MUHAMMED NÛRÜ’l-ARABÎ

(محمّد نور العربي

(1813-1888

Mutasavvıf, üçüncü dönem Melâmîliğinin kurucusu.

Mısır’ın Garbiye vilâyetine bağlı Mahalletülkübrâ kasabasında doğdu. Hayatı hakkındaki bilgilerin önemli bir kısmı Menbau’n-nûr fî rü’yeti’r-Resûl adını verdiği hal tercümesiyle halifelerinden Harîrîzâde Kemâleddin Efendi’nin Tibyân’ına ve Bursalı Mehmed Tâhir’in onun hakkında kaleme aldığı menâkıbnâmesine dayanmaktadır. Mısır’dan gelip Rumeli’ye yerleştiğinden “Arap Hoca”, Hz. Ali’nin Noķŧatü’l-beyân’ını şerhettiği için “Noktacı Hoca” diye tanınır. Hz. Hüseyin soyundan Kudüs’e yerleşmiş bir aileye mensuptur (şeceresi için bk. Harîrîzâde, III, vr. 214a-215b, ondan naklen Bursalı Mehmed Tâhir, s. 477; Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmîler, s. 231). Kudüs civarında zâviyesinde medfun olan dedesi Bedrü’l-Velî diye tanınmaktaydı. Babası İbrâhim el-Kudsî’nin Mısır’a gelip yerleştiği tarih bilinmemektedir. Dört yaşında babası


vefat edince dayısı tarafından himaye edilmiştir.

Muhammed Nûrü’l-Arabî, 1820’de Kahire’de Ezher hocalarından Şeyh Hasan el-Kuveysnî’nin yanında tahsil hayatına başladı. Dokuz yıl sonra öğrenimini tamamladığında Yanyalı Şeyh Ahmed Efendi ile birlikte Yanya’ya gitti. Burada Nakşibendî şeyhi Yûsuf Efendi’ye intisap etti. Ardından Yûsuf Efendi’nin emriyle Mekke’ye gitmek için Yanya’dan ayrıldı. 1245 (1829-30) yılında Mekke’ye ulaştığında on yedi yaşında olduğunu söyleyen Muhammed Nûrü’l-Arabî, Halvetî-Şâbânî şeyhi İbrâhim eş-Şemârikî’ye intisap ederek kendisinden Halvetî-Şâbânî, Üveysiyye ve Ekberiyye tarikatlarından icâzet aldı. Şeyh Ömer Abdürresûl adlı bir şeyhten hadis okudu. Şeyh Ömer, kendisine intisap etmek isteyen talebesine Mısır’a dönmesini tavsiye edince üç yıldır ikamet etmekte olduğu Mekke’den ayrılıp Kahire’ye döndü. Şeyh Hasan el-Kuveysnî ile buluştuğunda şeyh ondan Hz. Hüseyin’in makamını ziyaret etmesini istedi, daha sonra da kendisinde artık vehbî ilimlerin inkişaf ettiğini ve Rumeli’ye gitmesi gerektiğini söyledi. İskenderiye’den Antalya’ya geçen Muhammed Nûrü’l-Arabî, Anadolu’nun bazı şehirlerini dolaşarak Gelibolu’ya ulaştı, oradan Selânik’e geçti (1833). Ardından Serez’e gitti. Burada küçük bir medresede üç ay müderrislik yaptıktan sonra ayrılıp bölgedeki Demirhisar, Doyran, Ustrumca ve Koçana kasabalarını ziyaret etti. Bu yılın sonunda Koçana’da Üsküp Valisi Hıfzı Paşa’nın yaptırdığı medresede müderris olarak göreve başladı. Koçana Camii’nde akaid ilmine dair Emâlî kasidesini şerhetti. Ana dili Arapça olan bu gencin kasideyi Türkçe şerhetmesi valinin dikkatini çekti. İlk müntesiplerinden olan Hıfzı Paşa tarafından Üsküp’e davet edilince şehrin ulemâsıyla tanışma imkânı buldu. Seyrü sülûk anlayışının özünü oluşturan, “fenâ makamları” olarak tanımladığı tevhîd-i ef‘âl, tevhîd-i sıfât, tevhîd-i zât makamlarını 1250 (1834-35) yılında Koçana’da müderrisken rüyasında bizzat Hz. Peygamber’in kendisine öğrettiğini ve 1837’de onun elinden hırka giydiğini, 1843 yılına kadar bu üç makamı zevk etmeye çalıştığını söyleyen Muhammed Nûrü’l-Arabî 1839’da Koçana’dan ayrılıp Üsküp’e yerleşti. Burada Nakşibendî-Müceddidî şeyhi Kazanlı Abdülhâlik Efendi’ye intisap etti. 1843 yılında hacca gitmek üzere kalabalık bir kafileyle Üsküp’ten ayrıldı. Kafilede bulunan Üsküp ulemâsından Nebî Efendi’ye Mekke’ye mürşid-i kâmili bulmak için gittiğini söylediği kaydedilmektedir.

Mekke’de hac esnasında Muhammed Mekkî adlı bir meczupla karşılaşan Muhammed Nûrü’l-Arabî onun emriyle halvete girdiğini, bu sırada bekā makamları olan cem‘, hazretü’l-cem‘ ve cem‘u’l-cem‘in Hz. Peygamber tarafından telkin edildiğini, hac dönüşü Yenbû‘ mevkiinde seyrü sülûk anlayışının son makamı olan ahadiyyetü’l-cem‘ makamını yine Resûl-i Ekrem’in kendisini rüyasında nûrânî bir şebeke içine alıp telkin ettiğini anlatır. Mekke’de ayrıca Kazanlı Abdülhâlik Efendi’nin halifesi Trabzonlu Şeyh Mustafa Efendi’ye intisap ederek Nakşibendî-Müceddidî icâzetnâmesi aldı. Muhammed Nûrü’l-Arabî’nin Koçana’daki müderrisliğinden itibaren irşad faaliyetinde bulunduğu bildirilmekteyse de kendisi bu konuda açık bir şey söylememiştir. 1843’te kâmil bir mürşid bulmak amacıyla hacca gittiğini söylediğine göre hac dönüşünün ardından irşad faaliyetine başlamış olmalıdır. Öte yandan oğlu Şerif Efendi’den naklen onun 15 Rebîülâhir 1267 (17 Şubat 1851) tarihinde fenâ ve bekā mertebeleriyle ahadiyyetü’l-cem‘ makamını içeren tevhid anlayışı üzere irşad faaliyetine mezun olduğu kaydedilmektedir. Bu durumda onun bu tarihten önce müridlerini Nakşibendî usulüyle irşad ettiği söylenebilir.

Muhammed Nûrü’l-Arabî, İstanbul’a hassa müşiri olarak tayin edilen Üsküp Valisi Selim Paşa’nın daveti üzerine 1850 yılında İstanbul’a giderek altı ay kadar paşanın misafiri oldu. Bu süre içinde İstanbul’un ulemâ ve meşâyihiyle tanıştı. Müridlerinden Çerkez İsmâil Paşa’nın davetiyle 1853’te Manastır’a gitti. Burada kaldığı üç ay içerisinde çoğunluğu memur kesiminden bir gruba Şeyh Bedreddin’in Vâridât’ını şerhetti. 1868 yılına kadar Üsküp ve civarında vahdet-i vücûd esasına dayanan kendi seyrü sülûk anlayışına göre irşad faaliyetini sürdürdü. Bu tarihte zındıklık iddiasıyla İstanbul’a şikâyet edilince Sultan Abdülaziz durumun araştırılmasını istedi. Ancak Manastır valiliği sırasında şeyhi tanımış olan Zaptiye Nâzırı Hüsnü Paşa’nın iddianın asılsız olduğunu söylemesi üzerine tahkikattan vazgeçilip şeyhin İstanbul’a davet edilmesi kararlaştırıldı. İstanbul’a gelip devlet ricâliyle şeyhülislâmı ziyaret eden, ulemâ ve meşâyih meclislerine katılan, camilerde vaazlar veren Muhammed Nûrü’l-Arabî altı ay kadar Zaptiye nâzırının konağında ikamet ettikten sonra Üsküp’e döndü. Ertesi yıl Bosna valiliğinden azledilerek İstanbul’a gelen Topal Osman Paşa ile Zaptiye Nâzırı Hüsnü Paşa’nın daveti üzerine bir defa daha İstanbul’a geldi. 1870’te Manastır’a giderken uğrayıp birkaç gün kaldığı Tikveş’te tarihini belirterek (27 Cemâziyelâhir 1287 / 24 Eylül 1870) kutbiyet makamına ulaştığını kaydeden Muhammed Nûrü’l-Arabî, müridi Şeyhülislâm Ahmed Muhtar Beyefendi’nin (Molla Bey) davetiyle ertesi yıl tekrar İstanbul’u ziyaret etti. Harîrîzâde Kemâleddin Efendi’nin Boyacıköyü’ndeki yalısında misafir olan Muhammed Nûrü’l-Arabî’ye ulemâdan Mürefteli Hoca Abdullah, Evkaf müfettişi Hacı Tevfik, Mısır mollası Kâmil, Rifâî şeyhleri Ahmed Safî ve Abdülkerim ile Harîrîzâde Kemâleddin efendiler intisap etti. Muhammed Nûrü’l-Arabî’nin bu gelişinde Hamzavî-Melâmî kutbu Seyyid Abdülkādir-i Belhî’yi Şeyh Murad Dergâhı’nda ziyaret edip bazı geceler dergâhta kaldığı belirtilmekte ve amacının Abdülkādir-i Belhî’nin intisabını sağlayarak Hamzavî-Melâmîleri’ni kendisine bağlamak olduğu ileri sürülmektedir (Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmîler, s. 239). Ancak bu sırada Hamzavî Melâmîliği’nin kutbiyet makamında Bekir Reşad Efendi bulunduğuna göre bu rivayet ve ona dayanan görüş doğru değildir.

1874 yılında Üsküp’ten ayrılan Muhammed Nûrü’l-Arabî, bugün Makedonya sınırları içinde kalan Ustrumca’ya yerleşti. 1879 ve 1884’te kalabalık bir ihvan grubuyla iki defa daha hacca gitti. Hac dönüşü damadı ve başhalifesi Abdürrahim Fedâî, Süveyş Kanalı’nı geçerken öldü. Son yıllarında irşad faaliyetleriyle uğraşan Muhammed Nûrü’l-Arabî 29 Cemâziyelâhir 1305’te (13 Mart 1888) Ustrumca’daki evinde vefat etti ve öldüğü odaya defnedildi. Buraya daha sonra türbe yaptırılmış, türbe Rumeli’nin Osmanlılar’ın elinden çıkmasının ardından bakımsızlıktan harap olmuş, yerine bir postahane binası inşa edilmiş, postahanenin de yıkılması üzerine kabrinin yeri tamamen kaybolmuş, mensupları bir işaret olmak üzere buraya bir ağaç dikmişlerdir. Üsküp’te Muhammed Nûrü’l-Arabî’yi ziyaret eden ve bu sırada şeyhten icâzetnâme alan Fâtih türbedarı Ahmed Amiş Efendi’nin şeyhin vefatından altı ay önce onu bir defa daha ziyaret ettiği, bu esnada şeyhin, “Altı ay sonra da ben seni ziyaret edeceğim” dediği rivayet edilmektedir. Bu olay, Muhammed Nûrü’l-Arabî’nin mânevî vârisinin Ahmed Amiş Efendi olduğu şeklinde yorumlanmıştır (Ergin, s. 164).


Muhammed Nûrü’l-Arabî üçüncü devre Melâmîliğinin pîri olarak tanınır. Müridi Harîrîzâde Kemâleddin Efendi, Tibyânü vesâǿili’l-ĥaķāǿiķ adlı ansiklopedik eserinde “Melâmiyye” maddesinde (III, vr. 144b) Melâmîliği Hamdûn el-Kassâr, Hacı Bayrâm-ı Velî ve Muhammed Nûrü’l-Arabî’ye nisbet ettiği üç şubeye ayırarak inceler; Nûriyye adıyla zikrettiği son şubenin Nakşibendiyye-i Müceddiyye’nin bir kolu olduğunu söyler. Kitabın “Nûriyye” maddesinde de (III, vr. 214a-219b) Muhammed Nûrü’l-Arabî ve tarikat hakkında geniş bilgi verir. Sâdık Vicdânî’nin, Melâmîliği devre-i ûlâ Kassâriyye Melâmîliği ve Melâmîler’i, devre-i vustâ Bayramiyye Melâmîliği ve Melâmîler’i ve devre-i uhrâ Arab Hoca Efendi Melâmîliği şeklinde ele almasının ardından Abdülbâki Gölpınarlı Melâmetîler’e ilk devre Melâmîler’i, Bayramîler’e ikinci devre Melâmîler’i, Muhammed Nûrü’l-Arabî mensuplarına üçüncü devre Melâmîler’i adını vermiş, onun bu tasnifi daha sonra yaygınlık kazanarak Muhammed Nûrü’l-Arabî’nin üçüncü devre Melâmîliğinin kurucusu olduğu kabul edilmiştir. Esasen o da kendisini “Melâmî” nisbesiyle tanımlamaktadır.

Bursalı Mehmed Tâhir, Muhammed Nûrü’l-Arabî’nin ilâhî mârifetleri muhatabının istidadına göre telkin ettiğini, kendisine sorulan sorulara aklî ve naklî delillerle cevap verdiğini ve bu konudaki maharetinin insanı hayrette bıraktığını, özellikle tefsir ve hadis sahasında ileri derecede bulunduğunu, bâtın ilimlerinde tahkik mertebesine ulaşmış birçok ârif yetiştirdiğini söyleyerek damadı ve başhalifesi Abdürrahim Fedâî’nin yanı sıra Harîrîzâde Kemâleddin Efendi, Kalantazâde Hoca Mahmud Efendi, Manastırlı Hacı Ahmed Baba, Ali Örfî Efendi, müderris Mürefteli Hoca Abdullah Efendi ve Hacı Süleyman Bey’in isimlerini zikreder. Mehmed Tâhir’in verdiği bilgiye göre Muhammed Nûrü’l-Arabî’nin bunların dışında otuzu aşkın halifesi vardır. Gerek kendi halifeleri gerekse damadı Abdürrahim Fedâî’nin yetiştirdiği halifeler vasıtasıyla tarikatı Rumeli’de, İstanbul’da, Ege bölgesinde ve Anadolu’nun bazı şehirlerinde yaygınlık kazanmıştır.

Muhammed Nûrü’l-Arabî’nin tarikat silsilesi Nakşibendîliğin Müceddidiyye koluna ulaşmakla birlikte uyguladığı seyrü sülûk usulü ve fikirleri bu tarikattan farklıdır. Bu kolun kurucusu olan İmâm-ı Rabbânî vahdet-i vücûda ve Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye şiddetle muhalifken o İbnü’l-Arabî’ye büyük bir muhabbetle bağlıdır. İsmindeki “Arabî” nisbesi de bunu ifade eder. Görüşlerinin özünü vahdet-i vücûd ve kendi temellendirdiği tevhid anlayışı oluşturur. Ona göre üç tür ilâhî tecelli vardır (tecellî-i âsâr [ef‘âl], tecellî-i sıfât, tecellî-i zât). Bunları müşahede tevhidin merâtibini bilmeye bağlıdır. Ancak bunun için önce mücâhede, mücâhede için de dinin hükümlerini öğrenmek ve tarikatın esrarı zikr-i dâimi ehl-i zikr olan meşâyihten almak gerekir. Meşâyihin görevi sâlike zikrin nasıl yapılacağını öğretmektir; onların zikri belli bir sayı ile sınırlamaya yetkileri yoktur. Muhammed Nûrü’l-Arabî’ye göre tevhid yedi mertebe veya makamdır. Bunların ilk üçüne (tevhid-i ef‘âl, tevhid-i sıfât, tevhid-i zât) “fenâ makamları”, diğer üçüne (cem‘, hazretü’l-cem‘, cem‘u’l-cem‘) “bekā makamları” denir. Son makam olan ahadiyyetü’l-cem‘ makām-ı Muhammedî olup zamanın kutbuna mahsustur. Muhammed Nûrü’l-Arabî, “Yetimin malına yaklaşmayınız” meâlindeki âyeti (el-İsrâ 17/34) zikrederek bu âyetteki “yetim”in Hz. Peygamber, “mal”ın ise ahadiyyetü’l-cem‘ makamı olduğunu, ancak Resûlullah’ın telkini halinde bu makama ulaşılıp zevk edilebileceğini söyler. Öte yandan Melâmîler’in hakikat ehli olduğunu anlatırken bu makamları başka bir tasnife tâbi tutar. Onların yollarının tevhid, ittihad ve vahdet olduğunu belirtir. Tevhidi üç (ef‘âl, sıfat, zat), ittihadı bir (makām-ı rûh ve cem‘ veya kurb-ı ferâiz), vahdeti üç (hazretü’l-cem‘, cem‘u’l-cem‘, ahadiyyetü’l-cem‘) makama ayırır. O, Melâmîler’i bütün tarikat mensuplarından üstün görür, Melâmîler’in avamdan farkları bulunmadığını, farzları eda ettiklerini, ilâhî emirlere sarıldıklarını, daima Hak ile birlikte olduklarını, onlardan biriyle tanışmanın büyük bir saadet ve Hakk’a vuslat olduğunu söyler.

Muhammed Nûrü’l-Arabî hakkında onun görüşleriyle bir ilgisinin bulunmadığını söyleyen Abdülbâki Gölpınarlı’nın ardından (Mevlânâ Müzesi, s. 170) onun çizdiği çerçeveyi aşamayan birkaç kitap dışında (Yusuf Ziya İnan, Seyyidü’l-Melâmî Muhammed Nûrü’l-Arabî, İstanbul 1971; a.mlf., İslâm’da Melâmîliğin Tarihî Gelişimi, İstanbul 1976, s. 155-281; a.mlf., 20. Asırda Bir Vahdet-i Vücûd Öğretisi, s. 245-435; Hasan Fehmi Kumanlıoğlu, Muhammed Nûrü’l-Arabî, Hayatı, Şahsiyeti ve Bazı Tasavvufî Görüşleri, yüksek lisans tezi, 1988, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü) ciddi bir çalışma yapılmamıştır.

Eserleri. Muhammed Nûrü’l-Arabî’nin, önemli bir bölümünü birkaç sayfalık risâlelerin oluşturduğu çoğu Türkçe, diğerleri Arapça çok sayıda eseri bulunmaktadır. Bursalı Mehmed Tâhir kırk altı eserin adını zikredip bunlardan bazı örnekler vermiştir (Menâkıb-ı Şeyh Hâce, s. 482). Abdülbâki Gölpınarlı’nın kitabında on yedisi Arapça, otuz sekizi Türkçe elli beş eserden meydana gelen bir liste yer almaktadır (Melâmîlik ve Melâmîler, s. 287-290). Türkçe eserlerin bir kısmı ders takrirlerinden oluşmuş veya sohbetlerinde tutulan notlardan derlenmiştir. Arapça eserlerinin bir kısmı, şeyhin emriyle başta Ali Örfî Efendi olmak üzere mensupları tarafından tercüme edilmiştir. Bunların orijinal nüshaları günümüze ulaşmamıştır. Eserlerinin sayısı altmış sekize kadar çıkarılmışsa da (İnan, s. 273-275) bunlardan bazıları aynı eserin farklı adla kaydedilmiş şeklidir, bir kısmı da başka müelliflere aittir.

Muhammed Nûrü’l-Arabî’nin ve mensuplarının eserlerini içeren 958 sayfalık bir külliyatta (İSAM Ktp., nr. 82588, fotokopi nüsha) şeyhin ed-Dürrü’n-nefîs alâ salâti İbn İdrîs, İhsânü’r-rahmân, Risâle fi’t-tasavvuf, Mevziu’s-sır ve’l-hâfî, Tefsîr-i Sûre-i Fâtiha, el-Cevâhirü’s-seniyye, Şerh-i Akāid-i Nesefiyye, ed-Dürerü’s-seniyye şerhu risâleti’l-Gavsiyye, Sülûk-i Hakīkat, Mebde’ ve Meâd, Vâridat Tercümesi, Mürşidü’l-uşşâk, Dâiretü’l-vücûd, Şerh-i Noktatü’l-beyân, Sıfât-ı Sübûtiyye, Esrâr-ı Ezân-ı Muhammedî, Risâle-i Tevhîd-i İlâhiyye, Şerh-i Gazel-i Hacı Bayrâm-ı Velî, Risâletü’l-İsmâiliyye fî beyâni sülûki’s-sâdâti’n-Nakşibendiyye ve Melâmiyye, Kitâbü’d-Devâir ve’l-eflâk, Şerh-i Delâilü’l-hayrât adlı eserleri yer almaktadır. İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı Osman Ergin yazmaları içinde Muhammed Nûrü’l-Arabî’nin eserlerini içeren zengin bir koleksiyon bulunmaktadır (bk. Atatürk Kitaplığı, I-III, tür.yer.).

Yayımlanmış eserleri şunlardır: 1. Şerh-i Dîvân-ı Niyâzî. Sohbetlerinde tutulan notlardan derlenmiş olup eseri Hasan Özlem (Mısrî Niyâzî Dîvânı Şerhi, Ankara 1974) ve M. Sadettin Bilginer (Edebî ve Tasavvufî Mısrî Niyâzî Dîvânı Şerhi, İstanbul 1976) farklı metinlerden sadeleştirerek yayımlamıştır. İlk neşrin sonunda müellifin Sırr-ı Ezân-ı Muhammedî, Risâle-i Tevhîd-i Behiyye, Risâle-i Sülûk-i Hakīkat ve Mürşidü’l-uşşâk adlı eserleri de yer almaktadır. 2. Leŧâǿifü’t-taĥķīķāt fî şerhi’l-Vâridât.


Şeyh Bedreddin’in Vâridât’ının Arapça şerhidir. Şeyhin müridlerinden Ali Örfî tarafından tercüme edilen eseri M. Sadettin Bilginer (İstanbul 1979) ve M. Fazlı Güvenç (Ankara 1982) sadeleştirerek aynı adla (Vâridat Şerhi) neşretmiştir. Güvenç neşrinin sonunda müellifin Şerh-i Gazel-i Hacı Bayrâm-ı Velî adlı risâlesiyle salavatı bulunmaktadır. 3. Şerh-i Akāid-i Nesefiyye. Müridlerinden Ustrumcalı Şahkuluzâde Ömer’in derleyip bastırdığı risâle (İstanbul, ts.) Mehmet Serhan Tayşi tarafından şeyhin Şerhu’l-Mahmûdî adlı akāide dair risâlesiyle birlikte yayımlanmıştır (İstanbul 1993).

Bunların dışında Hasan Fehmi Kumanlıoğlu’nun kitabında (bk. bibl.) müellifin Şerĥu sûreti’l-Kevŝer, Şerĥu Ebced, Meşâhidü’t-tevĥîd, Seyrü’t-tevĥîd, Kitâbü’r-Resâd fi’l-mebde’ ve’l-meâd, Mürşidü’l-uşşâk, Tevhîdü’l-behiyye, Esrâr-ı Ezân-ı Muhammedî, Şerh-i Gazel-i Hacı Bayrâm-ı Velî, Şerh-i Sûre-i Fâtiha, Sülûk-i Hakīkat, Sâlihiyye, Şerh-i Kasîde-i Şeyh-i Ekber, Şerh-i Salavât, Dürrü’n-nefîs, Fî Beyân-ı Sülûk-i Şerîat ve Tarîkat ve Hakīkat, Şerh-i Kelâm-ı İmâm-ı Alî ve Menbau’n-nûr fî rü’yeti’r-Resûl adlı risâleleri yer almaktadır (Hz. Pîr Seyyid Muhammed, s. 94-150). Yusuf Ziya İnan’ın İslâm’da Melâmîliğin Tarihî Gelişimi adlı kitabında (İstanbul 1976) (s. 242-281) müellifin bazı eserlerinden okuma yanlışlarıyla dolu örnekler verilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Muhammed Nûrü’l-Arabî, Menbau’n-nûr fî rü’yeti’r-Resûl, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin, nr. 1548, vr. 11a-15a; a.mlf., er-Risâletü’l-İsmâiliyye ve’l-atıyyetü’d-dürriye (Külliyyât içinde), İSAM Ktp., nr. 82588, s. 454-458; Harîrîzâde, Tibyân, III, vr. 143a-145a, 214a-219b; Tomar-Melâmîlik, s. 84-93; Hüseyin Vassâf, Sefîne, III, 81-83; Bursalı Mehmed Tâhir, Menâkıb-ı Şeyh Hâce Muhammed Nûrü’l-Arabî ve Beyân-ı Melâmet ve Ahvâl-i Melâmiyye (Külliyyât içinde), İSAM Ktp., nr. 82588, s. 473-509; Abdülbâki [Gölpınarlı], Melâmîlik ve Melâmîler, İstanbul 1931, s. 231-290; a.mlf., Mevlânâ Müzesi Abdülbâkî Gölpınarlı Kütüphanesi Yazma Kitaplar Kataloğu, Ankara 2003, s. 40, 170; Osman Nuri Ergin, Balıkesirli Abdülaziz Mecdi Tolun: Hayatı ve Şahsiyeti, İstanbul 1942, s. 146, 163-165; Hasan Sabri Dölen, Yedi Durak Risalesi, İstanbul 1968; Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Yazmaları Alfabetik Kataloğu (haz. Nail Bayraktar), İstanbul 1993-2001, I, 104-107; II, 71-73; III, 69-75; Yusuf Ziya İnan, 20. Asırda Bir Vahdet-i Vücûd Öğretisi: Melâmet ve Tarîkatlar, İstanbul 2000, s. 245-435; Hasan Fehmi Kumanlıoğlu, Hz. Pîr Seyyid Muhammed Nûr el-Melâmî el-Arabî, İzmir 2001, s. 94-150.

Nihat Azamat