MÜNÂBEZE

(المنابذة)

Câhiliye dönemine ait bir satım şekli.

Sözlükte “atmak” anlamındaki nebz kökünden türeyen münâbeze (nibâz), tarafların kıyemî bir malı incelemeden birbirlerine atmalarıyla gerçekleşen bir satım şeklinin adıdır. Hz. Peygamber’in münâbezeyi yasakladığı sahih hadislerle sabit olduğundan fakihler bu işlemin geçersizliğinde ittifak etmiştir. Fakat bunun anlamı ve yasaklanma gerekçesi hakkında hadis ve fıkıh eserlerinde farklı açıklamalar yer almaktadır. Bazı hadis rivayetlerinde münâbeze, taraflardan birinin veya her ikisinin alacağı malı incelemeden kendisine ait elbise veya kumaşı karşı tarafa atmasıyla gerçekleşen bir satım şekli olarak tasvir edilmektedir. Bu satışın taş atma yoluyla gerçekleştiği ve bu yönüyle “bey‘u’l-hasât”a benzediği de söylenir. Buna göre atılan taş hangi elbise veya kumaş topuna isabet ederse o belirlenmiş olur veya taraflardan birinin elindeki taş yere düştüğünde akdin fiilen gerçekleştiği kabul edilir. Ancak bey‘u’l-hasâtın münâbezeden farklı bir satış olduğu görüşü daha güçlüdür.

Satın alınacak malı inceleme imkânı vermeden gerçekleşmesine bakarak münâbezenin, akid meclisinde hazır bulunmayan malın nitelikleri söylenip satılması ile (bey‘u’l-gāib) karıştırılmaması gerekir. Zira onda müşteri, malı beğenmediği veya mal tanımlandığı şekilde çıkmadığı takdirde akdi feshetme hakkına sahiptir. Halbuki münâbezede böyle bir imkân yoktur.

Buhârî, “garar”dan söz eden bölümden hemen sonra mülâmeseye, ardından münâbezeye yer vererek dolaylı biçimde, Ebû Dâvûd konuyu “garar” bölümünde ele alarak doğrudan münâbezenin gararla bağlantısına dikkat çekmiştir. Bazı hadis rivayetlerinde münâbezenin, tarafların top halindeki kumaşı ve elbiseleri miktar ve evsafını bilmeden birbirlerine atmaları şeklindeki tasviri yasağın cehaletle de ilgili olduğunu düşündürmektedir. Nitekim bu yaklaşım farklı ifadelerle de olsa hemen bütün mezhepler tarafından benimsenmiştir.

Mülâmese gibi münâbeze de fıkıh eserlerinin “büyû‘” bölümünde ya “mahallü’l-akd” ya da “el-büyûu’l-fâside, el-büyû‘ el-menhiyyü anhâ” gibi başlıklar altında işlenir. Münâbezenin hangi özelliğinden dolayı yasaklamaya konu olduğunu araştıran fıkıh âlimleri, bunun görünürde karşılıklı iradeye dayansa da gerçek rızayı yansıtmadığını, ayrıca mağduriyetleri giderecek görme ve ayıp muhayyerliklerini ortadan kaldırdığını ve tarafların sonuca sırf gururları uğruna sahip çıktıklarını tesbit etmiştir.

Aslında münâbezede taraflar akdin atma fiiliyle kesinleşeceği üzerinde önceden anlaşmışlardır. Fakat akid konusu malın müşteri tarafından incelenmesine izin verilmemekte, yapılan satış trampa şeklinde ise malın incelenmesine müsaade edilmemesi karşılıklı olmaktadır. İki taraf da talip olduğu malın ne olduğunu bilmekteyse de nasıl olduğunu yeterince bilmemektedir. Dolayısıyla kişi akid kesinleşmedikçe nasıl bir mal aldığını öğrenme imkânına kavuşamamaktadır. Atma veya atışma fiiliyle akid kesinleştikten sonra artık herkes şansına razı olacaktır. Bir başka anlatımla taraflar münâbeze yapmakla gerçekte kumar oynamaktadır. Sonuç olarak münâbezenin Resûl-i Ekrem’in açıklık ve rıza ilkesiyle bağdaşmayan, haksız kazanca veya taraflar arasında çekişmeye yol açan bazı eski akid türlerini tasfiye ederek âdil bir pazar oluşturma hedefi kapsamında yasakladığı satım şekillerinden biri olduğu anlaşılmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

el-Muvaŧŧaǿ, “BüyûǾ”, 76, “Libâs”, 17; Müsned, III, 6, 95; Buhârî, “BüyûǾ”, 63, “Libâs”, 20; Müslim, “BüyûǾ”, 1-3; Ebû Dâvûd, “BüyûǾ”, 24; Tirmizî, “BüyûǾ”, 69; Nesâî, “BüyûǾ”, 25-26; Cessâs, Aĥkâmü’l-Ķurǿân (Kamhavî), II, 268; III, 127-131; Burhâneddin el-Mergīnânî, el-Hidâye (nşr. M. M. Tâmir - Hâfız Âşûr Hâfız), Kahire 1420/2000, III, 975; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, İstanbul 1985, II, 228-229; İbn Kudâme, el-Muġnî (Herrâs), IV, 228-229; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, VIII, 389; Sıddîk M. Emîn ed-Darîr, el-Ġarar ve eŝeruh fi’l-Ǿuķūd fi’l-fıķhi’l-İslâmî: Dirâse muķārene, Beyrut 1410/1990, 129-136; “BeyǾu’l-münâbeźe”, Mv.F, IX, 142-143.

Celâl Yeniçeri