MÜELLİHE

(المؤلّهة)

Hz. Ali’ye ulûhiyyet nisbet eden aşırı fırkaları niteleyen bir terim.

Sözlükte “ilâh saymak, ulûhiyyet nisbet etmek, ilâh kabul etmek” mânasındaki te’lîh masdarından türeyen müellihe kelâm ve mezhepler tarihi literatüründe aşırı fırkalardan (Gāliyye) bir kısmını nitelemek üzere nadiren kullanılan bir terimdir. Hz. Ali’nin ilâh olduğunu, ilâhî özelliklere sahip bulunduğunu yahut Allah’ın Ali’ye hulûl ettiğini ileri süren Sebeiyye, Beyâniyye, Mansûriyye gibi fırkalar genellikle Gāliyye içinde ele alınarak kurucularının ismiyle anılır. Bu tür fırkalar ileri sürdükleri iddialara göre tasnif edildiğinde Ali’ye beşer üstü özellikler atfederek onu ilâhlık mertebesine yükseltenlerin müellihe ismiyle anılması isabetli görülebilir. Zira Gāliyye, Ali’nin ulûhiyyetini kabul edenleri belirttiği gibi teşbih, bedâ, nübüvvet ve imâmet konusundaki aşırı düşünce sahiplerini, tenâsüh ve bâtınî te’villeri benimseyenleri de ifade etmektedir. Bu açıdan bakıldığında Gāliyye müelliheden daha geniş bir kavramdır. Diğer taraftan Bağdâdî çoğunlukla Hz. Ali, bazan da imamlar hakkında aşırı görüşler ileri sürerek Allah’ın onların şahsında bedenleştiğini iddia eden ve bu suretle te’lîhe yönelen fırkaları “Hulûliyye” başlığı altında ele alır (el-Farķ, s. 254 vd.). Buna göre de müellihe Hulûliyye’den daha kapsamlı bir terimdir.

Hz. Ali’yi ilâh sayan gruplar belirtilirken “müellihe” mânasında Aliilâhî, bazan da Aliyyullāhî gibi tabirler kullanılmaktadır. Bu nitelemelere daha çok Batı İran’da ve Irak’ın bazı bölgelerinde rastlanmakta ve eski dinlerle aşırı Şiî fırkalarından etkilenen ve Ali’yi tanrının bir zuhuru olarak kabul eden Ehl-i Hak zümresine izâfe edilmekteyse de gerçekte bu inanç onların düşüncesinde önemli bir yer tutmaz. Aynı zamanda Ehl-i Hak ile münasebeti henüz ortaya konulmamış bulunan akımlardan olup Keyhusrev-i İsfendiyâr’ın zikrettiği (XVII. asır sonu) ve muhtemelen İndus nehrinin doğduğu bölgede Ali’yi ilâh sayanlar hakkında da Aliyyullāhî nisbetinin kullanıldığı görülmektedir (Debistân-ı Meźâhib, I, 265-267). Bunlar klasik kaynaklarda bâtınî karakter taşıdıkları için Bâtıniyye içinde de ele alınır (meselâ bk. Muhammed b. Hasan ed-Deylemî, s. 2-3). Bununla birlikte son döneme ait bazı yayınlarda (İzmirli, I, 121) Şîa tasnif edilirken Hz. Ali’yi diğer sahâbîlerden üstün görenler için “mufaddıla”, onu üstün görüp diğerleri için aşağılayıcı ifadeler kullananlara “sâbbe”, Ali’yi ilâh kabul edenlere “müellihe” denildiği ve bu nitelemenin örnek olarak sadece Sebeiyye için kullanıldığı görülür.

İlâhî ruhun önce Hz. Peygamber’e, ardından Hz. Ali’ye intikal ettiği iddiası ilk defa Abdullah b. Sebe’ye nisbet edilen Sebeiyye tarafından ileri sürülmüş, daha sonra ilâhî bir cüzün Ali’ye hulûl ettiğini söyleyen Beyân b. Sem‘ân’ın grubu olan Beyâniyye tarafından benimsenmiş, ardından Ebü’l-Hattâb el-Esedî, Mugīre b. Saîd el-İclî ve Ebû Mansûr el-İclî gibi kimselerce sürdürülmüştür (Şehristânî, I, 174-175, 176-181). Hint dinlerindeki ilâhlığın hulûlü ve intikali düşüncesinin firavunlar devrinde Mısır’da yaygın olup oradan İslâm dünyasına geçtiği (Ebü’l-Alâ el-Maarrî, s. 457) veya eski İran’da Seneviyye’den kaynaklandığı söylenirse de (Neşvân el-Himyerî, s. 146) Allah’ın Hz. Îsâ’ya hulûl ettiğini ve Îsâ’nın beşer şeklinde bir ilâh olduğunu benimseyen Hıristiyanlık’tan geçtiği görüşü daha yaygındır. Bu düşünce, Şîa kökenli bazı aşırı fırkaların günümüzdeki uzantıları sayılabilecek gruplar içinde devam etmektedir (bk. GĀLİYYE). Mûtedil Şiî müellifleri, te’lîhe varan gālî fırkalar hakkında bilgi verirken onların bir bakıma Allah’ı inkâr ettiklerini ve gerçekte bütün dalâlet fırkalarının en zararlısı olduklarını ifade etmişlerdir (meselâ bk. İbn Bâbeveyh, s. 114).

BİBLİYOGRAFYA:

Eş‘arî, Maķālât (Ritter), s. 5-16; Ebü’l-Hüseyin el-Malatî, et-Tenbîh ve’r-red (nşr. M. Zâhid Kevserî), Bağdad-Beyrut 1388/1968, s. 156; İbn Bâbeveyh, Risâletü’l-i‘tikadâti’l-İmâmiyye: Şiî-İmâmiyye’nin İnanç Esasları (trc. Ethem Ruhi Fığlalı), Ankara 1978, s. 114-115; Bağdâdî, el-Farķ (Abdülhamîd), s. 254-264; Ebü’l-Alâ el-Maarrî, Risâletü’l-ġufrân (nşr. Âişe Abdurrahman), Kahire 1397/1977, s. 457; Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), I, 174-175, 176-181; Neşvân el-Himyerî, el-Ĥûrü’l-Ǿîn (nşr. Kemâl Mustafa), Kahire 1367/1948, s. 146; Muhammed b. Hasan ed-Deylemî, Beyânü Meźhebi’l-Bâŧıniyye ve buŧlânih (nşr. R. Strothmann), İstanbul 1938, s. 2-3; Ebü’l-Firâs Şehâbeddin b. Nasr ed-Deylemî, MeŧâliǾu’ş-şümûs fî maǾrifeti’n-nüfûs (ErbaǾu resâǿil İsmâǾîliyye içinde, nşr. Ârif Tâmir), Beyrut 1978, s. 14-15; Mûbed Keyhüsrev-i İsfendiyâr, Debistân-ı Meźâhib (nşr. Rahîm Rızâzâde-i Melik), Tahran 1362 hş., I, 265-267; İzmirli, Yeni İlm-i Kelâm, I, 121; Mustafa Öz, Nizarî-İsmailî Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi (doktora tezi, 1986), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 81; a.mlf., “Gāliyye”, DİA, XIII, 335; F. M. Stead, “The Ali Ilahi Sect in Persia”, MW, XX/2 (1932), s. 184-189; Mirza Karam, “The Sect of the Ali Ilahis or the Ahl-i Haqq”, a.e., XXIX/1 (1939), s. 73-78; V. Minorsky, “Ehl-i Hak”, İA, IV, 201; Hamid Algar, “Ehl-i Hak”, DİA, X, 513-515.

Mustafa Öz