MÜCÂDİLE SÛRESİ

(سورة المجادلة)

Kur’ân-ı Kerîm’in elli sekizinci sûresi.

Medine döneminde nâzil olmuştur. Yirmi iki âyettir. Mücâdele, Kad semia ve Zıhâr sûresi olarak da anılır. İlk âyetinde geçen “tücâdilüke” (seninle tartışan) ifadesinden maksat Evs b. Sâmit el-Ensârî’nin hanımı Havle bint Sa‘lebe’dir. Evs’in, Câhiliye geleneğine uyarak “zıhâr” diye anılan bir tür boşama ile Havle’yi boşaması ve artık kendisinin annesi gibi mahremi konumunda bulunduğunu söylemesi üzerine Havle, Resûl-i Ekrem’e gelerek boşanmak istemediğini söylemiş ve kendisiyle tartışmaya girmiştir. Bu olay sebebiyle nâzil olan sûrenin adı sözü edilen hanıma işaretle “Mücâdile”, Resûlullah’la yaptığı tartışma dolayısıyla “Mücâdele” diye belirlenmiştir. Sûrenin fâsılası د، ر، ز، م، ن harfleridir.

Sûrenin muhtevasını zıhâr, yahudiler ve münafıklarla ilgili âyetler olmak üzere üç bölümde incelemek mümkündür. Birinci bölümde Câhiliye döneminin âdeti olan zıhâr adlı boşamanın iptal edildiği, bu tarzda boşama ifadesi kullanan kocanın kefâretle mükellef tutulduğu ifade edilir (âyet 1-4; ayrıca bk. ZIHÂR). İkinci bölümde, Allah’a ve resulüne muhalefet edip meşrû sınırları aşanların onur kırıcı yenilgiye mâruz kalacakları, işledikleri ve yapıp da unuttukları kötü fiillerin cezasının gizliyi ve âşikâreyi bilen Allah tarafından verileceği bildirilmiş (âyet 5-7), ardından onların müslümanları endişeye sevketmek amacıyla gizli istişarelerde bulunmaları ve Hz. Peygamber’i övgü görünümlü yergi ifadeleriyle selâmlamaları eleştirilmiş, bu arada müslümanların da dikkatli olmaları istenmiş ve cami âdâbıyla Resûlullah’la özel konuşma âdâbı hakkında tavsiyelerde bulunulmuştur (âyet 8-13). Sûrenin üçüncü bölümü mümin göründükleri halde yahudileri dost edinen münafıklar hakkındadır. Ne müslüman ne de yahudi olan bu tipler yalan yere yemin etmek ve bunu kalkan olarak kullanmak suretiyle insanları Allah yolundan saptırmaya çalışırlar. “Şeytanın fırkası” diye nitelendirilen münafıkların da kâfirler ve yahudiler gibi onur kırıcı âkıbete mâruz kalacakları ifade edilir. Bu bölümde hak-bâtıl mücadelesinde Allah’ın ve peygamberinin mutlaka galip geleceği hususunun O’nun tarafından tayin edildiği belirtildikten sonra (âyet 21) son âyette Allah’a ve âhiret gününe iman edenlerin babaları, oğulları, kardeşleri ve akrabaları dahi olsa Allah’a ve resulüne düşmanlık besleyenleri asla sevemeyeceği, Allah’ın kalplerine imanı nakşettiği bu müminlerin Allah’tan yana oldukları, Allah’ın onlardan, onların da Allah’tan hoşnut bulundukları ifade edilmiştir.

Medine döneminin son yıllarında nâzil olduğu anlaşılan Mücâdile sûresinden müslüman toplumun yaşadığı bazı problemleri tesbit etmek mümkündür. Zira Medine civarında anlaşmalı vatandaş statüsünde bulunan yahudi kabileleri hem Mekke müşrikleriyle hem de Medine’deki münafıklarla gizli ilişkiler içinde bulunuyor, Resûlullah’a ve ashabına karşı psikolojik mücadele yürütüyordu. Sûre bu tür bozguncu faaliyetleri ifşa etmek suretiyle müslümanları bilgilendirmekte ve uyarmaktadır. Sûrenin 21. âyeti samimi müminlere büyük bir müjde vermekte, 22. âyeti ise fertlerin ve kitlelerin Allah nezdinde makbul olacak iman derecesinin tesbiti için şaşmaz bir ölçü belirlemektedir.

Sûrenin faziletiyle ilgili olarak bazı kaynaklarda yer alan, “Mücâdile sûresini okuyan kimse kıyamet gününde Allah’ın taraftarları arasında kaydedilir” meâlindeki hadisin (meselâ bk. Zemahşerî, IV, 79) sahih olmadığı anlaşılmaktadır (Muhammed et-Trablusî, II, 723). Mücâdile sûresi hakkında yapılan çalışmalar arasında Abdülmün‘im en-Nimr’in el-Ķurǿân ve’l-ĥayât: fî tefsîri sûreti’l-Mücâdile’si (Kahire 1407/1987) ve Fülve bint Nâsır’ın Sûretü’l-Mücâdile: Dirâse mevżûǾiyye taĥlîliyye’si (1409/1989, yüksek lisans tezi, Külliyyetü’t-terbiyye li’l-benât [Riyad]) sayılabilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Taberî, CâmiǾu’l-beyân, XXVIII, 2-19; Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, Kahire 1378/1959, s. 231-236; Zemahşerî, el-Keşşâf, IV, 79; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿân, IV, 318-330; Muhammed et-Trablusî, el-Keşfü’l-ilâhî Ǿan şedîdi’ż-żaǾf ve’l-mevzûǾ ve’l-vâhî (nşr. M. Mahmûd Ahmed Bekkâr), Mekke 1408, II, 723; Elmalılı, Hak Dini, VI, 4772-4805.

M. Kâmil Yaşaroğlu