MÎZAN

(الميزان)

Mükelleflerin iman ve amellerinin kıyamet gününde değerlendirilmesini sağlayan şey anlamında Kur’an terimi.

Sözlükte “bir şeyin ağırlığını tahmin etmek, ölçüye vurmak, tartmak” anlamındaki vezn (zine) kökünden türemiş bir isim olan mîzân “tartı aleti, tartmada kullanılan ağırlık; adalet” mânalarına gelir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “vzn” md.; Lisânü’l-ǾArab, “vzn” md.). Mîzanın âyet ve hadislerde kullanılışı çerçevesinde terimleşen muhtevası ise âhiret hallerinin belli bir merhalesinde mükelleflerin, sorguya çekilmelerinin tamamlayıcı bir işlemi olarak ceza veya mükâfatı gerektiren amellerinin kemiyet açısından değerlendirilmesi şeklinde belirginleşmiştir.

Vezn (vezin) kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi dört yerde geçmektedir. Bunların bir kısmında Allah’ın kâinatı yaratıp yönetmesindeki ölçü ve âhenge temas edilmekte, on kadar âyette insanların ölçü ve tartılarda, ayrıca hak ve hukukla ilgili davranışlarında dürüst ve âdil davranmalarına vurgu yapılmaktadır. Bir âyette âhirette veznin mutlaka gerçekleşeceği (el-A‘râf 7/8), diğer bir âyette de kıyamet gününde âdil terazilerin kurulacağı ve kimseye haksızlık yapılmayacağı (el-Enbiyâ 21/47) bildirilmektedir. Kur’an’ın üç sûresinde peş peşe yer alan ikişer âyetin her birinde mîzanın çoğulu olan mevâzîn geçmekte, bunların ilkinde mîzanları ağır gelenlerin kurtuluşa ereceği, ikincisinde mîzanları hafif gelenlerin hüsrana uğrayıp cehenneme gideceği ifade edilmektedir (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “vzn” md.). Mîzanın mevcudiyeti çeşitli hadis rivayetleriyle de desteklenmiştir. Onun şekline dair nitelemeler Buhârî ve Müslim’in eserlerinde yer almamaktaysa da daha çok Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde, ayrıca İbn Mâce, Ebû Dâvûd ve Tirmizî’de görülmektedir (Wensinck, el-MuǾcem, “vzn” md.).

Kur’an ve Sünnet’in açık beyanları, vezin ve mîzanın âhiret hallerinden veya orada gerçekleştirilecek işlemlerden biri olduğunu göstermektedir. Esasen mükelleflerin ceza veya mükâfat gerektiren hareketlerinin kayıt altına alındığı ve âhirette bunun muhasebesinin yapılacağı sabit olunca (bk. AMEL DEFTERİ; HESAP) sözü edilen davranışların değerlendirilmesi anlamına gelen mîzanın hakikati de ortaya çıkar. Sem‘iyyât bahisleri içinde yer alan mîzanın nasıl gerçekleşeceği hususunda nasların zâhirî mânalarıyla yetinmeyi esas alan Selef âlimlerinin yanı sıra konuya dünyadaki tecrübelerin ışığı altında yaklaşmak isteyen, ayrıca bu meseledeki hükmü Allah’a havale eden âlimler de mevcuttur. Naslarda terazi (mîzan, mevâzîn) kelimesinin yer alması ve hadis rivayetlerinde “terazinin gözleri, çevrilen sayfalar” gibi ifadelerin geçmesinden hareket eden bazı âlimler, mîzanın dünya hayatında kullanılanlarda görüldüğü gibi iki gözü ve ortada dili bulunan bir alet olduğunu kabul etmişlerdir (Müsned, II, 221-222; VI, 110; Muvaffakuddin İbn Kudâme, s. 35-36; İbn Kesîr, II, 90-108). Din terminolojisinde “amel” diye isimlendirilen iyi veya kötü davranışlar maddî değil mânevî varlıklar grubuna girdiğinden (a‘râz) maddî anlamdaki ölçü ve tartının sınırları dışında kalır. Bu sebeple amellerin değil onların yazılı bulunduğu sayfaların (amel defteri) veya bu davranışları ortaya koyan kişinin kendisinin tartılabileceği düşünülmüştür (Ebü’l-Muîn en-Nesefî, s. 42-43; Teftâzânî, Şerĥu’l-maķāśıd, II, 164; Süyûtî, s. 320).

Mu‘tezile ekolüne mensup bazı âlimler bir taraftan amellerin vezne müsait olmayan arazlar konumunda olduğunu, diğer taraftan mîzan kelimesinin “adalet” mânasında da kullanıldığını göz önüne alarak kıyamet günündeki mîzanın “adalet ve hakkaniyet” anlamına geldiğini söylemişlerdir (Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, et-Teźkire, II, 16; Teftâzânî, Şerĥu’l-maķāśıd, II, 164; Seffârînî, II, 187). Kādî Abdülcebbâr, bazı âlimlerin Kur’an’daki bir kısım kullanılışlarını dikkate alıp mîzanı “adl” mânasına yorumladıklarını belirttikten sonra zaruret olmadıkça bu tür mecazi yorumlara başvurmanın doğru olmayacağını kaydetmekle beraber arazlardan ibaret bulunan amellerin tartılma şekline açıklık getirirken taatin nur, mâsiyetin zulmet özelliğine büründürülerek terazinin gözlerine konulabileceğini söylemek suretiyle kendisi de mecaz yöntemine başvurmuştur (Şerĥu’l-Uśûli’l-ħamse, s. 735-736). Mîzan “tartılan şey” (mevzûn) mânasına da geldiğinden amellerin nur veya zulmet özelliğine bürünüp değerlendirilebileceği de düşünülmüştür (Seffârînî, II, 187). Mîzan konusunda benimsenen bir görüş de onun amellerin miktarını tesbite yarayan bir şeyden ibaret olup niteliğinin bilinemeyeceği ve dünya terazileriyle mukayese edilemeyeceği şeklindedir. Bu hususu irdelemeyip mahiyetini Allah’a havale etmek en isabetli yöntemdir (Nûreddin es-Sâbûnî, vr. 92a-b; Teftâzânî, Şerĥu’l-ǾAķāǿid, s. 137; krş. Mâtürîdî, vr. 242b-243a).

Kur’ân-ı Kerîm’de âhiret hayatının dünyadakinden farklı arz ve semalardan oluşan bir âlemde kurulacağı ifade edilmektedir (İbrâhîm 14/48; et-Tekvîr 81/1-14). Buna bağlı olarak kıyametle ilgili nesne, olay ve işlemleri dünyadaki kavramlarla aynı saymak isabetli bir yöntem değildir. Ancak ilâhî beyanları benimsemek için onların içeriğine dünya tecrübeleri ve mantığı ile bir yer bulma zarureti de mevcuttur. Bu açıdan bakıldığında mecazı öne alan ikinci anlayışı veya -dünyadaki nesne ve olaylarla özdeşleştirmemek şartıyla- teslimiyet yöntemini tercihe şayan görmek mümkündür.

Kıyameti tasvir eden âyetler de herkesin hesaba çekileceğini bildiren ifadeler içerir. Bunun yanında Buhârî ve Müslim başta olmak üzere Kütüb-i Sitte’nin çoğu ile Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde vb. eserlerde yetmiş binli ifadeler kullanılarak hesaba ve dolayısıyla mîzana tâbi tutulmadan cennete gireceklerden söz


eden hadisler de bulunmaktadır (Wensinck, el-MuǾcem, “ĥsb” md.). Bu tür rivayetleri, Allah’ın bazı kullarını çok hızlı ve kolay bir hesaba mazhar kılacağı yolundaki beyanların (el-Bakara 2/202; Âl-i İmrân 3/199; Müsned, III, 218) bir nevi tefsiri olarak değerlendirmek mümkündür.

Akaid konularında genellikle Mu‘tezile telakkisine paralel bir çizgi izleyen Şiî kaynaklarında mîzan hakkında Sünnî âlimlerin yorumlarına benzer açıklamalar yer alır. Ancak Şiî kelâmcılarına göre Kur’an’da geçen “mevâzîn” kelimesinin bir mânası da peygamberler ve Hz. Ali başta olmak üzere vasîlerdir. Buna göre kişinin kıyametteki hesap ve mîzan merhalelerinde kurtuluşa erebilmesi için peygamberlerin yanı sıra vasîlere de inanıp itaat etmesi gerekir. Şiîliğin bu telakkilerinin İmâmiyye gruplarının tarih boyunca siyasî varlığını korumak amacıyla başvurduğu bir ilke olduğu bilinmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “vzn” md.; Lisânü’l-ǾArab, “vzn” md.; Wensinck, el-MuǾcem, “ĥsb”, “vzn” md.leri; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “vzn” md.; Müsned, II, 221-222; III, 218; VI, 110; Mâtürîdî, Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 40, vr. 242b-243a; Kādî Abdülcebbâr, Şerĥu’l-Uśûli’l-ħamse, s. 735-736; Ebü’l-Muîn en-Nesefî, Baĥrü’l-kelâm, Konya 1327, s. 42-43; Nûreddin es-Sâbûnî, el-Kifâye, Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 2271, vr. 92a-b; Muvaffakuddin İbn Kudâme, LümǾatü’l-iǾtiķād (nşr. Bekir Topaloğlu), İstanbul 1414/1993, s. 35-36; Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, et-Teźkire fî aĥvâli’l-mevtâ ve umûri’l-âħire (nşr. Ebû Süfyân Mahmûd b. Mansûr), Medine 1417/1997, II, 16; a.mlf., el-CâmiǾ li-aĥkâmi’l-Ķurǿân, Beyrut 1408/1988, VII, 107-108; İbn Kesîr, en-Nihâye (Zeynî), II, 90-108; Teftâzânî, Şerĥu’l-Maķāśıd, İstanbul 1277, II, 164; a.mlf., Şerĥu’l-ǾAķāǿid, İstanbul 1315, s. 137; Süyûtî, el-Büdûrü’s-sâfire, Beyrut 1981, s. 320; Şa‘rânî, el-Yevâķīt ve’l-cevâhir, Kahire 1317 → Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), II, 146-149; Mer‘î b. Yûsuf, Taĥķīķu’l-burhân fî iŝbâti ĥaķīķati’l-mîzân (nşr. Süleyman b. Sâlih el-Huzzî), Kahire 1409/1989, tür.yer.; Feyz-i Kâşânî, Ǿİlmü’l-yaķīn, Kum 1358 hş., II, 943-956; Seffârînî, LevâmiǾu’l-envâri’l-behiyye, Beyrut, ts. (el-Mektebü’l-İslâmiyye), II, 184-189.

Süleyman Toprak