MUALLAK

(المعلّق)

Senedinin müellif tarafındaki kısmından bir veya daha çok râvisi zikredilmeyen hadis anlamında terim.

Sözlükte “askıda bırakılmış” mânasına gelen muallak kelimesi, terim olarak hadisin senedinin baş tarafından (müellifin bulunduğu kısımdan) bir veya arka arkaya birkaç râvisinin yahut bütün râvilerinin zikredilmediği, “قال رسول الله صلّى الله عليه وسلم” diye doğrudan Hz. Peygamber’e veya bir sahâbî yahut bir tâbiîye isnat edilen hadis demektir. Hadisi bu şekilde rivayet etmeye ta‘lîk adı verilir. Bir yazıda ayrı yazılması gereken harflerin birbirine karıştırılmasına, dişli harflerin dişlerinin belirtilmemiş olmasına da muallak denilmiştir. Hadis ilminde bu terimi ilk olarak Dârekutnî’nin kullandığı bildirilmektedir. Bu tür hadislerden sadece kesinlik belirten cezm sîgasıyla “söyledi, rivayet etti, yaptı” gibi mâlûm fiillerle rivayet edilenlere muallak denileceğini söyleyenler varsa da özellikle sonraki dönemlerde “söylendi, rivayet edildi, rivayet edilir” gibi meçhul fiillerle (temrîz sîgasıyla) nakledilenlere de bu ismin verildiği görülmektedir. Böyle bir rivayetin senedinde müellifin yalnız hocasını zikretmemesi halinde onu neden zikretmediği açıkça bilinmelidir. Aksi takdirde bu rivayet müdellesle karışır.


Muallak hadis senedinde kopukluk bulunduğu için zayıf sayılırsa da onu eserine alan âlimin metoduna bakarak hüküm vermenin daha uygun olacağı söylenmiş, sahih hadisleri toplamak maksadıyla yazılan eserlerdeki muallak hadislerin kitabın müellifine göre sahih kabul edilebileceği ileri sürülmüştür. Ancak bu konu tartışmalıdır. Bu tür rivayetlerin aynı kitap içindeki müsned hadisler ayarında olmadığı ise kesindir. Öte yandan zayıf hadislerin cezm sîgalarıyla muallak olarak rivayet edilmesi uygun görülmemiş, bu hadislerin muallak olarak rivayet edileceği zaman temrîz sîgasıyla nakledilmesi gerektiği belirtilmiştir.

Bu tür rivayetler, bilhassa Buhârî’nin el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’inde bir sayıma göre 1341 adet olup bunların büyük bir kısmı Śaĥîĥ’in diğer yerlerinde senedleriyle birlikte verilmiş, sadece 160’ının muttasıl rivayetine eserin hiçbir bölümünde rastlanmamıştır. İbn Hacer el-Askalânî, Buhârî’nin el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’indeki muallak hadislerin muttasıl rivayetlerini tesbit etmiş, bunları Fetĥu’l-bârî’nin ilgili yerlerinde ve bu şerhin Hedyü’s-sârî adlı mukaddimesinde zikretmiş, ayrıca Taġlîķu’t-taǾlîķ’te bir araya getirmiştir. Buhârî bu tür hadisleri ya cezm veya temrîz sîgasıyla nakletmiştir. Cezm sîgasıyla olanlar eğer bir sahâbîden gelmişse Buhârî’ye göre sahihtir. Sahâbîden sonraki bir râviden nakledilmişse râviye nisbet edilmesi sahih demektir. Bu durumda râvi ile ondan önceki râviler incelenip ona göre hüküm verilmelidir. Temrîz sîgasıyla nakledilenlerin sahih olsalar bile musannifin öngördüğü ölçülere uymadığı veya mâna ile rivayet edildiği ya da zayıf olduğu anlaşılır.

Müslim’in el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’inde çok az muallak hadis vardır. Eserin mukaddime kısmından sonra başka bir bölümde muttasıl rivayeti verilmemiş sadece bir muallak hadis vardır. Bunun dışında İbn Hacer’in tesbitine göre muttasıl bir hadisin farklı senedine (mütâbaat) işaret etmek maksadıyla altı muallak, altı da mübhem hadis zikredilmiştir.

Hadisi muallak olarak rivayet etmenin bazı sebepleri vardır. Bir eserdeki muallak hadis o kitabın başka bir yerinde muttasıl olarak verilmişse, kitabın hacmini büyütmemek için ta‘lik yolu seçilmiştir. Bunun yanında nakledilen hadisin kitap yazılırken benimsenen ölçülere uymaması, doğrudan bir kitaptan alınmış olması, sadece senedin bir yerindeki bir meseleye açıklık getirmek için hadisin yalnız o kısmının verilmesi zarureti ya da hadisin başka âlimlere göre sahih olsa da müellife göre zayıf olması gibi sebepler söz konusudur. Bilhassa temrîz sîgasıyla nakledilen bazı muallak hadislerin ya kısaltıldığı veya mânen rivayet edildiği yahut hafif bir illeti bulunduğu için bu şekilde nakledildiği söylenmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’s-Salâh, ǾUlûmü’l-ĥadîŝ, s. 20-21, 61-64, 164; Nevevî, Şerĥu Müslim, I, 16 vd.; İbn Hacer, Hedyü’s-sârî (Sa‘d), I, 15-18; II, 223; a.mlf., en-Nüket Ǿalâ Kitâbi İbni’ś-Śalâĥ (nşr. Rebî‘ b. Hâdî Umeyr), Medine 1404/1984, I, 323-354; II, 599-603; a.mlf., Taġlîķu’t-TaǾlîķ (nşr. Saîd Abdurrahman Mûsâ el-Kazekī), Beyrut-Dımaşk-Amman 1405/1985, I, 283-309; II, 7-13; Zeynüddin el-Irâkī, et-Taķyîd ve’l-îżâĥ, Beyrut 1991, s. 36-40, 89-93; Şemseddin es-Sehâvî, Fetĥu’l-muġīŝ (nşr. Ali Hüseyin Ali), Beyrut 1412/1992, I, 61 vd.; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Kahire 1385/1966, I, 117-121, 219-221; II, 70; Ali el-Kārî, Şerĥu Nuħbeti’l-fiker, İstanbul 1327, s. 106-108,191; Emîr es-San‘ânî, Tavżîĥu’l-efkâr (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Medine, ts. (el-Mektebetü’s-selefiyye), I, 134-150; Leknevî, Žaferü’l-emânî (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1416, s. 133 vd., 224 vd.; Tecrid Tercemesi, Mukaddime, I, 157-162; Haldûn el-Ahdeb, Esbâbü iħtilâfi’l-muĥaddiŝîn, Cidde 1405/1985, I, 326-342.

Abdullah Aydınlı