MÜNAFIK

(منافق)

Küfrünü gizleyerek kendini mümin gösteren veya imanla küfür arasında bocalayan kimse anlamında terim.

Sözlükte “(tarla faresi) yuvasına girmek; (bir kimse) olduğundan başka türlü görünmek” anlamındaki nifâk masdarından türemiş bir sıfat olan münâfık kelimesi “inanmadığı halde kendisini mümin gösteren” kimse demektir. Kelimenin, “tarla faresinin bir tehlike anında kaçmasını sağlamak üzere yuvası için hazırladığı birden fazla çıkış noktasının birinden girip diğerinden çıkması” biçimindeki kök mânasından hareketle münafık, “dinin bir kapısından girip diğerinden kaçan çifte şahsiyetli kimse” olarak da tanımlanmıştır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “nfķ” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “nfķ” md.; Lisânü’l-ǾArab, “nfķ” md.). Bazı Batılı araştırmacılar, münafığın “kararsız olmak” mânasında Habeşçe nafaka kelimesinden alındığını ileri sürmüşlerse de (EI2 [İng.], VII, 562) bunun için Kur’ân-ı Kerîm’deki anlam benzerliği dışında herhangi bir delil gösterilememiştir. Münafık kelimesi Câhiliye döneminde mevcut olmakla birlikte terim mânasında kullanıldığı bilinmemektedir.

Nifak kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de kök halinde üç, çekimli fiil olarak iki ve münafık şeklinde yirmi yedi âyette geçmekte olup beş yerde münafık erkeklerin yanında münafık kadınlar da zikredilmiştir (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “nfķ” md.). Ayrıca Kur’an, diğer birçok âyette müminler ve kâfirlerden başka üç temel inanç grubundan biri olarak münafıklardan da bahsetmektedir. Münâfikūn adlı müstakil bir sûre de mevcuttur. Bu âyetlerde münafıkların itikadî durumları, psikolojik yapıları ve ahlâkî bozuklukları, toplumsal hayattaki yerleri, Hz. Peygamber’e ve müminlere karşı tutumları, âhiretteki konumları ayrıntılı biçimde anlatılır.

Kur’an terminolojisinde münafık kelimesi iki farklı tipteki insan için kullanılır. İlki halis münafıklar olup bunlar, “Aslında inanmadıkları halde Allah’a ve âhiret gününe iman ettik” derler (el-Bakara 2/8). İkincisi zihin karışıklığı, ruh bozukluğu veya irade zayıflığı yüzünden imanla küfür arasında gidip gelen, şüphe içinde bocalayan (en-Nisâ 4/137, 143; krş. et-Tevbe 9/44-45), imandan çok küfre yakın olan (Âl-i İmrân 3/167) çifte şahsiyetli insanlardır. Bazı âyetlerde “münafıklar” ve “kalplerinde hastalık bulunanlar” diye ikili ifade tarzının yer alması da bu farklılığı göstermektedir (el-Enfâl 8/49; el-Ahzâb 33/12). Halis münafıklar müminlerle karşılaştıklarında inandıklarını belirtirler, ancak asıl taraftarlarıyla baş başa kaldıkları zaman müminlerle alay ettiklerini söylerler (el-Bakara 2/14). Diğerleri ise Resûl-i Ekrem’e inandıklarını sanmakla birlikte önemli işlerde din dışı otoritelere gitmeyi tercih etmekte, fakat başlarına bir felâket gelince Hz. Peygamber’e başvurmakta (en-Nisâ 4/60-62), böylece hak dine olan bağlılıkları dünyevî menfaatlerine göre değişmektedir (el-Hac 22/11).

Münafıklar hakkındaki bu ayırım göz önünde bulundurulduğu takdirde nifak hareketinin Medine’de başladığı yolundaki yaygın kanaatin halis münafık tipiyle sınırlandırılmasının gerektiği anlaşılır. Zira “şüphe içinde bocalama” mânasındaki nifakın Mekke döneminde de bulunduğu söylenebilir. Bu durumda Mekkî âyetlerde münafıklardan bahsedilmesinin sebebi açıklığa kavuşmuş olur (meselâ bk. el-Ankebût 29/10-11; el-Müddessir 74/31). Ancak sistemli bir hareket olarak nifak, güçlü ve hızlı kültür değişimlerinin gerçekleştiği toplumlarda görüldüğü gibi yeni bir yapılanmaya gidildiği Medine devrinde yeni oluşuma tam uyum sağlayamayan insanlar arasında ortaya çıkmıştır. Bazı âyetlerde belirtildiği üzere münafıklar başlangıçta İslâm’ı benimsemişlerse de sonradan tekrar küfre dönmüşlerdir (meselâ bk. et-Tevbe 9/66, 74); bu sebeple iradeleri doğrultusunda kalpleri mühürlenmiştir (et-Tevbe 9/87; el-Münâfikūn 63/3).


Bunlara ayrı bir isim verilmesi sadece dünyadaki toplumsal statüleriyle ilgili bir niteleme olup âhirette kâfirlerle birlikte kötü bir âkıbete mâruz kalacaklardır (en-Nisâ 4/140; et-Tevbe 9/68).

Çeşitli âyetlerde münafıkların psikolojik durumunun toplumsal hayata yansıyan görünüm ve etkilerine temas edilmekte, meselâ dış görünüşlerinin aksine onların her şeyden korktukları, özellikle savaştan endişe duydukları belirtilmektedir (et-Tevbe 9/56-57; Muhammed 47/20-21; el-Haşr 59/11-13; el-Münâfikūn 63/4). Yine onların cimri, yalancı ve kibirli oldukları (et-Tevbe 9/67; el-Münâfikūn 63/1, 5), gösterişe önem verdikleri, maddî menfaat için namaz kıldıkları, gerçekte ise dua ve ibadet hayatında isteksiz davrandıkları (en-Nisâ 4/142), ekini ve nesli (ekonomiyi ve kültürel hayatını) bozmaya uğraştıkları (el-Bakara 2/205), kötülüğü yaygınlaştırıp iyiliğe engel olmaya çalıştıkları (et-Tevbe 9/67), Allah’ı ve müminleri alaya aldıkları (et-Tevbe 9/65, 79), müslümanlara yardım edilmesini engellemeye gayret ettikleri (el-Münâfikūn 63/7), müminlere karşı kin besledikleri (Âl-i İmrân 3/119), kötü haberler yaydıkları (el-Ahzâb 33/57-60), günah, düşmanlık ve Hz. Peygamber’e isyan konusunda gizli faaliyetler yürüttükleri (el-Mücâdile 58/8; krş. en-Nisâ 4/108) ifade edilmektedir.

Medine döneminde yapılan savaşlarda ve diğer bazı olaylarda ortaya koydukları olumsuz tutum sebebiyle bazı kişilerin münafık olduğuna hükmedilmişti. Ancak bunların bir kısmının yakınları Müslümanlığı benimsemişti. Hz. Peygamber, toplumsal birliği sağlamak ve İslâm’a sempati duyan gönülleri incitmemek düşüncesiyle münafıkların cenaze namazını kılmak, onlar için dua etmek istemişse de nâzil olan âyetlerle bundan menedilmiş ve onlar için birçok defa dilese bile asla bağışlanmayacakları bildirilmiştir (et-Tevbe 9/80, 84; krş. Taberî, VI, 434, 439-440).

Nifak kavramı hadislerde de geniş biçimde yer almış, Resûl-i Ekrem’in münafıklarla ilişkisi ve onlar hakkındaki değerlendirmeleri hadis kitaplarında çeşitli başlıklar altında anlatılmıştır (Wensinck, el-MuǾcem, “nfķ” md.). Ca‘fer b. Muhammed el-Firyâbî bu konudaki rivayetleri Śıfatü’l-münâfıķ adlı eserinde bir araya getirmiştir (aş. bk.). Resûlullah’ın münafıklar hakkında vahiy yoluyla kısmen de olsa bilgilendirilmesine (et-Tevbe 9/101; Muhammed 47/29-30) ve onlara karşı tedbirli davranmasına rağmen bazı sebeplerle münafıklar için ayrı bir statü belirlemediği bilinmektedir. Bu uygulama ile İslâmî müsamaha ve sabrın enginliği gösterilmekte, ayrıca iman etmeleri ihtimali göz önüne alınmakta ve neticede açıkça İslâm düşmanlığı yapmaları da engellenmiş olmaktaydı (Elmalılı, I, 240-241). Bununla birlikte Hz. Peygamber münafıkları şahsen değil tip olarak tanımlıyordu. Bir hadiste imanla küfür arasında kalan münafık iki sürünün ortasında durup nereye katılacağını bilemeyen koyuna benzetilmiştir (Müsned, II, 88; Müslim, “Śıfâtü’l-münâfıķīn”, 17). Diğer bir hadiste ise münafık bir nehir kenarına gelen üç kişiye ait bir temsille tasvir edilmiştir. Buna göre mümin suya atlar ve karşıya geçer, ardından münafık atlar, mümine yetişmek üzere olduğu sırada bir yandan kâfirin, diğer yandan müminin, “Bu tarafa gel!” çağrıları ile ikisi arasında bocalarken kuvvetli bir su dalgasıyla boğulur (Taberî, IV, 334; İbn Kesîr, II, 325).

Münafığın alâmetleri hakkında bilgi veren rivayetler de mevcuttur ve bunların genellikle ahlâkla ilgili olduğu görülmektedir. Meselâ bir hadiste münafıklık alâmetleri yalan söylemek, sözünde durmamak ve emanete hıyanet etmek şeklinde özetlenmiştir (Buhârî, “Îmân”, 24; Müslim, “Îmân”, 107-108). Diğer bir rivayette bunlara anlaşmazlığa düştüğünde haksızlığa sapma unsuru da eklenmiştir (Buhârî, “Îmân”, 24, “Mežâlim”, 17), Müslim’in naklettiği hadisin devamında, “Böyle bir kimse oruç tutup namaz kılsa ve müslüman olduğunu zannetse de durumu değişmez” denilmiştir (“Îmân”, 109-110). Bir başka hadiste hayânın ve az konuşmanın imanın iki tecellisi, çirkin sözün ve gereğinden fazla konuşmanın ise nifakın iki alâmeti olduğu belirtilmiş (Müsned, V, 269; Tirmizî, “Birr”, 80), münafıklarda iç açıcı bir görünüm ve dinî kavrayışın bir arada bulunamayacağı beyan edilmiştir (Tirmizî, “Ǿİlim”, 19). Abdullah b. Amr b. Âs’ın rivayet ettiği, “Ümmetin münafıklarının çoğu Kur’an okuyucularıdır” meâlindeki hadis (Müsned, II, 175) âlimler tarafından, “Kur’an’ı kasten yanlış yorumlayanlar, Asr-ı saâdet’teki münafıklarda görüldüğü gibi inanarak değil kınanmaktan korktukları veya gösteriş için okuyanlar” şeklinde açıklanmıştır (a.g.e. [Arnaût], XI, 209-211).

Sahâbîlerin zaman zaman kendilerinde nifak olup olmadığı hususunda endişeye kapıldıkları (Buhârî, “Îmân”, 36), meselâ Hz. Peygamber’e kâtiplik yapan Hanzale b. Rebî‘in onun yanında iken hissettiği huzur ve mutluluğu sohbetinden ayrıldıktan sonra hissedemediği, bunun bir nifak işareti olmasından korktuğu ve durumu Resûl-i Ekrem’e sorduğu, onun da bu halin nifak alâmeti olmadığı cevabını verdiği nakledilmektedir (Müslim, “Tevbe”, 12; Tirmizî, “Ķıyâmet”, 59). Bu tür rivayetlerde yer alan nifak kavramı genellikle itikadî bozukluğa değil amelî eksikliğe işaret etmektedir. Nitekim bazı İslâm âlimleri nifakı itikadî ve amelî olmak üzere ikiye ayırmış (İbn Hacer, I, 111; II, 47), bazıları da büyük ve küçük nifaktan söz etmiştir. İbn Hacer, bu konudaki farklı görüşleri belirttikten sonra hadiste geçen nifakın amelî nifak olduğu şeklinde yorum yapan Kurtubî’nin telakkisini benimsediğini söylemiştir (Fetĥu’l-bârî, I, 113).

Kelâm ilminde nifak konusu büyük günah (kebîre) meselesinin ortaya çıkmasına paralel olarak gündeme gelmiştir. İmanın tarifi, amelin imandan bir cüz olup olmadığı, dolayısıyla mürtekib-i kebîrenin dünyevî ve uhrevî durumu gibi konuların tartışıldığı sırada nifak zaman zaman imanla küfür yanında üçüncü bir kavram olarak dile getirilmiştir. Ancak münafığın bu konumunun sadece dünya ile sınırlı kalacağı, âhirette ise nifak üzere ölen herkesin kâfirlerle aynı muameleye tâbi tutulacağı hususunda âlimler arasında görüş birliği vardır.

Hasan-ı Basrî, büyük günah işleyenlerin münafık olduğunu ileri sürenlerin ilki gibi görünmekle birlikte onun daha sonra bu fikrinden döndüğü nakledilir (Nesefî, II, 778; Nûreddin es-Sâbûnî, s. 80). Ancak Hasan-ı Basrî’nin Mürciîler’e karşı çıkarak samimi mümin bilincine ulaşamayan herkese “mürâi” anlamında münafık dediği bir gerçektir. Ona göre münafık dünya işlerine düşkün olan ve ilâhî cezadan korkmayan, dolayısıyla imanı ciddiye almayan kişidir (Izutsu, İslâm Düşüncesinde İman Kavramı, s. 69). Kendisinden nakledilen, “Müminlerden başkası Allah’tan korkmaz, münafıklardan başkası da kendini emniyette hissetmez” sözü bu düşünceyi yansıtır (Buhârî, “Îmân”, 36). Nitekim Tirmizî, Hasan-ı Basrî’nin nifakı tekzîbî ve amelî olmak üzere ikiye ayırdığını bildirmektedir (“Îmân”, 14).

Kalbin ameli olmadan imanın tamamlanmayacağını düşünen ve davranışları onun zorunlu sonuçları olarak gören İbn Teymiyye, büyük günah işlemek suretiyle samimi imanla bağdaşmayan davranışlar ortaya koyan kişiye mümin değil Hucurât sûresindeki âyetten hareketle (49/14)


müslüman demekte ve imanın artıp eksileceğini kabul ettiğinden müslüman ismi verdiği kişide nifak unsurlarının bulunabileceğini belirtmektedir. Ona göre Kur’ân-ı Kerîm’de sözü edilen münafıklar iki çeşit olup birincisi kalbinde küfrü gizlediği halde zâhirde mümin olduğunu söyleyen kişidir. Bunun halis münafık olduğu hususunda İslâm âlimleri ittifak etmiştir. İkincisi kalbinde hem iman hem nifak unsurlarını bulunduran kimsedir. Nitekim, “O gün onlar imandan çok küfre yakındılar” âyetiyle (Âl-i İmrân 3/167) nifak alâmetlerinden bahseden hadisler bunun delilidir. Bunlara, “cennet vaad edilen mümin” denmemekle birlikte cehennemde ebedî kalmayacakları umulmaktadır, çünkü hadislerde de belirtildiği gibi kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunan kimse cehennemden çıkacaktır (Kitâbü’l-Îmân, s. 172, 188, 217-218, 236-237, 269).

Mâtürîdî, büyük günah işleyen kişinin durumunu tartışırken Allah’ın mümin, kâfir ve münafık olmak üzere üç inanç mensubu belirlediğini söylemekte ve münafıkların müminlerle kâfirler arasında bocalayan kimseler olduğunu kaydederek bu sınıflandırma dışında yeni bir taksimat yapılamayacağına dikkat çekmektedir (Kitâbü’t-Tevĥîd, s. 566). Bu açıklamaları ile Mâtürîdî münafıklara küfrün dışında farklı bir statü tanımış gibi görünse de Kur’an’da müminlerin iman edip şüpheye düşmeyenler (el-Hucurât 49/15), münafıkların ise tereddüt içinde bulunanlar (en-Nisâ 4/143) şeklinde nitelendirildiği ve imanın şüphe karışmamış bir tasdik olarak kabul edildiği dikkate alınırsa onun da münafıkları kâfir konumunda gördüğü anlaşılır.

Nifakla ilgili modern çalışmalarda konunun farklı yönleri göz önüne alınarak değişik sınıflandırmalar yapılmıştır. Bir tasnifte itikaddaki nifak halis ve tereddütlü nifak diye isimlendirilirken ameldeki nifak “nifak benzeri tutum” (şibhü’n-nifâk) olarak nitelendirilmiştir (Yıldız, s. 78-90). Diğer bir çalışmada ise halis ve tereddütlü nifak aslî ve ârızî şeklinde ikiye ayrılmıştır (Abdurrahman Hasan Habenneke el-Meydânî, I, 57-58). Öte yandan nifakın siyasî, iktisadî ve sosyal alanlarda kendini gösterdiğini ortaya koyan, casusları ve bazı gizli teşkilâtları münafık olarak değerlendiren araştırmacılar da vardır (Abdülhalim Hifnî, s. 100-149, 229).

Öyle anlaşılıyor ki naslarda münafıklarla ilgili olarak kullanılan üslûp ve ifadelerin farklılık taşıması âlimlerin de farklı tahliller yapmasına zemin hazırlamıştır. Aslında konu hem psikolojik hem sosyolojik açıdan karmaşık ve çok yönlüdür. Asr-ı saâdet’te eski inançların terkedilip İslâmiyet’in benimsenmesi herkes için aynı kolaylıkta gerçekleşmemiştir. Sonraki asırlarda İslâmiyet’i miras yoluyla devralanların içinde de kendilerini rahat hissedemeyenler olmuş ve tereddüt gösterenler bulunmuştur. Hızlı ve güçlü kültür değişimlerine mâruz kalanlardan bazıları nefsânî arzularına yenik düşerek nifak hastalığına yakalanabilirler. Hz. Peygamber’in nifak hususunda hoşgörülü davrandığı bilinmektedir. Zira nifak içine düşenlerden bir kısmının yakınları müslüman olduğu gibi bazı münafıkların daha sonra samimi müslüman olma ihtimali de mevcuttu. Bu durum İslâm tarihinin her döneminde söz konusudur.

İslâm mezheplerinin münafıklar hakkındaki hükümlerinin -imanı dille ikrardan ibaret sayan Kerrâmiyye hariç- birbiriyle uyuştuğu görülür. Mezhepler, iman-amel ilişkisine bakışlarından dolayı adlandırmada mümin ve fâsık kelimelerini kullanmışlarsa da kalben iman etmediği halde zâhiren mümin görünen kişinin münafık olduğu ve kendisine dünyada müslüman muamelesi yapılmakla birlikte âhirette ebediyen cehennemde kalacağı hükmünde birleşmişlerdir (Nûreddin es-Sâbûnî, s. 81; Alper, s. 55).

Kur’ân-ı Kerîm’in özellikle Medine döneminde nâzil olan âyetlerinde nifak hareketine ve münafıklara fazlaca temas edildiği bilinmektedir. Bu âyetlerin yorumlanması sırasında çeşitli tefsir kitaplarında konu hem İslâm tarihi açısından hem sistematik yönden ele alınmıştır. Müslim’in CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’inde “Śıfâtü’l-münâfiķīn” adıyla bir bölüm mevcut olup seksen üç hadis içermektedir. Kütüb-i Sitte’de yer alan “îmân” bölümlerinin çoğunda münafığın alâmetlerine ayrılan bablar bulunmaktadır. Wensinck’in el-MuǾcem’inde yaklaşık yedi sütunluk bir hacim içinde nifakla ilgili rivayetlere işaret edilmekte (VI, 515, 523-527), aynı müellifin Miftâĥu künûzi’s-sünne’sinde konunun kaynakları iki sütun halinde gösterilmektedir (s. 481). Münafıklar hakkında bilinen en eski çalışma Ca‘fer b. Muhammed el-Firyâbî’nin Śıfatü’l-münâfıķ adlı eseridir. Çeşitli baskıları bulunan kitap ayrıca Ebû Abdurrahman el-Mısrî el-Eserî’nin şerhiyle birlikte yayımlanmıştır (Tanta 1408/1988). Kaynaklar Zeynüddin Abdurrahman b. Hibetullah el-Mısrî’ye ait Śıfatü’l-münâfıķ adlı bir kitaptan da bahsetmektedir (Keşfü’ž-žunûn, II, 1079).

Modern dönemde konuyu müstakil olarak inceleyen çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bunların içinde -bibliyografyada gösterilenlerden başka- İbrâhim Ali Sâlim’in en-Nifâķ ve’l-münâfiķūn fî Ǿahdi Resûlillâh (Kahire 1948); Muhammed Cemîl Gāzî’nin el-Münâfiķūn (Cidde 1393/1972); Atıyye Atîk Abdullah ez-Zehrânî’nin en-Nifâķ ve’z-zendeķa eŝeruhumâ fî muvâceheti’d-daǾveti’l-İslâmiyye (yüksek lisans tezi, Câmiatü Ümmi’l-kurâ Külliyetü’ş-şerîa, 1399); Ahmed Sâdıkī Erdistânî’nin İslâm ve münâfikīn (Tahran 1360); Hasan Abdülganî’nin el-Münâfiķūn ve ŞaǾbü’n-nifâķ (Küveyt 1401/1981); Abdülhakîm el-Beyyûmî’nin en-Nifâķ ve’l-münâfiķūn min hilâli’l-Ķurǿân (doktora tezi, 1981, Câmiatü’l-Ezher Külliyetü Usûli’d-dîn); Muhammed Abdülmün‘im el-Birrî’nin el-Münâfiķūn ve mevķıfuhum mine’d-daǾveti’l-İslâmiyye (doktora tezi, 1982, Câmiatü’l-Ezher Külliyetü Usûlüddîn); Abdülazîz b. İbrâhim eş-Şehvân’ın en-Nifâķ ve ħaŧaruhû Ǿale’l-Ǿaķīde (yüksek lisans tezi, 1401, Câmiatü’l-İmam Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye Külliyetü Usûlüddîn); Ebü’l-Hasan Benî Sadr’ın Nifâķ der Ķurǿân (Tahran 1359); Abdurrahman b. Muhammed ed-Düsrî’nin en-Nifâķ: Âŝâruhû ve mefâhimuh (Riyad 1404/1984); Sadık Kılıç’ın Kur’an’a Göre Nifak (İstanbul 1982); Fikret Karaman’ın Münafıklığın İtikadî Boyutu ve İslâmî Tebliğe Etkisi (Elazığ 1996); Hamdi İşcan’ın Kur’ân’a Göre Münafıkların Özellikleri (İstanbul 2003) ve Hasan Kurt’un İslâm İnancına Göre Nifak ve Münafık (İstanbul 2004) adlı eserleri zikredilebilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “nfķ” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “nfķ” md.; Lisânü’l-ǾArab, “nfķ” md.; Tehânevî, Keşşâf, II, 1422-1423; Tâcü’l-Ǿarûs, “nfķ” md.; Wensinck, el-MuǾcem, “nfķ” md.; a.mlf., Miftâĥu künûzi’s-sünne, Kahire 1353/1934, s. 481; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “nfķ” md.; el-Muvaŧŧaǿ, “Ķaśrü’ś-śalât”, 84; Müsned, I, 84, 95, 128; II, 88, 175, 424, 466, 472, 531; III, 17, 185, 191, 247, 292; IV, 338; V, 57, 269; VI, 292; a.e. (Arnaût), XI, 209-211; Buhârî, “Edeb”, 52, “Eźân”, 34, “Fiten”, 21, “Îmân”, 24, 36, “Cizye”, 17, “Mežâlim”, 17, “Mevâķīt”, 20; Müslim, “Îmân”, 14, 106, 107-108, 109-110, “Mesâcid”, 195, 252, “Śıfâtü’l-münâfiķīn”, 17, “Tevbe”, 12; İbn Mâce, “Mesâcid”, 18; Ebû Dâvûd, “Śalât”, 5, 47; Tirmizî, “Birr”, 80, “Îmân”, 14, 25, “Ǿİlim”, 19, “Ķıyâmet”, 59, “Śalât”, 6; Nesâî, “Cihâd”, 2, “Îmâme”, 45, “Îmân”, 20, “İstiǾâźe”, 21, “Mevâķīt”, 9; Ca‘fer b. Muhammed el-Firyâbî,


Śıfatü’l-münâfıķ (nşr. Bedîr el-Bedr), Küveyt 1405/1985, s. 43-82; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, Beyrut 1420/1999, I, 150, 151, 162; IV, 333-335; VI, 434, 439-440; XII, 100-102; Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevĥîd (nşr. Bekir Topaloğlu - Muhammed Aruçi), Ankara 1423/2003, s. 566, 602-604; Nesefî, Tebśıratü’l-edille (Salamé), II, 770, 778; Zemahşerî, el-Keşşâf (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd v.dğr.), Riyad 1418/1998, I, 179-180; II, 167-170; VI, 124; Nûreddin es-Sâbûnî, el-Bidâye fî uśûli’d-dîn (nşr. Bekir Topaloğlu), Ankara 2000, s. 80-81; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, Beyrut 1421/2000, II, 53, 70-71; XI, 67-68; Nevevî, Şerĥu Müslim, II, 47; İbn Teymiyye, Kitâbü’l-Îmân (nşr. İsâmüddin es-Sabâbitî), Kahire 1993, s. 172, 188, 217-218, 236-237, 269 vd.; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿâni’l-Ǿažîm (nşr. Hânî el-Hâc), Kahire, ts., I, 62-74; II, 322-325; VIII, 100-104; İbn Hacer, Fetĥu’l-bârî (Hatîb), I, 111, 113; II, 47; Keşfü’ž-žunûn, II, 1079; Elmalılı, Hak Dini, I, 227, 235, 236, 240-241; IV, 2558; VII, 4997; T. Izutsu, İslâm Düşüncesinde İman Kavramı (trc. Selâhattin Ayaz), İstanbul 1984, s. 67-74; a.mlf., Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar (trc. Selâhattin Ayaz), İstanbul 1991, s. 238-244; Abdülfettâh Lâşîn, Luġatü’l-münâfıķīn fi’l-Ķurǿân, Beyrut 1405/1985, I-II; Abdülhalîm Hifnî, Üslûbü’l-Ķurǿân fî keşfi’n-nifâķ, Kahire 1990, s. 16-17, 42-43, 61, 63, 100-149, 229; M. Abdülhâdî el-Mısrî, Ĥaķīķatü’l-îmân Ǿinde Ehli’s-sünne ve’l-cemâǾa, Kahire 1411/1991, s. 121-140; Abdurrahman Hasan Habenneke el-Meydânî, Žâhiretü’n-nifâķ ve ħabâǿiŝü’l-münâfıķīn fi’t-târîħ, Dımaşk 1414/1993, I, 57-58, 72-73, 85-106; II, 631, 686; Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an (trc. Alparslan Açıkgenç), Ankara 1993, s. 292-294; Ahmet Sezikli, Hz. Peygamber Devrinde Nifak Hareketleri, Ankara 1994, s. 1-24, 78-90, 202-217; M. İzzet Derveze, Kur’an’a Göre Hz. Muhammed’in Hayatı (trc. Mehmet Yolcu), İstanbul 1995, III, 75-114; Adnan Demircan, Hz. Peygamber Devrinde Münafıklar, Konya 1996, s. 11-23, 29, 31, 40; Abdullah Yıldız, Hz. Peygamber ve Gizli Düşmanları Münafıklar, İstanbul 2000, s. 19-184; Hülya Alper, Bir Kelâm Problemi Olarak İmanın Psikolojik Yapısı, İstanbul 2002, s. 55, 60, 145; Abdurrahman Küçük, “Münâfıklık ve Dönmelik Üzerine Bir Araştırma”, AÜİFD, XXIX (1987), s. 358-359; A. Brockett, “al-Munāfiķūn”, EI² (İng.), VII, 562; Yusuf Şevki Yavuz, “Fâsık”, DİA, XII, 204; Mehmet Ali Sönmez, “Firyâbî, Ca‘fer b. Muhammed”, a.e., XIII, 146.

Hülya Alper




Hz. Peygamber Döneminde Münafıklar. İslâm tarihinde nifak hareketlerinin ortaya çıkışı, müslümanların organize bir topluluk ve siyasî bir güç olarak belirmeye başladığı Medine devrine rastlar. Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettikten sonra, kendisine inanmayan ve İslâmiyet’e meyilleri olmayan bir kısım Medineliler ile Medine civarındaki bedevîlerden ileri gelen bazı kimseler siyasî ve maddî sebeplerden dolayı İslâm’a zâhiren girmekte kendileri için yarar görmüşlerdir; özellikle bunların bir kısmı bulunduğu muhitte gözden düşmemek amacıyla bu yolu seçmiştir.

Bedir zaferiyle birlikte Evs ve Hazrec kabileleri içinde mütereddit davrananlar hemen müslüman oldular. Bunlardan, Medine halkına başkan olmak üzere iken İslâmiyet’in şehre gelmesiyle siyasî nüfuzunu yitiren Abdullah b. Übey b. Selûl eski itibarını korumak maksadıyla bir grup oluşturdu ve Hz. Peygamber’e karşı gizli bir muhalefet cephesi kurarak çeşitli nifak taktikleri uygulamaya başladı. Bu arada bir yandan hıristiyan liderlerinden akrabası Ebû Âmir er-Râhib’in desteğini sağlarken bir yandan da gizlice Kureyş müşrikleri ve Medine yahudileriyle dostluk anlaşmaları yaptı. Abdullah b. Übey, Uhud ve Hendek savaşları sırasında ilk defa Kureyş müşrikleri ve Ebû Âmir ile olan ilişkilerini açığa vurdu ve Benî Kurayza ile Benî Nadîr’i Resûl-i Ekrem’e karşı savaşa teşvik etti. Oluşturduğu münafıklar grubunu yahudi ve müşriklerle aynı ittifak içinde toplamaya çaba gösterdi. Fakat Mekkeli müşrikler Hudeybiye Antlaşması ile kısmen ve Mekke’nin fethinden sonra tamamen onun ittifakından çıktılar. Öte yandan Medine’de ortak eyleme girdiği yahudilerin şehirden sürülmesiyle oradaki beraberlik de sona erdi. Bu durumda sadece Mekke fethinin ardından Tâif’e kaçan ve daha sonra Suriye’ye giden Ebû Âmir onunla irtibatını kesmeyerek hıristiyanları Hz. Peygamber’e karşı kışkırtmaya çalışmak suretiyle kendisine yardım etmeyi sürdürdü.

Abdullah b. Übey, Benî Mustaliķ (Müreysî‘) Gazvesi sırasında ensar ve muhacirleri birbirine düşürmeyi denedi; dönüşte de Medine’de kargaşa çıkarmak için İfk Hadisesi’ni tezgâhladı. Nifakın zirveye çıktığı en kritik günlerde münafıkların üs olarak kullandığı nifak merkezini mescid hüviyetine büründürerek faaliyetlerine meşruiyet kazandırmak istedi (bk. MESCİD-i DIRÂR). Tebük Seferi’nde gövde gösterisi yapmak amacıyla Zübâb tepesi tarafında Hz. Peygamber’in ordugâhından ayrı bir ordugâh kurdu. Bir taraftan savaşa gitmeyenlerin başını çekerken diğer taraftan bazı münafıkların orduya katılmasını sağlayarak nifak hareketlerini tahrik etti ve bunun sonucunda Tebük dönüşünde Resûl-i Ekrem’e suikast girişiminde bulunuldu (bk. TEBÜK GAZVESİ).

Abdullah b. Übeyy’in planladığı nifak olayları karşısında insanların iki gruba ayrıldığı anlaşılmaktadır. Birinci grup, Câhiliye duygusundan henüz kurtulamayan ve İbn Übeyy’in kötü niyetinden haberi olmaksızın siyasî propagandalara aldanarak ona katılanlar, ikincisi de kalben ve fiilen nifak üzere bulunanlardır. Bu dönemde itikadî nifakı kanıtlanmış kişilerin nisbeten az olduğu görülmektedir. Hulefâ-yi Râşidîn devrinin sonuna doğru ortaya çıkan fitnelere Asr-ı saâdet’ten kalan münafıkların değil daha sonra İslâm’a giren yahudilerin tesir etmesi Asr-ı saâdet’teki münafıkların sayıca azlığının bir delili sayılabilir. Hz. Peygamber, münafıklara karşı uyguladığı metotla nifak hareketlerini kökünden kurutmaya çalışmış, sayılarını ve etkilerini çok aza indirmiştir. Kurduğu otorite ile nifakın eyleme dönüşmesine pek fırsat vermemiş, çıkan nifak hareketlerini de kısa sürede önlemiştir. Onun Kur’ân-ı Kerîm’in münafık tanımlamasına giren insanları bu sıfatla damgalamadığı, hiç kimseye münafık diye hitap etmediği ve bunu müminlere de yasakladığı görülmektedir. Çok defa münafıklara sadece mânevî müeyyide uygulamış, onların hukukuna riayet ederek kendilerine düşman muamelesi yapmamıştır. Ayrıca nifak problemini İslâm toplumunun bir iç meselesi olarak değerlendirmiş, siyasî mahiyette başlayan nifakın itikadî hüviyete bürünmemesi için âzami gayret gösterip münafıkların kendi aralarında giderek kuvvet kazanmasını önlemiştir. Bu arada Resûl-i Ekrem’in belirli konularda münafıklara izin vermesini ve suçlarını affetmesini sadece hoşgörüsüne bağlamamak, bunda özellikle İbn Übeyy’in çevresinde bulunan kişilerin nifaktan uzaklaştırılması siyasetinin yatmakta olduğunu kabul etmek gerekir.

Münafıkların faaliyetleri, barış zamanı ensar ve muhacirler içinde kavga çıkartarak İslâm toplumunu birbirine düşürmek, Hz. Peygamber’e gelen vahiyleri küçümseyip yeni müslümanlar arasında tereddüt uyandırmak, onun şahsını ve aile fertlerini cemiyet içinde lekeleyerek yıpratmak şeklinde yoğunlaşırken savaş zamanı müslümanların cesaretini kırmak, düşmana avantaj sağlayıcı yollara başvurmak, Resûlullah’a karşı kötü fiiller tertiplemek ve İslâm ordusunu içten çökertmeye çalışmak şeklinde sıralanabilir. Bu gayretler karşısında Hz. Peygamber önce dış desteklerini keserek onları yalnızlığa itmiş ve ashap arasında kurduğu kardeşlik, tevhid ve birlik şuuruyla iç huzuru ve güvenliği sağlamıştır. Böylece Resûl-i Ekrem’in


vefatına yakın dönemde münafıklar etkilerini tamamen kaybetmişlerdir.

BİBLİYOGRAFYA:

DCR, s. 341-342; Buhârî, “Menâķıb”, 1, “Edeb”, 52, “Ahķâm”, 27; Müslim, “Śıfâtü’l-münâfıķīn”, s. 16; Tirmizî, “Îmân”, 14; İbn Hişâm, es-Sire2, IV, 124; İbn Kuteybe, el-MaǾârif (Ukkâşe), s. 343; Belâzürî, Ensâb, I, 274-283; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, IV, 324; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, II, 68 vd.; Kurtubî, el-CâmiǾ, I, 195; VII, 212; İbn Kesîr, el-Bidâye, I, 47, 48; Elmalılı, Hak Dini, VI, 4997; Ahmed Emîn, Fecrü’l-İslâm (trc. Ahmed Serdaroğlu), Ankara 1976, s. 94; Abdülfettâh el-Kādî, Esbâbü’n-nüzûl Ǿani’ś-śaĥâbe ve’l-müfessirîn, Kahire, ts., s. 12; M. Lokmân el-A‘zamî en-Nedvî, MüctemaǾu’l-Medîneti’l-münevvere fî Ǿahdi’r-Resûl, Kahire 1989, s. 427-470; H. Ahmet Sezikli, Hz. Peygamber Devrinde Nifak Hareketleri, Ankara 1994; Adnan Demircan, Hz. Peygamber Devrinde Münafıklar, Konya 1996; Nihat Hatipoğlu, Peygamberimiz Döneminde Müşrik ve Münafık Liderler, Ankara 1999, s. 83-106; Abdullah Yıldız, Hz. Peygamber ve Gizli Düşmanları, İstanbul 2000.

H. Ahmet Sezikli