MUAVVİZETEYN

(المعوّذتين)

Felak ve Nâs sûrelerinin ikisine birden verilen isim.

Kur’ân-ı Kerîm’in Felak ve Nâs olarak adlandırılan 113 ve 114. sûrelerine “Muavvizeteyn” (Muavvizetân), bunlara İhlâs sûresinin ilâvesiyle birlikte üç sûreye “Muavvizât” denilmiştir. Muavvizeteyn, “sığındıran, koruyan” anlamındaki muavvize kelimesinin tesniyesi muavvizetânın mansup hali olup Türkçe’de bu şekliyle yaygınlık kazanmıştır. Felak ve Nâs sûreleri ayrıca “Mukaşkışetân” (şirk ve nifaktan koruyan, tedavi eden) diye adlandırılmıştır (Mâverdî, VI, 373; Zemahşerî, IV, 245; Kurtubî, XX, 251; M. Tâhir b. Âşûr, XXX, 624). Bunun yanında Kâfirûn ve İhlâs sûrelerine Mukaşkışetân denildiği gibi Berâe sûresinin bir adı da Mukaşkışe’dir (Kurtubî, XX, 225; M. Tâhir b. Âşûr, XXX, 580, 610). İbn Âşûr, Felak ve Nâs sûreleri için kullanılan Muşakşıkatân isminin ne sebeple verildiğini araştırmadığını belirtir (et-Taĥrîr ve’t-tenvîr, XXX, 623-624). Ancak Süyûtî’nin de işaret ettiği üzere (el-İtķān, I, 177) bu ad sûrelerin fesahatiyle alâkalı olmalıdır.

Muavvizeteyn şeklindeki adlandırmanın kaynağı sûrelerin ilk âyetlerinin muhtevası ile Hz. Peygamber’den rivayet edilen hadislerdir. Ukbe b. Âmir’den gelen bir rivayete göre Resûl-i Ekrem Felak ve Nâs sûrelerini kastederek, “Bana bazı âyetler indirildi ki benzerleri görülmemiştir: el-Muavvizeteyn” demiştir (Müslim, “Śalâtü’l-müsâfirîn”, 264, 265). Hadisin diğer rivayetlerinde Muavvizeteyn yerine, “Kul eûzü bi-rabbi’l-felak” ve “Kul eûzü bi-rabbi’n-nâs” denilmiş olması sebebiyle bu lafzın Hz. Peygamber’e mi yoksa Ukbe’ye mi ait olduğu hususunda ihtilâf edilmişse de başka yerlerde (el-Müsned, IV, 146, 151, 152; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 110; Tirmizî, “DaǾavât”, 21; Nesâî, “İstiǾâźe”, 1) kelimenin rivayet edilen hadislerin bir parçası olarak zikredilmesi bizzat Hz. Peygamber’in bu ismi kullandığı şeklindeki görüşü desteklemektedir. Hz. Âişe’nin İhlâs, Felak ve Nâs sûrelerini Muavvizât olarak isimlendirmesiyle ilgili rivayet de (Buhârî, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 14; Müslim, “Selâm”, 50, 51) bunu teyit eden diğer bir husustur. Bazı rivayetlerden sahâbenin de bu iki sûreden Muavvizeteyn diye söz ettiği anlaşılmaktadır (Buhârî, “Ŧıb”, 41; İbn Mâce, “Ŧıb”, 33; Tirmizî, “Ŧıb”, 16). Öte yandan Felak ve Nâs sûrelerinin Muavvizeteyn diye adlandırılmasının sûrelerin nüzûl sebeplerini anlatan rivayetlerle ilgilidir. Buna göre müşrikler Hz. Peygamber’e büyü yaparak zarar vermek istemiş, bu sûrelerde ise her türlü şerre karşı Resûl-i Ekrem’in yüce yaratana sığınması gerektiği belirtilmiştir.

İlk dönemlerde Mu‘tezile, son dönemlerde tefsirde çağdaş yaklaşımları temsil eden bazı müfessirler, Hz. Peygamber’in ismet sıfatına aykırı olacağı gerekçesiyle ona büyü yapıldığına dair rivayetleri reddetmiştir. Onlara göre bu haberlerin kabul edilmesi Kur’an’da yer alan müşriklere ait, “Siz ancak büyülenmiş bir adama tâbi oluyorsunuz” şeklindeki iddiayı (el-Furkān 25/8) doğrulamak anlamına gelir. Halbuki Kur’an sihirle ilgisinin olmadığını beyan etmiş (Sâd 38/4-5) ve Allah’ın Resûl-i Ekrem’i insanlardan gelebilecek her türlü zarardan koruduğunu belirtmiştir (el-Mâide 5/67). Bu müfessirler, sahih olduğu kabul edilse bile söz konusu haberlerin âhâd olması sebebiyle Hz. Peygamber’in ismet sıfatı gibi itikadî bir meselede hüccet sayılamayacağını söylemişlerdir (Fahreddin er-Râzî, XXXII, 187; Cemâleddin el-Kāsımî, VII, 417; Ahmed Mustafa el-Merâgī, XXX, 268; M. İzzet Derveze, I, 198-199).

Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğunluğu ise Resûlullah’a büyü yapılmasının ve onunbundan etkilenmesinin müşriklerin


iddialarının doğrulanmasıyla ilgisinin olmadığı, bu iddialarda Hz. Peygamber’e delilik isnadının bulunduğu görüşündedir. Ayrıca Resûlullah yapılan sihirlerden etkilenmiş olsa da bu onun ismet sıfatına zarar vermez. Zira sihir peygamber kimliği itibariyle değil beşer olması sebebiyle kendisini etkilemiştir. Nitekim bir beşer olarak Peygamber de diğer insanlar gibi yorulur, hasta olur, savaşlarda yaralanır; bunlar onun ismet sıfatını zedelemez (Fahreddin er-Râzî, XXXII, 187; Nevevî, XIII, 175; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 51-53; Âlûsî, XXX, 285-288).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “Ǿavź” md.; Müsned, III, 417; IV, 144, 146, 148, 151, 152, 154; V, 129; Buhârî, “Tefsîr”, 113, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 14, “Ŧıb”, 32, 39, 41, 47, 49, 50, “Cizye”, 14, “Edeb”, 56; Müslim, “Selâm”, 43, 44, 50, 51, “Śalâtü’l-müsâfirîn”, 264, 265; İbn Mâce, “Ŧıb”, 33, 38; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 110; Tirmizî, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 12, “Tefsîr”, 93, “Ŧıb”, 16, “DaǾavât”, 21; Nesâî, “İstiǾâźe”, 1, 37, “Taĥrîmü’d-dem”, 20; Mâverdî, en-Nüket ve’l-Ǿuyûn (nşr. Seyyid b. Abdülmaksûd b. Abdürrahîm), Beyrut 1412/1992, VI, 373; Zemahşerî, el-Keşşâf (Beyrut), IV, 245; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, IX, 270-272; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, III, 211; XXXII, 187; Kurtubî, el-CâmiǾ, XX, 225, 251-254; Nevevî, Śaĥîĥu Müslim bi-şerĥi’n-Nevevî, Dımaşk 1401/1981, XIII, 175; Zerkeşî, el-Burhân, I, 193-194; İbn Kayyim el-Cevziyye, Tefsîrü’l-MuǾavviźeteyn (nşr. Seyyid b. İbrâhim), Kahire 1989, s. 44-53; Süyûtî, ed-Dürrü’l-menŝûr, Beyrut 1403/1983, VIII, 683; a.mlf., el-İtķān (Bugā), I, 29-32, 42, 177; Âlûsî, Rûĥu’l-meǾânî, XXX, 278-279, 285-288; Cemâleddin el-Kāsımî, Tefsîrü’l-Ķāsımî: Mehâsinü’t-teǿvîl (nşr. M. Fuâd Abdülbâkī), Beyrut 1415/1994, VII, 417, 418; M. Hüseyin Tabâtabâî, el-Mîzân, Beyrut 1394/1974, XX, 394; M. Tâhir b. Âşûr, et-Taĥrîr ve’t-tenvîr, Tunus 1984, XXX, 580, 610, 623-624; Ahmed Mustafa el-Merâgī, Tefsîr, Kahire 1394/1974, XXX, 268; M. İzzet Derveze, et-Tefsîrü’l-ĥadîŝ, Kahire 1381/1962, I, 197-200.

Hidayet Aydar