MUHYÎ

(المحيي)

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

Sözlükte “diri ve canlı olmak, yaşamak” anlamındaki hayât (hayevân) kökünün if‘âl kalıbından sıfat olan muhyî “yaşatan, dirilten” demektir. Allah’ın ismi veya sıfatı olarak “hayatla ilgisi bulunan varlıkta hayatı yaratan, can veren” diye açıklanır. Yine hayat kökünden türemiş olan “hay” ismi beş âyette Allah’a nisbet edilmiştir (bk. HAY). İhyâ kavramı fiil sîgalarıyla kırk yedi, muhyî de iki yerde zât-ı ilâhiyyeye izâfe edilmiştir (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “ĥyy” md.). Bu âyetlerde ihyâ “ibtidâen can vermek, öldükten sonra tekrar diriltmek, yağmur indirmek suretiyle yeryüzünü bitkilerle donatıp ihyâ etmek, mânevî açıdan ölü durumunda bulunan kalpleri ilâhî hidâyet ve mârifetle canlandırmak, iman edip yararlı işler görenleri dünyada ve âhirette mutlu kılmak” gibi mânalar taşır (Hattâbî, s. 79-80; İbnü’l-Cevzî, s. 253-254).

Kur’ân-ı Kerîm’in yirmiden fazla âyetinde ihyâ kavramı, Cenâb-ı Hakk’ın tabiatın işleyişi için koyduğu kanunlar çerçevesinde “ihrâc” (bir şeyi başka bir şeyden üretip çıkarma) kavramıyla ifade edilmiştir (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “iħrâc” md.). Yağmur vasıtasıyla topraktan her türlü bitki ve besinin, bebeğin ana karnından, ölülerin kabirlerinden diri olarak çıkarılması gibi. Birkaç âyette de ölüden diri ve diriden ölü çıkarıldığı ifade edilir (meselâ bk. Âl-i İmrân 3/27; el-En‘âm 6/95; er-Rûm 30/19). Taberî, bu tür âyetleri yorumlayan müfessirlerin görüşlerini nutfeden canlı varlığın, canlı varlıktan nutfenin çıkarılması, çekirdekten ağacın, ağaçtan çekirdeğin veya kâfirden müminin ve müminden kâfirin çıkarılması şeklinde sıralamış, bunlardan ilkini daha isabetli kabul etmiştir (CâmiǾu’l-beyân, III, 304-307, krş. Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ĥyy” md.). Müfessirlerin kendi dönemlerindeki bilim ve anlayış çerçevesinde ileri sürdükleri görüşleri bugünün ilmî bulgularıyla zenginleştirmek mümkündür. Kur’an’da genel anlamıyla “halk” kavramının içinde “diriltmek” mânasının bulunduğu, öldükten sonra diriltmek için ayrıca ba‘s kavramının kullanıldığı bilinmektedir.

Kur’an’da ihyâ fiilinin geçtiği birçok âyette “imâte” fiili de yer alır. “Ölmek” mânasındaki “mevt” kökünün if‘âl kalıbından sıfat olan “mümît” kelimesi Kur’an’da bulunmamakla birlikte aynı kalıptan türeyen fiil sîgaları yirmi üç âyette Allah’a nisbet edilmiş, ayrıca “ölümüne veya işinin bitirilmesine hükmetmek” anlamına gelen ve “kazâ” kavramıyla oluşan çeşitli ifadeler de zât-ı ilâhîye izâfe edilmiştir (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “ķży”, “mvt” md.leri). “Ruhunu kabzetmek, hayatına son vermek” mânasındaki “teveffî” kavramının görüldüğü on civarındaki âyette fiil konumundaki bu kavramların da fâili zât-ı ilâhiyyedir (a.g.e., “teveffî” md.). Bu âyetler arasında, Hz. Mûsâ’nın risâletine inandıkları için Firavun tarafından ölümle tehdit edilen sihirbazların, “Rabbimiz! Bize sabır ve metanet ihsan et ve sana yürekten bağlanan kimseler olarak canımızı al!” (el-A‘râf 7/126) ve Hz. Yûsuf’un, “Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da âhirette de benim velînimetimsin. Canımı sana yürekten bağlanan biri olarak al ve beni iyiler arasına kat!” (Yûsuf 12/101) şeklindeki duaları da yer alır.

Muhyî ve mümît isimleri Tirmizî ve İbn Mâce’nin esmâ-i hüsnâ listesinde bulunmaktadır (“DaǾavât”, 82; “DuǾâǿ”, 10). Ayrıca birçok hadis rivayetinde hem ihyâ ve imâte hem diğer kavramlar fiil sîgalarıyla zât-ı ilâhîye nisbet edilmiştir (Wensinck, el-MuǾcem, “iĥyâǿ”, “imâte”, “ķabż”, “teveffî” md.leri). Hz. Peygamber’in cenaze namazında okuduğu dua içinde şu cümle de geçer: “Allahım! Bizden ibtidâen hayat verdiğin kimseyi İslâm üzere yaşat, hayatına son verdiğin kimsenin ruhunu da iman üzere al!” (İbn Mâce, “CenâǾiz”, 23; Ebû Dâvûd, “CenâǾiz”, 60; Tirmizî, “CenâǾiz”, 38). Resûl-i Ekrem’in yatağa girerken okunmasını tavsiye ettiği duada da ihyâ, imâte ve teveffî kavramları dikkat çekici bir lafız-mâna âhengi içinde yer almaktadır: “Allahım! Canımı veren de sensin, alacak olan da sensin. Hayatımın devam etmesi de sona ermesi de senin elindedir. Fâni vücudumu yaşatırsan onu lutfunla koru, öldürecek olursan onu affet! Allahım! Senden sağlık ve esenlik dilerim” (Müslim, “Źikir”, 60).


Yaşatma ve öldürme kavramlarının Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadis metinlerinde sıkça geçmesinin hikmetini tevhid ilkesinde aramak gerekir. Çünkü tabiatın işleyişinde ölüm kalım, diğer bir ifadeyle oluşum ve değişim ilkesinin hâkim olduğu görülmektedir. Bu ilke kişinin ruhî ve mânevî dünyasında da geçerlidir. Hayır ve şerrin, yarar ve zararın nihaî mercii sonsuz kudret sahibi olan Allah’tır (el-Enbiyâ 21/16-35).

Âlimler, Allah’a izâfe edilen ihyâ ve imâte kavramlarını hayatla ilişkisi bulunan varlıklarda hayatiyeti veya ölümü yaratma mânasında kabul etmişlerdir. Gazzâlî ihyâ ve imâtenin “îcâd” kavramıyla bağlantılı olduğunu söyler. İcadın meydana getirdiği şey hayat ise ihyâ, ölüm ise imâte fiili gerçekleşmiş olur (el-Maķśadü’l-esnâ, s. 142). Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, Allah’ın yaratma fiilinin on bir tecellisini şöylece sıralamıştır: İbtidâen Âdem’i yaratması, ondan beşer türünü meydana getirmesi, sperm ve döl yatağı vasıtasıyla üremeyi sağlaması, sorguya tâbi tutulmaları için mükellefleri kabrinde canlandırması, kıyamette bütün insanları yeniden diriltmesi, Kur’an’da belirtildiği gibi (Âl-i İmrân 3/169-171), şehidlere kıyamet gününden önce hayat vermesi, hadislerde haber verildiği üzere (Müsned, I, 72), hayvanların da kıyamet gününde canlandırılması yağmur indirmek suretiyle yeryüzünün bitkiyle donatılması, kalplerin iman nuruyla ihyâ edilmesi, üzüntü ve keder yüzünden ölüm derecesine gelmiş gönüllerin neşe ve sevinçle hayata kavuşturulması, iyi insanların hâtırasının yaşatılması (el-Emedü’l-aķśâ, vr. 114a). Muhyî ve mümît isimleri Allah’ın fiilî isim ve sıfatları grubu içinde yer alır ve kābız-bâsıt, bâri’, hâlik, musavvir, muîd isimleriyle anlam yakınlığı içinde bulunur.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahâhî, el-Müfredât, “ĥyy”, md.; Wensinck, el-MuǾcem, “iĥyâǿ”, “imâte”, “ķabż”, “teveffî” md.leri; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “ĥyy”, “iħrâc”, “ķży”, “ķbż”, “mvt”, “teveffî”, md.leri; Müsned, I, 72; Müslim, “Źikir”, 60; İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10, “Cenâǿiz”, 23; Ebû Dâvûd, “Cenâǿiz”, 60; Tirmizî, “DaǾavât”, 82, “Cenâǿiz”, 38; Taberî, CâmiǾu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, III, 304-307; Zeccâc, Tefsîrü esmâǿillâhi’l-ĥüsnâ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Beyrut 1395/1975, s. 56; Hattâbî, Şeǿnü’d-duǾâǿ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk 1404/1984, s. 79-80; Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnî, XX/2, s. 199-200; Abdülkāhir el-Bağdâdî, el-Esmâǿ ve’ś-śıfât, Kayseri Raşid Efendi Ktp., nr. 497, vr. 169b; Kuşeyrî, et-Taĥbîr fi’t-teźkîr (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1968, s. 75; Gazzâlî, el-Maķśadü’l-esnâ (Fazluh), s. 142, 174; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, el-Emedü’l-aķśâ, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 499, vr. 113b-114a; İbnü’l-Cevzî, Nüzhetü’l-aǾyün, s. 253-254.

Bekir Topaloğlu