. Süheyl Ünver, İstanbul Rasathanesi, Ankara 1969, s. 52; a.mlf., “İstanbul Muvakkıthaneleri Vazifelilerinin İlmî ve Kültürel Değerleri Üzerine”, International Symposium on the Observatories in Islam (ed. Muammer Dizer), İstanbul 1980, s. 49; İstanbul’un Fethinden Önce Yazılmış Tarihî Takvimler (nşr. Osman Turan), Ankara 1984, s. 1; Aydın Sayılı, The Observatory in Islam, Ankara 1988, s. 50-87; a.mlf., “Rasathane”, İA, IX, 628; Salim Aydüz, Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık ve Müneccimbaşılar (yüksek lisans tezi, 1993), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; a.mlf., “Mekteb-i Fenn-i Nücûm”, Osmanlı Dünyasında Bilim ve Eğitim Milletlerarası Kongresi Tebliğleri (haz. Hidayet Yavuz Nuhoğlu), İstanbul 2001, s. 335-346; Takvîm-i Vekāyi‘, 1. seri, nr. 44, İstanbul 13 Cemâziyelâhir 1248, s. 1, str. 2; Ahmed Refik, “Fâtih Devrine Ait Vesikalar”, TOEM, VIII-XI/49-62 (1335-37), s. 7; a.mlf., “H. 974-975 (1567-1568) Mâlî Yılına Ait Bir Osmanlı Bütçesi”, İFM, XIX/1-4 (1958), s. 288; Mehmed İzzet, “İhtiyârât”, Mahfil, sy. 25, İstanbul 1340, s. 9-10; sy. 26 (1340), s. 29-30; Ömer Lutfi Barkan, “H. 933-934 Tarihli Bütçe Cetveli ve Ekleri”, İFM, XV/1-4 (1955), s. 314-329; İsmet Miroğlu, “İstanbul Rasathanesine Ait Belgeler”, TED, sy. 3 (1972), s. 75-82; Necati Akgür, “Müneccimbaşı Takvimlerinde Tarihleme Yöntemleri”, TDA, sy. 80 (1992), s. 99-120; İsmet Parmaksızoğlu, “Muvakkıthâne”, TA, XXV, 6.

Salim Aydüz