MISIR

(مصر)

Büyük bir kesimi Afrika’da, küçük bir kesimi (Sînâ yarımadası) Asya’da yer alan ülke.

I. FİZİKÎ ve BEŞERÎ COĞRAFYA

II. TARİH

III. KÜLTÜR ve MEDENİYET

Batıdan Libya, güneyden Sudan, kuzeydoğudan İsrail, kuzeyden Akdeniz ve doğudan Kızıldeniz’le çevrili olan Mısır’ın resmî adı Mısır Arap Cumhuriyeti (Cumhûriyyetü Mısr el-Arabiyye), yüzölçümü 1.001.450 km², nüfusu 71.000.000 (2004 tah.), başşehri Kahire (10.769.000), nüfusu 500.000’i aşan diğer önemli şehirleri İskenderiye (3.977.000) ve Port Said’dir (Bûr Saîd, 560.000).

I. FİZİKÎ ve BEŞERÎ COĞRAFYA

Ülke toprakları eski Gondvana kıtasının, temelinde genellikle üzerleri daha genç yaşta tortul tabakalarla (kum taşı, kireç taşı) örtülü gnays, granit, şist gibi kristalin kayaçlar bulunan bir parçasıdır. Sert kayaçlar Nil vadisinde yeryüzüne çıktıkları yerlerde çağlayan basamaklarını oluşturmuşlardır. Mısır fizikî coğrafya açısından dört bölgeye ayrılır: Nil vadisi ve deltası, Doğu çölü (Arap çölü), Batı çölü (Libya çölü), Sînâ yarımadası. Doğu Afrika’nın Göller bölgesinden doğan Nil nehri Sudan’dan sonra Mısır topraklarına girer. Nil vadisi Asvan çevresinde derin ve dardır. Tropikal bölgede çok genişleyen nehir ülkeye girince daralır ve herhangi bir kol almadan 1100 km. uzunluğundaki vadiyi hafif bir eğimle aşarak Dimyat ve Reşîd ağızlarından Akdeniz’e dökülür; eski metinlerde adları verilen diğer ağızlar kapanmıştır. İki kolla deltayı aşan nehrin sahilde kıyı kordonlarıyla denizden ayrılan bazı lagünleri (Maryût, İdku, Burullus ve Menzele gölleri) bulunmaktadır. Nil’in doğusunda kalan Doğu çölü, Kızıldeniz’e doğru Kızıldeniz tepeleri denilen ve bazı dorukları 2000 metreyi geçen bir dağ sırasıyla sınırlanır. Batı çölü Libya sınırına kadar uzanır; Doğu çölünden daha geniş ve alçaktır. Çok geniş ve derin çukurlara dolan sular çevrelerini tarıma ve yerleşmeye uygun vahalar (Sîva, Bahriyye, Feyyûm, Ferâfre, Dâhle ve Hârce) haline getirmiştir. Batı çölündeki Kattâre çukurluğu deniz seviyesinden 136 m. aşağıdadır ve kurak oluşundan dolayı yerleşime uygun değildir. Jeolojik yapısı bakımından Doğu çölüne bağlı olan Sînâ


yarımadası Süveyş ve Akabe körfezleri arasında yer alır ve Akdeniz sahilinde al-çak bir kıyı ovasıyla sınırlanır. Güneydeki Katherina dağı (2642 m.) ülkenin en yüksek noktasıdır.

Mısır, Kuzey Afrika çöl kuşağında olduğundan kurak ve sıcak çöl ikliminin etkisi altındadır. Yıl boyunca iki ana mevsim ve kısa geçiş dönemleri yaşanır. Yaz her yerde sıcaktır; en sıcak ay olan haziranda en yüksek günlük sıcaklık ortalamaları Kahire’de 33º C, Asvan’da 41º C’dir. Ülke bütün yıl boyunca güneşli olup günlük güneşlenme süresi yaz aylarında on iki saat, kış aylarında on saattir. En fazla yağışı kış mevsiminde kıyı ve delta alır (İskenderiye’de yıllık ortalama 178 mm.). Kahire ve çevresinde azalan yağışlar (30 mm.) güneyde ve vahalarda çok düşüktür (Asvan 2 mm., Feyyûm 12 mm.). Sînâ yarımadasında yağmurlar yüksekliğinden dolayı daha fazladır. Nisan ayından hazirana kadar güneybatıdan gelen ve yaklaşık elli gün süren Hamsîn (Hammâsîn) rüzgârı güçlü eserse toz ve kum fırtınalarına sebep olur ve çevre kumla kaplanır; onun arkasından Yukarı Nil’e yelkenle gitmeyi kolaylaştıran kuzey rüzgârları başlar.

Mısır’da doğal bitki örtüsünün dağılışını kurak çöllerle Nil vadisi ve deltasının yoğun tarım alanları kısıtlar. Yağış azlığına rağmen doğal bitki örtüsü çeşitlidir. Kurak çöllerde mimoza ve ılgın gibi bodur ağaçlarla çalılar ve kokulu otlardan oluşan bitki örtüsü yer altı suyunun bulunduğu yerlerde palmiyelere dönüşür. Kıyı kuşağı ilkbaharda zengin bitki çeşitlerine sahiptir. Nil vadisi ve sulama kanallarında su bitkileri görülür (nilüfer ve kamışlar). Antik çağlarda yaygın olan papirüsün artık doğal yetişme ortamı kalmadığından günümüzde tarımı yapılmaktadır.

Kilometrekare başına yetmiş bir kişinin düştüğü ve nüfusun Nil’in kenarlarıyla deltasında toplandığı Mısır’da halkın % 35’i on beş büyük şehirde yaşamakta ve şehirlerde nüfus hızla artmaktadır. Nil vadisindeki yerleşmeler Kahire’nin güneyinden itibaren Asvan’a kadar uzanır. Ülkenin bundan sonraki bölümü olan Mısır Nûbe’sinin toprakları ve köyleri Asvan Barajı’nın suları altında kalmış, bölge ahalisi Kom Ombo yakınlarında Yeni Nûbe’ye nakledilmiştir. Nüfusun diğer kısmı göçebelerle çöllerdeki vahalarda yaşayan yerleşik insanlardan oluşmaktadır. En kalabalık vaha Batı çölündeki Libya sınırında bulunan Sîva vahasıdır. Doğu çölünde yerleşik nüfus kıyı boyunca birkaç kasabada yaşar; gerisi sayıları kesin olarak bilinmeyen göçebeler halindedir.

Tarım alanları ülke yüzölçümünün sadece % 4’ünü kaplar. Kullanılabilir arazinin kısıtlı olması sebebiyle devlet çölden yeni topraklar kazanılması ve kanal, gölet, baraj inşası için büyük yatırımlar yapmaktadır. Asvan Barajı tarım alanlarına sulama imkânı sağlamış ve ekili alanların oranını arttırmıştır. Sulama yoluyla yılda iki defa ürün alınır. Taşkınlardan sonra yapılan kış ekimlerinde (kasım-mayıs) buğday, arpa, sebze, özellikle soğan ve daha önemli olan yaz ekimlerinde şeker kamışı, pirinç ve pamuk gibi büyük gelir sağlayan ürünler tercih edilmektedir. Liflerinin uzunluğu ile tanınan Mısır pamuğu dünyanın en kaliteli pamuğudur. Nil deltasında narenciye bahçeleri artmıştır.

Mısır’ın başlıca yer altı kaynakları demir cevheri, fosfat, kireç taşı, talk, jips ve asbesttir. Ayrıca ülkede enerji sektörüne yönelik kömür, doğal gaz ve petrol rezervleri bulunmaktadır. Petrol Sînâ yarımadası, Süveyş körfezi ve Batı çölünden, doğal gaz ise delta alanından elde edilir. Pamuk ipliği ve pamuklu giyim sanayiinde dünyanın ilk on ülkesi arasında yer alan Mısır’da diğer önemli sanayi alanları maden (özellikle hidrokarbon), altı adet petrol rafinerisinde sürdürülen petrokimya ve otomotivdir. İnşaat sektörü yeni açılan çimento fabrikaları ile gelişme göstermektedir. Nil vadisinde baraj yapımı küçük boyutlu ilk örnekleriyle XIX. yüzyılda deltada, XX. yüzyılın başında da Yukarı Mısır’da başlamıştır. Nil’in taşkın sularını biriktirmek için güneyde gerçekleştirilen ilk büyük baraj 1902 yılında İngilizler’in granitten yaptığı Asvan Barajı’dır. 1960-1970 yılları arasında Cemal Abdünnâsır’ın girişimiyle Ruslar, bu barajın 6 km. güneyine dünyanın en büyük suni göllerinden birine sahip olan bugünkü barajı (es-Seddü’l-âlî) inşa etmiştir.

Mısır’da karayolu ve demiryolu ulaşımının başlıca kavşak noktası Kahire’dir.


Burası bütün büyük şehirlere, Süveyş’e, Asvan’a ve Feyyûm vahasına karayoluyla, İskenderiye, Süveyş ve Asvan’a demiryoluyla bağlıdır. İskenderiye’den Libya’ya bir karayolu, bir de demiryolu hattı devam eder. Ayrıca tarım alanlarında şeker kamışının açık vagonlarla taşındığı dar demiryolu hatları vardır. Kızıldeniz ve Akdeniz arasında deniz ulaşımını sağlayan Süveyş Kanalı 1869 yılında açılmıştır. Başlıca havaalanları Kahire, İskenderiye, Lüksor ve Şarmeşşeyh’te bulunmaktadır. Mısır ekonomisinde turizmin ağırlığı gün geçtikçe artmaktadır. Dış ticarette ihracat ithalâta oranla düşüktür. Tekstil ürünleri, çeşitli aletler (imalât sanayii), ham pamuk ve petrol ürünleri ihraç edilir; gıda maddeleri, makineler, elektrikli aletler, taşıtlar, kimyasal maddeler, kâğıt, kereste, yağ ve mineraller ithal edilir.

BİBLİYOGRAFYA:

P. Birot - J. Dresh, La Méditerranée et le moyen orient, Vendome 1955, II, 241-243; Sami Öngör, Orta Doğu (Siyasi ve İktisadi Coğrafya), Ankara 1964, s. 231-243; G. Baer, “Urbanization in Egypt, 1820-1907”, Beginnings of Modernization in the Middle East (ed. W. R. Polk - R. L. Chambers), Chicago 1968, s. 155-169; Türkkaya Ataöv, Afrika Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri, Ankara 1977, s. 27-29; M. Adams, The Middle East, Oxford 1983, s. 11-20; P. Beaumont v.dğr., The Middle East: A Geographical Study, Chichester 1985, s. 471-487; Nasr es-Seyyid Nasr, Coġrâfiyyetü Mıśri’z-zirâǾiyye, Kahire 1408/1988; W. R. Polk, The Arab World Today, London 1991, s. 6, 134-144, 279-281; Selami Gözenç, Afrika Ülkeler Coğrafyası I, İstanbul 1995, s. 123-130; Aydoğan Köksal, Afrika Genel ve Ülkeler Coğrafyası, Ankara 1999, s. 339-351; A. Atasoy, Kıtalar ve Ülkeler Coğrafyası, Bursa 2003, s. 775-788; Danyal Bediz, “Süveyş Kanalının Önemi”, DTCFD, IX/3 (1951), s. 329-352; Ali Tanoğlu, “Mısır ve Süveyş Kanalı”, İÜ Coğrafya Enstitüsü Dergisi, II/3-4, İstanbul 1952-53, s. 17-47; E. Ehlers, “Population Growth and the Food Supply Margin in Egypt”, Applied Sciences and Development, XIII, Tübingen 1979, s. 65-87; G. Meyer, “Effects of the New Valley Project upon the Development of the Egyptian Oases”, Applied Geography and Development, XV, Tübingen 1980, s. 96-116; Suna Doğaner, “Mısır’da Coğrafyanın Turizme Etkisi”, Türk Coğrafya Dergisi, sy. 29, İstanbul 1994, s. 83-113; Besim Darkot, “Mısır”, İA, VIII, 217-218.

Suna Doğaner





II. TARİH

Başlangıçtan Bizans Dönemine Kadar. Çivi yazılı tabletlerde Misri / Musri / Musur ve İbrânîce belgelerde Misrayim şeklinde geçen Mısır adının Proto-Semitik mâsôr (sur, kale) kelimesinden, bugün Batı dillerinde kullanılan Egypt’in de (Gr. Aigyptos, Lat. Aegyptus) başşehir Memfis’in eski Mısır dilindeki ilk adı olan Hakuptah / Hikuptah’tan geldiği sanılmaktadır (NBD, s. 337). Mısırlılar ise ülkelerine verimli arazisine işaretle Kemet (kara toprak), Tawy (“iki ülke”: Aşağı ve Yukarı Mısır) ve To-Meri (anlamı bilinmiyor) diyorlardı (a.g.e., a.y.).

Mısır prehistoryasında Avrupa, Afrika ve Avrasya’nın diğer bölgelerinden pek farklı geçmediği anlaşılan Paleolitik (eskitaş) ve Mezolitik (ortataş) çağlardan sonra milâttan önce yaklaşık 5000-3800 yılları arasında sürdüğü tahmin edilen Neolitik çağ (yenitaş) gelir. İnsanların toplu şekilde yerleşik bir hayat yaşadıkları ve tarım, hayvancılık, dokumacılık, çömlekçilik bildikleri Neolitik medeniyet iki ayrı tarzda gelişmiştir (Orta Mısır’da ve deltanın hemen güneyinde); bunun etnik veya tarihî bir sebebe dayandığı sanılmaktadır. Predinastik (hânedanlar öncesi) dönem olan Eneolitik çağda (bakırçağı) metalin Mısır’a yabancılar tarafından getirildiği düşünülmekteyse de bunun işgalle geldiğini gösteren bir iz yoktur. Mısır’ın kendine has sanat ve din anlayışı (Mısır uygarlığı) bu dönemde filizlenmeye başlamıştır.

Milâttan önce III. yüzyılda yaşayan Mısırlı tarihçi-rahip Manethon, eski Mısır hakkındaki ilk bilgilerin alındığı Aigyptiaka adlı Grekçe eserinde iki ülkeyi (Aşağı ve Yukarı Mısır) birleştiren kişinin Tinis Kralı Menes (Narmer) olduğunu söyler. Böylece hânedanlar devrini Menes’le başlatan Manethon, 3000 yıl gibi çok uzun bir süre devam eden bu dönemi günümüzde ilim adamlarının da benimsediği otuz bir hânedanın hüküm sürdüğü eski, orta ve yeni krallıklar adı altında üç bölüme, bunları da kendi içlerinde çeşitli alt bölümlere ayırmıştır. Mısır birliğinin sağlandığı ilk dönem, belgelerin yetersizliğine rağmen yine de firavunların teokratik-otokratik yönetimlerinin başladığı, hemen bütün öğeleriyle Mısır uygarlığının doğduğu zaman dilimi olarak kabul edilir. III. hânedan firavunlarından Cûser idare merkezini Tinis’ten iki ülkenin sınırında bulunan Memfis’e taşıdı. Arkasından da milâttan önce 2650’ye doğru Sekkāre’deki basamaklı ilk piramidi ve çevresinde yer alan mezar kompleksini yaptırarak Mısır mimarisinde ehram geleneğini başlattı. IV. hânedanın kurucusu Snefru, kendisi için üç piramit inşa ettirmek suretiyle en mükemmel örneği elde etmeye çalıştıysa da bu iş oğlu Keops zamanında gerçekleşti ve onun büyük piramidi eski dünyanın yedi harikasından biri sayıldı. Keops’un oğlu Kefren (Hûfû) daha küçük, torunu Mikerinos da onunkinden ufak birer piramit yaptırarak babalarına saygılı bir biçimde geleneği sürdürdüler. Bu dönemde yüksek rütbeli saray görevlilerinden oluşan krala yakın bir sınıf ortaya çıkmıştır (muhtemelen Kur’ân-ı Kerîm’de firavunlar devriyle ilgili olarak zikredilen “mele’”; bk. FİRAVUN). I. Teti, I. Pepi ve II. Teti gibi firavunların hüküm sürdüğü VI. hânedan devrinde merkezî otoritenin gittikçe zayıflayarak eyaletlerde bağımsızlaşma eğiliminin arttığı ve valilerin merkezden uzaklaşmaya başladığı görülür. II. Pepi ile Mısır’ın eski krallık dönemi çöküş sürecine girmiş ve firavunun sınırsız gücü tehlikeye düşmüştür. Eski krallık devri firavunları, Sînâ yarımadası ve Nûbe’nin güney kesiminde tampon bölgeler ve kendi denetimlerinde ticaret yolları yaptırdılar. Mısır gemileri Kızıldeniz, Somali ve Doğu Akdeniz sahillerine ticarî seferlerde bulunuyordu. Lübnan’dan sedir ağacı, Afrika’dan fildişi ve değerli taşlar, Sînâ’dan bakır cevheri getiriliyordu. Yine bu dönemde kanal açma girişimlerinin olduğuna dair işaretler vardır.

Birinci ara dönem (m.ö. 2270-2100) denilen dört hânedanın hüküm sürdüğü


zaman diliminin başlarında eski krallık devrinde sağlanan birlik siyasî ve idarî olumsuzluklarla beraber dağılmaya başladı. Ayrıca kuraklık, kıtlık ve yoksulluğun bunlara eklenmesiyle toprak kavgalarının önlenememesi sonucu merkezî yönetim parçalandı ve eski krallık çöktü. IX ve X. hânedanlar Herakleopolis’te (Feyyûm) otokratik yönetimin devamını sağladıysa da bu Orta ve Aşağı Mısır’la sınırlı kaldı. Teb firavunlarından II. Mentuhotep’in tekrar siyasî birliği tesis etmesi orta krallık döneminin (m.ö. 2065-1785) başlangıcı olarak görülür. XI. hânedanın son firavununun ölümünün ardından tahta el koyan vezir, I. Amenemhet adıyla XII. hânedanlığı kurdu ve karışıklıklara son verdi. Memfis yakınlarında yeni bir başşehir inşa ettiren I. Amenemhet’in devlet adamları ve kendisinden sonra gelecek firavunlar için hazırlattığı yönetim kurallarını belirleyen tâlimatnâme bu konuda kaleme alınmış dünyadaki ilk yazılı belge sayılmaktadır. İkinci ara dönem adıyla anılan milâttan önce 1785-1570 yılları arası Mısır tarihinin en karışık ve en az bilinen devirlerinden biridir. Hânedan çekişmelerinin artması ülkenin tekrar bölünmesine yol açarken Mısır’ın kuzeyini işgal ederek Avaris şehri çevresine yerleşen Hiksoslar XV ve XVI. hânedanlara sahip oldular. Arkasından, ilk defa böyle bir işgale uğrayan Mısır halkı arasında bağımsızlık hareketleri ortaya çıktı ve Teb prenslerinin önderliğinde Hiksos hâkimiyetine son verildi.

Hiksoslar’ı Filistin’e kadar süren I. Ahmose güneyde Nûbe’yi Mısır’a bağladı. Böylece XVIII. hânedanın kurulmasıyla yeni krallık dönemi (m.ö. 1570-1200) başlamış oldu. Mısır’ın en güçlü zamanının yaşandığı bu devirde sömürgeci ve yayılmacı bir dış siyaset neticesinde zenginlik artarken birçok önemli makam askerlerin eline geçti. I. Tutmosis (m.ö. 1506-1494) ölen firavunların gömülmesi işine yenilikler getirdi ve ilk defa ünlü Krallar vadisinde kendisi için mezar hazırlattı. IV. Amenofis (m.ö. 1375-1354) dinî alanda büyük bir reform gerçekleştirerek ülkeye güneş monoteizmini getirdi ve diğer tanrıları reddetti. Yeni güneş tanrısı Aton ismini taşıyor ve güneş kursu şeklinde gösteriliyordu. Adını Akhetaton (güneşin kulu) olarak değiştiren IV. Amenofis diğer tanrıların heykellerini tahrip ettirerek birçok Aton tapınağı yaptırdı ve eski başşehirden ayrılıp yeni kurduğu Akhetaton’a yerleşti. Ancak halk ve din adamları, özellikle Amon rahipleri tarafından büyük bir hoşnutsuzlukla karşılanan yeni din onun ölümünden sonra kanlı bir şekilde kaldırıldı. Yeni krallık döneminin en önemli firavunlarından biri II. Ramses’tir. II. Ramses Hititler’le Kadeş savaşını yaptı; ardından dünyanın ilk yazılı antlaşması olarak bilinen antlaşmayla (m.ö. 1270) Suriye’nin yarısını aldı ve III. Hattuşili’nin kızıyla evlendi. II. Ramses mimariye çok önem verdi. Kendisi için Ebû Simbel’de iki devâsâ tapınak, Pi-Ramses (Per-Ramses) adını verdiği idare şehri ve Teb’de sonraları Ramesseum denilen, içinde bir astronomi gözlem odası da bulunan kompleksi yaptırdı. İsrâiloğulları’nın Mısır’dan onun zamanında çıktığı sanılmaktadır.

Mısır tarihinde XX. hânedandan itibaren milâttan önce 1200-1085 yılları arası çöküş dönemi olarak adlandırılır. II. binin sonlarına doğru Mısırlılar’ın deniz kavimleri dedikleri Hint-Avrupalılar’ın kalabalık bir şekilde Libya’ya, Akdeniz’e ve Asya’ya gelmeleri güç dengelerini altüst etti. Tarihinde ilk defa denizden saldırıya uğrayan Mısır karadan gelen istilâcılarla da uzun süre savaşmak zorunda kaldı. XI. Ramses zamanındaki karışıklıklardan istifade eden Teb başrahibi Herihor ülkenin güneyine hâkim oldu. Aynı firavunun ölümünden sonra milâttan önce 1085 civarında kuzeyde Tanis Valisi Smendes kendini firavun ilân ederek XXI. hânedanı kurdu. Ardından yönetim Teb rahipleriyle XXI. hânedan arasında paylaşıldı. Üçüncü ara dönem olarak adlandırılan sürede Mısır’ın kuzey kesimi Libya kökenli XXII. hânedanın yönetimine girdi; Teb’de de XXIII. hânedan ortaya çıktı. Mısır XXIII, XXIV ve XXV. hânedanlar zamanında tarihinde en büyük bölünmelere uğradı ve bunun sonucunda Asur Kralı Assarhaddon, Sînâ çölünü ve deltayı geçerek Memfis’e girdi. Ancak Sais Kralı I. Psamtik birkaç yıl sonra Asurlular’ı ve Sudanlılar’ı uzaklaştırarak XXVI. hânedanı kurdu (m.ö. 663); ülke bir süre daha müreffeh ve sanat açısından parlak bir dönem yaşadı. Mısır milâttan önce 525’te Pers Kralı Kambises tarafından işgal edildi ve milâttan önce 404’e kadar XXVII. sülâle denilen Pers hükümdarlarınca yönetildi. Bu tarihte Persler’i ülkeden çıkaran


Saisli Amyrtaios XXVIII. hânedanı tesis etti. Ülke, onun ardından gelen XXIX ve XXX. hânedanlar zamanında da millî birlik politikasıyla yönetildi. Fakat II. Nektanebo devrinde Persler ülkeyi tekrar ele geçirdiler ve bir satraplık olarak doğrudan merkeze bağladılar. Dört yıl kadar sonra Nûbeli bir prens, XXXI. hânedanı kurarak Persler’e karşı şiddetli bir mücadele başlattıysa da milâttan önce 332’de Pers İmparatorluğu’nu yıkan Büyük İskender Mısır’ı da hâkimiyeti altına aldı. Mısır’a giren İskender halk tarafından bir kurtarıcı gibi karşılandı. Ziyaretlerine gittiği Amon rahipleri onu Amon’un oğlu sıfatıyla bir tanrı olarak kutsadılar.

İskender’in âni ölümü üzerine Mısır toprakları generallerinden Ptolemaios Soter’e kaldı. Onun başlattığı Ptolemaioslar (Lagos hânedanı) döneminde Mısır ve Yunan geleneklerinin sentezi olan yeni bir kültür anlayışı içinde Akdeniz dünyası ile yakın bir ilişkiye girildi. Bu amaçla idare merkezi Memfis’ten İskender’in kurduğu İskenderiye’ye taşındı. Bir ticaret limanı olarak gelişen şehirde ünlü İskenderiye Kütüphanesi kuruldu ve limanın karşısındaki adaya dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen İskenderiye Feneri inşa edildi. Bu devirde ülke toprakları Libya’ya kadar Kuzey Afrika, Güney Suriye, Kıbrıs, Ege adaları, Kilikya ve Marmara’ya kadar birçok Anadolu sahil şehrini kapsıyordu. Yavaş yavaş zayıflayan devlet milâttan önce 195’te Selevkoslar’ın himayesine girdi ve onların tamamen eline düşmekten ancak Roma’nın müdahalesiyle kurtuldu. Artık Mısır’ın başında kalabilmek için hükümdarlar Roma’nın desteğini kazanmak zorundaydılar. XII. Ptolemaios’un kızı ve XIII. Ptolemaios’un eski Mısır geleneğine göre evlendiği kız kardeşi olan VII. Kleopatra (m.ö. 51-30), hânedanı tekrar güçlendirebilmek için Roma kumandanları Julius Caesar ve Marcus Antonius’u kullandıysa da Octavianus (Augustus) tarafından Actium deniz savaşında yenilgiye uğratıldı; böylece Ptolemaios Devleti yıkıldı. Bir Roma eyaleti haline gelen Mısır gerek stratejik konumu gerekse verimli topraklarıyla imparatorluğun önemli bir parçası oldu. Toprak reformu niteliğinde bazı girişimlerle tapınakların arazilerine el konulurken maliye ve vergi işlerine düzen vermek amacıyla özerk yönetimler oluşturuldu. Roma hâkimiyeti döneminde halk sınıfları arasında farklılaşmalar başladı. Yunan kökenliler çeşitli imtiyazlar kazanarak şehir aristokratı görünümü aldı. İskenderiye’deki yahudi topluluğu da geleneklerine bağlılığıyla ayrı bir sınıf teşkil ediyordu. Milâttan sonra 50 yıllarında onlarla Yunanlılar arasında çatışmalar baş gösterdi; 66 ve 117 yıllarındaki ayaklanmalarda binlerce yahudi öldürüldü.

Roma’nın karışıklıklar içine düştüğü III. yüzyılda Mısır’da da çeşitli ayaklanmalar vuku buldu, ancak bunlar kısa sürede bastırıldı. Hıristiyanlığın yayılmaya başlaması Mısır’ın dinî ve siyasî hayatında köklü değişikliklere yol açtı. Hıristiyanlık önce İskenderiye yahudileri, ardından bütün halk tarafından benimsendi. Çöle gelen keşişler burada misyonerlik faaliyetlerinde bulundu. Fakat bu arada teolojik tartışmalar baş gösterdi ve mezhepleşmeler başladı. Hıristiyanlığın gnosisin yüksek bir şekli olduğunu ileri süren İskenderiyeli Klemens baskılardan kaçmak zorunda kalırken İskenderiye Okulu’nda onun yerine geçen Origenes de Helenizm ile İncil’i uzlaştırmak istediği için görevinden uzaklaştırıldı. Hz. Îsâ’nın kişiliği çevresinde dönen tartışmalar III. yüzyılın sonlarına doğru had safhaya ulaştı. Roma İmparatorluğu’nun 395’te ikiye bölünmesinin ardından Mısır Doğu Roma’ya (Bizans) bağlandı.

Eski Mısır’da bilim çok gelişmişti. Gerek firavunlar döneminin son aşamalarında gerekse Pers, Yunan ve Roma hâkimiyetleri sırasında buraya çok sayıda yabancı âlim ve seyyah gelmiş, bunlar ülkedeki gelişmeleri kendi ülkelerine aktarmışlardı. Ayrıca Mısır’ın dinî hayatı Yunanlılar’ı ve Romalılar’ı etkilemiştir. Eski Mısır peygamberler tarihi açısından da çok önemlidir. Ahd-i Atîk’te ve Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Mûsâ’nın firavunla mücadelesi ve İsrâiloğulları’nın onun önderliğinde Mısır’dan çıkışı, Hz. Yûsuf kıssası gibi konular geniş yer alır.

BİBLİYOGRAFYA:

Herodotos, Tarih (trc. Müntekim Ökmen), İstanbul 1973, s. 103-185; Arif Müfid Mansel, Mısır ve Ege Tarihi Notları, İstanbul 1938; Yusuf Ziya Özer, Mısır Tarihi, Ankara 1939; Afetinan, Eski Mısır Tarihi ve Medeniyeti, Ankara 1987; Bülent İplikçioğlu, Eskiçağ Tarihinin Anahatları, İstanbul 1990, s. 107-126; Letters from Ancient Egypt (trc. E. F. Wente, ed. E. S. Meltrer), Atlanta 1990; M. A. Hoffman, Egypt before the Pharaohs: The Prehistoric Foundations of Egyptian Civilization, Texas 1991; J. Vercoutter, Eski Mısır (trc. Emine Su), İstanbul 1992; E. Hornung, Einführung in die Aegyptologie: Stand, Methoden, Aufgaben, Darmstadt 1993; a.mlf., Mısır Tarihi (trc. Zehra Aksu Yılmazer), İstanbul 2004; K. A. Kitchen, “Egypt”, NBD, s. 337-353; Die Altorientalischen Reiche (ed. E. Cassin v.dğr.), Augsburg 1998, I, 210-374; II, 222-293; III, 256-282; Ali Cengiz Üstüner, Mısır Uygarlığı, İstanbul 1998; P. Johnson, The Civilisation of Ancient Egypt, London 1999; J. Tyldesley, Judgement of the Pharaoh: Crime and Punishment in Ancient Egypt, London 2000; J. Ray, The Reflections of Osiris: Lives from Ancient Egypt, London 2001; M. R. Bunson, Encyclopedia of Ancient Egypt, New York 2002; L. Capponi, The Creation of Roman Province: The Case of Augustan Egypt (doktora tezi, 2003), University of Oxford; “Mısır”, ABr., XVI, 33-36; “Mısır”, Büyük Larousse, İstanbul 1986, XIII, 8117-8121; Ömer Faruk Harman, “Firavun”, DİA, XIII, 118-121; Mustafa Uzun, “Firavun”, a.e., XIII, 121-122; The Oxford Encyclopedia of Ancient Egypt, Oxford 2001 (ed. D. B. Redford), I-III.

Hilal Görgün





Bizans Dönemi.

Geniş Roma İmparatorluğu toprakları Bizans’ın kurucusu


sayılan Büyük Konstantinos (306-337) tarafından dört ana bölgeye (praefectura) ayrılırken Ön Asya ve Trakya ile birlikte doğu bölgesini oluşturan büyük eyaletlerden biri haline getirilen Mısır, Bizans döneminde de siyasî ve kültürel açıdan önemini korudu. Praefectus Augustalis unvanlı bir genel valinin yönettiği Mısır kendi içinde altı idarî birime bölünmüştü. Resmî dil Grekçe olmakla birlikte halk arasında yaygın biçimde Kıptîce konuşuluyordu. Bizans İmparatorluğu’nun en zengin eyaleti olan Mısır ülkenin tahıl ambarıydı; valinin görevlerinden biri de ürünün gemilerle başşehir İstanbul’a (Konstantinopolis) taşınmasını sağlamaktı. Eyalet merkezi İskenderiye, Roma döneminde Doğu’nun en büyük ve imparatorluğun Roma’dan sonra ikinci önemli şehri iken Bizans devrinde de İstanbul’dan sonra ikinci büyük şehir olmuştu. Limanının işlekliğiyle tanınan İskenderiye’nin İpek yolu güzergâhı üzerinde bulunması hem şehrin hem de Mısır’ın Bizans için önemini arttırıyordu. Bizanslı tâcirler önce İskenderiye’ye gider, daha sonra Eyle’den (Akabe) Kızıldeniz’e açılarak veya kara yolunu takip ederek İpek yolu ticaretine katılırlardı. Aden-Kızıldeniz yoluyla İskenderiye Limanı’na gelen ticaret malları da buradan Batı’ya taşınırdı.

İdarî ve ticarî olduğu kadar dinî ve kültürel açıdan da Mısır’ın merkezi olan İskenderiye’de özellikle tıp, felsefe ve matematik alanlarında çeşitli ekoller ortaya çıkmıştır. Yeni Eflâtuncu İskenderiye felsefe ekolü mensuplarından IV-VII. yüzyıllar arasında yaşayan Theon, Proklus, Ammonius, Simplikius, Damaskius, Olympiodoros, Ioannes Philoponus, Stephanus, Apameialı Ioannes, Amidalı Aetius, Aeginalı Paulus ve Ahron, eserleriyle eski Grek bilim ve felsefesinin müslümanlara geçişinde önemli rol oynamışlardır. İslâm tıp tarihinde CevâmiǾu’l-İskenderâniyyîn adıyla şöhret kazanan külliyat İskenderiye’de okutulan Câlînûs’a (Galen) ait on altı eserden oluşmaktaydı (Avcı, s. 184-188).

II. yüzyıldan itibaren Mısır’a girmiş olan Hıristiyanlık burada önemli sayıda taraftar bulmuş, III. yüzyıl başında İskenderiye’de özellikle Klemens ve Origenes’in temsil ettiği teoloji ekolü kurulmuştu. Aziz Pakhomios’un 320’den sonra Yukarı Mısır’daki Tabennisi’de bir manastır açmasıyla Mısır ilk hıristiyan manastır hayatının da merkezi oldu. Öte yandan İmparator Büyük Konstantinos’un tanıdığı serbestlik neticesinde Hıristiyanlık Mısır’da hızla yayılmaya başlamıştı; dinî çevrelerde Grekçe’nin yanı sıra Kıptîce de kullanılmaktaydı. Ancak İskenderiye ile imparatorluğun diğer patriklik merkezleri arasında çeşitli anlaşmazlıklar mücadelelere yol açıyordu. IV. yüzyılda Yeni Eflâtuncu felsefenin de etkisiyle Hıristiyanlık’taki teslîs anlayışına karşı görüşler ileri süren ve İskenderiye’de verdiği vaazlarla tanınan rahip Arius’un fikirleri din adamları ve halk arasında geniş ilgi uyandırdı. İskenderiye Piskoposu Alexander, Arius ve taraftarlarını görüşlerinden vazgeçirmek amacıyla 320 yılında bir sinod topladı; onları inançlarından çeviremeyince de aforoz etti. Ariusçular’la İskenderiye Piskoposu Alexander arasındaki teolojik görüş farklılıklarının bütün kiliseleri etkisi altına aldığını, tartışmaların dinî yönden olduğu kadar siyasî birlik açısından da devlete zarar verdiğini gören İmparator Konstantinos ihtilâfı bertaraf etmesi için Cordoba (Kurtuba) Piskoposu Hosius’u (Ossius) görevlendirdi. Hosius’un 324’te Antakya’da topladığı sinoddan da olumlu sonuç çıkmayınca ertesi yıl Konstantinos’un bizzat düzenlediği I. İznik Konsili’nde Arius ve taraftarları aforoz edilip sürgünle cezalandırıldıysa da bir süre sonra affedildiler. Ariusçuluk VI. yüzyıla kadar etkinliğini sürdürdü. 381’de İstanbul’da toplanan ve Hıristiyanlığı devletin resmî dini ilân eden ikinci ekümenik konsilde İskenderiye patriği papanın arkasından ikinci sırada yer alıyordu ve onun yetki alanına Mısır, Libya, Pentapolis giriyordu. İmparator I. Theodosios’un ölümünden (395) sonra imparatorluk Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılınca Mısır Doğu Roma’ya (Bizans) bağlı kaldı. İskenderiye zengin kütüphaneleri, felsefe ve teoloji okullarıyla önemli bir şehir olduğu gibi İskenderiye patrikliğinin dinî tartışmalardaki ağırlığı V. yüzyılda da devam etti. Özellikle Hz. Îsâ’da yalnızca ilâhlık unsurunun bulunduğunu ileri sürerek monofizitizm doktrininin doğmasına sebep olan İskenderiye Patriği Kyrillos, Hz. Îsâ’da tanrılık ve insanlık unsurlarının birbirine karışmadan bulunduğunu ve yeryüzünde yaşarken insanlık unsurunun baskın olduğunu iddia eden İstanbul Patriği Nestorius’a cephe aldı. Tartışmaların yayılması üzerine II. Theodosius’un emriyle 431 yılında Efes’te toplanan üçüncü ekümenik konsilde Kyrillos, Nestorius ve taraftarlarını aforoz etti, Nestorius Mısır’a sürgüne gönderildi. Münakaşaların bitmesi için yine II. Theodosius’un emriyle 449’da ikinci defa Efes’te toplanan İskenderiye Patriği Dioskoros başkanlığındaki konsil İstanbul ve Antakya patriklerini aforoz edince tartışmalar daha da alevlendi. Tanımadığı II. Efes Konsili’ne “haydutlar konsili” diyen Papa I. Leon’un da ısrarıyla İmparator Markianos 451’de Khalkedon’da (Kadıköy) bizzat yönettiği ekümenik bir konsil topladı. Bu konsil, Îsâ’nın hem insanî hem ilâhî tabiata sahip olduğuna karar verip monofizitliği ve Nestûrîliği din dışı sayarken Dioskoros’u aforoz etti. İskenderiye’ye tayin edilen yeni patrik, bir askerî birlik eşliğinde şehre girip görevine başladıysa da kısa bir süre sonra halkın gösterdiği tepki kanlı çatışmalara dönüştü. Mısır’da çoğunluğu Kıptîler’den oluşan monofizit inancı benimseyenlerle Kadıköy Konsili kararlarına uyanlar arasındaki mücadele uzun yıllar sürmüştür.

I. Anastasios ve I. Iustinianos dönemlerinde devletin Mısır’da idarî, dinî ve ekonomik açılardan daha etkili olmasını sağlayıcı düzenlemeler yapıldı. Bu durum, halkın mâruz kaldığı baskılar ve ödediği ağır vergiler yüzünden merkezî yönetime karşı duyduğu memnuniyetsizliği daha da arttırdı ve Mısır’ın, İmparator Phokas’ın istibdat rejimine karşı ayaklanan Kartaca Valisi Herakleios’a destek vermesine yol açtı. Herakleios’un bir filo eşliğinde İstanbul’a gönderdiği oğlu Herakleios, Patrik Sergios ve Yeşiller Partisi’nin desteğiyle tahtı ele geçirdi (610). Onun Bizans imparatoru olmasından sonra Sâsânîler Mısır’ı zaptettilerse de (619) şehir 628’de geri alındı. Sâsânî hâkimiyetinde İskenderiye patrikliği yapan Benjamin’in yerine Bizans’ın aynı zamanda son Mısır genel valisi olan Kyros tayin edildi. Hz. Peygamber’in Hâtıb b. Ebû Beltea aracılığıyla İslâm’a davet mektubu gönderdiği Mukavkıs’ın kimliği konusunda farklı görüşler ileri sürülmekte, bunlar arasında onun Kyros olduğu rivayeti de bulunmaktadır (bk. MUKAVKIS). Patrik Kyros, kilise içinde sürüp giden doktrin tartışmalarından kaynaklanan anarşiyi bastırıp sükûneti sağladıysa da bu durum kalıcı olmadı. Öte yandan Mısır’da yaşayan yahudiler devletin dinî siyasetinden memnun değillerdi. Neticede Bizans’ın Mısır’da izlediği baskıcı siyasetin bölgenin müslümanların eline geçmesine zemin hazırladığı söylenebilir. 640 ve 641 yıllarında Amr b. Âs kumandasındaki İslâm orduları Mısır topraklarını fethederken başşehir İskenderiye’yi kuşatma altına alınca Kyros direnmeyerek şehri müslümanlara teslim etti. Buna karşı çıkan Herakleios’un ölümünün (641) ardından Kyros, yönetimi elinde bulunduran Herakleios’un


hanımı Martina’nın emri doğrultusunda Amr b. Âs ile Bizans birliklerinin belirli bir süre içinde Mısır’dan çekilmesini öngören antlaşmayı imzaladı. Bizans birlikleri gemilerle Rodos’a doğru yola çıktıktan sonra Amr b. Âs İskenderiye’ye girdi (642).

BİBLİYOGRAFYA:

J. B. Bury, History of the Later Roman Empire, New York 1958, I, 26-27, 349, 351, 355, 357; A. A. Vasiliev, History of the Byzantine Empire: 324-1453, Madison 1964, I, 54-56, 98-99, 105-106, 116-118, 120, 196; A. N. Stratos, Byzantium in the Seventh Century (trc. M. Ogilvie-Grant), Amsterdam 1968, I, 25-28, 111-112, 302-303, 306-307; II, 88, 94, 130-131; III, 35 vd.; A. J. Butler, The Arab Conquest of Egypt, Oxford 1978, s. 6,12, 28, 42, 50, 53; G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1991, s. 32, 44, 54-55, 101, 105, 107; L. S. B. MacCoull, “Egypt”, The Oxford Dictionary of Byzantium (ed. A. P. Kazhdan v.dğr.), Oxford 1991, I, 679-680; W. E. Kaegi, “Egypt on the Eve of the Muslim Conquest”, The Cambridge History of Egypt (ed. C. F. Petry), Cambridge 1998, I, 34-61; Mehmet Çelik, Siyasal Sistem Açısından Bizans İmparatorluğu’nda Din-Devlet İlişkileri (Kuruluşundan X. Yüzyıla Kadar), İzmir 1999, I, 20, 22, 23, 25, 31-34, 44, 58, 66-68; Casim Avcı, İslâm-Bizans İlişkileri, İstanbul 2003, s. 57-58, 184-188; V. Christides, “Miśr”, EI² (İng.), 152-153.

Casim Avcı





Fetihten Osmanlı Dönemine Kadar.

Filistin’in müslümanlar tarafından ele geçirilmesi artık Bizans ile karadan bağlantısı kalmayan Mısır’ın fethini kolaylaştırmıştı. Câhiliye döneminde burası ile ticarî ilişkileri bulunduğu için bölgeyi tanıyan Amr b. Âs, Filistin’i İslâm hâkimiyeti altına aldıktan sonra Mısır’ın stratejik açıdan çok önemli olduğunu ve oraya kaçan Bizans kuvvetlerinin tekrar kendilerine saldırabileceğini söyleyerek Hz. Ömer’i ikna etti; emrine verilen 4000 kişilik orduyla başlattığı Mısır’ın fethini, Zübeyr b. Avvâm kumandasındaki 5000 kişilik diğer bir birliğin de yardımıyla üç yıl içerisinde tamamladı. İlk önce Muharrem 19’da (Ocak 640) Feremâ’yı almasının ardından Aynişems’te Bizanslılar’la karşılaşan Amr b. Âs, Zübeyr b. Avvâm’la birlikte büyük bir zafer kazandı. Stratejik açıdan çok önemli olan Babilon Kalesi’nin fethiyle de (20/641) müslümanlar bölgede tutunabilecekleri bir mevkiyi ele geçirmiş oldular ve deltanın güneyle ilişkisini kestiler. Bundan sonra Amr b. Âs İskenderiye’ye yöneldi. Direnemeyeceklerini anlayan Bizans kuvvetleri Şevval 21’de (Eylül 642) şehri müslümanlara teslim ettiler. Bu sırada İslâm ordusunun diğer kısmı Feyyûm’u ve buradan hareketle Asvan’a kadar Yukarı Mısır’ı (Saîd) ele geçirdi. Böylece “Mısır fâtihi” unvanını alan Amr b. Âs eyalet haline getirilen bölgeye vali tayin edildi. Müslümanlar daha önce Irak’ta ve Suriye’de yaptıkları gibi Mısır’da da yeni yerleşim birimleri oluşturdular ve divanlarda mahallî memurları görevlendirdiler. Eyaletin merkezi, Babilon’un biraz kuzeyinde kurulan Fustat adlı karargâh-şehirdi. Bölgeye çoğunluğu Güney Arabistan’dan getirilen çeşitli kabileler yerleştirildi. Amr b. Âs askerî faaliyetlerin yanında idarî ve iktisadî düzenlemeler de yaptı. Açtırdığı sulama kanalları sayesinde tarım üretimini arttırdı ve Mısır, Babilon ile Kızıldeniz’in Kulzüm (Süveyş) Limanı’nı birbirine bağlayan Halîcü emîri’l-müminîn adlı su yoluyla Hicaz’ı beslemeye başladı.

Yönetimi merkezîleştirmek isteyen Hz. Osman, Mısır’da yarı bağımsız hareket eden Amr b. Âs’ı görevden alarak yerine Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh’i tayin etti (27/648). Yeni vali 34 (654) yılında Zâtü’s-savârî savaşında Bizanslılar’ı yenen donanmayı kurdu. Ancak Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh, Bizanslılar’a ve Nûbeliler’e karşı gösterdiği başarıları iç politikada gösteremedi. Başşehirde vergileri arttırmak amacıyla yaptığı düzenlemeler ve bölgeye yerleşmeye devam eden Arap kabilelerinin baskıları sonucunda valinin Medine’de bulunduğu Receb 35’te (Ocak 656) büyük bir isyan çıktı. Bu isyanın Hz. Osman’ın şehid edilmesine yol açması o dönemde Mısır’ın taşıdığı hayatî önemin bir göstergesidir. Şehâdet haberinin Fustat’a ulaşmasının ardından Hz. Osman’ın taraftarları ile muhalifleri arasında başlayan çatışmaları (Ramazan 36 / Mart 657) onun taraftarları kazandı. Hz. Ali döneminde Mısır önemli bir muhalefet merkezi konumundaydı. Bölgedeki Emevî yanlılarına karşı sert tedbirler alınması üzerine Muâviye b. Ebû Süfyân Amr b. Âs’ı gönderdi. 38 (658) yılında yapılan savaşı kazanan Amr ömrünün son dört yılında bölgeyi sükûnet içinde yönetmiş, onun ardından Muâviye’nin ölümüne kadar (60/680) bu sükûnet devam etmiştir. Mısır’daki Hâricîler, 64 (683) yılında Mekke’de halifeliğini ilân eden Abdullah b. Zübeyr’in tarafını tutunca Cemâziyelevvel 65’te (Aralık 684) Fustat’a giren I. Mervân tekrar Emevî hâkimiyetini sağladı ve oğlu Abdülazîz’i buraya vali olarak gönderdi. Abdülazîz’in yönetiminde bölge uzun bir istikrar dönemi yaşadı. Abdülmelik b. Mervân zamanında (685-705) divanlarda Kıptîce yerine Arapça’nın kullanılmaya başlanması, Mısır’ın idarî ve kültürel alanda dönüşümünün sağlanması için önemli bir adım teşkil etti. İslâm topraklarının merkezindeki siyasî ve mezhebî çatışmalar Mısır’da yankı buldu ve Sünnîler’le Şiîler arasındaki mücadeleler buraya da sıçradı. Ayrıca Kıptîler özellikle vergilerin ağırlığı sebebiyle birkaç defa ayaklandılar. Eyaletten alınan haracın arttırılması 107 (725) yılında büyük bir isyanın çıkmasına sebep oldu. İsyan sonucunda Suriye’den getirilen yeni Arap kabilelerinin yerleştirilmesiyle sağlanan istikrar, Halife Hişâm b. Abdülmelik’in ölümünün (125/743) ardından tekrar bozuldu ve Emevî hâkimiyetinin son yılları Kays kabilesi mensupları ile cündler ve Hafsiyye arasındaki çeşitli nüfuz mücadeleleriyle geçti.

Emevîler’in son halifesi II. Mervân’ın Yukarı Mısır’daki Bûsîr mevkiinde meydana gelen savaşta Abbâsî birlikleri tarafından öldürülmesinin (132/750) ardından Mısır’da yeni bir dönem başladı. Abbâsîler, yönetimlerinin ilk yıllarında bölgeye daha çok Horasanlı valiler göndermekle birlikte Emevîler’in memurlarını istihdam etmekte sakınca görmediler; ancak yeni valiler çok sık değiştiriliyordu. Abbâsîler tayin ettikleri valilerden yollayacakları gelir için garanti veren senetler (damân) aldılar. Fakat Mehdî-Billâh zamanında (775-785) vergileri arttırma çabaları çeşitli isyanlara yol açtı. Emevîler’e mensup Dihye b. Mus‘ab’ın başlattığı isyanı bastıramayan Vali İbrâhim b. Sâlih geri çağrıldı. Yerine gönderilen yeni valinin vergileri tekrar yükseltmesi öldürülmesine sebep oldu. Bölgede düzen ancak ertesi yıl Suriye birliklerinin yardımıyla sağlanabildi. Yirminin üstünde valinin tayin edildiği Hârûnürreşîd döneminde de (786-809) aynı politikanın sürdürülmesi yine çeşitli isyanların baş göstermesine sebebiyet verdi; bunlar da yeni valilerin beraberlerinde getirdikleri birlikler tarafından bastırılabildi. Hârûnürreşîd’in özellikle son yıllarında bölgede gerginlik arttı ve çıkan isyanlar yüzünden zaman zaman Mısır’ın Suriye ve Irak’la ilişkisi koptu.

Halife Emîn ile Me’mûn arasındaki iktidar mücadelesi Mısır’da kabileler içinde esasen mevcut olan rekabeti arttırdı. Endülüs Emevî Hükümdarı I. Hakem’in 15.000 aileyi Mısır’a sürgün etmesi durumu daha da gerginleştirdi. Bu arada Vali Ubeydullah b. Serî vergisini merkeze göndermemiş ve bağımsız davranmaya başlamıştı. Bunun üzerine Me’mûn 211’de (826) Abdullah b. Tâhir’i büyük bir kuvvetle Mısır’a yollayıp düzeni sağladı.


213 (828) yılından itibaren valiler batı bölgelerinden sorumlu eyalet valileri tarafından tayin edilmeye başlandı. Bu uygulama Abbâsîler’in parçalanmasına yol açan adem-i merkeziyetçi yönetimin ilk işaretiydi. Devletin batı eyaletleri ve dolayısıyla Mısır, 213 (828) yılından halife olduğu 218’e (833) kadar Me’mûn’un kardeşi Mu‘tasım-Billâh tarafından yönetildi. Mahallî idarecilerin iktidardan uzaklaştırıldığı bu dönem ağır vergiler ve baskılarla kendini gösterir. Bilhassa Delta bölgesinde yerleşik kabilelerin sık sık haraç ödemeyi reddetmesiyle başlayan ve güçlükle bastırılan isyanlar ortaya çıktı. Mu‘tasım-Billâh halife olunca Eşnâs et-Türkî’yi Mısır valisi tayin etti (219/834); böylece Mısır tarihinde Türk valilerin hâkim olduğu yeni bir dönem başladı. Eşnâs’ın ölümünden sonra yerine İnak et-Türkî getirildi. 235 (849) yılına kadar bu görevde kalan İnak eyaleti vekilleri vasıtasıyla yönetti. Türk emîrlerinin nüfuzunu kırmak isteyen Mütevekkil-Alellah, İnak’ı geri çağırıp yerine kendi oğlu Müntasır-Billâh’ı gönderdi. Eyalet valilerinden herhangi birinin Mısır’da oturduğu, hatta orayı ziyaret edip etmediği konusunda bilgi bulunmamaktadır. Bu dönemde bölgenin siyasî açıdan ikinci planda kaldığı söylenebilir. Mu‘tasım’ın Araplar’a verilen atâları kaldırması Mısır’da da etkisini gösterdi ve burada fetihten itibaren hâkim olan cünd sistemini çökertti.

Mısır’ın Arap kökenli son valisi Anbese b. İshak döneminde (852-856) sahil bölgeleri tekrar Bizans saldırılarına mâruz kaldı ve çok sayıda esir verildi. Halife Müntasır-Billâh’ın iktidarda bulunduğu yıl (861-862) Şiîler’in çıkardığı isyan diğer kesimler tarafından da desteklendi ve kısa sürede bütün delta bölgesine yayıldı. Vali Yezîd b. Abdullah et-Türkî, isyanı ancak Müzâhim b. Hâkān kumandasında Irak’tan gönderilen Türk birliklerinin yardımıyla bastırabildi. Daha sonra valiliğe tayin edilen Bayık Beg’in yerine vekili sıfatıyla Ahmed b. Tolun’un gelmesi (254/868) Mısır’da önce otonom, ardından bağımsız devletler kurulması sürecini başlattı. Ahmed b. Tolun elindeki geniş imkânları Mısır’ı otonom bir devlete dönüştürmekte kullandı. Onun zamanında Abbâsî halifesinin, isminin hutbelerde okunmasından ve Bağdat’a bir miktar vergi gönderilmesinden başka bir nüfuz belirtisi kalmadı.

Ahmed b. Tolun öldüğünde (270/884), on beş yılı aşan iktidarı boyunca Mısır ve Suriye’yi Abbâsîler’den almayı ve Tolunoğulları adıyla anılan otonom devleti kurmayı başarmıştı. Ardından oğlu Humâreveyh halifenin onayını almadan tahta oturdu. Onun ölümünden (282/896) sonra çıkan olaylar sırasında Abbâsîler, Mısır’da kaybettikleri otoriteyi tekrar ele geçirdilerse de karışıklıkların önünü alamadılar. İçerideki isyanların yanı sıra İfrîkıye’de hâkimiyetlerini kurmuş olan Fâtımîler de Halife Ubeydullah el-Mehdî ve Kāim-Biemrillâh devirlerinde çeşitli fetih denemelerinde bulundular. Bunun üzerine Abbâsîler idareyi sert yöntemleriyle tanınan Dımaşk Valisi Muhammed b. Tuğç’a verdiler; onun tayiniyle bölge tekrar Ahmed b. Tolun zamanındaki huzur ve istikrar günlerine kavuştu. Halife Râzî-Billâh, 326 (938) veya 327 (939) yılında Muhammed b. Tuğç’a ataları olan eski Fergana Türk hükümdarlarının kullandığı “ihşîd” unvanını tevdi etti, böylece Mısır’da İhşîdîler dönemi başladı.

357’de (968), bir süreden beri devletin gerçek yöneticisi olan ve bu durumu sonunda halifeye de onaylatan Ebü’l-Misk Kâfûr öldüğünde Mısır kuraklık sebebiyle meydana gelen kıtlığa ve siyasî boşluktan kaynaklanan karışıklıklara mâruz kaldı; ayrıca veba salgını baş gösterdi. Durumdan yararlanan Cevher es-Sıkıllî kumandasındaki Fâtımî ordusu savaşmaksızın Mısır’ı ele geçirdi (17 Şâban 358 / 6 Temmuz 969). Fâtımîler’in Mısır’ı istilâsı yönetimin el değiştirmesinden ibaret basit bir hareket olmayıp çok derin etkileri görülecek dinî, siyasî ve içtimaî bir inkılâp demekti. Cevher, Muiz-Lidînillâh’ın emriyle Fustat’ın kuzeydoğusuna Kahire’yi kurdu; ortasına da büyük bir saray ve cami yaptırdı. Para birimi ıslah edilerek değerli dinarlar (ed-dînârü’l-Muizzî) bastırıldı ve eskileri iptal edildi. Ertesi yıl ileride Şiî davetinin merkezi olacak Ezher Camii’nin inşasına başlandı ve 361 (972) yılında tamamlandı. Muiz-Lidînillâh 362’de (973) İfrîkıye’den gelerek Kahire’yi başşehir yaptı; böylece burası Bağdat ve Kurtuba gibi önemli bir hilâfet merkezi oldu. Şiîliği yaymak isteyen Muiz-Lidînillâh gemilerle tahıl getirtip açlık çeken Mısır halkını rahatlattı; birkaç yıl içerisinde veba ve kıtlıktan eser kalmadı. Fâtımîler’le birlikte bir eyalet ve otonom devlet olmaktan imparatorluğa dönüşen Mısır ve başşehri Kahire Azîz-Billâh devrinde (976-996) en parlak günlerini yaşadı. Müstansır-Billâh döneminde de (1036-1094) özellikle Kahire’de büyük imar faaliyetleri gerçekleştirildi.

Müstansır-Billâh devrinden itibaren daha ziyade vezirler tarafından yönetilen Mısır, ordudaki farklı etnik gruplar arasında gelişen kanlı mücadelelere sahne olmaktaydı. Güney bölgesi zenci birliklerin, kuzey bölgesiyle başşehir Türk birliklerinin elindeydi. 457’de (1065) başlayan ve yedi yıl süren kuraklık, ayrıca veba bütün zenginliğin yitirilmesine yol açtı; saraylar ve kütüphaneler yağmalandı. Akkâ Valisi Bedr el-Cemâlî’nin Mısır’a gelmesiyle ülkede otorite tekrar kuruldu (466/1074). Olaylar sırasında Kahire harabeye döndüyse de Vezir Bedr el-Cemâlî’nin başlattığı imar faaliyetiyle kısa sürede eski güzelliğine kavuştu. Cemâlî’den sonraki Fâtımî tarihinin karakteristiğini güçlü vezirlerle halifeler ve ordu kumandanları arasındaki bitmek tükenmek bilmeyen mücadeleler oluşturur. Halife Müsta‘lî-Billâh ve veziri Efdal b. Bedr el-Cemâlî döneminde halifenin ağabeyi Nizâr taraftarları (Nizârîler) önemli bir muhalefet olarak ortaya çıktılarsa da başarı kazanamadılar. Son güçlü vezir Talâi‘ b. Rüzzîk devrinde (1154-1161) huzur ve sükûn geri geldi. Ancak onun ölümünün ardından


başlayan mücadele ve Haçlı tehlikesi karşısında Halife Âdıd-Lidînillâh’ın Nûreddin Mahmud Zengî’den yardım istemesi devletin sonunu getirdi. Zengî’nin Esedüddin Şîrkûh el-Mansûr kumandasında gönderdiği birlikler Kahire’ye hâkim oldu. Fâtımî vezirliğine tayin edilen Şîrkûh’un iki ay sonra ölmesi üzerine askerin zoruyla vezirliğe getirilen yeğeni Selâhaddîn-i Eyyûbî 567 (1171) yılında yönetime el koyarak Fâtımî Devleti’ni ortadan kaldırdı.

Eyyûbî idaresi Mısır tarihinin en önemli safhalarından biridir. Haçlılar’la mücadele ve İsmâiliyye mezhebine ait müesseselerin kaldırılarak bölgenin yeniden Sünnîleştirilmesi bu dönemde gerçekleşti. Selâhaddîn-i Eyyûbî hutbeyi Abbâsî halifesi adına okuttu. Daha sonraki yıllarda bazı ayaklanmaları bastırıp iktidarını sağlamlaştırınca köklü reformlara girişti. Önce ülke topraklarını tahrir ettirerek hizmet karşılığında askerlerine dağıttı (iktâ); böylece Mısır’da Fâtımî malî nizamı yerine Zengîler’in Selçuklular’dan aldığı Türk sistemini yerleştirdi. Arkasından Mısır’ı tekrar bir ilim merkezi konumuna getirmek amacıyla Şâfiî, Mâlikî, Hanefî ve Hanbelî fıkhının okutulduğu Sünnî medreseleri ve dârülkur’ân, dârülhadis gibi değişik eğitim müesseseleri kurdu. Onun başlattığı ilim hayatı ile Kahire Eyyûbîler dönemi boyunca Bağdat’ı gölgede bıraktı. Kahire Kalesi’ni (Kal‘atülcebel) inşa ettirdi; şehir bundan sonra bu kalenin etrafında gelişti. Selâhaddin döneminde bütün Mısır imar faaliyetlerine sahne oldu; bu arada onun ikinci adına nisbetle Bahrü Yûsuf denilen kanallar açıldı. Eyyûbî sanatı Mısır’ın sanat geleneklerine de temel teşkil etmiştir. Bu sanat Fâtımî anlayışından farklı olarak Suriye üslûbunu sürdürmüş ve daha çok Zengî sanatının etkisi altında kalmıştır. Haçlılar’a karşı ekonomik olarak da mücadele eden Selâhaddîn-i Eyyûbî, Uzakdoğu’dan Kızıldeniz yoluyla Mısır’a gelen ve buradan hem İslâm topraklarına hem Avrupa’ya yönelen baharat ticaretini yahudi ve hıristiyanların tekelinden kurtararak müslüman tüccarlarına verdi. Selâhaddin’in kardeşi el-Melikü’l-Âdil ve oğlu el-Melikü’l-Kâmil dönemlerinde Avrupa ile olan ticaret hacmi genişledi. XIII. yüzyıl başlarındaki kuraklık ve kıtlık el-Melikü’l-Âdil’in aldığı önlemlerle fazla zarar görmeden geçiştirildi. Aynı devirde Franklar denizden saldırdılar. el-Melikü’l-Kâmil, 616’da (1219) V. Haçlı Seferi sırasında kaybedilen Dimyat’ı Haçlılar’dan geri almayı başardı (618/1221). el-Melikü’s-Sâlih Eyyûb, VII. Haçlı Seferi’nde Dimyat’ın tekrar kaybedilmesinin (1249) hemen ardından öldü. Ancak Haçlılar, onun kurduğu Türk kökenli memlük birliklerinin (Bahrî Memlükleri) başarısı karşısında ertesi yıl Dimyat’ı teslim etmek zorunda kaldılar. el-Melikü’s-Sâlih’in ardından tahta çıkan Turan Şah’ın kısa süre sonra memlük emîrleri tarafından öldürülmesiyle Eyyûbî dönemi sona erdi (648/1250).

Efendileri el-Melikü’s-Sâlih Eyyûb’un Türk asıllı dul eşi Şecerüddürr’ü tahta geçiren Bahrî Memlük emîrleri, onun seksen gün sonra kendi aralarından İzzeddin Aybek et-Türkmânî ile evlenip kocasının lehine tahttan çekilmesi üzerine dönemin kaynaklarında ed-Devletü’t-Türkiyye adıyla geçen Memlük Devleti’ni kurmuş oldular (648/1250). İlk yıllarda Suriye’den kaynaklanan Eyyûbî muhalefetini bastıran ve 658’de (1260) Moğollar’a karşı kazandıkları Aynicâlût zaferinin ardından durumlarını sağlamlaştıran Memlükler daha sonraki otuz yıl içerisinde bölgeyi Haçlılar’dan temizleyerek halkına, kültürüne ve diline yabancı oldukları bu ülkede meşruiyetlerini kabul ettirdiler. Bağdat’ın 656’da (1258) Moğollar tarafından işgalinin ve Abbâsî halifesinin öldürülmesinin ardından Mısır’da hilâfetin ihyasıyla Kahire İslâm dünyasının dinî ve siyasî merkezi haline geldi. Devletin gerçek kurucusu sayılan I. Baybars ülke topraklarını iktâ bölgelerine ayırarak memlük emîrlerine dağıttı ve halkı rahatlatacak imar projeleri gerçekleştirdi. Bu dönem, özellikle kendine has mimari üslûbuyla yapılan medrese ve hayır müesseseleriyle tanınır. Memlük Devleti’nin Türk kökenli yöneticileri, idarî ve askerî bürokrasinin büyük kısmını ülkeye getirdikleri Türk memlüklerinin emîrlerine vererek askerî bir nizam ihdas ettiler. Suriye’deki Haçlılar’a ve Moğollar’a karşı yürütülen mücadelenin yanı sıra ticaret yollarını açık tutmak maksadıyla Güney Mısır’a ve Nûbe’ye karşı da akınlarda bulunuldu. Kalavun ve onun halefleri zamanında halk Memlükler devrinin en müreffeh günlerini yaşadı. Özellikle el-Melikü’n-Nâsır Muhammed b. Kalavun’un Mısır’a istikrar getiren üçüncü saltanatı boyunca (1310-1341) ekonomik genişleme Memlük dönemindeki en yüksek düzeyine ulaştı. Bu devirde halka yüklenen haksız vergilerin büyük bir kısmı kaldırıldı. Aldığı tedbirlerle iktisadî yapıyı yeniden nizama sokan, kıtlıklara ve pahalılığa karşı önlemler alan sultanın yanı sıra emîrler de ülkenin imarına, bilim ve sanatın gelişmesine büyük katkıda bulundular. el-Melikü’n-Nâsır Muhammed’in uzun süren yönetiminin ardından siyasî istikrarsızlıkla birlikte ortaya çeşitli ekonomik ve sosyal problemler çıktı. 1347-1349 veba salgını yüzünden yaşanan nüfustaki hızlı düşüş büyük sıkıntılara


yol açtı. 1365’te Kıbrıs Kralı I. Peter İskenderiye’ye saldırdı. Altın sıkıntısının doğurduğu malî meselelerin yanında Mısır’ın uluslararası ticarette önemi azaldı.

784 (1382) yılından itibaren tahta Çerkez kökenli memlüklerin çıkmasıyla Mısır ve Suriye’de Burcî Memlükleri dönemi başladı. Bu devirde ülkede pek çok yeni düzenlemeye gidildi. Güney Mısır’daki Araplar’ı kontrol altında tutabilmek için Hevvâre kabilesi bu bölgeye yerleştirildi. İktâlarda yapılan değişikliklerle iktisadî vaziyet düzeltilmeye çalışıldı. Ancak 1403’teki kuraklık ve kıtlığı takip eden yeni bir veba salgını ekonomik yapıyı tekrar sarstı. Çıkan iç karışıklıkları bedevî kabilelerinin isyanları takip etti. XV. yüzyıl başlarında yaklaşık on beş yıl süreyle bilhassa Güney Mısır’da devlet hâkimiyeti ortadan kalktı. Bu durum tarıma büyük zarar verdi, enflasyon arttı, para sistemi çöktü. 1415’lerde Mısır tekrar eski gücüne kavuşmaya başladı. Berkuk döneminde bedevîleri kontrol altına almak maksadıyla Behnesâ, Üşmûneyn, Kûs, Asvan, Bilbîs gibi küçük valiliklerin üzerinde bir nevi eyalet valiliği olan kâşiflikler kuruldu. Barsbay devrinde (1422-1438) dış gelişmeler, Mısır-Kızıldeniz-Hint Okyanusu ticaret yolunu devlet tekeline alınan baharat ticareti için en güvenli rota haline getirdi. Sultan Kayıtbay’ın uzun iktidarı sırasında (1468-1496) devlet istikrar içerisindeydi. Bu dönemde bedevî kabileleri kontrol altına girdi; Güney Mısır’daki düzensizlik alınan zecrî tedbirlerle halledildi. Buna bağlı olarak Memlük Devleti uzun zamandır yoksun kaldığı bir ekonomik genişleme gösterdi. Kayıtbay devrinde Kahire’de inşa edilen yapılar bunun açık delilini oluşturmaktadır.

XV. yüzyılın son çeyreğinden itibaren ülkede tekrar anarşi ortaya çıktı. Osmanlı baskısı sonucu ordu sınır boylarında durduğundan iç düzeni sağlamak güçleşti ve bedevî kabileleri üzerindeki kontrol tamamen ortadan kalktı. Orduya yeni askerlerin alınması fiyatların artmasına ve paranın değerinin düşmesine yol açtı. Kayıtbay’ın 901’de (1496) ölümünün ardından beş yıl süren bir anarşi dönemiyle veba salgını yaşandı. Kansu Gavri zamanında (1501-1516) siyasî düzen kurulmakla birlikte Avrupalı devletlerin Hint Okyanusu ve Akdeniz üzerindeki baskısı Memlükler için sonun başlangıcı oldu. İktisadî çözülme Osmanlılar’la girilen sürtüşmeyle birlikte devletin yıkılmasına zemin hazırladı ve Mercidâbık Muharebesi’nde (922/1516) Kansu Gavri’nin ölmesinin ardından sultan ilân edilen Tomanbay, Kahire’yi alan Yavuz Sultan Selim tarafından idam edilerek Memlük Devleti’ne son verildi (21 Rebîülevvel 923 / 13 Nisan 1517).

BİBLİYOGRAFYA:

Vâkıdî, Fütûĥu’ş-Şâm, Beyrut, ts. (Dârü’l-cîl), II, 36-44; İbn Abdülhakem, Fütûĥu Mıśr (nşr. Ch. C. Torrey), Kahire 1999; Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 303-321; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), I-XI, bk. İndeks; Kindî, el-Vülât ve’l-ķuđât (Guest); Müsebbihî, Aħbâru Mıśr (nşr. Eymen Fuâd Seyyid - Th. Bianquis), Kahire 1978; İbnü’t-Tuveyr, Nüzhetü’l-muķleteyn fî aħbâri’d-devleteyn (nşr. Eymen Fuâd Seyyid), Stuttgart 1412/1992; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I-XIII, bk. İndeks; İbn Vâsıl, Müferricü’l-kürûb, I-V, tür.yer.; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XIX, 285-318; İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlik (Krawulsky), s. 77-90; İbn Battûta, er-Riĥle, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), bk. İndeks; İbn Haldûn, el-Ǿİber, Beyrut 2003, II, 531-532; III, 374-375, 405, 435-436, 450-451; IV, 57-98, 357-378; V, 244-246, 300, 337-341, 424-425, 438-596; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ, III, 299-626; IV, 3-66; ayrıca bk. İndeks; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire (nşr. M. Hüseyin Şemseddin), Beyrut 1992, I-XVI, tür.yer.; Makrîzî, es-Sülûk (Ziyâde), I-IV, tür.yer.; a.mlf., İttiǾâžü’l-ĥunefâ (nşr. Cemâleddin eş-Şeyyâl - M. Hilmî M. Ahmed), Kahire 1967-73, I-III, tür.yer.; a.mlf., el-Ħıŧaŧ, Kahire 1997, I, 303-314; II, 71-248; III, 403-426; Süyûtî, Ĥüsnü’l-muĥâđara (nşr. Halîl el-Mansûr), Beyrut 1997, I, 88-124, 132; İbn İyâs, BedâǿiǾu’z-zühûr, I-V, tür.yer.; S. D. Goiten, A Mediterranean Society, Berkeley 1967-88, I-V, tür.yer.; M. Abdullah İnân, Mıśrü’l-İslâmiyye ve târîħu’l-ħıŧaŧi’l-Mıśriyye, Kahire 1969; Subhi Labib, “Egyptian Commercial Policy in the Middle Ages”, Studies in the Economic History of the Middle East (ed. M. A. Cook), London 1970, s. 63-77; Hassanein Rabie, The Financial System of Egypt, London 1972; Cl. Cahen, Makhzumiyyat: Etudes sur l’histoire économique et financière de l’Egypte, Leiden 1977; a.mlf., “Contribution à l’étude des impots dans l’Egypte médiévale”, JESHO, V/3 (1962), s. 245-275; A. Butler, The Arap Conquest of Egypt, Oxford 1978; M. Lombard, İlk Zafer Yıllarında İslâm (trc. Nezih Uzel), İstanbul 1983, s. 28-32; P. J. Vatikiotis, The History of Egypt, London 1985; Ahmed Abdüsselâm Nâsıf, eş-Şurŧa fî Mıśr el-İslâmiyye, Kahire 1407/1987, s. 32-94; The Mamluks in Egyptian Politics and Society (ed. Th. Philipp - U. Haarmann), Cambridge 1988; İsmâil el-Beyyûmî, en-Nüžumü’l-mâliyye fî Mıśr ve’ş-Şâm, Kahire 1988; J. C. Garcin, “Mıśr fi’l-Ǿâlemi’l-İslâmî mine’l-ķarni’ş-şânî Ǿaşer ĥattâ bidâyeti’l-ķarni’s-sâdis Ǿaşer”, Târîħu İfrîķıyâ el-Ǿâm (nşr. C. T. Niyânî), Paris 1988, IV, 375-397; Seyyide İsmâil Kâşif, Mıśr fî Ǿaśri’l-vülât, Kahire 1988; a.mlf., Mıśr fî fecri’l-İslâm mine’l-fetĥi’l-ǾArabî ilâ ķıyâmi’d-devleti’ŧ-Ŧolûniyye, Beyrut 1986; a.mlf. v.dğr., Târîħu Mıśr el-İslâmiyye, Kahire 1993; Hasan Ahmed Mahmûd - Münâ Hasan Ahmed Mahmûd, Mıśrü’l-İslâmiyye, Kahire 1990; Ahmed Abdülhamîd Yûsuf, Mıśr fi’l-Ķurǿân ve’s-sünne, Kahire, ts.; Y. Lev, State and Society in Fatimid Egypt, Leiden 1991; Afaf Lutfi al-Sayyid Marsot, A Short History of Modern Egypt, Cambridge 1992, s. 1-39; D. Dennet, el-Cizye ve’l-İslâm (trc. Fevzî Fehîm Câdellah), Beyrut, ts. (Dârü’l-hayât), s. 114-175; Eymen Fuâd Seyyid, ed-Devletü’l-Fâŧımiyye fî Mıśr: Tefsîr cedîd, Kahire 1992; Saîd Abdülfettâh Âşûr, Mıśr ve’ş-Şâm fî Ǿaśri’l-Eyyûbiyyîn ve’l-Memâlîk, Beyrut, ts.


(Dârü’n-nehdati’l-Arabiyye); a.mlf. - Abdurrahman er-Râfiî, Mıśr fi’l-Ǿuśûri’l-vüsŧâ, Kahire 1992; J. R. A. Goldschmidt, Historical Dictionary of Egypt, London 1994; G. Frantz-Murphy, The Agrarian Administration of Egypt from the Arabs to the Ottomans, Cairo 1996; Âsım M. Rızk, Ħanķāvâtü’ś-śûfiyye fî Mıśr fi’l-Ǿaśreyni’l-Eyyûbî ve’l-Memlûkî, Kahire 1417/1997; S. Tsugitaka, State and Rural Society in Medieval Islam, Leiden 1997; The Cambridge History of Egypt (ed. C. F. Petry), Cambridge 1998, I, tür.yer.; Rose-Mario - R. Hagen, Egypt People, Gods, Pharaohs, Köln 1999; The Cambridge History of Africa (ed. J. D. Fage), Cambridge 1999, II; A. Sabra, Poverty and Charity in Medieval Islam: Mamluk Egypt (1250-1517), Cambridge 2000; E. W. Brooks, “On the Chronology of the Conquest of Egypt by the Saracens”, a.e., IV (1895), s. 435-444; H. I. Bell, “The Administration of Egypt under the Umayyad Khalifs”, BZ, XXVIII (1928), s. 278-286; Fehmî Abdülcelîl Mahmûd, “İntişârü’l-İslâm fî Mıśr fi’l-ķarneyni’l-evvel ve’ş-şânî li’l-hicre”, Ĥavliyyâtü Külliyyeti dâri’l-Ǿulûm, VIII, Kahire 1977-78, s. 115-134; Aydın Çelik, “Mısır’ın Müslümanlar Tarafından Fethini Kolaylaştıran Önemli Unsurlar”, TDA, sy. 141 (2002), s. 99-108; V. Christides, “Miśr”, EI² (İng.), VII, 153-160; H. Kennedy, “Miśr”, a.e., VII, 160-162; H. Halm, “Miśr”, a.e., VII, 162-165; U. Haarmann, “Miśr”, a.e., VII, 165-177.

Cengiz Tomar





Osmanlı Dönemi.

Mısır’da Osmanlı hâkimiyeti Yavuz Sultan Selim’in buraya yönelik seferi sonucunda 923’te (1517) başladı. Memlük Sultanlığı’nın XVI. yüzyıl başlarından itibaren İslâm dünyasında iç huzursuzluklara çare bulamaması, dış tehlikeleri karşılamakta zorluk çekmesi, öte yandan Dulkadır Beyliği meselesi ve Safevî tehdidi iki devlet arasında savaşa zemin hazırladı. Mercidâbık’ta yapılan savaşı Osmanlılar kazandı ve Suriye Osmanlı hâkimiyetine girdi. Ardından Ridâniye’de Memlük direnişi kırıldı; Osmanlı kuvvetleri Kahire’yi ele geçirip zorlu sokak çatışmaları neticesinde duruma hâkim oldu.

Osmanlı idaresi altında Mısır beylerbeyilik haline getirildi. Yavuz Sultan Selim Kahire’de iken önce Memlük ileri gelenlerinden yararlanmak istedi. Eski idare sistemi hakkında bilgi toplattı; Memlük emîrlerini mevkilerinde bırakmaya özen gösterdi. Rumeli Kazaskeri Zeyrekzâde Rükneddin Efendi’yi Mısır kadısı, Dizdar Mehmed Çelebi’yi de Mısır defterdarı tayin etti. Fakat bazı huzursuzluklar üzerine burada Osmanlı düzeninin kısa zamanda kurulamayacağını anlayınca Mısır’ın eski teşkilâtının ıslah edilmesi yoluna gitti. Mısır’ın ilk beylerbeyiliğine Memlük asıllı Hayır Bey getirildi ve bunun yanına güvenilir Osmanlı beyleri verildi. Mısır muhafazası için 3000 kadar muhafız tayin edildi. Daha sonra padişah Hayır Bey’den halka adalet ve şefkatle davranmasını, fesadı menetmesini, Mısır’ın sınır ve limanlarını dış tehlikelerden korumasını ve Haremeyn erzakını düzenli biçimde göndermesini emrederek Mısır’dan ayrıldı.

Hayır Bey, Memlük ve Osmanlı dönemleri arasında çok hassas bir merhale sayılan beylerbeyiliği sırasında Osmanlı hâkimiyetini Memlükler’e tanıttı; birçok Memlük ileri gelenini yeni yönetime ısındırarak Mısır’ı başarılı bir şekilde yönetti. Onun 928’de (1522) vefatı üzerine Kanûnî Sultan Süleyman Mısır valiliğine Çoban Mustafa Paşa’yı gönderdi. Mısır’da doğrudan merkezden tayin edilen ilk Osmanlı beylerbeyi olan Mustafa Paşa selefinin idarî teşkilâtında değişiklikler yaptı; kâşifleri yerinde bırakıp vergi tahsilini yerli mübâşirlere havale etti. Bunları denetlemek için de yeni bir defterdar görevlendirdi. Fakat onun bu icraatı Memlük kökenli nüfuzlu emîrlerce benimsenmedi ve onların Memlük Sultanlığı’nı ihya etmek için baş kaldırmalarına yol açtı. Bunun üzerine eyalette nizamı sağlamak amacıyla İstanbul’dan Defterdar Derviş Çelebi ile bir miktar asker gönderildi; bu arada Mısır beylerbeyiliğine Güzelce Kasım Paşa getirildi. Çok geçmeden Hâin Ahmed Paşa’nın Mısır beylerbeyi olması, bunun da merkeze baş kaldırmasıyla Mısır tekrar karıştı. İkinci defa Mısır valisi olan Kasım Paşa eyalet işlerini ıslaha çalıştı. Ancak Mısır’da istikrarlı bir idarenin kurulması, geniş yetkilerle Mısır’a gönderilen Vezîriâzam Makbul İbrâhim Paşa tarafından sağlanabildi. İbrâhim Paşa, Mısır idaresinin geçirdiği safhaları göz önüne alarak ve eski kanunlara dayanarak yeni bir kanunnâme hazırlatıp uygulamaya koydu. Zamanla Mısır merkezin genel nizamı ve protokollerine, padişahın ferman ve hükümlerine uyan bir eyalet haline getirildi. Bulunduğu kıtada asker toplama merkezi, silâh, barut ve çeşitli harp malzemelerinin deposu, Haremeyn dahil devletin güney ve doğu sınırlarının koruyucusu oldu. Ayrıca ordu için gerekli hububatla sâlyâne sistemine göre yıllık gelirin fazlasını “irsâliye” adıyla İstanbul’a gönderdi. Merkez idaresi, eyaletin Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerini İstanbul ile irtibatlandırarak devamını sağlaması dolayısıyla vezir rütbesindeki Mısır beylerbeyine geniş yetkiler vermiştir.

XVII. yüzyılın ortalarına kadar eyaletin yönetiminde Mısır beylerbeyi ve eyalet divanı ön planda olmuştur. Mahallî idarecilerden nâzırü’l-emvâl ve kadılar ise bazı meseleleri yerinde halletmişlerdir. Mîrî gelirlerin tahsili ve muhasebesi de beylerbeyinin denetimindeydi. Aynı dönemde eyalette istikrarlı bir idare uygulanmış, Memlük zümreleri Osmanlı idaresine bağlı kalmıştır. Ancak bunlar eyaletin çeşitli kurumlarında zamanla birbirlerine rakip hale gelmişlerdir. XVI. yüzyılın sonlarında reisleri sancak beyliği pâyesine yükseltilip eyaletin önemli mukātaalarını işletmeye başlayınca kendi adamlarını çeşitli gruplar arasına sokarak eyaletin hem merkezinde hem nahiyelerinde idarî ve askerî nüfuzlarını arttırdılar. Buna rağmen ilk zamanlarda ciddi bir anlaşmazlık olmadı. Fakat zaptından beri şeyhülaraplara sancak olarak verilen Saîd bölgesi Kahire’den uzakta bulunduğundan eşkıya ve âsi grupların sığınağı haline geldi ve şeyhülarapların nüfuz mücadelelerine sahne oldu. Bu sebeple Saîd’e zaman zaman Osmanlı sancak beyleri tayin edildi. XVII. yüzyılın başlarından itibaren Saîd şeyhülaraplarının nüfuzları çok arttı. XVI. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı merkezî teşkilâtında görülen değişimin belirtileri Mısır’a da yansıdı, eski Memlük zümreleri idarî karışıklıklara yol açmaya başladı. Mısır beylerbeyi, defterdarı ve


kadısının sancak beyleri, asker cemaatleri, kâşifler, Memlük grupları ve şeyhülaraplar üzerindeki otoriteleri sarsıldı.

XVII. yüzyılın başlarına kadar Mısır’ın idaresi merkezî yönetime paralel olarak istikrar, huzursuzluk, ıslah ve tanzim dönemleri olmak üzere üç safhaya ayrılabilir. İstikrar devresi (1525-1560). Vezîriâzam Makbul İbrâhim Paşa’nın Mısır Kanunnâmesi’ni hazırlatıp eyaleti ıslah ve tanzim etmesiyle başlar. Ardından Mısır beylerbeyiliğine getirilen Hadım Süleyman Paşa, Mısır’ın bütün köylerini yeniden sayıma tâbi tutarak mîrî, evkaf ve diğer arazileri ayrı defterler halinde tahrir ettirdi, maliyeyi düzene soktu. Devlete itaat eden Memlükler’e ve şeyhülaraplara mevkilerini ve mukātaalarını iade etti ve bütün nüfuzu şahsında topladı. Onun zamanında Mısır eyaleti Osmanlı kanunlarını benimsedi, idarî bir ferahlık ortaya çıktı. Genellikle bu dönemde Mısır beylerbeyileri görevlerini lâyıkıyla yaptıklarından makamlarında daha uzun süre kalabiliyorlardı. Deli Hüsrev Paşa zamanında ticarî hayat canlanmış ve buna bağlı olarak İstanbul’a her yıl gönderilmekte olan verginin miktarı artmıştı. Eyaletin asayiş ve emniyetini titizlikle koruyan Dâvud Paşa döneminde idarî yapının yanında askerî ve adlî bakımdan nisbî bir istikrar sağlanmıştı.

Huzursuzluk devresi (1561-1583). Bu dönemde merkezî idaredeki zaaf buraya da yansıdı. Sıkça yapılan tayinler dolayısıyla alınan hediyelerle (pîşkeş) yenileme yüzünden alınan berat resimlerindeki usulsüz uygulamalar bunlar arasında sayılabilir. Nitekim Mısır’a yeni tayin edilen beylerbeyi her kâşiften “keşûfiye” adıyla bir meblağ alıyordu; bu da kâşiflere vergi ödeyen halktan çıkarılıyordu. Ayrıca mevcudu zamanla artan Mısır’ın bazı asker cemaatleri idarî işlere karışıp divan erkânına ve beylerbeyilere müdahale eder hale geldiler. XVI. yüzyılın sonlarına doğru Mısır’daki Çerkez beyleri tekrar nüfuz sahibi olarak vilâyet kâşifliklerini iltizama aldılar, oğullarını ve kendi köle / adamlarını da askerî gruplara soktular. Böylece Memlükler zamanında yayılmış olan uygunsuzluklar yeniden ortaya çıktı, taşra idaresinde de huzursuzluklar arttı.

Islah ve tanzim dönemi (1584-1611). Mısır’daki idarî ve malî bozukluklar, daha ziyade merkeze yollanan irsâliyenin durumuna göre merkezin dikkatini çekiyordu. 981’den (1573) itibaren eyalette huzuru sağlayıp irsâliyeyi eksiksiz temin etmek üzere geniş yetkili beylerbeyiler tayin edildi. İstanbul’dan gönderilen emirlerde mahallî harcamaların sınırlandırılması istendi, bu da beylerbeyi ve beylerin bazı yeni hususlar ihdas etmesine yol açtı. Mısır eyaletinin ıslahı için beylerbeyi tayin edilen Damad İbrâhim Paşa (1583-1584) eyaletin bütün nahiyelerini teftiş edip düzeltmeye çalıştı. Ancak yerine gelen Sinan Paşa’nın (1584-1587) idarede gösterdiği zaaf askerî bir ayaklanmaya sebep oldu. Onun yerine gönderilen eski defterdar Üveys Paşa ise (1587-1590) eyaletin durumunu büyük ölçüde düzeltip İstanbul’a yılda 600.000 altın irsâliye gönderdiyse de asker gruplarının müdahalesiyle durum tekrar karıştı.

Ahmed ve Kurd paşaların beylerbeyilikleri sırasında karışıklık çıkaranlar bertaraf edildi, bu arada bazı malî ıslahat da yapıldı, fakat karışıklıkların gerçek sebepleri ortadan kaldırılamadı. Eski defterdarlardan Seyyid Mehmed Paşa beylerbeyi olarak Mısır’a gidince eyaleti ıslaha çalıştı ve asker sayısını azalttı; ancak bazı sancak beyi ve askerlerin tehditleri üzerine girişimleri sonuç vermedi. Gerek Hızır Paşa’nın gerekse halefi Ali Paşa’nın beylerbeyilikleri döneminde de Mısır askerlerinin fesat ve isyanı sürdü. Hacı İbrâhim Paşa (1603-1604), Mısır’ın genel durumunu teftişle görevli beylerbeyi tayin edildiyse de hiçbir icraat yapamadan askerler tarafından öldürüldü. Yerine gönderilen Gürcü Mehmed Paşa selefini öldürenleri cezalandırıp eyaletin durumunu düzeltmeye çalıştı. Asayiş ancak halefi Yemenli Hasan Paşa zamanında (1605-1607) sağlanabildi.

1015’te (1607) Mısır beylerbeyi olan Damad Mehmed Paşa eyaletteki huzursuzluk sebeplerini araştırdıktan sonra ıslahata girişti. Olayların başlıca sebebi olan keşûfiyeyi, mukātaaların iltizamla verilmesi ve iltizamların kâşifler vasıtasıyla tasarruf edilmesi sistemini kaldırdı. Bunu doğrudan Mısır divanına bağladı. Bu arada devamlı isyan halinde bulunan urbanı itaat altına aldı. “Tulbe” denilen uygulamanın kaldırılması sebebiyle ayaklanan âsileri dağıttı. Sikke ayarını düzeltti, mîrî ambarın defterlerini inceleyip eminliğini dürüst bir kişiye verdi. Kale içinde evli olmayan yeniçeri ve azeblere odalar yaptırdı; diğer asker cemaatleriyle de ilgilenerek eyalette huzur ortamını sağladı. Ancak XVII. yüzyılın ortalarından itibaren Mısır’da huzur ve istikrar yeniden bozulmaya başladı.

Mısır, XVI. yüzyılda Osmanlı eyaletleri içinde malî açıdan zengin kaynaklara sahip olma özelliğiyle ön plana çıkmıştı. Mısır gelirlerinin önemli bir kısmı eyalet merkezinde veya civarındaki masraflara tahsis edilirdi. Sıkıntısı çekilen erzak ve barut gibi maddelerle Akdeniz ve Kızıldeniz’de Mısır sahillerinin muhafazasında bulunan kadırgaların ihtiyaçlarının temini, Yemen ve Habeşistan’a gönderilen askerlerin masrafları, hac için İstanbul’dan Haremeyn’e giden görevlilerin masraflarının karşılanması, Haremeyn’deki tamirler, hac yolundaki su tesisleri ve kalelerin binası ve ıslahı, Mısır eyaletine beratla gönderilenlerin ulûfe ve ihtiyaçları, eyaletteki köprülerin muhafaza ve tamiri ve tabii âfetlerin tahribatını giderme masrafları mahallî hazineden karşılanırdı. Bu harcamalardan geriye kalan miktar yıl sonunda İstanbul’a “ceyb-i hümâyun harçlığı” olarak gönderilirdi. XVI. yüzyılın sonlarına kadar irsâliyenin miktarı 500.000 altın, XVII. yüzyılın ikinci çeyreğine kadar 700.000 altın civarında olmuştur. XVI. yüzyılın ilk yarısında beylerbeyiler makamlarında uzun müddet kaldıkları için irsâliye hazinesi temininde zorluk çekilmemiştir. Ancak yüzyılın ikinci yarısında beylerbeyilerin tayin müddetleri kısaltılıp irsâliye miktarı arttırıldığından


irsâliyenin her yıl zamanında gönderilmesinde sıkıntı çekilmiş, meblağın toplanmasında halka baskı yapılmıştır.

Mısır eyaleti, Osmanlı Devleti’nin güney sınırları ile Ortadoğu bölgesinin kara ve deniz yollarını muhafaza etmesi, bir taraftan Kuzey ve Güney Afrika’ya, diğer taraftan Kızıldeniz ve Arap yarımadasına yönelik siyasî faaliyetlerde anahtar ülke olması dolayısıyla büyük bir askerî öneme sahipti. Buradaki mahallî asker grupları gerek Arap yarımadası gerekse Kuzey Afrika, Habeşistan, Yemen gibi uzak bölgelere yönelen seferlere katılıyordu. Hadım Süleyman Paşa’nın 945’teki (1538) Hint seferi buradan başlamıştı. Özdemir Paşa’nın Habeş harekâtında da (962/1555) eyalet ana üs rolü oynamıştı. 975’ten (1567) itibaren hızlanan Yemen olayları eyaleti kilit konumuna getirmişti. Ayrıca bu sıralarda hem Hint taraflarından hac ve ticaret için Osmanlı ülkelerine gelip gidenleri Portekizliler’in saldırılarından korumak hem de Yemen, Hicaz ve Habeş vilâyetlerini muhafaza etmek üzere kuvvetli bir donanma oluşturulmuştu.

XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Mısır eyaletinde idarî, malî, askerî bakımdan önemli sıkıntılar yaşandı. Merkezî idare ve onun temsilcisi olan beylerbeyinin eyaletteki Osmanlı ve Memlük yöneticileriyle şeyhülarapların üzerindeki otoritesi zayıfladı. Memlük grupları XVII. yüzyılda çeşitli yollarla eyaletin asker cemaatlerine geçti ve sayıları giderek arttı. Kendilerine Mısır’ın içinde ve dışında verilen askerî ve idarî görevler vesilesiyle eyalette etkili, zamanla da Mısır beylerbeyine rakip olabilecek bir güç haline geldiler. Osmanlı merkezî idaresi gerek nüfuzlu mahallî güçler arasında dengeyi sağlayabilmek gerekse yıllık geliri düzenli olarak alabilmek için bu gibi yerel grupların varlığını kabul etmek zorunda kaldı. Özellikle XVII. yüzyıl ortalarına kadar hiçbir siyasî nüfuzu bulunmayan ve birbirine rakip iki büyük grup olan Kāsımiyye ile Zülfikāriyye fırkaları ön plana çıktı. XVIII. yüzyılın ikinci yarısına kadar Mısır’da üstünlük sağlamak için aralarında bütün eyaleti etkileyen birçok çatışma meydana geldi. 1123’te (1711) azebân ile müstahfızân cemaatleri içinde çıkan anlaşmazlık Kāsımiyye ve Zülfikāriyye fırkalarını yeni bir mücadele içine itti. Sonunda Mısır Beylerbeyi Halil Paşa makamından indirilip karışıklığın sebebi olan Efrenc Ahmed ve birçok taraftarı öldürüldü. 1135’te (1723) Kāsımiyye fırkasından Çerkez Mehmed şeyhülbeledlik makamına ulaşınca rakiplerini bertaraf edip bütün yetkileri eline aldı. Mısır bu karışıklıktan Çerkez Mehmed Bey’in 1729’da öldürülmesiyle kurtulabildi. Böylece Kāsımiyye fırkasının gücü azaldı. Fakat bu defa asker sınıfından olup Kazdağlı İbrâhim Kethüdâ liderliğinde ortaya çıkan Kazdağlı fırkası Mısır’da etkili hale geldi ve eyalette önemli görevleri elde etmekle yetinmeyerek eski Memlük Devleti’ni kurmaya dahi çalıştı. Kazdağlılar 1173’te (1760) Bulutkapan Ali Bey’i şeyhülbeledliğe tayin edince Ali Bey Mısır’daki rakiplerine üstün gelip mevkilere kendi adamlarını getirdi. Ardından tehlikeli gördüğü kimseleri memlüklerinden Ebü’z-Zeheb Muhammed vasıtasıyla ortadan kaldırdı ve yetiştirdiği memlükleri ümerâ sınıfına dahil ettirdi (1768).

Bulutkapan’ın bertaraf edilmesinin ardından Mısır’da hâkimiyet ve nüfuz Ebü’z-Zeheb’e intikal edince Ebü’z-Zeheb, Osmanlı Devleti’nin Mısır’da şeklî idaresini tanımış, hatta Şam’da Osmanlı hükümetine baş kaldıran Zâhir el-Ömer’in üzerine sefere çıkmış ve bu seferde ölmüştür (Rebîülâhir 1189 / Haziran 1775). Ebü’z-Zeheb’in vefatından sonra onun tâbilerinden (Muhammediyye) İbrâhim ve Murad beylerle Bulutkapan tâbilerinden İsmâil Bey arasında Mısır’da tekrar hâkimiyet ve nüfuz rekabeti başladı. Önce nüfuz Muhammediyye fırkasının eline geçip şeyhülbeledliğe İbrâhim Bey sahip olduysa da ardından Aleviyye fırkasının reisi İsmâil Bey ile mücadelesinin sonunda Mısır Beylerbeyi İzzet Mehmed Paşa, İsmâil Bey’e şeyhülbeledlik hil‘ati giydirdi.

Bu devirde Yukarı Mısır, İbrâhim ve Murad beylerin ve Aşağı Mısır İsmâil Bey’in nüfuzu altında bulunuyordu. Yukarı Mısır’a hâkim olanlar erzak nakline engel olduklarından Aşağı Mısır’daki halk kıtlık ve sefalet çekiyor, İsmâil Bey’in sefer masraflarını karşılamak üzere koyduğu vergiler bu sefaleti büsbütün ağırlaştırıyordu. Muhammediyye ile Aleviyye zümreleri arasında mücadele sürerken Mısır beylerbeyilerinin sık sık değiştirilmesi merkezî idarenin nüfuzunun bir kat daha kırılmasına, halkın bu gibi mahallî zümrelerin keyfî tutumlarına terkedilmesine yol açıyordu. 1783’te İbrâhim ve Murad beyler İskenderiye, Dimyat ve Reşîd’de askerî merkezler verilmesi karşılığında Mısır’ın bağımsızlığına yardımcı olması için Rusya’ya başvurdular. Ertesi yıl Rusya’dan üç subay Mısır limanlarının durumunu araştırmak üzere peşpeşe Mısır’a geldi ve bu ziyaretlerin neticesi olarak İskenderiye’de Rus Konsolosluğu kuruldu (1785).

Mısır’da Memlük zorbaları ile Rusya arasındaki ilişkiler İngiltere ve Fransa’nın bu bölgede faaliyetlerini arttırdı; Fransızlar bir ticaret antlaşması imzalamayı başardı. İngiltere ise İstanbul’a baskı yaparak Fransız-Memlük antlaşmasını ilgaya çalıştı. Nihayet Osmanlı hükümeti, çok önemli vilâyeti olan Mısır’ın iç ve dış tehlikelerle sarıldığını görünce Memlük zorbalarını ortadan kaldırmaya karar verdi ve Cezayirli Gazi Hasan Paşa’yı deniz yoluyla Mısır’a gönderdi (11 Şâban 1200 / 9 Haziran 1786). Hasan Paşa Mısır’a varır varmaz önce toplumsal huzuru sağladı, Rahmâniye civarında âsilerin ordularını bozdu. Kahire’ye gelerek Ezher Camii’nin ulemâsıyla zorbaların yok edilmesini sağlayacak tedbirler hakkında meşverette bulundu. Askerlere de eski kanunlarına riayet etmelerini tembih edip kaçan ümerânın mahlûl olan mukātaalarının satılması, birkaç yıldan beri geri kalmış irsâliye hazinelerinin İstanbul’a gönderilmesi, hac kafileleri işinin yoluna konulması gibi meselelerin halliyle uğraştı. Ancak Murad ve İbrâhim beylerin direnişi sürdü. Osmanlı kuvvetleri Kahire’ye, Memlükler ise Circe’ye çekildi. Bu sırada ortaya çıkan Türk-Rus savaşı Mısır işlerini oluruna bağlama zaruretini doğurdu. Gazi Hasan Paşa, bazı vilâyetleri İbrâhim ve Murad beylere bırakıp İsmâil Bey’e de bir miktar yardımcı kuvvet verdikten sonra Mısır’ın iç işlerinde esaslı bir değişiklik yapmadan Mısır’dan ayrıldı. Murad ve İbrâhim beyler Saîd’de bulunan Memlük beyleriyle birleşerek tekrar ayaklandılar. Şeyhülbeled Osman Bey’in yanlış hareketlerinden istifade edip Kahire’ye girmeyi başardılar. Bâbıâli ise Fransızlar’ın Mısır’a girişine kadar bu durumu kabul etmek zorunda kaldı.

İdarî Teşkilât, Sosyal ve Ekonomik Durum. Osmanlı yönetimi altında Mısır’ın idarî yapısını coğrafî gerekçeler geniş ölçüde tayin etmiştir. Mısır, esas itibariyle kuzeyde Aşağı Mısır ve güneyde Yukarı Mısır olarak iki bölgeye ayrılmıştı. Bunların arasında Kahire bulunmaktaydı. Mısır’ın bu ana taksimatı idarî bölgeler bakımından siyasî, idarî ve iktisadî duruma göre birtakım değişikliklere de uğramıştı. Mısır eyaleti daha önce olduğu gibi birkaç vilâyete (keşûfiyyet) ayrılırken önemli bölgelerde sancaklar kurulmuştur.

XVI. yüzyılın başlarında Mısır eyaleti Aşağı Mısır’da Şarkıye, Kalyûb, Bilbîs,


Dekahliye, Garbiye, Menûfiye, Buhayre ve Katya; Yukarı Mısır’da (Saîd) Cîze, Atfîhiye, Üşmûneyn, Feyyûm, Behnesâviye (Behnesâ) ve Vâhât vilâyetlerinden meydana geliyordu. Ayrıca İskenderiye, Cidde ve Asyût sancakları bulunuyordu. Daha sonra İbrim, Dimyat ve Reşîd’de birer sancak, 1560’ta Süveyş’te müstakil bir kaptanlık ihdas edildi. XVII. yüzyılın başlarında eyaletin idare merkezi olan Kahire ile beraber idarî bölgeleri on iki vilâyet (Şarkıye, Garbiye, Menûfiye, Buhayre, Terrâne, Katya, Cîze, Atfîhiye, Feyyûm, Behnesâviye, Üşmûneyn, Menfelûtiye, Vâhât) ve yedi sancaktan (İskenderiye, Dimyat, Reşîd, Süveyş, Cidde, Asyût ve İbrim) ibaretti. Bu yapısını genel hatlarıyla XVIII. yüzyılda da sürdürmüştür.

Eyaletin başında bulunan beylerbeyi, sadece Mısır’da değil aynı zamanda Ortadoğu Arap yarımadası ve hatta Kuzey Afrika’ya kadar geniş Osmanlı coğrafyası içinde en önemli idareci konumundaydı. Başlangıçta eyalete bu önemi dolayısıyla kubbe veziri payesindeki paşalardan biri tayin edilirdi. Daha sonra bu tayin vezâret rütbesi verilmek suretiyle yapılmaya başlanmıştır. Beylerbeyi yanında eyaletin malî işleri nâzırü’l-emvâl / defterdar vasıtasıyla yürütülürdü. Mısır divanında görüşülmeyen, daha çok iç meseleleri ilgilendiren konular nâzırü’l-emvâlin meclisine bırakılırdı. Bu meclis defterdar nezâretinde rûznâmçeci, muhasebeci, mukātaacı ve diğer maliye memurlarından oluşuyordu. Nâzırü’l-emvâl beylerbeyinin yokluğunda onun yerine vekâleten vazifesini ifa edebilirdi.

Mısır eyalet merkezinde beylerbeyinin idarî ve askerî işlere yabancı olmasından dolayı birkaç sancak beyi istihdam edilmişti. Akdeniz ve Kızıldeniz sahillerini düşman ve korsanlardan korumak için İskenderiye, Dimyat ve Cidde’ye Süveyş kaptanlığı ile Saîd bölgesine birer sancak beyi gönderilmişti. Eyaletin diğer vilâyetleri Mısır Kanûnnâmesi gereğince Memlüklü kâşiflere ve şeyhülaraplara bırakılmıştı. Mısır vilâyetlerinin kâşifleri çoğunlukla Memlük asıllıydı; daha sonra kâşiflikler Mısır’da veya İstanbul’da bulunan kapıkullarına da verilmeye başlandı. Kâşifler, kâşiflik mansıbıyla birlikte vilâyetin bazı mukātaalarını da iltizamla tasarruf ederlerdi. Bunlar vazifelerini beylerbeyi ve nâzırü’l-emvâlin nezâretinde görürlerdi. Vilâyetlerin topraklarının değerlendirilmesinden doğrudan sorumlu olan kâşifler uhdelerindeki köylerin nehir sedlerini zamanında tamir ettirmek, Nil’in taşmasından önce köylerde tasarruflarında bulunan araziyi hazırlatmak, keşûfiyetinde mevcut ekilmemiş toprakların işlenmesine çalışmak ve vergileri terbi defterlerine göre alıp hazineye teslim etmekle yükümlüydü. Vilâyetlerinde emniyet ve asayişi sağlamak, şeyhülaraplık bölgelerinde devlet otoritesini yerleştirmek, ekilen toprakları ve yolları urban tecavüzünden korumak, köylerde halk ve askerler arasındaki çatışmaları önlemek de kâşiflerin önemli görevlerindendir.

Şeyhülaraplar, Mısır beylerbeyinin önerisi ve devlet merkezinin onayı ile tayin edilirdi. Beylerbeyiler bu mansıb boşalınca aynı vilâyet şeyhlerinden liyakatli olanını seçerdi. XVI. yüzyılın sonlarından itibaren Saîd, Garbiye, Şarkıye, Buhayre ve Menûfiye vilâyetlerinde bulunan şeyhlerin sancak beyliği pâyesiyle tayin edildiği görülmektedir. Mısır’ın zaptından beri şeyhülaraplar bölge ve vilâyetlerinde müstakil hâkim olarak geniş yetkilere sahiptiler. Onların vazifeleri kâşiflerinkinin aynı olup taahhüt ettikleri iltizamlarını yerine getirmeleri görevlerinin başında gelirdi. Devletin giriştiği seferlerde fazla askere ihtiyaç olursa Mısır kâşifleri ve şeyhülarapları maiyetleriyle beraber sefere memur edilirlerdi. XVII. yüzyılın başlarında Mısır vilâyetleri şeyhülaraplara, Osmanlı ve Memlük beylerine sancak pâyesiyle tevcih edilmeye başlanmış, kâşiflerin yetkileri sınırlandırılmış, vilâyetler tedrîcen vilâyet sancak beylerinin nüfuzu altına girmiştir.

Yavuz Sultan Selim, eyaletin muhafazası için Mısır’da güvenilir Osmanlı beyleri kumandasında Rumeli, Anadolu ve sipahi askerlerinden 3000 asker bırakmıştı. 930 (1524) yılı sonlarına kadar kapıkulu sipahi ve gönüllülerinden teşekkül eden bu kuvvetler İstanbul’dan Mısır’a nöbetleşe gönderilirdi. Vezîriâzam Makbul İbrâhim Paşa’nın Mısır düzenlemesi esnasında buraya getirilen kapıkulu askerlerinden ilk defa Mısır’a mahsus bir askerî teşkilât kurulmuştur. Buna göre Mısır askeri gönüllü, atlı tüfekçi ve Memlük askerinden teşkil edilen Çerâkise, müstahfızân (yeniçeri), azeb ve çavuş olmak üzere altı


cemaatten oluşmaktaydı. XVI. yüzyılın ortalarında bunlara müteferrika cemaati eklenmiştir.

Gönüllü, atlı tüfekçi ve Çerkez cemaatlerinin esas vazifesi Kahire şehrinin ve vilâyetlerin muhafazası ile asayişinin temini idi. Müstahfızlar ve azebler hizmetlerini Mısır’ın idare merkezi olan Kal‘atülcebel’de, çavuş ve müteferrikalar ise Mısır’ın Dîvân-ı Âlîsi’nde görürlerdi. Mısır’ın asker cemaatleri eyalette asayişi sağlama yanında idarî bazı hizmetleri de yapardı. Müteferrika, çavuş, sipahi ve silâhdar cemaatlerinden seçilen dergâh-ı âlî askerleri de Mısır’ın vergi tahsili hizmetlerine tayin edilirdi. Bununla beraber XVI. yüzyılın ikinci yarısında askere ihtiyaç duyulunca taşrada hizmet görmek şartıyla oluşturulmuş “kuloğlu” ve “karındaşoğlu” gruplarına da başvurulurdu. Bunlar belli bir süre için Yemen ve Habeş gibi bölgelerde hizmet gördükten sonra Mısır’a dönüp orada ulûfeli asker zümresine dahil olabilirlerdi. XVI. yüzyılın son çeyreğine doğru Mısır askerinin mevcudu 9300’ün üstüne çıkınca askerin maaşı eyaletin hazinesine yük olmaya başlamıştı. Askerin ulûfesinin zamanında verilmemesi, Mısır halkından ve memlük oğullarından seçilen askerlerle diğer askerler arasında ihtilâf çıkmasına, eyalette askerî ve idarî yetkileri bulunan Mısır askerinin Mısır halkına, idarecilerine ve beylerbeyilerine baş kaldırıp bazan devlet merkezinin emirlerini dinlememelerine sebep olmuştur. Bu gibi gruplar bilhassa XVII ve XVIII. yüzyıllarda Mısır’ın önemli güç odaklarından birini teşkil etmiştir.

Eyalet bu idarî yapılanma yanında aynı zamanda kazâî teşkilâta da sahipti. Yavuz Sultan Selim, Mısır kadılığında bulunan dört mezhep kādılkudâtına hil‘at giydirerek onları eski makamlarında bırakmıştı. Ancak Mısır’da Osmanlı hâkimiyeti nisbeten yerleştirildikten sonra 928’de (1522) eyalette adalet işlerini düzenlemek ve şer‘î işlere bakmak için merkezden bir kadı tayin edilip Mısır’ın kadılık teşkilâtının temeli atıldı. Osmanlı kazâ teşkilâtında büyük önemi bulunan Mısır kadılığı rütbe bakımından XVI. yüzyılda taht kadılıklarından (İstanbul, Edirne ve Bursa) sonra geliyordu ve devletin büyük kadılıkları için kullanılan mevleviyetlerden biriydi. XVI. yüzyıl sonlarına kadar Mısır kadılığına Şam kadılığından tayin yapılıyordu. Fakat daha sonra bu teamül bozuldu. Mısır kadısı Hanefî mezhebinden seçiliyordu ve beylerbeyinden ayrı bir adlî-idarî yetkisi vardı.

XVII-XVIII. yüzyıllarda Mısır eyaletinin beylerbeyiliği ve kadılığı dışında defterdarlık, kaymakamlık, Saîd, Şarkıye, Garbiye gibi vilâyetlerin sancak beylikleri, emîr-i haclık, kâşiflik, mukātaacılık ve emanetlik idare mensuplarının çoğu Memlük mütegallibelerinin eline geçti; böylece Mısır’ın mahallî idaresi üzerindeki Osmanlı Devleti otoritesi sarsıldı. Diğer taraftan Mısır’ın askerî grupları arasındaki mücadeleler idarecileri de etkiledi. Memlüklü sancak beyleri, hâkimler ve kâşiflerin yönetimi altında arazi iltizamlarının ve mukātaaların mîrî vâridât tahsilleri Memlük kökenli mübâşir, âmil ve eminlerin eline geçti. Onlar da halka ve köylülere ağır vergiler yüklediler. XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Memlükler’den seçilmesi teamül olan Mısır defterdarı güç kazandı ve kendi Memlük fırkasının işlerine göre davranmaya başladı; hatta mîrî gelirlerinin bir kısmını fırkasının köle ve silâh gibi ihtiyaçlarına harcadı. Bu yüzden Mısır’ın mîrî gelirinden İstanbul’a gönderilen irsâliye ve diğer ihtiyaçlar, Haremeyn’in sadakası ve buğdayları, devlet merkezinin ordu ve donanmalarının malzemeleri, kapıkulları ve civar vilâyetlerinde bulunan nöbetçi askerlerin ulûfeleri karşılanmaz oldu. Mısır maliyesine bakan beylerbeyi ve kadı, Osmanlı idarecilerinin sâlyâne ve diğer tahsisatlarını sağladıktan sonra eyaletin öbür maliye işlerine karışamadılar.

Mısır eyaleti batı ve doğu arasındaki ticaret yolu üzerinde stratejik bir mevkideydi, ayrıca ziraî, hayvanî ve madenî kaynaklara sahipti. Devlet merkeziyle güney ve doğu vilâyetlerinin arasını birleştirmesi bakımından ekonomik önemi büyüktü. Ziraat Mısır’ın temel iktisadî kaynağı olup küçük sanayi ile iç ve dış ticareti tarıma dayalı idi. Bu devirde Mısır’ın başlıca tarım ürünleri pirinç, buğday, şeker kamışı, mercimek, nohut vb. idi. Bu ürünlere dayalı, şeker, pekmez, kumaş, yağ ve sabun sanayileri vardı. Ayrıca İskenderiye, Süveyş ve Bulak’ta gemicilik ve iplik imali, tuzculuk ve balık tuzlamacılığı, halıcılık yapılırdı. Mısır’ın gerek Akdeniz ve Kızıldeniz’de gerekse Nil üzerindeki limanları ticarî bakımdan önemli role sahipti. İskenderiye, Dimyat ve Reşîd gibi limanlar iç ve dış ticarette başta geliyordu. Hububat, Mısır’ın İstanbul’a ve Osmanlı vilâyetlerine başlıca ihracat metaı olup Saîd ve Delta’dan buğday, Fereskûr’dan pirinç Dimyat’a gelir, daha sonra Şam’a ve Anadolu’ya gönderilirdi. İskenderiye’den İstanbul’a kahve, zencefil ve biber gibi baharat çeşitleriyle birlikte barut ve ordular için peksimet yollanırdı. Ayrıca Trablusgarp, Tunus, Circe ve Cezayir gibi devletin batı vilâyetlerinden, Fas ve Merakeş’ten hacılar, talebelerle tüccarları taşıyan kafileler Mısır’a gelirdi. Birçok Faslı tüccar İskenderiye’de yerleşmişti. Mısır eyaletinin dış dünya ile ticarî faaliyetleri, Osmanlı Devleti’nin yabancı devletlerle imzaladığı antlaşma ve protokoller gereğince olurdu. Osmanlı idaresi, Avrupa ülkeleriyle barış ve savaş durumuna göre yabancı tüccarları sıkı kontrol altına alır, demir, barut, buğday gibi stratejik öneme sahip malların onlara satılmasını yasaklardı.

Osmanlı Mısırı’nda kültürel hayat Memlük devrinin uzantısı olarak gelişme göstermiş, ancak Mısır’da İstanbul merkezli bir ortam da oluşmuştur. Mısır’ın çoğunlukla Arapça bilmeyen Osmanlı beylerbeyileri âlim, mütefekkir ve edipleri Arapça telife özendirmemiştir. Yöneticiler Türkçe yazılan eserlerle ilgilendiklerinden müellifler de Türkçe ve Farsça’yı öğrenmeye ve bu dillerle eser vermeye çalışmıştır. Türkçe ve Farsça pek çok kelime ve deyim Arapça’nın Mısır lehçesine girmiştir. Bu devirde birçok edip, tarihçi, düşünür ve âlim görülüyorsa da eserleri genellikle sathî kalmış ve mahallîlikle nitelendirilmiştir. Devrin belli başlı mütefekkir ve edebiyatçıları Buġyetü’l-erîb ve ġunyetü’l-edîb, Gülistân tercümesi Ezherü’l-Bustân adlı manzumesi bulunan Yûsuf Zekeriyyâ el-Mağribî, es-Sîretü’l-Ĥalebiyye adıyla da anılan İnsânü’l-Ǿuyûn fî sîreti’l-emîni’l-Meǿmûn adlı üç ciltlik eserin müellifi Nûreddin el-Halebî’dir. Ayrıca Mısır kadılığında bulunan, Dîvânü’l-edeb fî źikri şuǾarâǿi’l-ǾArab ve Şifâǿü’l-ġalîl adlı eserlerin müellifi Şehâbeddin el-Hafâcî, tarihçilerden er-Ravżatü’z-zehiyye fî vülâti Mıśr ve’l-Ķāhire el-MuǾizziyye ve el-Kevâkibü’s-sâǿire fî aħbâri Mıśr ve’l-Ķāhire isimli çalışmaları olan İbn Ebü’s-Sürûr el-Bekrî, ǾAcâǿibü’l-âŝâr fi’t-terâcim ve’l-aħbâr, Mažharü’t-taķdîs bi-źehâbi Devleti’l-Fransîs adlı eserlerin sahibi Abdurrahman el-Cebertî de sayılabilir.

Kahire’de Ezher Camii faaliyetlerini bu dönemde etkili biçimde sürdürmüştür. Burada hadis, tefsir, fıkıh gibi dinî dersler okutulduğu gibi bazı âlimler şer‘î olmayan ilimler sahasında da ders vermiş ve eserler telif etmiştir. Nitekim Ezher şeyhi Demenhûrî el-Ķavlü’ś-śarîĥ fî Ǿilmi’t-teşrîĥ, el-Ķavlü’l-aķrab fî Ǿilâci lesǾi’l-aķrab


ve İĥyâǿü’l-fevâǿid bi-maǾrifeti ħavâśśi’l-aǾdâd gibi eserler kaleme almıştır. XVIII. yüzyıl boyunca Ezher Camii bir nevi halk meclisi gibi olup âlimleri halkın meselelerini halletmeye çalışmıştır. Bunlar Osmanlı merkez idaresiyle Mısır zorbaları arasında ara buluculuk yapmış, 1147’de (1734-35) Mısır Memlüklü emîrleri Ömer et-Tahlavî’yi ulak olarak İstanbul’a gönderdikleri gibi 1183’te (1769-70) Bulutkapan Ali Bey de bazı hususları aktarmak üzere Abdurrahman b. Ömer el-Arîşî’yi yollamıştı.

Osmanlı devrinde özellikle Mısır’ın büyük şehirlerinde imar faaliyetleri görülmüştür. Mimari eserler genellikle vali ve beyler gibi devlet ricâli tarafından yaptırılmış, cami, mescid, medrese, küttâb ve sebiller için birçok gelir kaynağı vakfedilmiştir. Bu dönemde Osmanlı tipinde Mısır’da inşa edilen en meşhur camiler Kal‘atülcebel’de Süleyman Paşa (935/1528), Bulak’ta Sinan Paşa (979/1571), Kahire’de Safiye Sultan (1019/1610) ve Ezher Camii’nin karşısında Ebü’z-Zeheb (1188/1775) camileridir. Her caminin yanında veya üstünde bir medrese yahut küttâb bulunmakla beraber Hüsrev Paşa Sebili (943/1536), Beşir Ağa Sebilküttâbı (1131/1719) ve Abdurrahman Kethüdâ Sebilküttâbı (1157/1744) gibi hayır kurumları da görülmektedir. Kapalıçarşı şeklinde düzenlenmiş olan hanlardan Bulak’ta Süleyman Paşa (948/1541), Hasan Paşa el-Vezîr (991/1583) ve Abbas Ağa (1059/1649) hanları ile (vikâle) Bâbülvezîr Hamamı (1103/1691-92), Karameydan Hamamı (1112/1700-1701) ve Kahye Hamamı da (1149/1736-37) Kahire’nin önemli eserlerindendir.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, A.DVN. MSR, 1689-1792; BA, D.BŞM, Ek kodları 7; Mısır Hazinesi 15 (20/14) 1609-1803; BA, Mısır Hazinesi 41 (20/20) 1574-1791; BA, A.NŞT, Mısır Atik (4) 1734-1747, Mısır Atik (11) 1747-1813; BA, Mühimme-i Mısır Defterleri (1-10) 1718-1803; TSMA, nr. D. 4114, 5822, 6685, 10057, 10059; nr. E. 664, 2283, 5594, 5807, 6454, 6456, 6479, 7670, 9329, 9923, 10588, 12321; İbn İyâs, BedâǿiǾu’z-zühûr, V, tür.yer.; “Silâhşor’un Fethnâme-i Diyâr-ı Arab Adlı Eseri” (haz. Selâhattin Tansel, TV içinde), sy. 17 (1958), s. 294-320; sy. 18 (1961) s. 430-454; İbn Tolun, Müfâkehetü’l-ħillân fî ĥavâdiŝi’z-zamân, Kahire 1962-64, I-II, tür.yer.; İbn Zünbül, Ġazavâtü’s-Sulŧân Selîm Ħân maǾa Ķanśu el-Ġavrî sulŧânu Mıśr, Kahire 1278; Ķānûnnâmeǿi Mıśr (trc. ve nşr. Ahmed Fuâd Mütevellî), Kahire 1986; Âlî Mustafa, Hâlâtü’l-Kāhire mine’l-âdâti’z-zâhire: Muśŧafā ǾĀlī’s Description of Cairo of 1599 (nşr. ve trc. A. Tietze), Viyana 1975; Mustafa b. İbrâhim, Târîħu veķaǿiǾi Mıśr el-Ķāhire, Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye, Tarih, nr. 4048; Yûsuf el-Mellevânî, Tuĥfetü’l-aĥbâb bi-men meleke Mıśr mine’l-mülûk ve’n-nüvvâb, Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye, Tarih, nr. 5623; Ahmed Şelebî b. Abdülganî el-Hanefî, Evđaĥu’l-işârât (nşr. Abdürrahîm Abdurrahman Abdürrahîm), Kahire 1978; Muhammed b. Abdülmu‘tî el-İshâkī, Aħbârü’l-üvel fî men taśarrafe fî Mıśr min erbâbi’d-düvel, Kahire 1930; Ahmed Süheylî, Târîh-i Mısri’l-cedîd (nşr. İbrâhim Müteferrika), İstanbul 1142; İbn Ebü’s-Sürûr el-Bekrî, el-Mineĥu’r-raĥmâniyye fi’d-Devleti’l-ǾAliyye, Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye, Tarih, nr. 5424, tür.yer.; a.mlf., Feyżü’l-mennân fî źikri devleti Âli ǾOŝmân, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 3345, tür.yer.; a.mlf., en-Nüzhetü’z-zehiyye, Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye, Tarih, nr. 2266; a.mlf., el-Kevâkibü’s-sâǿire fî aħbâri Mıśr ve’l-Ķāhire, Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye, Tarih, nr. 2023; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, X, tür.yer.; İbrâhim b. Ebû Bekir es-Sevâlihî el-Avfî, Terâcimü’ś-śavâǿiķ fî vâķıǾati’s-sanâcıķ (nşr. Abdürrahîm Abdurrahman Abdürrahîm), Kahire 1986; Abdülganî İsmâil en-Nablusî, el-Ĥaķīķa ve’l-mecâz fi’r-riĥle ilâ bilâdi’ş-Şâm ve Mıśr ve’l-Ĥicâz (nşr. Ahmed Abdülmecîd Herîdî), Kahire 1986; Ahmed ed-Demürdâşî, ed-Dürretü’l-muśâne fî aħbâri’l-Kinâne (nşr. Abdürrahîm Abdurrahman Abdürrahîm), Kahire 1989; Hüseyin Efendi er-Rûznâmecî, Tertîbü’d-diyâri’l-Mıśriyye fî Ǿahdi’d-devleti’l-ǾOŝmâniyye (nşr. M. Şefîk Gurbâl), Kahire 1936; Cebertî, ǾAcâǿibü’l-âŝâr, III, tür.yer.; a.mlf., Mažharü’t-taķdîs (nşr. Muhammed Cevher - Ömer ed-Desûkī), Kahire 1969; Abdülkerîm b. Abdurrahman, Târîh-i Mısır, Süleymaniye Ktp., Hekimoğlu Ali Paşa, nr. 705; Diyârbekrî Abdüssamed b. Seyyidî Ali b. Dâvûd, Nevâdirü’t-tevârih, Millet Ktp., Ali Emîrî, Tarih, nr. 596; Berberzâde Muhammed b. Yûsuf el-Hallâk, Târîh-i Mısır, İÜ Ktp., TY, nr. 628; Rıdvanpaşazâde Abdullah, Târîh-i Mısır, Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 900; H. Dehèraim, l’Egypte turque, pachas et mameluks du XVIe au XVIIIe siècle, Paris 1934; E. Cambe,


l’Egypte ottomane de la conguête par Selim (1517) à l’arrivèe de Bonaparte (1798), Le Caire 1935; G. Guemard, Les réformes en Egypte d’Ali Bey el-Kebir à Mehmed Ali (1760-1848), Cairo 1936; Hasan Osman, Târîħu Mıśr fi’l-Ǿahdi’l-ǾOŝmânî (1517-1798), Kahire 1942; M. Rif‘at Ramazan, ǾAli Bey el-Kebîr, Kahire 1950; S. Shaw, “Cairo’s Archives and the History of Ottoman Egypt”, Report on Current Research, Washington 1956, s. 59-72; a.mlf., The Financial and Administrative Organization and Development of Ottoman Egypt: 1517-1798, Princeton-New Jersey 1962; a.mlf., The Budget of Ottoman Egypt: 1005-1006/1596-1597, The Hague 1968; a.mlf., “The Ottoman Archives as a Source for Egyption History”, JAOS, LXXXIII (1963), s. 447-452; Abdülkerîm Râfik, Bilâdü’ş-Şâm ve Mıśr, Dımaşk 1968; Seyyid Receb Harrâz, el-Medħal ilâ târîħi Mıśr el-ĥadîŝ, Kahire 1970; P. M. Holt, Egypt and the Fertile Crescent: 1516-1922, Kahire 1970, s. 46-85; Ömer Abdülazîz, eş-Şarķu’l-ǾArabî mine’l-fetĥi’l-ǾOŝmânî ĥattâ nihâyeti’l-ķarni’ŝ-ŝâmin Ǿaşer, Beyrut 1971; Abdülazîz M. eş-Şinnâvî, Devrü’l-Ezher fi’l-ĥifâž Ǿale’ŧ-ŧâbiǾi’l-ǾArabî li-Mıśr ibbâne’l-ĥükmi’l-ǾOŝmânî, Kahire 1971; M. Abdülmün‘im er-Râkıd, el-Ġazvü’l-ǾOŝmânî li-Mıśr ve netâǿicühû Ǿale’l-vaŧani’l-ǾArabî, İskenderiye 1972; A. Raymond, et-Târîħu’l-ictimâǾî li-Mıśri’l-ǾOŝmânî (trc. Züheyr eş-Şâyib), Kahire 1974; Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nun Güney Siyaseti: Habeş Eyâleti, İstanbul 1974, tür.yer.; Ahmed Fuâd Mütevellî, el-Fetĥu’l-ǾOŝmânî li’ş-Şâm ve Mıśr ve muķaddimâtüh, Kahire 1976; Leylâ Abdüllatîf, el-İdâre fî Mıśr fi’l-Ǿaśri’l-ǾOŝmânî, Kahire 1978; B. Flemming, “Mısır Türk Tarihçiliği Hakkında Notlar”, I. Milletlerarası Türkoloji Kongresi (İstanbul 15-20 Ekim 1973) Tebliğler, İstanbul 1979, s. 57-62; Bekrî Şeyh Emîn, MuŧâlaǾât fi’ş-şiǾri’l-Memlûkî ve’l-ǾOŝmânî, Beyrut 1980, tür.yer.; Abdülvehhâb Bekr, ed-Devletü’l-ǾOŝmâniyye ve Mıśr fi’n-nıśfi’ŝ-ŝânî mine’l-ķarni’ŝ-ŝâmin Ǿaşer, Kahire 1982; Salâh Ahmed Herîdî, Devrü’ś-ŚaǾîd fî Mıśri’l-ǾOŝmânî (923-1213), İskenderiye 1984; Abdürrahîm Abdurrahman, er-Rîfü’l-Mıśrî fi’l-ķarni’ŝ-ŝâmin Ǿaşer, Kahire 1986; Kemâleddin Sâmih, el-Ǿİmâretü’l-İslâmiyye fî Mıśr, Kahire 1987, s. 513 vd.; M. Nûr Ferhâd, el-Ķażâǿü’ş-şerǾî fî Mıśr fi’l-Ǿaśri’l-ǾOŝmânî, Kahire 1988; Tevfîk et-Tavîl, et-Taśavvuf fî Mıśr, Kahire 1990; Muhammed Afîfî, el-Evķāf ve’l-ĥayâtü’l-iķtiśâdiyye fî Mıśr fi’l-Ǿaśri’l-ǾOŝmânî, Kahire 1991; K. M. Cuno, The Pasha’s Peasants, New York 1992, tür.yer.; Abdülhamîd Hâmid, el-Mevâni’l-Mıśriyye fi’l-Ǿaśri’l-ǾOŝmânî ve devrühe’s-siyâsî ve nüžumühâ, Kahire 1995; Seyyid Muhammed es-Seyyid, Mıśr fi’l-Ǿaśri’l-ǾOŝmânî fi’l-ķarni’s-sâdis Ǿaşer, Kahire 1997; J. Hathaway, Osmanlı Mısır’ında Hane Politikaları: Kazdağlıların Yükselişi (trc. Nalan Özsoy), İstanbul 2002; B. Lewis, “The Ottoman Archive as a Source for History of the Arab Lands”, JRAS, I (1951), s. 139-155; J. H. Kramers, “Mısır”, İA, VIII, 242-250.

Seyyid Muhammed es-Seyyid





Fransız İşgali ve Sonrası.

Fransızlar’ın Temmuz 1798’deki işgali Mısır’da yeni bir dönem açmış ve İngilizler karşısında doğudaki çıkarlarını koruma gerekçesiyle Napolyon Bonapart tarafından girişilen askerî harekât üç yıl sürecek olan işgal dönemini başlatmıştır. Bu süre içinde bilim adamları ülkenin zenginliklerini tesbit ettiler ve bunlardan istifade edebilmenin yollarını aradılar. Çalışmalar neticesinde Description de l’Egypte başlıklı yirmi üç ciltlik bir eser hazırlandı (Paris 1809-1828). Akkâ’da Cezzâr Ahmed Paşa’ya yenilen Bonapart (Mayıs 1799) Ağustos 1799’da Mısır’dan ayrıldı. Fransız kuvvetleri de Osmanlı-İngiliz ittifakıyla gerçekleştirilen saldırılara dayanamayarak Ağustos 1801’de Mısır’ı terketmek zorunda kaldılar.

Fransızlar’ın tahliyesinden sonra Mısır’da uzun süre sükûnet ve düzen sağlanamadı; Osmanlı yönetimiyle Memlük beyleri arasında mücadele devam etti. Fransızlar karşısındaki başarılarından ötürü Mısır Valisi Koca Hüsrev Paşa tarafından binbaşılığa yükseltilen Kavalalı Mehmed Ali kargaşa ortamında bütün tarafları birbirine karşı kullanıp Mısır valileri Hüsrev, Tâhir, Ali ve Hurşid paşaları bertaraf etti; ardından ulemâ, eşraf ve halkın desteğini almış olarak Mısır valiliğine getirildi (1805). Memlük beylerinin muhalefete başlaması üzerine düzenlediği bir komplo ile bunların büyük bir kısmını katlettirdi (1811), böylece hâkimiyeti tamamen eline geçirmiş oldu.

Mehmed Ali Paşa iktidarını sağlama alınca Mısır’da uzun vadeli askerî, idarî ve iktisadî reformlar başlattı. Ayrıca divan ve meclisler oluşturularak yönetim merkezîleştirildi. Mısır gelirlerinin hızla artması Mehmed Ali Paşa’yı yayılmacı bir siyasete yöneltip aşırı emeller beslemesine yol açtı ve Osmanlı merkezî idaresine karşı silâhlı mücadeleye girişti. 1832 ve 1839’daki savaşlar neticesinde özellikle İngiltere’nin karşı çıkmasıyla emellerine erişemedi. Nihayet uzun bir mücadeleden sonra 24 Mayıs 1841 tarihli fermanla Mısır ve Sudan’ın idaresinin irsen, Filistin’in ise kaydıhayât şartıyla vali olarak kendisine bırakılmasıyla yetinmek zorunda kaldı. Mısır meselesinin bu şekilde halledilmesinin ardından Mehmed Ali Paşa Osmanlı Devleti’ne bağlı bir siyaset takip etti.

1847 yılının sonlarına doğru Mehmed Ali Paşa’nın bunama alâmetleri göstermesi üzerine oğlu İbrâhim önce vekâleten, ardından asaleten Eylül 1848’de vali tayin edildi. Ancak İbrâhim 1848 Kasımında babasından önce vefat edince yerine Ahmed Tosun Paşa’nın oğlu I. Abbas Hilmi Paşa getirildi. Abbas Hilmi, dedesi döneminde takip edilen Batılılaşma politikasından vazgeçerek birçok Avrupalı uzmanın işine son verirken yerli unsurlara geniş imkânlar tanıma yoluna gitti. Osmanlı Devleti ile, Tanzimat’ın Mısır’da da uygulanması konusunda fikir ayrılığına düşerken bu hususta İngiltere’nin desteğini aldı. Bunun karşılığında İngiltere’ye Kızıldeniz’e ve dolayısıyla Hindistan’a ulaşımı kolaylaştıracak olan Kahire-Süveyş demiryolunun yapımı konusunda imtiyaz tanımak zorunda kaldı (Haziran 1851). Abbas Hilmi’nin 15 Temmuz 1854’te âniden ölümü üzerine yerine amcası Said Paşa geçti. 1856’da Fransız Ferdinand de Lesseps’e Bâbıâli’nin onay vermemesine rağmen Süveyş Kanalı’nın yapımına dair imtiyazlar tanındı ve zorla çalıştırılan binlerce kişinin canına mal olan kanalın kazılmasına 1856 yılında başlandı. Said Paşa’nın Avrupa bankalarından büyük miktarda faizle para alması malî durumu ağırlaştırdı. Onun döneminde Fransızlar Mısır’da çeşitli misyoner okulları açtılar ve arkeolojik kazılara devam ettiler. Said Paşa’nın 1863’te vefatından sonra yerine İbrâhim Paşa’nın oğullarından İsmâil Paşa vali oldu.

İsmâil Paşa idaresi boyunca, bir taraftan dedesi Mehmed Ali Paşa zamanından beri esasen imtiyazlı bir eyalet olan Mısır’ın özerklik alanını genişletmek için uğraşırken diğer taraftan yayılmacı bir politika takip etti. İsmâil Paşa yetkilerinin arttırılması için Bâbıâli ile ilişkilerine çok önem veriyor, maddî hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyordu. Mısır’ın yıllık ödediği vergileri arttırarak, yüksek mevkideki Osmanlı erkânına pahalı hediyeler ve


paralar dağıtarak haklarını genişleten birçok fermanın çıkarılmasını sağladı. 1866’da Mısır veraset usulü kendi oğulları lehine olmak üzere değiştirildi ve “hidiv” (Farsça ħıdîv “kavmin büyüğü, emîr”) unvanı verildi. 1872’de Avrupa devletleriyle borç antlaşması yapma yetkisini elde etti. Hidiv İsmâil Paşa, bu genişletilmiş yetkilerle Batılı devletler nezdinde bağımsız bir devlet başkanı muamelesi görmeye başladı. İdarî, hukukî ve kültürel alanlarda birçok yenilik yapılırken Kahire ve İskenderiye gibi büyük şehirlerde Batı tarzında düzenlemelere gidildi. Sudan’a ve Afrika içlerine doğru fetih girişimlerinde bulunuldu.

Zamanla daha fazla oranlarda Batılı devletlere borçlanmak zorunda kalan İsmâil Paşa malî krizden kurtulabilmek için çeşitli çarelere başvurdu. Bir taraftan halktan alınan vergileri arttırdı, diğer taraftan 1869 yılında açılan Süveyş Kanalı’nın kendisine ait hisse senetlerini İngiltere’ye sattı. Ancak bütün bunlar Mısır maliyesinin iflâsını engelleyemedi ve Mayıs 1876’da alacaklı Avrupa devletlerinin temsilcilerinin yer aldığı bir Düyûn-ı Umûmiyye Sandığı kuruldu. İngilizler’in alınan tedbirlerden tatmin olmaması üzerine Kasım 1876’da “dual control” oluşturularak iki Avrupalı genel müfettiş gelir ve giderleri takip etmeye başladı, daha sonra kurulan hükümete Avrupalı bakanlar da tayin edildi. Malî tedbirler arasında ordudaki subay sayısının azaltılması ve maaşlarının yarıya düşürülmesi de yer alınca ordu içinde huzursuzluk meydana geldi. Çeşitli çevreler Mısır’ın iç işlerine yapılan yabancı müdahalesine karşı tavır almaya başladı. Şubat 1879’da askerler tarafından Kahire’de büyük çapta gösterilerin düzenlenmesi üzerine Hidiv İsmâil, hükümeti görevden alarak sadece Mısırlılar’dan oluşan yeni bir hükümet kurdu (Nisan 1879). Ancak İngiltere ve Fransa’nın baskısıyla II. Abdülhamid Haziran 1879’da İsmâil Paşa’yı azledip yerine oğlu Tevfik Paşa’yı tayin etti.

İngiliz İşgali Dönemi. Avrupalı güçlerin Mısır’ın iç işlerine müdahelesine karşı olan Mısırlılar el-Hizbü’l-vatanî adı altında Urâbî Paşa etrafında toplanarak ayaklandılar (Haziran 1882). Bu durumu fırsat bilen İngiltere İskenderiye’yi topa tuttu (Temmuz 1882). 13 Eylül 1882’de Urâbî Paşa taraftarları ile İngiliz ordusu arasında Kahire yakınlarındaki Tellülkebîr’de çarpışmalar meydana geldi ve İngiltere Mısır’ı fiilen işgal etti. Bâbıâli’nin ve 1881’de Tunus’u işgal eden Fransa başta olmak üzere diğer bazı Avrupalı devletlerin bu işgale şiddetle karşı çıkması üzerine İngiltere asayiş sağlanınca Mısır’ı boşaltacağını ve Osmanlı Devleti’nin hükümranlık haklarının bâki olduğunu belirtmişse de askerini XX. yüzyılın ortalarına kadar Mısır’dan çekmedi. İstanbul’daki İngiliz büyükelçisi Lord Dufferin’e Mısır’ın nasıl yönetileceği konusunda bir rapor hazırlatıldı. Onun 20 Mart 1883 tarihli raporu uyarınca Sir Evelyn Baring (Lord Cromer) Eylül 1883’te genel konsolos ve İngiliz komiseri olarak Mısır’a geldi. Tek başına Mısır’a hâkim olma amacını güden İngiltere’nin Ocak 1883’te “dual control” uygulamasını sona erdirmesi diğer alacaklı devletlerin protestosuyla karşılanmakla birlikte Mart 1885’te Londra Antlaşması ile mesele halledildi. Mısır’ın iki yıl içerisinde borçlarını ödeyememesi durumunda milletlerarası bir komisyon göreve başlayacaktı. Kasım 1885’te İngiltere ile Bâbıâli arasında yapılan bir antlaşmayla Osmanlılar’ın Mısır’da bir fevkalâde komiser bulundurması kararlaştırıldı ve bu çerçevede Gazi Ahmed Muhtar Paşa Kahire’ye gönderildi.

İngiliz İşgal kuvvetleriyle uyumlu bir tavır ortaya koyan Hidiv Tevfik Paşa’nın 7 Ocak 1892’de vefatı üzerine oğlu II. Abbas Hilmi hidiv oldu. Ayrıca Mısır fevkalâde komiserliği yapan Gazi Ahmed Muhtar Paşa genç hidive müsteşâr-ı hâs olarak tayin edildi. II. Abbas Hilmi döneminde İngiliz karşıtı vatanperver hareket (el-Hareketü’l-vataniyye) Mustafa Kâmil’in önderliğinde tekrar canlanarak geniş halk kitlelerinin desteğini aldı. Hidiv de önceleri bu harekete destek vermekle beraber sonradan bundan vazgeçti.

Mısır’daki işgali tamamlayan İngiltere gözünü Sudan’a dikmişti. Mehdî ayaklanması bunun için bir fırsat teşkil etti ve çarpışmalardan sonra İngiliz Herbert Kitchener (Lord Kitchener) kumandasındaki ordu Sudan’da kontrolü ele geçirdi. İngilizler ve Mısırlılar 19 Ocak 1899’da Sudan’da yönetimin çerçevesini oluşturan bir antlaşma imzaladılar. Buna göre Mısır ve İngiliz bayrakları yan yana dalgalanacak, sivil ve askerî idare hidiv tarafından İngilizler’in tavsiyesiyle tayin edilen bir genel valiye verilecekti. Böylece Sudan’ın kontrolü de fiilen İngilizler’in eline geçmiş oldu. Bâbıâli hâkimiyet hakları ihlâl edildiği için bu antlaşmaya şiddetle karşı çıktı. Ayrıca hidivin böyle bir antlaşma yapma yetkisi olmadığından Mısır-İngiliz Antlaşması milletlerarası hukuka da aykırıydı. Sudan meselesi Sudan’ın 1956’da bağımsızlığını ilânına kadar devam etti.

Bu dönemde Mısır’da İngiliz kontrolünde meclis çalışmaları düzenlenerek bir dizi hukukî ve idarî değişiklik yapılmakla birlikte I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla harp hukuku yürürlüğe girdi. Savaş Ağustos 1914’te başladığında II. Abbas Hilmi İstanbul’da, Lord Kitchener de İngiltere’de bulunuyordu. İngiltere Harp bakanı olarak tayin edilen Kitchener Mısır’a geri dönmedi. Mısır hükümeti savaşın başında (5 Ağustos 1914) önce İngiltere ve Almanya karşısında tarafsızlığını bildirmekle beraber İngiltere’nin baskısı üzerine Almanya’ya ve Avusturya-Macaristan’a karşı savaş ilân etti. Ardından İngiltere Mısır’ın bütün resmî finans kaynaklarına el koydu. Ekim 1914’te İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Osmanlı Devleti ile savaşa girmesi üzerine İngiltere, 18 Aralık 1914’te tek taraflı olarak Osmanlı hükümranlık haklarını kaldırıp Mısır’ı himayesine aldı. Hidiv II. Abbas Hilmi’yi de düşmanla iş birliği yaptığı gerekçesiyle 19 Aralık’ta görevden alarak yerine amcası Hüseyin Kâmil’i Mısır sultanı olarak ilân etti. Bunların yanında Fransızlar da Mısır’a asker çıkarınca Osmanlı Devleti, Mayıs 1915’te Süveyş Kanalı’nı savaş alanı içine aldığını ilgili devletlere bildirdi ve Dördüncü Ordu komutanı Cemal Paşa kumandasındaki kuvvetler başarısızlıkla sonuçlanan iki kanal geçme operasyonu düzenledi.

1914-1918 yılları arasında savaş hukukunun geçerli olduğu Mısır’da basın sansür altında tutulurken halk ekonomik açıdan zor durumda kaldı. Bununla birlikte işgalci güçlere karşı çıkan hareketler halk tarafından büyük destek görüyordu. Hüseyin Kâmil’in 1917’de vefatından sonra yerine -tek oğlu olan Kemâleddin veliahtlığı reddettiği için- Hidiv İsmâil’in oğullarından


Ahmed Fuâd getirildi. I. Dünya Savaşı’nın sonunda Mısır da bağımsızlık yönünde adımlar attı. Sa‘d Zağlûl başkanlığında oluşturulan bir delegasyon İngiltere’nin Mısır yüksek komiseri Sir Reginald Wingate’den Londra’daki barış konferansında Mısır meselesini savunmak için izin istedi. Ancak İngiliz hükümetinin böyle bir delegasyonu muhatap kabul etmemesi üzerine Mısır başbakanı 1 Mart 1919’da istifa etti. Ayaklanmalar ve grevler başlayınca Sa‘d Zağlûl ve üç politikacı arkadaşı yakalanarak Malta’ya sürüldü (8 Mart 1919). Bütün bunlar hadiselerin şiddetlenmesine sebep olurken Ezher ulemâsı, talebe ve çiftçiler gibi çok farklı kesimler ayaklanmalarda önemli rol oynadı.

Krallık Dönemi. İngiltere ve Mısır arasında yapılan müzakerelerde bir sonuca ulaşılamamasına rağmen İngiltere 28 Şubat 1922’de tek taraflı olarak Mısır’ı bağımsız devlet ilân etti. Ancak şu dört husus bir anlaşmaya varılıncaya kadar İngiliz hükümetinin yetkisine bırakılmıştı: İngiltere’nin Mısır’daki haberleşme güvenliğinin sağlanması, Mısır’ın yabancı saldırısı ve işgali durumunda savunulması, yabancı ve azınlıkların haklarının korunması ve Sudan’ın yönetimi. Konulan kayıtlar, İngiltere’ye Mısır’ın iç ve dış işlerine sürekli müdahale hakkı verdiği için bu şartlar altında Mısır’ın bağımsız bir devlet ilân edilmesi şekilden öteye gitmiyordu. Mısır siyasetçileri bu sınırlı bağımsızlığı resmen tanımamakla birlikte devlet kurumlarını tesis etmeye başlamakta gecikmediler. Sultan Ahmed Fuâd 15 Mart 1922’de kral (melik) unvanını aldı ve Mısır’da monarşi ilân edildi. Bir komisyon tarafından Belçika anayasası temel alınarak hazırlanan anayasa 19 Nisan 1923’te resmen yayımlandı. Parlamento meclis ve senatodan oluşuyordu. Krala başbakanı tayin ve azletme, meclisi dağıtma ve oturumlarını erteleme, senato başkanını ve senatonun beşte ikisini tayin ve bütün kanunları veto etme hakkı gibi çok geniş yetkiler tanınmıştı.

Ocak 1924’te yapılan seçimlerde sürgünden dönen Sa‘d Zağlûl başkanlığındaki Vefd Partisi (Hizbü’l-vefd) mecliste çoğunluğu eline geçirdi ve ilk Vefd hükümeti kuruldu. Mısır’ın tam bağımsızlığını ve Sudan’ın Mısır’a ilhakını isteyen Sa‘d Zağlûl ile İngiliz hükümeti arasındaki anlaşmazlık, İngiltere’nin Sudan genel valisi ve Mısır ordu kumandanı Lee Stack’ın 19 Kasım 1924’te Kahire’de öldürülmesi üzerine had safhaya ulaştı. İngilizler’in taleplerini yerine getirmek istemeyen Zağlûl’ün istifası krala daha ılımlı birini başbakan tayin etme fırsatı verdi. Mısır’daki siyasî hayat bundan sonraki yıllarda kral, Vefd Partisi ve İngilizler arasında çekişmelerle geçti. Kral anayasal yetkilerini kullanarak Mısır’ı otokratik bir şekilde yönetmek isterken Hizbü’l-vefd seçimlerde aldığı oylara güvenip kral ve İngiltere karşıtı bir tavır ortaya koyuyordu. İngiltere de kendi çıkarlarına ters düşecek herhangi bir uygulamaya müsaade etmiyordu. 1920’li ve 1930’lu yıllarda kurulan çok sayıda hükümet Mısır’ın tam bağımsızlığını kazanması için İngiltere ile birçok defa masaya oturdu, fakat hiçbirinden sonuç alınamadı. Sa‘d Zağlûl’ün 1927’de vefatından sonra Vefd Partisi’nin başına Nehhas Paşa geçti.

Habeşistan’ın 1935’te İtalya tarafından işgal edilmesi, Mısır’ın İngiltere ile bir anlaşmaya varmak için görüşmeleri tekrar başlatmasında önemli rol oynadı. Müzakereler neticesinde 26 Ağustos 1936’da Mısır ile İngiltere arasında bir ittifak antlaşması imzalandı. Bu antlaşmada savaş zamanlarında iki tarafın iş birliği yapması, Mısır savunma kuvvetlerinin güçlendirilmesi ve İngiliz ordusunun nihaî olarak Süveyş Kanalı bölgesiyle sınırlandırılması, İngiliz işgalinin tedrîcen kaldırılması ve antlaşmanın yirmi yıl süreyle geçerli olması kararlaştırıldı. İki devlet arasında uzun süredir problem olan Sudan konusuna ise herhangi bir atıfta bulunulmadı. Antlaşmanın ardından her iki ülke büyükelçi seviyesinde temsil edildi. İngiltere’nin girişimleri sonucunda Mısır Mayıs 1937’de Milletler Topluluğu’na alındı, hukukî ve finansal açıdan ağır şartlar içeren kapitülasyonlar kaldırıldı. 28 Nisan 1936’da Kral Fuâd’ın ölümü üzerine yerine genç yaştaki oğlu Fâruk geçti. Vefd Partisi ile arası iyi olmayan kral yetkilerini sınırlandırma girişiminde bulunan Başbakan Nehhas Paşa’yı Aralık 1937’de görevinden alıp yerine Muhammed Mahmud Paşa’yı tayin etti; ardından da kısa süreli hükümetler iş başına geldi.

II. Dünya Savaşı başladığında Mısır Parlamentosu ülkenin tarafsızlığını vurgulayarak İngiltere ile sadece 1936 antlaşması çerçevesinde iş birliğine gidilmesini kabul etti. Henüz savaş sona ermeden 22 Mart 1945’te Mısır’ın girişimiyle Kahire’de üye devletlerin bağımsızlığını korumak, siyasî, askerî, iktisadî ve kültürel güçlerini birleştirmek amacıyla Arap Birliği (Câmiatü’d-düveli’l-Arabiyye) kuruldu. Savaşın ardından ülkedeki ekonomik durumun iyice kötüleşmesi huzursuzlukları arttırdı. Mısır hükümetlerinin, İngiltere ile Sudan meselesini ve İngiliz askerlerinin bölgeyi tamamen tahliyesini amaçlayan


görüşmelerinin Mısır açısından başarısızlıkla sonuçlanması Kahire’deki gösterilerin kanlı olaylara dönüşmesine sebep oldu. İngiliz birliklerinin Kahire ve İskenderiye’den çıkarılması durumu fazla değiştirmedi. İngilizler’in Filistin’deki manda yönetimini 14 Mayıs 1948’de sona erdirmesinin ardından buradaki yahudilerin İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilân etmeleri üzerine Arap Birliği İsrail’e savaş ilân etti ve bu çerçevede Mısır da birliklerini buraya gönderdi. Ancak İsrail Devleti’nin kuruluşu engellenemedi.

Daha sonraki yıllarda sık sık hükümet değişiklikleri yapılırken ülkedeki ekonomik durum kötüleşmiş, vergiler arttırılmış, işsizlik had safhaya ulaşmıştı. İngiltere Kanal bölgesinden çekilmediği gibi Sudan meselesi de halledilmemişti. Mısır hükümeti, Ekim 1951’de 1936 antlaşmasını ve Sudan’la ilgili maddeleri tek taraflı olarak feshetti; 16 Ekim 1951’de Fârûk Mısır ve Sudan kralı ilân edildi. İngiltere’nin bu tek taraflı kararları kabul etmemesi durumu değiştirmediği gibi halk arasındaki İngiliz karşıtlığı sürekli artıyordu. 25 Ocak 1952’de Kanal bölgesindeki İngilizler’in İsmâiliye’de katliam yapmaları ülkede büyük bir infiale ve gösterilere yol açtı.

Uzun süredir olayları takip etmekte olan Cemal Abdünnâsır başkanlığındaki Hür Subaylar (ed-Dubbâtü’l-ahrâr) 22-23 Temmuz 1952 gecesi bir darbeyle yönetime el koydu. Kral Fârûk’tan, tahtı henüz altı aylık olan oğlu veliaht prens Ahmed Fuâd’a bırakarak ülkeyi terketmesi istendi. Kral Fârûk, oğlu lehine tahttan feragat ettiğini bildiren bir belgeyi imzalayarak 26 Temmuz 1952’de ülkeden ayrılıp Roma’ya gitti.

İhtilâl Sonrası. Henüz belli bir siyasî programa sahip olmayan Hür Subaylar, 7 Ağustos 1952’de özel yetkilerle donatılan General Muhammed Necîb başkanlığında bir hükümet oluşturdu; 10 Aralık 1952’de anayasa yürürlükten kaldırıldı. 16 Ocak 1953’te alınan bir dizi kararla bütün siyasî partiler kapatıldı. Geniş yetkilere sahip bir ihtilâl konseyi kurularak üç yıllık bir süreçten sonra tekrar çok partili döneme geçilmesi kararlaştırıldı. Hür Subaylar’ın siyasî teşkilâtı sayılabilecek bir kurtuluş örgütü oluşturulduysa da bu fazla ilgi görmedi. 18 Haziran 1953’te monarşi kaldırılıp yerine cumhuriyet ilân edildi ve General Necîb cumhurbaşkanlığı ile başbakanlık görevlerini üstlendi, İhtilâl Konseyi’nin diğer üyeleri de çeşitli bakanlıkları aralarında paylaştılar. Aynı yıl içinde önde gelen siyasetçiler tutuklanırken basındaki sansür uygulamaları sıkılaştırıldı ve Ocak 1954’te ülkenin en etkili örgütü olan Müslüman Kardeşler (İhvân-ı Müslimîn) yasaklandı.

Demokratik sisteme geçilmesi konusunda daha hızlı hareket edilmesini isteyen ve bu hususta kamuoyu desteğini alan Muhammed Necîb ile İhtilâl Konseyi’ni arkasına alan Cemal Abdünnâsır arasındaki tartışma 1954’ün ilk aylarında had safhaya vardı. Necîb’in Şubat 1954’te bütün görevlerinden alınarak ev hapsinde tutulması kamuoyu tarafından büyük tepkiyle karşılanınca kısa bir süre için tekrar eski görevlerine iade edildi. Nisan 1954’te Cemal Abdünnâsır’ın başbakan olarak İhtilâl Konseyi’nin başkanı olması onun üst kademedeki yerini sağlamlaştırırken Necîb, bir an önce anayasal parlamenter düzene geçilmesi için seçimlerin yapılması konusunda ısrar ediyordu. Ancak Ekim 1954’te Nâsır’ın suikasta uğraması ile irtibatlandırılarak İhtilâl Konseyi tarafından Kasım 1954’te cumhurbaşkanlığından azledildi. Böylece Nâsır’ın ülkenin tek adamı olması yönündeki engeller ortadan kalkmış oldu. Haziran 1956’da Nâsır halk oylaması sonucunda cumhurbaşkanı seçildi.

Hür Subaylar’ın iktidara el koyması iç politikayı olduğu kadar Mısır’ın dış politikasını da derinden etkilemiştir. Şubat 1953’te Sudan konusunda İngiltere ile bir anlaşmaya varılması üzerine Sudan bağımsızlığını ilân etti. Mısır da İngiltere ile Temmuz 1954’te Kanal bölgesinin boşaltılması konusunda anlaşmaya vardı. Mısır’ın 1955’te Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve İngiltere arasında kurulan Bağdat Paktı’na karşı çıkması İngiltere ile arasının tekrar açılmasına sebep oldu. Mısır-İsrail ilişkileri ise 1955 yılı başlarında iyice kötüleşti ve Mısır, Arap ülkelerinin İsrail’e karşı başlattığı boykotta en önemli rolü üstlenerek İsrail gemilerinin Süveyş Kanalı’ndan geçişine izin vermedi.

Mısır, Nisan 1955’te toplanan Bandung Konferansı’na katılarak burada Hindistan ve Çin Halk Cumhuriyeti ile birlikte Batı karşıtı bağlantısız bir politikayı savundu, daha sonra da bağlantısız devletlerin liderliğini üstlendi. Eylül 1955’in sonlarında Çekoslovakya ile arkasında Sovyetler Birliği’nin olduğu bir silâh alımı anlaşmasını imzalaması Mısır’ın dış politika konusundaki tercihlerini de yansıtmaktaydı. Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Dünya Bankası’nın Asvan Barajı’nın yapımı için verdikleri kredi sözünden vazgeçmeleri üzerine Süveyş Kanalı, kanaldan elde edilen gelirle barajın finansmanını sağlamak amacıyla 26 Temmuz 1956’da devletleştirildi. İsrail 29 Ekim’de Sînâ yarımadasını işgal edip Süveyş Kanalı’na ulaşırken Mısır da Süveyş Kanalı’nı bloke ederek bu bölgedeki halkı silâhlandırdı. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa Kanal bölgesine asker sevkedip savaşa katıldılar. Mısır birlikleri ve bölge şehirleri bombalar altında ağır hasar gördü. Araya Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği’nin girmesiyle savaş sona erdirildi.

Nâsır’ın Süveyş Kanalı krizinden güçlenerek çıkması onun Mısır’ın iç ve dış politikasına yönelik ciddi adımlar atabilmesi için bir zemin oluşturdu. 1957’de o güne kadar çoğunluğu yabancıların elinde olan birçok sektör devletleştirilerek yabancı şirketlere el konuldu. Dış politikada Arap milliyetçiliği düşüncesi etkin hale getirilip Arap birliği yolunda mesafe alındı. 1 Şubat 1958’de Mısır ve Suriye Birleşik Arap Cumhuriyeti adı altında birleşti ve 21 Şubat’ta yapılan bir referandumla Nâsır bu devletin başkanı seçildi. 8 Mart’ta Yemen ortaklığa katıldıysa da bu sadece şeklî olarak kaldı ve Kasım 1959’da birlikten ayrıldı.

Mısır-Suriye birleşmesi siyasî, askerî ve içtimaî sebepler yüzünden uzun süreli olmadı. Suriye’de birleşmenin ardından diğer partilerle beraber kapatılan Ba‘s Partisi etrafında toplanan bir grup subayın 28 Eylül 1961’de bir darbe gerçekleştirmesi üzerine Mısır-Suriye birlikteliği sona erdi. Ancak Mısır, Birleşik Arap Cumhuriyeti adını kullanmaya devam etti ve Nâsır bölgede etkin bir güç olma gayretinden vazgeçmedi. 1962 yılında Yemen’de Nâsır yanlısı bir grup subayın yaptığı darbenin ardından çıkan iç savaşta devrimcilerin yanında yer alması Mısır ve Suudi Arabistan’ı karşı karşıya getirdi ve savaş Yemen’in ikiye bölünmesiyle neticelendi. Nâsır bir taraftan Arap birliğine yönelik çalışırken diğer taraftan Filistin’in kurtuluşu ve Afrika’daki sömürge ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanmaları için çeşitli girişimlerde bulundu.

Arap sosyalizmi fikri çerçevesinde Nâsır’ın Mısır’da sosyalist bir sistem kurma çabaları 1960’lı yılların başlarında hız kazandı. Mısır Merkez Bankası ve Mısır Bankası’nın 11 Şubat 1960’ta devletleştirilmesinin ardından en önemli devletleştirme kanunları Temmuz 1961 ve Mart-Ağustos 1963 arasında çıkarıldı. Gerçekleştirilen toprak reformu ile tarım


yapılabilir topraklardaki özel mülkiyet 100 feddân ile (1 feddân = 4200 m2) sınırlandırıldı.

Cemal Abdünnâsır başlattığı reform faaliyetlerini ideolojik bir programla destekledi. 1 Mayıs 1962’de yaptığı konuşma, “Mîsâku’l-ameli’l-vatanî” başlığıyla Arap sosyalizmi ideolojisinin en önemli belgesi olarak kabul edildi. Mîsâkta, siyasî ve sosyal özgürlüğün gerçekleştirilmesi yanında Arap Sosyalist Birliği’nin (İttihâdü’l-iştirâkī el-Arabî) oluşturulup halkın bunun çatısı altında örgütlenmesi öngörülüyordu. Bu siyasî kuruluşu düzenleyen ilk yasa 7 Aralık 1962’de çıkarıldı. Örgütün en küçük mahallî teşkilâttan başkana kadar uzanan piramit şeklindeki yapısı zaman içerisinde devletin bütün birimlerinde etkili olmaya başladı. Mart 1964’te büyük ölçüde 1962 mîsâkına dayanan geçici bir anayasa kabul edildi. Burada, tek parti konumundaki Arap Sosyalist Birliği’ne hâkim rol verilirken millî meclisin en az yarısının işçi ve köylülerden oluşması hükmü getirildi. Devlet başkanı meclis tarafından seçilmekle birlikte geniş yetkilerle donatıldı, meclise de sadece başkanın tayin ettiği hükümeti kontrol yetkisi tanındı.

1964’te Mısır’ın dış siyaseti açısından da önemli gelişmeler oldu. Ocak ayında Kahire’de ve eylülde İskenderiye’de toplanan Arap Birliği zirvesinde ağırlıklı olarak İsrail sorunu üzerinde durulurken Mısır’ın ihtilâflı bulunduğu Ürdün ve Suudi Arabistan’la olan problemlerine de çözüm getirilmeye çalışıldı. Mısır bağlantısız ülkelerden sayılmakla birlikte 1960’lı yılların ortalarına doğru Sovyetler Birliği burada etkisini göstermeye başladı. Asvan Barajı’nın 1964’teki açılışına Kruşçev’in de katılmasının ardından Nâsır defalarca Sovyetler Birliği’ni ziyaret etti ve iki ülke arasında askerî ve ekonomik ilişkiler ilerledi.

Kasım 1966’da Mısır ile Suriye arasında beş yıllık bir savunma antlaşmasının imzalanmasından sonra 1967 baharında İsrail-Suriye ilişkilerinin iyice gerginleşmesi Mısır’ın da meseleye müdahale etmesini gerektirdi. 30 Mayıs 1967’de Mısır, Ürdün ve Irak arasında bir askerî ittifak antlaşması imzalanmasının ardından İsrail önleyici savaş yaptığı iddiasıyla 5 Haziran’da beklenmedik bir şekilde Mısır’a saldırdı ve Mısır hava kuvvetlerini imha etti. “Altı Gün Savaşı” adıyla anılan bu savaşlarda Mısır, Suriye ve Ürdün büyük bir hezimete uğradı. İsrail, Gazze Şeridi’yle birlikte Sînâ yarımadasını ve Süveyş Kanalı’nın doğu tarafını işgal etti. Savaştan sonra hem Mısır’da hem bütün Arap ülkelerinde büyük itibar kaybına uğrayan Nâsır yenilginin sorumluluğunu üstlenerek devlet başkanlığından istifa ettiğini açıkladı. Fakat halkın lehine yaptığı gösteriler neticesinde görevde kalmaya devam ettiyse de yenilgi Mısır’da rejime karşı bir güvensizlik doğurdu ve Nâsır’ın o güne kadar uyguladığı politikalar çok farklı kesimler tarafından eleştirilmeye başlandı. Savaşın sonuçları Mısır’ın iç siyasetinde de kendini gösterdi. Geniş halk kesimlerinin katıldığı rejim karşıtı gösteriler düzenlendi. Toplum bir kimlik krizine girerken siyasî ortamda yönetim kademesi kendi içinde bir sarsıntıya uğradı. Bunun üzerine Nâsır 30 Mart 1968’de bir dizi siyasî, sosyal ve ekonomik değişikliği ihtiva eden reform planını kabul etti. 1969’da İslâm Konferansı Teşkilâtı’na üye oldu. Nâsır’ın 28 Eylül 1970’te bir kalp krizi neticesinde ölümü Mısır ve Arap tarihinde “Nâsırcılık” olarak anılan ideolojinin de sonunu getirdi.

Nâsır’ın vefatı sırasında başkan yardımcısı olan Enver Sedat anayasa gereği başkanlık koltuğuna otururken bunu takip eden aylarda ortaya çıkan iktidar mücadelesi neticesinde Mayıs 1971’de “sevretü’t-tashîh” adını verdiği bir harekâtla rakiplerini devre dışı bıraktı. Enver Sedat döneminde 1968’de Nâsır’ın başlattığı reform çalışmaları hız kazandı ve Mısır, 1960’lı yılların başlarından itibaren yaşadığı sosyalist devrimlerin dışında bir rotaya girdi. İlk önce 11 Eylül 1971’deki referandumla kabul edilen yeni anayasa ile devletin adı Mısır Arap Cumhuriyeti (Cumhûriyyetü Mısr el-Arabiyye) olarak değiştirildi ve İslâm hukuku anayasanın asıl kaynaklarından biri kabul edildi. Bir nevi başkanlık sistemi getiren anayasa ile devlet başkanının görev süresi altı yıl oldu ve iki dönemle sınırlandırıldı. Başbakan devlet başkanı tarafından tayin ediliyordu. Meclis 350 üyeden oluşurken Arap Sosyalist Birliği tek parti konumunu koruyordu. Dış politikada Sovyetler Birliği ile ilişkilerde bir soğukluk yaşandı ve Temmuz 1972’de çok sayıda Sovyet askerî danışman ve teknik eleman Mısır’ı terketmek zorunda kaldı. Aynı yıl Mısır, Libya ve Suriye arasında federasyon kurma çabaları başarısızlıkla sonuçlandı. Enver Sedat, 1967’de kaybedilen toprakları geri almak amacıyla 6 Ekim 1973’te Suriye ile birlikte İsrail üzerine saldırdı. Mısır’ın üç hafta süren savaştan galibiyetle çıkması Sedat’a gerek içeride gerekse dışarıda prestij kazandırdı. Ardından Mısır’da iç siyasete yönelik ciddi adımlar atıldı. Enver Sedat, Nisan 1974’te açıkladığı reform paketiyle siyasî ve ekonomik açılma adı altında demokratikleşme ve serbest piyasa ekonomisine geçiş programını ortaya koydu. Siyasî liberalleşmenin en önemli bölümünü çok partili hayata geçiş


oluşturuyordu. 1962’den beri tek parti konumundaki Arap Sosyalist Birliği tedrîcen kaldırıldı (nihaî olarak resmen Mayıs 1980’de lağvedildi). 1976’da parti içinde farklı siyasî eğilimleri temsil eden gruplar oluşturuldu. Haziran 1977’de partiler kanunu çıkarılarak yeni partilerin kuruluşunun önü açılmışsa da Mısır’ın çok partili hayata geçişi şeklî olmaktan öteye geçmemiş ve muhalefetin iktidara gelmesinin önüne birçok engel konulmuştur. Sonuçta Nâsır döneminden kalan Arap Sosyalist Birliği tarihe karıştı ve yerine Enver Sedat liderliğinde yeni kurulan el-Hizbü’l-vatanî ed-dimukrâtî iktidarı ele aldı.

1970’li yılların ikinci yarısında Mısır dış siyasetinde önemli gelişmeler yaşandı. Enver Sedat’ın Kasım 1977’de İsrail’e gitmesi bir ilki oluşturuyordu. Sedat’ın İsrail meclisinde konuşma yaptığı bu ziyareti bütün çevreleri şaşırttıysa da barış adımlarının hızlanmasını beraberinde getirdi. Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in ara buluculuk yaptığı uzun görüşmelerden sonra 26 Mart 1979’da Washington’da barış antlaşması imzalandı. Antlaşma Nisan 1979’da önce Mısır Parlamentosu’nda, ardından halk oylamasıyla kabul edildi. Camp-David Antlaşması’na göre Mısır İsrail Devleti’ni tanıyor ve Filistinliler’e İsrail’e karşı mücadelelerinde yardım etmeyeceğine dair garanti veriyordu.

Barış antlaşması Arap ülkelerinde olduğu gibi Mısır’da da büyük tepkiyle karşılandı ve bütün muhalifler Enver Sedat’ın iç ve dış politikalarını şiddetle eleştirmeye başladı. Ekonomik açılma politikalarının da başarısızlığı neticesinde bunalımın derinleşmesi muhalefetin halktan büyük destek görmesine yol açtı. Bunun üzerine Enver Sedat 1980’de bir sansür yasası çıkardı. Öte yandan dinî hükümlerin uygulanması konusunda ısrar eden dinî çevrelerin bu talepleri anayasanın 1980 yılında değiştirilmesi sırasında dikkate alındı ve 1971 anayasasında teşrîin ana kaynaklarından biri olan İslâm hukuku teşrîin tek kaynağı haline geldi. Ayrıca devlet başkanının ömür boyu seçilebilmesinin de önü açıldı. İslâm hukukuyla ilgili değişiklikten huzursuz olan Kıptî azınlık Enver Sedat’ın politikalarını eleştirmeye başladı, müslümanlarla aralarında kanlı olaylar meydana geldi. Bütün kesimleri karşısına alan Enver Sedat, çareyi Kıptîler’in önderi Papa Şenûda’nın da aralarında bulunduğu her kesimden çok sayıda aydını tutuklatmakta buldu (Eylül 1981). Enver Sedat, 6 Ekim 1981’de İsrail’e karşı elde edilen zaferin yıl dönümü kutlamaları sırasında Cihad örgütü mensuplarınca Kahire’de Medînetünnasr’daki tören esnasında bir suikast sonucu öldürüldü.

14 Ekim 1981’de Hüsnü Mübârek devlet başkanı olarak göreve başladı. Mübârek zamanında Enver Sedat’ın takip ettiği siyaset ana hatlarıyla sürdürüldü. İsrail’le ilişkiler İsrail’in Haziran 1982’de Lübnan’ı işgal etmesinden sonra sıkıntılı bir hal aldı ve Mısır İsrail büyükelçisini geri çekti. Bu arada İsrail’le yapılan barış antlaşması gereği Taba dahil olmak üzere Sînâ yarımadası Mısır’a geri verildi.

1980’li yıllar boyunca devam eden İran-Irak savaşı Mısır’ın içinde bulunduğu yalnızlıktan kurtulması için bazı fırsatlar ortaya çıkardı. Arap ülkelerinin güvenliğini görüşmek üzere Kasım 1987’de Amman’da toplanan Arap zirvesinde Mısır’la diplomatik ilişkiler kurulması konusunda üye ülkeler serbest bırakıldı. 23 Haziran 1989’da Kazablanka’daki Arap Birliği zirvesinde Mısır tekrar birliğe kabul edildi ve bundan birkaç ay sonra birliğin Tunus’taki merkezi tekrar Kahire’ye taşındı, genel sekreterliğine de Mısır Dışişleri Bakanı İsmet Abdülmecîd getirildi. Böylece Mısır tekrar Arap ülkeleri arasında liderlik rolünü üstlendi.

1989’da Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin İsrail-Filistin meselesini halletmek için attığı adımlarda Filistin Kurtuluş Örgütü’nün anlaşma masasına oturması konusunda Mısır önemli rol oynadı. 1991’de Madrid’de yapılan barış görüşmelerine Mısır da katıldı ve ardından yapılan müzakerelerde Mısır kalıcı bir barışın tesisi için bütün ağırlığını koydu. Amerika Birleşik Devletleri ile stratejik ortaklığını geliştiren Mısır, Irak’ın Küveyt’i işgali sonucunda ortaya çıkan Körfez krizi sırasında çok uluslu gücün yanında yer aldı; buna karşılık Amerika Birleşik Devletleri’ne olan borcunun yaklaşık 7 milyar dolarlık kısmı silindi. 2003’te ortaya çıkan krizde ise Mısır oldukça zor durumda kaldı. Bir taraftan Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı müttefik ülke olmanın sorumluluğunu yerine getirmeye çalışırken diğer taraftan iç istikrarın korunabilmesi için Amerika Birleşik Devletleri karşıtı tepkileri göz önünde bulundurması gerekiyordu. Mısır’da 2003 yılı içerisinde düzenlenen Amerika Birleşik Devletleri karşıtı gösteriler zaman zaman rejim aleyhtarı hareketlere dönüştü.

Mısır ekonomisi Hüsnü Mübârek zamanında dünyadaki gelişmelerle de bağlantılı olarak zor dönemler geçirmiştir. Mısır’ın Arap ülkeleri tarafından boykot edilmesi, ülkedeki terör hareketlerinin turizm gelirlerinin azalmasına sebep olması, bölgede çıkan savaşlar neticesinde işçi dövizlerinde azalma meydana gelmesi, petrol fiyatlarındaki oynamalar, artan askerî harcamalar Mısır’ın finans açığını sürekli arttırmış, bunun dış borçlarla kapatılmaya çalışılması sonunda International Monetary Found (IMF) ile standby anlaşmaları yapılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

E. Dicey, The Story of the Khedivate, London 1902; W. S. Blunt, Secret History of the English Occupation of Egypt: Being a Personal Narrative of Events, London 1907; The Earl of Cromer, Modern Egypt, London 1908, I-II; Abdurrahman er-Râfiî, Fî AǾķābi’ŝ-ŝevreti’l-Mıśriyye, Kahire 1366-71/1947-51, I-III; a.mlf., Târîħu’l-ĥareketi’l-ķavmiyye ve teŧavvürü nižâmi’l-ĥükm fî Mıśr, Kahire 1367/1948, I-II; J. Marlowe, A History of Modern Egypt and Anglo-Egyptian Relations: 1800-1953, New York 1954; N. Safran, Egypt in Search of Political Community, Cambridge 1961; G. Baer, A History of Landownership in Modern Egypt: 1800-1950, London 1962; Mahmud Y. Zayid, Egypt’s Struggle for Independence, Beirut 1965; Political and Social Change in Modern Egypt (ed. P. M. Holt), London 1968; Anouar Abdel-Malek, Aegypten: Militaergesellschaft. Das Armeeregime, die Linke und der Soziale Wandel unter Nasser, Frankfurt 1971; J. Berque, Egypt: Imperialism and Revolution, London 1972; R. Flower, Napoleon to Nasser: The Story of Modern Egypt, London 1972; P. M. Holt, Egypt and the Fertile Crescent 1156-1922: A Political History, Ithaca-London 1975; Aegypten (ed. H. Schamp), Tübingen-Basel 1977; R. W. Baker, Egypt’s Uncertain Revolution under Nasser and Sadat, Cambridge-London 1978; Modern Egypt: Studies in Politics and Society (ed. E. Kedourie - S. G. Haim), London 1980; A. Schölch, Egypt for the Egyptians: The Socio-Political Crisis in Egypt 1878-1882, London 1981; J. Waterbury, The Egypt of Nasser and Sadat, Princeton 1983; P. Pawelka, Herrschaft und Entwicklung im Nahen Osten: Aegypten, Heidelberg 1985; P. J. Vatikiotis, The History of Egypt from Muhammad Ali to Mubarak, London 1985; G. Kraemer, Aegypten unter Mubarak: Identitaet und Nationales Interesse, Baden-Baden 1986; M. Beyyûmî Mehrân, Mıśr, İskenderiye 1409/1988, II-III; A. Goldschmidt, Modern Egypt: The Formation of a Nation-State, Boulder 1988; a.mlf., Historical Dictionary of Egypt, Lanham 1994; Rifat Uçarol, Gazi Ahmet Muhtar Paşa, İstanbul 1989, tür.yer.; D. Hopwood, Egypt: Politics and Society 1945-1990, London 1993; Afaf Lutfi al-Sayyid Marsot, A Short History of Modern Egypt, Cambridge 1994; The Cambridge History of Egypt (ed. M. W. Daly), Cambridge 1998, II, tür.yer.; Süleyman Kani İrtem, Osmanlı Devleti’nin Mısır, Yemen, Hicaz Meselesi, İstanbul 1999; Selim Deringil, “Ghazi Ahmed Mukhtar Pasha and the British Occupation of Egypt”, Al-Abhath,


XXXIV, Beirut 1986, s. 13-19; a.mlf., “The Ottoman Response to the Egyptian Crisis of 1881-1882”, MES, XXIV (1988), s. 3-24; F. Steppat, “Miśr [The Early Modern Period 1798-1882]”, EI² (İng.), VII, 180-186; “Egypt”, EBr., VIII, 64-89; İlhan Şahin, “Abbas Hilmi”, DİA, I, 25-26; Davut Dursun, “Cemal Abdünnâsır”, a.e., VII, 296-301; Hilal Görgün, “Enver Sedat”, a.e., XI, 265-267; Mustafa L. Bilge, “Fâruk”, a.e., XII, 177; a.mlf., “Fuâd”, a.e., XIII, 201-202; Zekeriyya Kurşun, “Hüseyin Kâmil”, a.e., XVIII, 553-554; Atilla Çetin, “İsmâil Paşa, Hidiv”, a.e., XXIII, 117-119; Muhammet Hanefi Kutluoğlu, “Kavalalı Mehmed Ali Paşa”, a.e., XXV, 62-65; “Egypt”, Political Encyclopedia of the Middle East (ed. A. Sela), New York 1999, s. 214-247.

Hilal Görgün





İlim, Kültür ve Medeniyet (641-1517).

Mısır fethedildiğinde, eski canlılığını kaybetmesine rağmen İskenderiye antik kültürün en önemli merkezlerinden biriydi. İslâm ordularıyla Mısır’a gelen sahâbîlerin bölgede yerleşmesiyle birlikte İslâm kültürü de yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu sahâbîler ilim hayatının merkezi konumundaki Amr b. Âs Camii’nde Kur’an, hadis ve fıkıh halkaları kurmuştur. Onların arasındaki en meşhur sima Amr b. Âs’ın oğlu Abdullah’tı. Emevîler devri boyunca bölgeye göç eden tâbiîn bu noktada önemli bir görev üstlenmiş, halifeler de zaman zaman bölgeye âlimler göndererek bu hareketi desteklemiştir. Mısır’da yetişen ilk âlimlerden biri fakih Yezîd b. Ebû Habîb el-Mısrî’dir. Bu dönemde Mısırlılar Medine, Dımaşk ve çeşitli Irak şehirlerine ilim yolculukları yapmaya başlamıştır; hadis almak amacıyla diğer yerlerden de buraya gelenler vardı. Abbâsîler’in ilk yıllarında Mısrî nisbesini taşıyan fıkıh ve hadis âlimleri arasında Amr b. Hâris, Ebû Abdurrahman Abdullah b. Lehîa ile Leys b. Sa‘d’ın adları zikredilebilir. Erken devirden itibaren kıraat ilmi Mısır’da belirginleşmiş ve bu alanda ilk öne çıkanlar Verş adıyla bilinen Osman b. Saîd el-Mısrî ile öğrencisi Ebû Ya‘kūb el-Ezrak Yûsuf b. Amr el-Mısrî olmuştur.

Mısır’da görülen ilk mezhep Mâlikîlik olup bunda Osman b. Abdülhakem el-Cüzâmî, Abdurrahman b. Hâlid b. Yezîd ve Ebû Abdullah Abdurrahman b. Kāsım’ın payları büyüktür. Kitâbü’l-CâmiǾin müellifi Abdullah b. Vehb el-Mısrî, Eşheb el-Kaysî ve Abdullah b. Abdülhakem el-Mısrî de bu dönemde yetişen Mâlikî fakihlerindendir. İmam Şâfiî’nin ömrünün son yıllarını Fustat’ta geçirmesiyle Şâfiîlik de yayılmaya başlamış ve İslâm’ın diğer bölgelerine göre Mısır daima bu mezhebin en önemli merkezi olarak kalmıştır. Kütüb-i Sitte müellifleri Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce hadislerini toplarken Mısır’ı ziyaret etmişlerdir. Abbâsîler devrinde bilhassa III. (IX.) yüzyılın başlarından itibaren İmam Şâfiî’nin yerleşmesiyle bölgedeki ilmî hareketlilik hız kazanmıştır. Fakih Ebû Abdullah İbn Abdülhakem ile Rebî‘ b. Süleyman el-Cîzî Şâfiî mezhebinin diğer önde gelen simalarıdır. Burada tasavvuf hareketini Zünnûn el-Mısrî olarak tanınan Sevbân b. İbrâhim başlatmış, Arap dili ve edebiyatında Ebû Abdullah Ahmed b. Yahyâ et-Tücîbî, tarihçilikte Fütûĥu Mıśr ve aħbâruhâ’nın müellifi Ebü’l-Kāsım İbn Abdülhakem öne çıkmıştır. Ancak bu dönemde Mısır’ın ilim hareketi açısından, buraya Endülüs ve İfrîkıye’den ilim seyahatlerinin yapılmaya başlanmış olmasına rağmen siyasî merkezlerin dışında kalmasından dolayı henüz Hicaz, Suriye ve Irak’ın seviyesine ulaşamadığı görülmektedir.

Emevî ve Abbâsî devirlerinde Mısır toplumunun yapısı göçler ve ihtidâlar sebebiyle önemli ölçüde değişmiştir. Bölgenin cizye gelirlerinin Hz. Osman zamanından Abbâsîler’in sonuna kadar tedrîcî olarak düşmesi ve tarihî kayıtlarda hıristiyan isimlerinin azalması, yerel halkın fetihten sonra geçen yaklaşık 250 yıl içerisinde müslümanlaştığının açık delilidir. III. (IX.) yüzyılın ortalarına gelindiğinde hıristiyanların büyük kısmı ihtidâ etmiş ve bölgeye gönderilen Arap kabileleriyle askerleri de yerleşik bir düzene geçerek halkla iyice karışmıştı. Müslümanların yeni fethedilen Mısır’da Bizans dinarının kullanılmasına izin vermeleri, kiliselere dokunmamaları ve divanlarda yerli unsurları çalıştırmaya devam etmeleri halkı İslâm’a yaklaştıran sebeplerdendir. Emevî halifeleri devlet dairelerinde müslümanları çalıştırmayı tercih etmiş ve bu durum ihtidâların yaygınlaşmasına yol açmıştır. Ömer b. Abdülazîz’in ihtidâ edenlerden cizyeyi kaldırması bu gelişmeyi iyice hızlandırmıştır. Müslümanlar Mısır’ı fethettiklerinde bölgede Kıptîce ve Grekçe konuşuluyordu. Emevîler döneminde özellikle divanların Arapça tutulmasıyla birlikte Arapça’nın yaygınlaşması hız kazanmış, bu arada hıristiyanların bazı dinî kitapları Arapça’ya çevrilmiştir. Arapça’nın tamamen yaygınlaşması ancak III. (IX.) yüzyılın sonlarında gerçekleşmiştir. IV. (X.) yüzyıldan itibaren Kıptîce unutulmuş, kilisenin dili de Arapça’ya dönüşmüştü. Artık âyinler Arapça yapılıyor, kilise tarihleri dahi Arapça yazılıyordu. Mısır’ın fethiyle başlayan Arap kabilelerinin bölgeye göçleri yaklaşık beş asır boyunca devam etmiştir; fetihten bir asır sonra Mısır divanlarında kayıtlı Araplar’ın sayısı 40.000 aile-yi geçmişti. Bu kabileler arasında Kays, Tay, Rebîa, Fezâre, Hilâl, Süleym, Hevâzin en önde gelenlerdir. Bölgeye yerleştirilen ilk Arap kabileleri özellikle Emevî devri boyunca yönetici sınıfı oluşturmuş, bu imtiyazlı durumları sebebiyle yerlilere karışmamıştır. Ancak Abbâsîler’in III. (IX.) yüzyıldan itibaren bu kabilelerden haraç almaya başlaması ve atâları kesmesi onların halkla bütünleşmesini sağlamıştır.

Mısır, Tolunoğulları ve İhşîdîler döneminde bilhassa fıkıh ve hadis ilimlerinde önemli gelişmeler göstermiştir. Önde gelen fakih ve muhaddisler arasında Rebî‘ b. Süleyman el-Murâdî, İbnü’l-Haddâd el-Kinânî, Tahâvî ve Ebû Saîd İbn Yûnus el-Mısrî sayılabilir. Ebü’l-Kāsım İbn Abdülhakem, İbnü’d-Dâye, Muhammed b. Yûsuf el-Kindî ve İbn Zûlâk Mısır tarihiyle ilgili önemli eserler kaleme almışlardır. Aynı yıllarda pek çok defa Mısır’ı ziyaret eden ve bir süre orada kalan Mes‘ûdî de anılmaya değer bir müelliftir. Abbâsîler’in çözülme sürecine girmesiyle birlikte Mısır’da siyasî yapıya paralel olarak müstakil bir kültür ortamı gelişmeye başlamıştır. Bu dönemde İbn Abdülhakem’in Fütûĥu Mıśr’ı ve Kindî’nin Kitâbü’l-Vülât ve’l-ķuđât’ı gibi ilk bölgesel Mısır tarihlerinin yazılması Mısır’ın siyasî açıdan yarı bağımsız konumunun kültür alanına yansımasıdır.

Şiî Fâtımîler dönemi Mısır tarihi açısından farklı bir devre oluşturur. Fâtımî hilâfet merkezinin Kahire’ye taşınmasıyla birlikte iki önemli hareketin ortaya çıktığı görülür. Bunlardan biri antik Grek felsefesiyle Şiî kaynaklarının telifi, diğeri de Şiîliğin yayılması amacıyla dâîlerin düzenli bir şekilde eğitilmesidir. Fâtımîler, Sünnî rakipleri olan Abbâsîler’in Bağdat’ta kurduğu ilmî müesseselerin Şiî versiyonlarını Kahire’de kurmak için çaba göstermiştir. Bu bakımdan ilim halkaları teşkil edilen Ezher Camii ile yine bu devirde yapılan Hâkim, Karâfe ve Akmer camileri önemlidir. Aynı dönemde Kahire’deki Fâtımî sarayında büyük bir kütüphane kurulmuştu; Makrîzî bütün İslâm âleminde ondan daha büyük bir kütüphane olmadığını belirtir (el-Ħıŧaŧ, I, 458-459). Hâkim-Biemrillâh’ın 395 (1004) yılında Kahire’de tesis ettiği Dârülhikme’de (Dârülilm) daha ziyade felsefe, mantık, matematik, tıp gibi ilimlerde çalışma yapılıyordu. Dârülhikme’ye bağlı kütüphane de zenginliğiyle


ünlüydü. İranlı seyyah Nâsır-ı Hüsrev ile Haşîşîler’in lideri Hassan Sabbâh bu kütüphanede çalışmışlardı. Bu devirde sosyal hayatta da Şiî hukuku uygulanmış ve Şîa’nın bayramları kutlanmıştır; fakat halk arasında Şiîlik hiçbir zaman yaygınlaşmayıp daima yönetici zümre arasında kalmıştır. Fâtımîler döneminin önde gelen âlimlerinden hadiste Ebû Bekir Muhammed el-Askerî ile Ebû Tâhir es-Silefî, Arap dilinde Ali b. Ahmed el-Mühellebî, İbn Bâbeşâz, tarihte Şâbüştî, Müsebbihî, Ebû Abdullah el-Kudâî ile el-İşâre ilâ men nâle’l-vezâre’nin müellifi Ebü’l-Kāsım İbnü’s-Sayrafî sayılabilir. Halife Muiz-Lidînillâh ve onun görüşlerini halka açıklayan kādılkudâtı Ebû Hanîfe Nu‘mân b. Muhammed de İsmâilî akaidiyle ilgili kitaplar yazmıştır. Şiî fıkhına dair bazı eserlerin sahibi olan Vezir İbn Killis ve başdâî (dâi’t-duât) Müeyyed-Fiddîn devrin en önde gelen âlimlerindendi. Meşhur matematikçi ve filozof İbnü’l-Heysem, Hâkim-Biemrillâh’ın daveti üzerine Mısır’a gelerek Nil nehri hakkında çalışmalar yapmıştır. Ali b. Rıdvân bu dönemde Mısır’da yetişen en önemli tabiplerdendir. Fâtımîler zamanında şiir de gelişme göstermiş, bunda halife ve vezirlerin şairleri maaşa bağlamaları ve onlara karşı cömert davranmaları etkili olmuştur. Ebû Ali Hasan b. Zebîd el-Ensârî, Ebü’l-Hasan Ali b. Ca‘fer ve Ebü’l-Feth Mahmûd b. Kadûs şiirde öne çıkan isimlerdir. Şair Umâre el-Yemenî de Fâtımî Veziri Talâi‘ b. Rüzzîk’ın isteği üzerine Mısır’a yerleşmiştir.

Fâtımî döneminde de Mısır ekonomisi Nil’e bağlıydı. Kuraklık sebebiyle başlıcaları 360 (970-71), 385 (995), 395 (1004-1005) ve 464 (1071-72) yılarında meydana gelen pek çok kıtlık yaşanmıştır. Kuraklık görülmediğinde Mısır kendi ihtiyacını karşılamanın dışında çeşitli tarım ürünlerini ihraç ediyordu. Tahıl, özellikle buğday Mekke ve Medine’ye gönderiliyordu. Bunun yanında bol miktarda üretilen keten de ihraç mallarındandı. Mısır, Kızıldeniz yoluyla Hint Okyanusu’na ve İskenderiye Limanı vasıtasıyla Akdeniz’e ulaşımı mümkün kılan jeostratejik konumu sebebiyle önemli bir ticaret merkeziydi. Ticaret serbest bir biçimde yapılıyor, bilhassa sahil şehirlerinde bulunan ecnebi vekîlü’t-tüccârlar bir nevi ticaret ataşesi görevi yürütüyordu. Başta gelen şehirler Kahire ile İskenderiye idi. Fustat hâlâ ticarî ehemmiyetini koruyordu ve henüz Kahire ile birleşmemişti. Buralarda müslümanlar, hıristiyanlar ve yahudiler farklı mahallelerde oturuyordu. İskenderiye en mühim liman şehriydi ve hıristiyanlarla müslümanların liman tesisleri ayrıydı. Çok sayıda yabancı tüccarın bulunduğu İskenderiye aynı zamanda baharat, köle, ipek, tekstil ve parfüm ticaretinin dünyada başta gelen merkezlerinden biriydi.

Selâhaddîn-i Eyyûbî ve halefleri, ulemâdan ve medreselerden hem Sünnîliğin ihyasında hem de Haçlılar’a karşı halkı cihada teşvikte yararlanmıştır. Eyyûbîler döneminde Suriye ve Mısır’da inşa edilen medreselerin sayısının çok fazla olması bunu göstermektedir. Selçuklu Veziri Nizâmülmülk’ün kurduğu ve Kur’an, hadis, dört Sünnî mezhep fıkhının okutulduğu medreselerin benzerleri Mısır’da da açılmıştır. Şiîliğin yayılması için tesis edilen Ezher, İslâm’ın Sünnî yorumunun öğretildiği en büyük eğitim kurumu haline getirilmiştir. Devrin önde gelen fakihi, yöneticilere karşı muhalefetiyle tanınan ve halkın desteğini gören İzzeddin b. Abdüsselâm’dı. Arap dili ve edebiyatında İbn Mâlik et-Tâî, fıkıhta bir Şâfiî medresesi ve kütüphane kuran Kādî el-Fâzıl ve kıraatte Alemüddin es-Sehâvî diğer önemli simalardı. Bu dönemde tıp öğretimi ve uygulamaları da çok gelişmişti. ǾUyûnü’l-enbâǿ adlı eserin müellifi İbn Ebû Usaybia tıp öğreniminin bir kısmını Mısır’da yapmıştır.

Doğu İslâm dünyasını istilâ ederek büyük tahribat yapan Moğollar’ı, ayrıca Haçlılar’ı yenerek bölgeyi bu tehlikelerden kurtaran Memlükler’in Mısır siyaset, ilim ve kültür tarihinde ayrı bir yeri vardır. Memlükler döneminde Mısır kozmopolit bir nüfus yapısına sahipti. Özellikle Bağdat’ın Moğollar tarafından işgalinin ardından İslâm’ın kültürel başşehri haline gelen Kahire’ye her yerden ulemâ akını başlamıştı. Bunun dışında Moğollar’ın önünden kaçan kalabalıklar da Mısır’a sığınmıştı. Toplum müslümanlar, hıristiyanlar ve yahudilerden meydana geliyor, çoğunluktaki müslümanlar da statü bakımından, kendi aralarında Türkçe konuşan yönetici askerî sınıfla (Türk ve Çerkez memlükleri) halk olmak üzere iki kesime ayrılıyordu. Mısır’ın Moğol istilâsına uğramamış olması sebebiyle İran, Anadolu, Irak ve Suriye’den buraya göç eden ulemâ Memlükler zamanında ilmin gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Bu devirde Eyyûbîler’in Sünnî eğitim verilen medreseler açma politikası devam ettirilmiştir. Yalnız Kahire’de zengin kütüphanelere sahip yüzden fazla medrese, ayrıca çeşitli dârülkur’ân ve dârülhadisler vardı. Bölge halkına yabancı memlük asıllı sultan ve emîrlerin, yönetimlerini halk nezdinde meşrulaştırmak maksadıyla yeni medreseler kurması ve vakıflar yoluyla ulemâyı desteklemesi de ilim hareketini hızlandırmıştır. Sultan Kalavun, içinde hastahanenin de yer aldığı cami, medrese ve kütüphaneden oluşan bir külliye yaptırmıştır. Ayrıca kendi türbesinin bulunduğu bu külliye Memlük sanatının en önemli örneklerindendir. Memlükler döneminde eğitim ve öğretim medreselerin yanında gittikçe yaygınlaşan Şeyhû el-Ömerî, II. Baybars gibi hankahlarda ve zâviyelerde de devam etmiştir. Memlükler’in ilk zamanlarında Bahâeddin İbn Akīl, İbn Vâsıl, Ebû Şâme el-Makdisî, Ebû Hayyân el-Endelüsî, Muhibbüddin Muhammed b. Yûsuf el-Halebî (Nâzırü’l-Ceyş), Feth b. Mûsâ b. Hammâd, İbn Hişâm en-Nahvî gibi değerli âlimler Mısır’da yaşamıştır. Ülke XV. yüzyılda kültürel açıdan önemli gelişmeler göstermiştir. Tarih, edebiyat, hadis, fıkıh gibi alanlarda öne çıkan pek çok âlim burada yetişmiş veya buraya yerleşmiştir. Aynı dönemde telif edilen eserlerin hem sayı bakımından arttığı hem de ansiklopedi ve biyografi gibi yeni biçimler kazanarak çeşitlendiği görülür. Devrin ünlü âlimleri arasında İbn Haldûn, Zeynüddin İbn Nüceym, İbn Tağrîberdî, Ahmed b. Abdülvehhâb en-Nüveyrî, Makrîzî, İbn Hacer el-Askalânî, Şemseddin es-Sehâvî ve Süyûtî ilk akla gelenlerdir.

Hindistan-Avrupa deniz yolu üzerinde stratejik bir merkez olması sebebiyle Mısır uluslararası ticarette daima önemli bir rol oynamış, özellikle Memlükler devrinde bu ticaret yolunun en istikrarlı geçitlerinden birini teşkil etmiştir. İskenderiye Bizans, İtalyan ve Fransız ticaret gemilerinin, Hindistan’dan deniz yoluyla Kûs’a ve oradan kara yoluyla İskenderiye’ye getirilen malları Avrupa pazarlarına götürmek için bekledikleri en büyük limandı. Burada ve Kahire’de yerli ve yabancı tâcirlerin emtialarını depoladıkları yerler bulunuyordu. Dönemin kaynakları Kahire’de birçok çarşı ve dükkânın bulunduğunu ve her birinde belli ürünlerin satıldığını kaydeder. Ticaretin yanı sıra yün, ipek, keten ve pamuk dokumacılığı, maden işlemeciliği, camcılık, halıcılık, dericilik ve kâğıtçılık da en önemli el sanatlarıydı. Timur’un XV. yüzyılın başlarında Suriye’yi işgali Mısır’ın iktisadî hayatını olumsuz etkilemiştir. Avrupalı tüccarların Doğu mallarını daha ucuz fiyatlarla alabilmek için gösterdikleri çabanın Ümitburnu’nun


keşfiyle sonuçlanması ise Mısır’ın dış ticaretini bütünüyle çökertmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Makrîzî, el-Ħıŧaŧ, Kahire 1997, I-IV; Süyûtî, Ĥüsnü’l-muĥâđara (nşr. Halîl el-Mansûr), Beyrut 1997, I, 255-470; II, 212-235; Abdürrezzâk Hamîde, el-Edebü’l-ǾArabî fî Mıśr mine’l-fetĥi’l-İslâmî ile’l-Fâŧımiyyîn, Kahire 1370/1951; Abdüllatîf Hamza, el-Ĥareketü’l-fikriyye fî Mıśr fî Ǿaśreyi’l-Eyyûbî ve’l-Memlûkî, Kahire 1968; Hassanein Rabie, The Financial System of Egypt, London 1972; Şevkī Dayf, el-Fen ve meźâhibüh, Kahire 1976, s. 456-508; Aydın Sayılı, Mısırlılarda ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi ve Tıp, Ankara 1982; Ni‘mât Ahmed Fuâd, “Devrü Mıśr fi’l-ĥađâreti’l-İslâmiyye”, Dirâsât fi’l-ĥađâreti’l-İslâmiyye, Kahire 1985, II, 419-460; Abdülmün‘im Sultân, el-MüctemeǾu’l-Mıśrî fi’l-Ǿaśri’l-Fâŧımî, Kahire 1985; Hasan Ahmed Mahmûd, el-İslâm ve’ŝ-ŝeķāfetü’l-ǾArabiyye fî İfrîķıyâ, Kahire 1986, s. 81-126; The Mamluks in Egyptian Politics and Society (ed. T. Philipp - U. Haarmann), Cambridge 1988; Abdülazîz Süleyman Bevvâr, Târîħu Mıśri’l-ictimâǾî, Kahire 1988; Seyyide İsmâil Kâşif, Mıśr fî Ǿaśri’l-vülât, Kahire 1988, s. 181-197; a.mlf. v.dğr., Târîħu Mıśr el-İslâmiyye, Kahire 1993, s. 95-127, 326-341, 421-449; Abdülâl Sâlim Mekrem, Celâleddîn es-Süyûŧî ve eŝeruhû fi’d-dirâsâti’l-luġaviyye, Beyrut 1989, s. 7-47; Nâsır el-Ensârî, Târîħu enžimeti’ş-şurŧa fî Mıśr, Kahire 1410/1990; Cl. Cahen, Doğuşundan Osmanlı Devletinin Kuruluşuna Kadar İslâmiyet, Ankara 1990, s. 211-218; M. Kemâleddin İzzeddin, el-Ĥareketü’l-Ǿilmiyye fî Mıśr fî devleti’l-Memâlîki’l-Cerâkise, Beyrut 1410/1990; Y. Lev, State and Society in Fatimid Egypt, Leiden 1991; Khalil Athamina, “Some Administrative, Military and Socio-Political Aspects of Early Muslim Egypt”, War and Society in the Eastern Mediterranean 7th-15th Centuries (ed. Y. Lev), Leiden 1997, s. 101 vd.; Y. Lev, “Regime, Army and Society in Medieval Egypt, 9th-12th Centuries”, a.e., s. 153-162; The Cambridge History of Egypt: Islamic Egypt, 640-1517 (ed. C. F. Petry), Cambridge 1998; A. Sabra, Poverty and Charity in Medieval Islam: Mamluk Egypt, 1250-1517, Cambridge 2000; M. Zağlûl Sellâm, el-Edeb fi’l-Ǿaśri’l-Fâŧımî, İskenderiye, ts. (Münşeâtü’l-maârif); M. Cemâleddin Sürûr, Târîħu’l-ĥađâreti’l-İslâmiyye fi’ş-Şarķ, Kahire, ts. (Dârü’l-fikri’l-Arabî), s. 222-244; H. I. Bell, “The Administration of Egypt under the Umayyad Khalifs”, BZ, XXVIII (1928), s. 280-286; M. Hilmî Muhammed Ahmed, “el-Ĥayâtü’l-Ǿilmiyye fî Mıśr ve’ş-Şâm (521-648/1127-1250)”, Mecelletü’t-Târîħiyyeti’l-Mıśriyye, VII, Kahire 1958, s. 3-23; Fehmî Abdülcelîl Mahmûd, “İntişârü’l-İslâm fî Mıśr fi’l-ķarneyni’l-evvel ve’ş-şânî li’l-hicre”, Ĥavliyyâtü Külliyyeti dâri’l-Ǿulûm, VIII, Kahire 1977-78, s. 115-134; Ahmed Abdülhamîd Hafâcî, “Cevânib mine’l-ĥayâti’l-ictimâǾiyye fî Mıśr fi’l-Ǿaśri’l-Eyyûbî”, Mecelletü Külliyyeti’l-âdâb, XXIX, İskenderiye 1981-82, s. 197-221; Samira Kortantamer, “Memlük Tarihçiliğine Genel Bir Bakış”, TİD, I (1983), s. 31-35; Mohammed M. Aman, “Egypt, Libraries in”, Encyclopedia of Library and Information Science (ed. Allenkent - Harold Lancour), New York 1972, s. 574-588.

Cengiz Tomar





Osmanlı Dönemi.

Yavuz Sultan Selim’in Mısır’a girişinden Mehmed Ali Paşa’nın valiliğine kadarki Mısır tarihi çeşitli sebeplerden dolayı uzun süre ihmal edilmiştir. Özellikle bazı Mısırlı tarihçiler ve şarkiyatçılar tarafından ileri sürülen, Osmanlı hâkimiyetinin Mısır ilim ve kültür hayatını olumsuz yönde etkilediği, hatta çöküşüne sebep olduğu yolundaki iddialar temelsizdir ve ön yargılara dayanmaktadır. Mısır’ın tarihi Osmanlı Devleti’nin bir eyaleti olarak bu devletin tarihi içinde yer almıştır. Yavuz Sultan Selim’in beraberinde İstanbul’a götürdüğü âlimlerden pek çoğu birkaç yıl içerisinde Mısır’a geri dönmüş ve iki ilim merkezi Kahire ve İstanbul arasındaki iletişimde önemli rol üstlenmiştir. Bu bakımdan Osmanlı dönemindeki Mısır düşünce ve kültür hayatı Memlük devrinin bir devamı niteliğindedir. İbn İyâs’ın ilk Osmanlı kadısı hakkında ortaya koyduğu olumsuz tabloya karşılık (BedâǿiǾu’z-zühûr, V, 467) Dumeyrî, Gazzî ve Şîrbînî eserlerinde Osmanlı kadılarına dair methe varan olumlu ifadeler kullanmış (Baer, s. 22; Behrens - Abouseif, s. 79 vd.) ve bir dizi tarihçi padişahları öven kitaplar kaleme almıştır (Hanna, The Cambridge History of Egypt, II, 88). Kahire’ye gönderilen Osmanlı valileri mesleklerine sarayda başlamış eğitimli kişiler arasından seçiliyordu. Devrin Mısırlı tarihçileri ve yabancı konsoloslar valilerin çeşitli alanlardaki bilgilerinden hayranlıkla bahsetmektedir. Meselâ Dâvud Paşa’nın büyük bir kütüphane kurduğu, Câfer Paşa’nın da bir tefsir âlimi olduğu anlatılmaktadır (Behrens - Abouseif, s. 53-54). Osmanlı hâkimiyeti altındaki Mısır’ın kültür hayatıyla Memlük kültür hayatı arasında belirgin bir fark yoktur; diğer yerlerde olduğu gibi burada da halkın kendi kültürü ve yaşam tarzı geliştirilip güçlendirilerek korunmuştur. Mısır halkının yaşantısı hakkındaki ilk elden bilgiler, 976 (1568) ve 1004 (1596) yıllarında burayı ziyaret ederek gördüklerini Hâlâtü’l-Kāhire mine’l-âdâti’z-zâhire adlı kitabında (bk. bibl.) anlatan Âlî Mustafa Efendi ile 1672-1680 yılları arasında Mısır, Sudan ve Habeşistan’ı gezen Evliya Çelebi tarafından aktarılır (Seyahatnâme, X, 94-844). Ayrıca bu dönemde Mısır’da bulunan Batılılar’dan de Maillet, Description de l’Egypte (ed. Abbé Le Mascrier, I-II, Paris 1735) ve Volney Voyage en Egypte et en Syrie (I-II, Paris 1787) isimli kitaplarında gördüklerini ve yaşadıklarını anlatmışlardır. Napolyon’un 1798’de Mısır’ı işgalinden önce bir grup bilim adamına hazırlattığı Description de l’Egypte, état moderne par les savants de l’expédition française en Egypte adlı hacimli eserde (Paris 1809-1828) Osmanlı Mısırı hakkında önemli bilgiler mevcuttur.

Osmanlı devrinde eğitim ve öğretim faaliyetleri daha önce olduğu gibi mektep ve medreselerde devam etmiştir. Bu konuda özellikle Yavuz Sultan Selim’in Kahire’ye girdiğinde namaz kıldığı Ezher’in önemi gittikçe artmıştır (bk. EZHER). Dinî eğitim ayrıca tekke ve zâviyelerde de yürütülüyordu. Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî ve Evliya Çelebi buralar hakkında ayrıntılı bilgi vermektedir. Aralarında müneccim ve tarihçi İbn Zünbül, Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, Şemseddin er-Remlî, Sirâceddin İbn Nüceym, Nûreddin el-Üchûrî, fakih ve muhaddis Muhammed b. Abdülbâkī ez-Zürkānî, Ahmed ed-Derdîr, Ahmed b. Muhammed el-Hamevî, Haraşî ve Bekrî ailesi mensupları gibi ünlülerin bulunduğu bu devrin Mısır ulemâsı din ilimleri yanında tabii bilimler alanında da çok sayıda eser vermiştir.

Corcî Zeydân gibi bazı müelliflerin Osmanlı hâkimiyetiyle birlikte Arap edebiyatının durgunluk dönemine girdiği şeklindeki iddialarının (Âdâb, II, 282 vd.) doğru olmadığı son zamanlarda yayımlanan eserlerle ortaya konmuştur. Muhammed Seyyid Kîlânî ve Nurettin Ceviz, Osmanlı dönemi Mısır edebiyatı hakkında yaptıkları çalışmalarda (bk. bibl.) bu devirde dil ve edebiyat alanında çeşitli âlimlerin ve divan sahibi şairlerin yetiştiğini göstermişlerdir. Ayrıca Abdurrahman el-Cebertî, ǾAcâǿibü’l-âŝâr isimli Mısır tarihinde çok sayıda âlimin ve edibin adını verir. Şairler arasında Ebü’l-Mekârim el-Bekrî, Abdullah eş-Şebrâvî, Abdullah el-İdkâvî, İbnü’s-Salâhî, Kāsım b. Atâullah el-Mısrî, Şemseddin es-Seberbâî, İsmâil b. Halîl ez-Zuhûrî, İsmâil b. Sa‘d el-Haşşâb ve Hasan el-Attâr sayılabilir. Bu şairlerin makāmat ve resâil tarzında eserleri de mevcuttur (M. Seyyid Kîlânî, s. 249-265). Arap dili üzerine çalışma yapanlar arasında en başta Şehâbeddin el-Hafâcî, Tâcü’l-Ǿarûs min cevâhiri’l-ķāmûs isimli hacimli eserin sahibi Muhammed Murtazâ ez-Zebîdî, BedîǾu’l-inşâ ve’l-mürselât’ın müellifi Mer‘î b. Yûsuf el-Kermî ve Mısır’a yerleşen Ħizânetü’l-edeb sahibi Abdülkādir el-Bağdâdî sayılabilir. Bu âlimler aynı zamanda dinî ilimler alanında da önemli eserler vermişlerdir. Hafâcî’nin Kādî Beyzâvî hâşiyesiyle (Ǿİnâyetü’l-Ķāđî ve kifâyetü’r-Râżî) Zebîdî’nin İĥyâǿü Ǿulûmi’d-dîn şerhi İtĥâfü’s-sâdeti’l-müttaķīn


zikredilmesi gereken kitaplardır. Tabii ilimler alanında Dâvûd-i Antâkî, Abdülkādir b. Muhammed el-Feyyûmî, Rıdvân el-Felekî, Şeyh Ramazan el-Hânkî, Cemâleddin el-Kilercî ve Hasan el-Cebertî sayılabilir. Dâvûd-i Antâkî’nin Teźkiretü üli’l-elbâb adlı tıp kitabı (I-III, Kahire 1294; Beyrut 1415/1995; Frankfurt 1996) ilmî olduğu kadar dönemin tabii ilim anlayışı konusunda fikir vermesi açısından da büyük önem taşımaktadır. Dâvûd-i Antâkî Kahire’de bir tıp medresesi açarak çok sayıda öğrenci yetiştirmiştir.

Osmanlı döneminde Mısır’da medreselerdeki kütüphanelerin yanında çok sayıda özel kütüphane vardı. Bunlar halk kütüphanesi işlevi de görüyordu (Hanna, The Cambridge History of Egypt, II, 98). Birçok şeyh ve âlimin evinde ilim meclisleriyle edebiyat meclisleri düzenleniyordu. Abdülganî en-Nablusî, misafir kaldığı Şeyh el-Bekrî’nin evindeki meclislerde şiir okunduğunu ve ilmî konuların tartışıldığını, bu meclislere Ezher şeyhleriyle öğrencileri yanında halktan bazı kimselerin de katıldığını söyler (el-Ĥaķīķa ve’l-mecâz, s. 181, 184, 187, 202-205, 209).

Osmanlı devri Mısır’ındaki dinî-folklorik törenlerin en önemlileri her yıl Kahire’de dokunan Kâbe örtüsüyle mahmil ve hac kafilesinin yola çıkarılması, ayrıca Resûl-i Ekrem, Hz. Hüseyin ve büyük tarikat şeyhlerini anmak için mevlid okunması esnasında yapılanlardı. Bu törenler aynı zamanda ticaret hayatını canlandıran önemli etkinliklerdi.

Fransız İşgali Sonrası. 1. Fikrî Akımlar. XIX. yüzyıldan itibaren Mısır’da düşünce büyük ölçüde siyasî ve içtimaî hadiselerin etkisi altında şekillenmeye başlamış, o güne kadar siyaset, sanat, edebiyat, hukuk gibi birçok alanı kontrolü altında bulunduran ulemâ Batılı fikirlerin yaygın hale gelmesiyle çeşitli sahalardan geri çekilmek zorunda kalmıştır. Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın başlattığı modernleşme faaliyetleri, bürokraside dinî eğitim alanlardan ziyade onun açtığı Batı tarzı eğitim kurumlarından mezun olanlara iş imkânı sağlıyordu. Ayrıca iltizam sisteminin lağvedilmesi, dinî kurumları ayakta tutan vakıflara el konulması ve medenî hukuk dışında kalan bütün alanların Batı hukukuna göre düzenlenmesi dinî düşüncenin pratikte etkisini yitirmesine sebep olmuştur. Dinî düşüncenin ve dindarlığın önemli unsurları arasında yer alan sûfî tarikatlar modernleşmenin paralelinde yürütülen merkezîleştirmeye bağlı olarak tek elden yönetilmeye çalışılırken Ezher gibi eğitim kurumlarının genel ihtiyaç doğrultusunda yeniden düzenlenmesine gidilmiştir. Bu şekilde gelişen modern düşünce üzerinde, yerli Kıptîler’le XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Mısır’a göç eden çeşitli mezhep mensubu Araplar’dan oluşan hıristiyanların da etkisi vardır.

Mısır’daki fikir akımlarının bir kanadını, misyoner okullarında yetişen ve çoğunlukla hıristiyan olan Arap aydınlarının işgalci İngilizler tarafından desteklenen laik düşünceleri teşkil eder. Laik düşüncenin hem en büyük muhatabı hem de en büyük muarızı ise geleneksel kurumlarda eğitim ve öğretimi sürdürülen ikinci kanat klasik düşüncedir. Bunların yanında, özellikle XIX. yüzyılın son çeyreğinde her ikisiyle de temas halinde olan ve aralarını birleştirmeye çalışan ayrı bir düşünce akımı doğmaya başlamıştır. Laik düşünce kendini daha çok basın ve yayın faaliyeti içinde ortaya koyarken klasik düşünce, başta Ezher olmak üzere geleneksel eğitim kurumlarında ve aynı zamanda bir hayat tarzı şeklinde etkinliğini sürdürmüştür. Islahatçı ve belirli ölçüde modernist denilebilecek üçüncü akım ise her iki yolu da kullanmakla birlikte daha ziyade yönetimle irtibatlı biçimde ve onun ihtiyaçlarını dikkate alarak eğitim kurumlarında yapılacak düzenlemeler üzerinde etkili olmaya çalışmıştır.

Dinî düşüncede ıslah ve yenileme gerekliliği fikri, Cemâleddîn-i Efgānî’nin Mısır’a gelmesiyle birlikte açık bir şekilde dile getirilmeye başlandı. Bu fikrin en önemli temsilcilerinden Muhammed Abduh da büyük ölçüde Batı ilim ve yönetim anlayışıyla irtibatlandırılıp yeniden tanımlanacak aklın önemini vurgulayarak modern bilimlerle İslâm’ın bağdaştırılabileceği fikrini savundu. Batı’nın ilerleme ve gelişme fikirlerinin etkisi altında kalan ıslahatçı düşüncenin diğer bir temsilcisi olan Kāsım Emîn’in 1899’da kadının eğitime ve toplumsal hayata katılımı üzerine yazdığı Taħrîrü’l-merǿe adlı kitabı bu dönem için ilginç bir örnek teşkil eder. Abduh’un öğrencilerinden M. Reşîd Rızâ ve Ali Abdürrâzık onun fikirlerini işlemeyi sürdürdüler.

XX. yüzyılın başlarında siyasî partilerin kurulması ve pek çok aydının bunlar etrafında toplanması Mısır fikir hayatı açısından önemlidir. Mustafa Kâmil Paşa, daha önce ortaya çıkan el-Hizbü’l-vatanî hareketini 1907’de aynı isim altında partileştirdi ve ülkenin İngiliz işgalinden kurtulması için faaliyetlerine devam etti. Gerek Kâmil Paşa gerekse onun 1908’de vefatından sonra yerine geçen Muhammed Ferîd Bey ve hareketin yayın organı el-Livâǿnın editörü Abdülazîz Çâvîş, kaleme aldıkları kitap ve yazılarında ittihâd-ı İslâm fikri çerçevesinde kalarak Osmanlılar’a bağlı bir Mısır vatan severliğini savundular. “Üstâdü’l-cîl” lakaplı Ahmed Lutfî es-Seyyid liderliğinde kurulan Hizbü’l-ümme ve yayın organı el-Cerîde etrafında toplanan aydınlar ise Avrupa medeniyetine ve bunun değerlerine, özellikle de hümanizme vurgu yapmaktaydılar. Bu dönemde ortaya çıkan siyasî görüşlerin ortak noktası, İngilizler’in Mısır’ı terketmesi ve Osmanlı hilâfetinin müslümanların birliğini sağlamakta önemli bir kurum olduğu hususudur. Mısır’daki Osmanlılık vurgusu, bilhassa İtalyanlar’ın 1911’de Trablus’a çıkmaları ve Balkan savaşları sırasında had safhaya ulaşmıştır. 1920’li yıllarda el-Cerîde grubundan Muhammed Hüseyin Heykel ve Tâhâ Hüseyin gibi aydınlar firavunlar dönemi kültürünü vurgulayan çalışmalar içerisine girdiler. Öte yandan yine Batılı fikirlerin etkisiyle Marksist-sosyalist düşünce ortaya çıktı ve daha sonra Arapçılığı da içinde barındıran bir sosyalizm anlayışına dönüştü. Kıptî yazarlardan Selâme Mûsâ gibi bazı sosyalist aydınlar ise toplumun laikleşerek Batılılaşması ve Avrupa-Akdeniz kültür dairesi içine girmesi gerektiğini savunuyorlardı.

1920’li yılların ortalarında Türkiye’den giderek Mısır’a yerleşen bazı âlimler özellikle dinî ilimler alanında etkili oldu. Bunlar arasında son Osmanlı şeyhülislâmı Mustafa Sabri Efendi, Mehmed Âkif Ersoy, M. Zâhid Kevserî ve Mehmed İhsan Efendi gibi şahsiyetler yer almaktadır. Mustafa Sabri Efendi, kelâm konularında ıslahatçı-modernist yönelişleri ciddi bir tenkide tâbi tutarken Zâhid Kevserî fıkıh ve hadis öğretiminin yanında önemli neşir faaliyetlerinde bulunmuştur. 1930’lu ve 1940’lı yıllarda gelişen hadiselere de bağlı olarak liberal laik aydınlardan bazılarının İslâm’a ilgilerinin arttığı görülür. Bu aydınlar, hayranlık besledikleri Batı’daki sistemlerin içine düştüğü krizler neticesinde kendi kültürlerine farklı bir açıdan bakma ihtiyacı duymuşlardır. Bunlardan Tâhâ Hüseyin, 1933’te Hz. Peygamber’in hayatından bölümler anlattığı ǾAlâ hâmişi’s-sîre adlı kitabının I. cildini, M. Hüseyin Heykel 1935’te Ĥayâtü Muĥammed, Tevfîk el-Hakîm 1936’da Muĥammed, Abbas Mahmûd el-Akkād 1942’te ǾAbķariyyetü Muĥammed ve daha sonra Abdurrahman eş-Şerkāvî


Muĥammed: Resûlü’l-ĥürriyye (1962) adlı eserlerini yayımladılar. Batılılaşma’yı savunan siyasî partiler aynı dönemde kriz içerisine girerken 1928’de Hasan el-Bennâ’nın kurduğu İhvân-ı Müslimîn büyük bir taraftar kitlesi kazandı. Teşkilâtın fikrî yapısı önceleri ahlâkî, ardından dinî bir yenilik hareketi olarak Selefî görüşlerin etkisi altında şekillenirken siyasî açıdan da sömürge sistemi şiddetle eleştirildi.

1952’de Hür Subaylar (ed-Dubbâtü’l-ahrâr) tarafından gerçekleştirilen devrim Mısır’daki fikrî hayatı çeşitli yönlerden etkiledi. Cemal Abdünnâsır yönetimindeki askerî rejim, bir yandan Batı sömürgeciliğine karşı çıkarken bir yandan da modernleşmeyi yine Batılılaşma ve laikleşme şeklinde anlayarak dinî kurumların ve örgütlerin faaliyet alanlarını daha da sınırlama yoluna gitti. Diğer partilerle birlikte İhvân-ı Müslimîn de yasaklandı (1954); yöneticileri hapse atıldı ve Seyyid Kutub gibi bazı teorisyenleri idam edildi. 1956’da şeriat mahkemeleri lağvedilirken 1957’de vakıflar devletleştirildi. 1961’de Ezher’in yarı özerkliği kaldırıldı ve müessese dinî eğitimin yanında tıp, eczacılık, mühendislik, ziraat gibi dallarda da eğitim veren bir devlet üniversitesi haline getirildi. Ancak Nâsır rejiminin, Arap milliyetçiliği politikaları çerçevesinde millî kültür ve millî tarih oluşturma çabalarına destek verdiği görülür. 1957’de Kültür ve Millî İrşad Bakanlığı kuruldu. Basın ve yayın organlarının büyük bir kısmının 1960’ta devletleştirilmesi ve geri kalanlar üzerinde sıkı bir denetim uygulanması, kültürel faaliyetlerin büyük ölçüde sistemin propagandasına dönüşmesine yol açtı. Özellikle tarih ve edebiyat tarihi çalışmaları günün politikalarının etkisi altında yürütülerek ortaya gerçeklere uymayan bir tarihçilik çıkarıldı. Meselâ XIX ve XX. yüzyıllarda Mısır’ın siyasî ve fikrî hayatında önemli rol oynayan Ömer Mekrem, Rifâa et-Tahtâvî, Urâbî Paşa, Muhammed Abduh, Abdullah Nedîm, Mustafa Kâmil ve Muhammed Ferîd Bey gibi şahsiyetler Arap milliyetçiliğinin önderleri olarak gösterilip millî kahraman seviyesine yükseltilirken bunlardan bazılarının Avrupa devletleriyle kurduğu karanlık ilişkiler göz ardı edildi. Yine bu dönemde yazılan kitaplarda millî tarih oluşturma çabaları içerisinde tarihî gelişmeler çarpıtılarak Osmanlı dönemi için “inhitat devri, karanlık dönem” vb. nitelemelere yer verildi. O yıllardaki bazı İslâm tarihi çalışmalarının da günün ideolojisinin yönlendirmesiyle yapıldığı görülür. Hz. Peygamber’in ve ashabının İslâm prensiplerine uygun sosyalist bir sistem getirmeye çalıştıklarını iddia edip bunun günümüzde de uygulanabileceğini savunanlar ortaya çıktı. Hatta bazı yazarlar İslâm’ın ilk dönemleri için “sağ, sol, devrimci, karşı devrimci” gibi tasvirlere gittiler. Bu tür yayınlara karşı çıkmak iktidara göre rejimin sosyalist politikalarına karşı gelmek anlamını taşıdığından açıkça eleştirel nitelikte yayınlar da yapılamadı.

Nâsır döneminin 1967 İsrail yenilgisinin gölgesi altında sona ermesi Mısır kültür ve düşünce hayatı için farklı gelişmelere sebep oldu. Enver Sedat’ın basın üzerindeki sansürü kısmen hafifletmesiyle birlikte çok sayıda yazar yoğun biçimde yakın geçmişi, özellikle de 1952 sonrası dönemi eleştiren çalışmalar yapmaya başladı. Bunların birçoğunda Nâsır devri baskı ve propagandalarla halkın uyutulduğu bir dönem şeklinde tanımlandı. Enver Sedat sosyalist uygulamalardan vazgeçti ve Nâsırcı aydınlara karşı denge unsuru olarak gördüğü İslâmcı kesim üzerindeki baskıları kaldırmaya başladı. Arap milliyetçiliği geri plana itilirken Selefçi ve İslâmcı görüşler geniş bir taban buldu. Bu gelişmelerin paralelinde farklı eğilimlerdeki İslâmî grupların sayısı artarken öte yandan İhvân-ı Müslimîn’in çıkardığı ed-DaǾve ve el-İǾtiśâm dergileri zamanla iktidarın politikalarını eleştiren bir platforma dönüştü. 1971 anayasasında dinî hükümlerin yasamanın kaynaklarından biri olduğu görüşünün yer alması, Ezher ulemâsının birçok kanun taslağı hazırlayarak bunları meclise taşımasına imkân verdi. Yönetimin hazırlanan taslakların yasalaşmasını engellemeye çalışması bunları hazırlayan Ezher ulemâsının ve diğer İslâmî grupların tepkisine yol açtı. Enver Sedat’ın İsrail ile 1979’da yaptığı barış antlaşması gerek eski Nâsırcılar gerekse İslâmcı gruplar tarafından şiddetle eleştirildi. Eleştirilerden bunalan Enver Sedat 1980’de basın üzerindeki sansürü arttırdı. Ayrıca dinî hükümlerin uygulanmasını isteyen İslâmî gruplarla buna karşı çıkan Kıptîler arasındaki çekişmelerin kanlı çatışmalara dönüşmesi üzerine her iki kesimden çok sayıda aydını tutuklattı.

Enver Sedat’ın Cihad grubu mensupları tarafından öldürülmesi (6 Ekim 1981), Hüsnü Mübârek döneminde İslâmcı hareketler üzerindeki denetimin sıkılaştırılması ve bunları eleştiren, tahlil eden yazarların sayısının artması sonucunu getirdi. Yûsuf el-Kardâvî gibi İslâmcı gruplara yakın aydınlar özeleştiri mahiyetinde, Saîd el-Aşmâvî ve Abdurrahman eş-Şerkāvî gibi laik aydınlar da İslâmcılar’ın görüşlerini eleştiren eserler yayımladılar. 1980’li ve 1990’lı yıllarda din ve devlet ilişkileri tartışılmaya devam ederken anayasa, demokrasi ve parlamenter sistem gibi modern devletin ana unsurları da başlarına “İslâm” kelimesi getirilerek tartışıldı ve bu bağlamda çok sayıda çalışma yapıldı. Son devir Mısır düşüncesinde Zekî Necîb Mahmûd ile Hasan Hanefî felsefî ve dinî yazılarıyla, Târık el-Bişrî, Sa‘deddin İbrâhim ve Aliyyüddin Hilâl gibi aydınlar siyasî ve sosyal içerikli çalışmalarıyla, Muhammed Haseneyn Heykel de kıdemli gazeteciliği ve Mısır’ın yakın dönem tarihi hakkında kaleme aldığı çeşitli eserleriyle ün kazanmıştır.

2. Edebiyat. Mısır edebiyatı genelde Osmanlılar’ın diğer eyaletlerindekilere benzer bir seyir takip etmişse de 1800’lü yılların başında birkaç yıl süren Fransız işgalinden çok etkilenmiştir. Fransızlar, beraberlerinde bir matbaa getirerek Mısır’da çıkan ilk gazete özelliğini taşıyan Courier de l’Egypte ile La Décade égyptienne dergisini neşrettiler; ayrıca propaganda amaçlı Arapça yazıları da basabiliyorlardı. Fakat ülkeden ayrılırken matbaayı götürdükleri için bu yayınlar da işgalleri gibi kısa sürdü. Bazı Mısırlı yazarların Fransız işgalini bir rönesans başlangıcı olarak görmesine karşılık şarkiyatçı Hamilton A. Roskeen Gibb konunun fazla abartıldığını ve bu işgalin Mısır hayatında fazla iz bırakmadığını söyler (Brugmann, s. 11). XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Mısır’da edebiyat alanındaki faaliyetlerde nitelik ve nicelik açısından bâriz bir farklılık yaşandığı ve bir yandan klasik dil ve edebiyat çalışmaları sürdürülürken bir yandan da Batılılaşma’nın tesiriyle hikâye, roman ve tiyatro gibi bu coğrafyada daha önce tanınmayan edebî türlerde eserlerin ortaya konulduğu görülmektedir.

Mehmed Ali Paşa’nın 1822’de Bulak’ta kurduğu matbaada çok sayıda Arapça ve Türkçe eser basılmıştır. 1828’de resmî nitelikli el-VeķāǿiǾu’l-Mıśriyye gazetesi Rifâa et-Tahtâvî yönetiminde Türkçe-Arapça olarak çıkmaya başlamıştır. Ardından gerçekleşen gazete ve dergi sayısındaki artışı, daha çok Suriyeli ve Lübnanlı hıristiyan Arap yazarların Mısır’a yerleşmeleri etkilemiştir. M. Reşîd Rızâ, Abdurrahman el-Kevâkibî, Muhibbüddin el-Hatîb ve Cemâleddîn-i Efgānî gibi aslen Mısırlı olmayan müslüman yazarlar ise farklı siyasî


görüşlerin taban bulmasında ve basın hayatının canlanmasında rol oynamıştır. Çıkarılan gazete ve dergilerin etrafında çeşitli fikir halkaları oluşmuş ve edebiyat bunlardan etkilenmiştir. XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başlarında yayımlanan -çoğu siyasî- bazı gazete ve dergiler şunlardır: el-Ehrâm (1875- Beşâre ve Sâlim Tekla kardeşler), el-Vaķt, el-Münîr, ež-Žâhir (Ebû Şâdî), ez-Zamân, el-Muķaŧŧam (1888- Fâris Nimr ve Ya‘kūb Sarrûf), el-Muķteŧaf (1876), el-Hilâl (1892- Corcî Zeydân), el-Üstâź (1892- Abdullah Nedîm), el-Müǿeyyed (1890- Ali Yûsuf), el-Livâǿ (1900- Mustafa Kâmil), Miśbâĥu’ş-şarķ (Müveylihî), el-Cerîde (Ahmed Lutfî es-Seyyid), el-Vaŧan (1877), Egyptian Gazette, eş-ŞaǾb (Emîn er-Râfiî), el-Menâr (1898-1940, M. Reşîd Rızâ), Mıśr (Edîb İshak), ed-Düstûr, el-Mecelletü’l-Mıśriyye (1900- Halîl Mutrân), el-CâmiǾa (Ferah Antûn). Muhibbüddin el-Hatîb’in XX. yüzyılın başlarında açtığı matbaa, neşrettiği eserler ve kaleme aldığı yazılar da takdire şayandır. Edebiyatı etkileyen faktörlerden biri de tercüme faaliyetleridir. Mehmed Ali Paşa yönetimle ilgili bazı eserleri şahsı için tercüme ettiriyordu. 1835’te Rifâa et-Tahtâvî’nin idaresinde bir dil okulu ve daha sonra bir tercüme bürosu açılmıştır.

XIX. yüzyılın son çeyreğinde şiir geleneğe dönüş olarak nitelendirilebilecek bir akımla yeni bir hüviyet kazanmıştır. “Yeni klasik” denilen bu akımda yabancı işgallerine karşı çıkan vatan sever hareketle şiirin içeriğine vatanî ve toplumsal konular da girerken üslûp ve yapının Avrupa tesirine direndiği görülür. Akımın en önemli temsilcileri Mahmûd Sâmi Paşa el-Bârûdî, İsmâil Sabri Paşa, Hâfız İbrâhim ve Ahmed Şevkī’dir. Lübnan asıllı Halîl Mutrân da yeni klasisizmden yeni romantizme geçişte oynadığı rol itibariyle şiirde yenilikçiliğin en etkili temsilcilerinden biri sayılır. XX. yüzyılın ilk çeyreğinde yeni klasik akıma eleştirel gözle yaklaşan ve kendilerine “el-Mezhebü’l-cedîd” adını veren genç şairler grubu ortaya çıkmış, bunlar yeni klasikçileri dil ve üslûp açısından klasikleri taklit etmekle suçlamıştır. Abdurrahman Şükrî, İbrâhim Abdülkādir el-Mâzinî ve Abbas Mahmûd el-Akkād’ın başını çektiği bu gruba göre şiir yazıldığı dönemin duygu ve düşüncelerini yansıtmalıdır (Brugmann, s. 94 vd.). Modern Mısır şiirinin önemli gelişmelerinden biri de 1932’de Apollo Cemiyeti’nin kurulması ve bunun yayın organı Apollo’nun neşredilmeye başlanmasıdır. Apollo belli bir edebiyat akımı olmamakla birlikte dergi yeni romantikler için bir platform olmuştur. Apollo’da sık sık “şi‘r hur, şi‘r mürsel, şi‘r mensûr, şi‘r mutlak” tarzında şiirlere yer verilmiştir. Mısır şiirinin 1940’lı ve 1950’li yıllarda diğer Arap ülkelerinin şairlerinden, özellikle serbest nazmın Irak’taki temsilcilerinden olan Nâzik el-Melâike ve Bedr Şâkir es-Seyyâb’dan etkilendiği görülür.

XIX. yüzyılda ve XX. yüzyılın başlarında geleneksel edebî nesir türlerinden makāme dalında çok sayıda eser verilmiştir (meselâ Ali Paşa Mübârek, ǾAlemü’d-dîn, I-IV, İskenderiye 1299; Muhammed el-Müveylihî, Ĥadîŝü ǾÎsâ b. Hişâm, Kahire 1324; Hâfız İbrâhim, Leyâlî saŧîĥ, Kahire 1906). Bu arada XIX. yüzyılın sonlarında Batı etkisi de bütün ağırlığıyla hissedilmeye başlanmış, özellikle Batı dillerinden roman, hikâye ve tiyatro türünde yapılan tercümeler ve adaptasyonlar telif eserlerin yönünü değiştirmiştir. Bunlar arasında Rifâa et-Tahtâvî’nin Fénélon’un Les adventures de Télémaque adlı eserinden yaptığı çeviri (MevâķıǾu’l-eflâk fî veķāǿiǾ telîmâk, 1867) önemlidir. Klasikten modern döneme geçişte Ali Paşa Mübârek, Muhammed el-Müveylihî, Abdullah Fikrî, Muhammed Tevfîk el-Bekrî, Mustafa Lutfî el-Menfelûtî ve Mustafa Sâdık er-Râfiî telif ve tercümeleriyle önemli rol oynamışlardır. Corcî Zeydân, Ferah Antûn ve Ya‘kūb Sarrûf, aynı dönemde tarihî-içtimaî dram türünde eser veren Lübnan göçmeni hıristiyan yazarlardır. Ayrıca daha sonraları Tâhâ Hüseyin, Muhammed Ferîd Ebû Hadîd, Muhammed Saîd el-Uryân, Abdülhamîd Cûde es-Sahhâr gibi yazarlar da tarihî roman yazmışlardır. Muhammed Hüseyin Heykel’in 1914’te yayımladığı Zeyneb Arap romanında bir dönüm noktası sayılır. Bu romanda dikkat çeken husus Mısır köy hayatının realist bir tasvir içinde anlatılmasıdır. XX. yüzyılın ilk çeyreğinde Mahmûd Tâhir Lâşîn, Ahmed Dayf ve Selâme Mûsâ gibi yazarların savunuculuğuyla firavunlar dönemini ön plana çıkaran bir millî edebiyat doğmuş, 1930’lu yıllarda bu akımın yavaş yavaş zemin kaybetmeye başlaması üzerine en önemli temsilcileri Salâh Zihnî, Âdil Kâmil ve Necîb Mahfûz olan realist akım ortaya çıkmıştır. Halen Necîb Mahfûz, 1988 Nobel edebiyat ödülünü alması ve eserlerinin pek çok dile çevrilmesiyle Mısır romanının dünya çapındaki temsilcisi durumundadır.

Mısır’da modern anlamda tiyatro oyunları XIX. yüzyılın sonunda Batı dillerinden tercüme ve adapte edilerek sahnelenmeye başlanmıştır. O dönem oyun yazarlarının başında İtalyan kökenli yahudi bir aileye mensup olan Ya‘kūb Sannû gelir. Ünlü şair Ahmed Şevkī de çok iyi bildiği klasik dil ve edebiyatı kullanıp biri mensur, diğerleri manzum olmak üzere yedi tarihî dramla bir komedi yazmıştır. Tevfîk el-Hakîm ile Mahmûd ve Muhammed Teymur kardeşler de tiyatro alanında çok sayıda eser veren müelliflerdendir.

Edebiyat tarihçiliği ve edebiyat eleştirisi alanlarında da çok sayıda çalışma yapılmıştır. XX. yüzyılın başlarında Muhammed Diyâb, Hasan Tevfîk el-Adl, Ahmed Hasan ez-Zeyyât, Corcî Zeydân ve Mustafa Sâdık er-Râfiî Arap edebiyatı tarihiyle ilgili kitaplar neşretmiş, daha sonra bunlara Tâhâ Hüseyin, Ahmed el-İskenderî, Ahmed Emîn, Abdülazîz el-Bişrî, Ali Cârim ve Ahmed Dayf katılmıştır. Köklü bir geçmişe sahip olan tenkit geleneğinin başlıca temsilcileri Muhammed Hüseyin Heykel, Tâhâ Hüseyin, Abbas Mahmûd el-Akkād, Ahmed Dayf ve Ahmed eş-Şâyib’dir.

3. Eğitim ve Öğretim. Kavalalı Mehmed Ali Paşa gerçekleştirdiği modernleşme faaliyetleri arasına kısa sürede eğitim alanını da aldı. Geleneksel eğitim tarzı tamamen göz ardı edilerek oluşturulacak yeni sisteme Batı örnek tutuldu. Onun zamanında 1809 yılından itibaren askerî ve teknik alanlarda 300’den fazla öğrenci Avrupa’da öğrenim gördü. Mehmed Ali Paşa, 1811’de Memlük beylerini bertaraf ettikten sonra ilk önce Kahire Kalesi’nde zamanın seçkin tabakasını oluşturan genç Memlükler, Çerkez, Türk, Arnavut ve Ermeni asıllılar için öğrenim dili Türkçe olan bir okul açtırdı ve müfredatına askerî konuların yanı sıra aritmetik ve İtalyanca dersleri de koydurdu. 1816’dan 1830’lu yılların sonuna kadar Batı okullarını örnek alarak harbiye, tıbbiye ve mühendishâne başta olmak üzere ilkokuldan üniversiteye kadar birçok mektep açtı. Hemen hemen bütün okullar başlangıçta Dîvânü’l-cihâdiyye’ye, dolayısıyla askeriyeye bağlı durumdaydı. Ancak zamanla okul sistemi genişledikçe bunların ayrı bir birim altında toplanması ihtiyacı ortaya çıktı ve 1836’da Şûrâ el-medâris, 1837’de Dîvânü’l-medâris kuruldu. Bu müessesenin görevleri arasında eğitim işlerinin yanı sıra okul binası yaptırmak ve el-VeķāǿiǾu’l-Mıśriyye’yi yayımlamak da bulunuyordu. Mehmed Ali Paşa’nın açtırdığı okullara halk başlangıçta çocuklarını göndermek istemediğinden çocuklar


ailelerinden zorla alınarak yatılı okullara yerleştiriliyor ve uzun süre kendi çevreleriyle ilişkileri kesiliyordu. Buna karşılık öğrencilerin her türlü ihtiyacı karşılanıyordu. Bu dönemde eğitimde ikili bir sistem ortaya çıktı. Bir yanda Batılı sisteme göre açılan yeni okullar, diğer yanda geleneksel tarzda eğitim veren mekteplerle medreseler yer alıyordu. Yeni açılan yüksek okullarda dışarıdan getirtilen öğretmenler ders verirken ilk ve orta dereceli okullar için öğretmen sıkıntısı çekiliyordu. Bu durumda Ezher mezunlarından faydalanılmakta, dolayısıyla yeni sistem içinde geleneksel eğitim kısmen de olsa etkisini sürdürmekteydi. İlköğretimde eğitimin temelini yine Kur’an ve dinî bilgiler oluşturmaya devam ediyordu.

I. Abbas Hilmi okul sisteminde büyük kısıtlamalara giderek tıp okulu, mühendishâne ve teknik okul dışındaki bütün mektepleri ve Dîvânü’l-medâris’i kapattı. Buna karşılık orduya önem verdiği için 1849 yılında el-Medresetü’l-harbiyyetü’l-mefrûze’yi açtı. Onun zamanında da Avrupa’ya talebe gönderilmeye devam edildi. Hidiv İsmâil Paşa, selefi Mehmed Said Paşa zamanında durma safhasına gelen reform hareketlerine ağırlık verdi ve eğitim alanında çeşitli atılımlarda bulundu. 1863’te Dîvânü’l-medâris yeniden faaliyete geçirildi, harp ve denizcilik okulları tekrar açıldı. Nisan 1868’de çıkarılan bir kanunla geleneksel mektepler devletin kontrolündeki okul sistemi içine alındı ve okul giderlerinin karşılanmasında vakıflara büyük ağırlık verildi. 1872’de Ezher’den bağımsız olarak öğretmen adaylarına din derslerinden başka diğer derslerin de okutulacağı Dârülulûm kuruldu. Mehmed Ali Paşa’nın ebe okulundan sonra kızlar için birincisi 1873’te, ikincisi 1874’te olmak üzere iki Medresetü’s-süyûfiyye, 1875’te bir sağır ve dilsizler okulu açıldı. Abbas Hilmi ve Said paşalar zamanında kapatılan çok sayıda meslek okulu yeniden hizmete sokuldu. Hidiv İsmâil döneminde resmî okulların yanı sıra özel okullar da faaliyete geçti. Bunlar arasında yabancıların ve yerli gayri müslimlerin açtığı okullar büyük sayılara ulaştı. Bu durum ve özellikle hıristiyan Kıptîler’in varlığı Batılılar’ın Mısır’daki misyonerlik faaliyetlerini arttırmalarında etkili oldu. Batılılaşma hareketlerinin hızlanmasından sonra bu okullara müslümanlar da çocuklarını göndermeye başladılar; böylece okullar Batılılaşma’nın güçlü birer kalesi haline geldi. 1875 yılındaki istatistiklere göre 6 milyon nüfuslu Mısır’da 141.407 öğrenci vardı. Bunların 127.394’ü (% 90) geleneksel okullarda, geri kalanları yeni açılan mekteplerde öğrenim görmekteydi.

1882’de başlayan İngiliz işgali eğitim ve öğretim faaliyetlerine büyük sekte vurdu. 1883-1907 yılları arasında Mısır’ı yöneten Sir Evelyn Baring (Lord Cromer) geniş çaplı bir halk eğitiminden çok, kendilerinin buradaki menfaatlerini koruyacak şekilde ve ancak gerekli olan sayıda memur ihtiyacını giderecek bir eğitim politikası izledi. Devlet bütçesinden eğitim için % 1’den daha az ödenek ayrılıyordu. Parasız resmî okullar da ilk on yıl içinde paralı hale getirildi. Sir Elden Gorst zamanında geleneksel mektepler ilk öğretim programı kapsamına alındı; ancak bunlar paralı resmî ilkokullara denk kabul edilmedi. Böylece fakir tabaka mensuplarının çocuklarını okutma imkânı ellerinden alınmış oluyordu. İngilizler Kahire ve İskenderiye’deki üç lise dışında diğerlerini kapattılar. Okullarda Arapça’nın yerini İngilizce almaya başladı ve 1905 yılındaki bitirme imtihanları sadece İngilizce olarak yapıldı. Ancak zamanla Arapça tekrar öğrenim dili haline getirildi. Birçok meslek okulu kapatılırken birkaç yeni okul açıldı ve sadece İngiltere’ye olmak üzere yurt dışına öğrenci gönderilmesine devam edildi. Elden Gorst zamanında daha önce Lord Cromer tarafından engellenen özel üniversite açma girişimi el-Câmiatü’l-Mısriyye’nin açılmasıyla gerçekleştirildi (1908). Fakat araya I. Dünya Savaşı’nın girmesi yüzünden 1925 yılına kadar resmî bir statüye kavuşturulamadı. İngiliz işgali sırasında gayri müslim okullarının sayısında büyük artış görüldü. 1913 istatistiklerine göre ülkede yerli gayri müslimler 358, yabancılar 328 okula sahiptiler. 1920 yılında Kahire’de Amerikan Üniversitesi açıldı. Bu üniversite, halen İslâm âlemine yönelik çalışmaları ile sadece Amerika Birleşik Devletleri için değil Avrupalılar için de önemli bir merkezdir. Dinî eğitimin kalesi durumunda olan Ezher’de de çeşitli idarî yeniliklere gidildi. 1895’te bir idare meclisi kurularak Tanta, Desûk, Dimyat ve İskenderiye’deki medreseler buraya bağlandı. 1908’de çıkarılan bir kanunla eğitim ilk, orta ve yüksek olmak üzere üçe ayrıldı. 1911’de Hey’etü kibâri’l-ulemâ teşkil edildi. İşgal döneminde halkın okur yazarlık oranında önemli bir değişiklik olmadığı görülür. 1882’de okuma yazma bilmeyenlerin oranı % 91,7 iken 1917’de % 91,3’e inmiştir. 1914 yılında 230.000 öğrenci geleneksel mekteplerde öğrenim görürken resmî ilkokullara gidenlerin sayısı 14.000 idi. Daha yüksek okullara 10.000 civarında öğrenci devam ediyordu; gayri müslim okullarına devam edenlerin sayısı ise 71.000 civarındaydı.

İngilizler’in Mısır’a 1922’de şeklî olarak bağımsızlık tanımasının ardından 19 Nisan 1923’te yürürlüğe giren krallık dönemi anayasası ile eğitim genel düzeni bozmamak ve ahlâk kaidelerine ters düşmemek şartıyla serbest bırakıldı; ilkokul eğitimi de erkek ve kız bütün çocuklara mecburi kılındı. Daha sonraları eğitim sisteminde yapılan değişikliklerle birbirinden farklı statülerdeki medâris ibtidâiyye, medâris evveliyye, medâris ilzâmiyye ve medâris rîfiyye denilen ilkokullar birleştirildi ve ilk öğrenim süresi altı yıl olarak belirlendi (1951). Krallık zamanında orta dereceli okullar da ıslah edildi. Sayıları hızla çoğalan lise mezunlarının işsiz kalmasını önlemek için çeşitli alanlarda meslek okulları açmaya ağırlık verildi; ancak bunların eğitim seviyesi düşük kaldı. Bu dönemde özel okullar üzerindeki devlet kontrolü arttırıldı. Müslüman öğrencilere Arapça eğitim verilmesi ve İslâmiyet’in öğretilmesi zorunluluğu getirildi. Yüksek öğrenim kurumlarında da önemli değişiklikler yapıldı. 1925’te el-Câmiatü’l-Mısriyye (bugünkü Kahire Üniversitesi) devletleştirildi; 1940’ta da adı Câmiatü Fuâd el-evvel’e çevrildi. Önceleri felsefe, tıp, hukuk ve tabii ilimler fakültelerinden oluşan üniversiteye daha sonra çeşitli fakülte ve bölümler ilâve edildi. 1942 yılında Câmiatü Fârûk el-evvel kuruldu ve zamanla bütün yüksek okullar fakülte haline getirilerek bu iki üniversiteye bağlandı. Câmiu’l-Ezher de Külliyyetü usûli’d-dîn, Külliyyetü’ş-şerîa ve Külliyyetü’l-lugati’l-Arabiyye fakültelerinden oluşan bir üniversiteye (Câmiatü’l-Ezher) dönüştürüldü.

1952 ihtilâlinin ardından gerçekleştirilen değişikliklere bağlı olarak eğitim siyasetinde de yeni bir yön belirlendiği görülmektedir. Devlet büyük ölçüde eğitim işlerine müdahale etmeye başlarken eğitimin yaygınlaştırılması siyaseti izlendi ve müfredatta büyük değişikliklere gidildi. 1953’te altı-on iki yaş grubu çocuklara ilkokula gitme mecburiyeti getirildi. 1956’da yabancı dil dersleri ilkokul müfredatından çıkarıldı. Süveyş krizi sebebiyle 1958 yılında bütün yabancı okullar ya kapatıldı ya da devletleştirildi. İhtilâl sonrasında özellikle meslek liselerine olan talep hızla çoğaldı. 1960’lı yıllarda rejimin


sosyalist çizgide bir politika takip etmeye başlamasının ardından meslek okulu mezunları devlet hizmetinde görev alarak halkın teknokrat tabakasını oluşturdu ve rejimi ayakta tutan önemli unsurlar arasına girdi. 1980’li yılların başında altı yıllık zorunlu eğitim dokuz yıla çıkarıldı. 1984-1985 öğretim yılında temel eğitim ilkokul (1-6 [ibtidâiyye]) ve hazırlık (7-9 [i‘dâdî]) olmak üzere iki kademeli hale getirildi. Halen üç yıl olan lise ve meslek lisesi öğrencileri bütün ülkede aynı şekilde yapılan bitirme sınavlarını başardıkları takdirde üniversiteye girebilmektedir. Eğitim Bakanlığı’na bağlı okulların yanı sıra Ezher İşleri Bakanlığı’na bağlı Kur’ân-ı Kerîm ve din dersleri ağırlıklı ilkokullar, hazırlık okulları ve liseler de eğitimde önemli rol oynamaktadır. Öğrencilerin müslüman olması şartı getirilen bu okullarla Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullar arasında 1961’de çıkarılan bir kanunla fark ders imtihanları verildiği takdirde yatay geçiş yapılması mümkün kılındı.

1952’den sonra en çok değişikliğe uğrayan eğitim kurumları üniversitelerdir. İhtilâlin ardından Câmiatü Fârûk el-evvel’in adı İskenderiye Üniversitesi, Câmiatü Fuâd el-evvel’in adı da Kahire Üniversitesi olarak değiştirildi. 1961 yılında üniversiteler yeni kurulan Yüksek Öğrenim Bakanlığı’na bağlandı. Yine aynı yıl çıkarılan bir kanunla Ezher, Ezher İşleri Bakanlığı’na tâbi oldu ve yarı özerk statüsüne son verilerek tamamen devlet kontrolü altına alındı. Yeniden şekillendirilen Ezher Üniversitesi’nin bünyesinde tabii ve sosyal ilimler alanında çok sayıda fakülte açıldı. Bu fakültelerin en önemlisi, kendi içinde küçük bir üniversite görünümünde olan ve bünyesinde dinî ilimlerin yanı sıra tabii ve sosyal bilimler alanında da çeşitli bölümler bulunan Külliyyetü’l-benât’tır. 1972’de çıkarılan bir yasa ile Kahire dışında da en önemlileri Tanta, Mansûre ve Hilvan olan yirmi civarında resmî üniversite kuruldu. 1992 yılında yürürlüğe giren bir yasa ve 1996’da yayımlanan bir cumhurbaşkanlığı kararnâmesiyle özel üniversitelerin açılması mümkün kılındı. Bunun üzerine Mısır Bilim ve Teknoloji Üniversitesi, Altı Ekim Üniversitesi, Uluslararası Mısır Üniversitesi ve Modern Bilimler ve Sanatlar Üniversitesi kurulurken Kahire’deki Amerikan Üniversitesi’nin dışında Almanlar, Fransızlar ve İngilizler de birer üniversite açma yoluna gittiler. Halen Alman ve Fransız üniversiteleri öğretime başlamış durumda olup İngiliz üniversitesi kuruluş aşamasındadır.

Tasavvuf ve Tarikatlar. Tasavvuf Mısır’a girdiği III. (IX.) yüzyıldan günümüze kadar dinî hayat üzerinde etkili olmuştur. Zünnûn el-Mısrî’nin burada tasavvufun ilk tohumlarını atan kişi olduğu kabul edilir. Daha sonra Mısır’da tasavvuf sürekli yayılma eğilimi göstermiştir ve ortaya çıkan tarikatların kesin sayısı bilinmemektedir (Winter, Egyptian Society, s. 131). Ebû Ali er-Rûzbârî, Ebû Bekir er-Remlî, Ebü’l-Hasan es-Sâiğ, Ebü’l-Kāsım es-Sâmit ve İbnü’t-Tercümân IV ve V. (X-XI.) yüzyıllarda Mısır’da yaşayan önemli mutasavvıflardandır. VII. (XIII.) yüzyılda çok sayıda mutasavvıfın buraya gelmesinden sonra tarikatların da hızla yayıldığı görülür. Şeyh Ebü’l-Feth el-Vâsıtî İskenderiye’de Rifâiyye, Ahmed el-Bedevî Tanta’da Bedeviyye (Ahmediyye), İbrâhim ed-Desûkī Desûk’ta Burhâniyye ve Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî İskenderiye’de Şâzeliyye tarikatını yaymıştır. Memlük ve Osmanlı hâkimiyeti altındaki Mısır’da tasavvufî hayat, yukarıda ismi geçenlerin büyük çoğunluğunu temsil ettiği çeşitli tarikatların bünyesinde gelişmiştir. Memlük döneminin sonuna doğru Osmanlı coğrafyasından Mısır’a çok sayıda sûfî gelerek yerleşmiştir. Bunların arasında Halvetî şeyhlerinden Muhammed Demirtaşî, İbrâhim Gülşenî ve Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî sayılabilir. Osmanlı devri Mısır’ında ilim-tasavvuf ilişkisinin iyi durumda olduğu ve birçok ünlü kişinin hem sûfî hem âlim sıfatıyla tanındığı görülür. Tarikat şeyhleri kendi tekkeleri yanında büyük camilerde de zikir meclisleri düzenliyorlardı. Nitekim Nûreddin eş-Şûnî el-Mahyâvî, ihdas ettiği “mahyâ” meclislerini Kahire’ye yerleştikten sonra Ezher Camii’nde tertip etmeye başlamıştı.

XVI. yüzyıldan itibaren Kahire’de tasavvufî hayat üzerinde Bekir es-Sıddîkī ve es-Sedâtü’l-Vefâiyye adlı iki zengin ailenin etkili olduğu görülür. Her iki aile aslında Şâzelî ise de Bekrîler XVIII. yüzyılın ilk yarısında Şamlı şeyh Mustafa el-Bekrî tarafından Halvetiyye’ye bağlandı (a.g.e., s. 195). Bu ailelerde reis konumundaki kişi aynı zamanda tarikatın şeyhiydi ve “şeyhü’s-seccâde” unvanını taşıyordu. Soyları Hz. Ebû Bekir’e ulaşan Bekrîler mevlid kutlamalarının düzenlenmesinden, seyyidlerden olan Vefâiyye ailesi de Hz. Hüseyin’in doğum günü kutlamalarıyla Hüseyin Camii ve vakıflarından sorumluydu. Osmanlı hâkimiyetinin başından beri İstanbul’dan tayin edilen ve Kâbe örtüsüyle mahmili koruma görevi de uhdesine verilen nakîbüleşrâflar XVIII. yüzyılın başlarından itibaren bu iki aileden seçilmeye başlandı; böylece nakîbüleşrâflık makamı tasavvufî bir önem kazandı.

Kavalalı Mehmed Ali Paşa, 1812 yılında iktidarı merkezîleştirme programının bir parçası olarak bütün tarikatları bir tek şeyhliğin (şeyhü meşâyihi’t-turukı’s-sûfiyye) kontrolü altına soktu ve bu makamı şeyhü’s-seccâdeti’l-Bekriyye’ye tevdi etti; böylece Bekriyye şeyhi bütün tarikatların başı oldu. Tarikatların tek elden yönetimi İngiliz işgaline kadar, özellikle Avrupalı devletlerin Mısır’ın iç işlerine karışmasına tavır alarak millî bir kahraman haline gelen Ali el-Bekrî’nin şeyhliği sırasında çok başarılı oldu. Daha sonra yerine geçen oğlu Abdülbâkī el-Bekrî’nin Urâbî Paşa ayaklanmasına karşı hidivi desteklemesinin ve İngilizler’in Kahire’yi işgallerinin hemen öncesinde General Sir Garnet Wolseley şerefine ziyafet vermesinin de etkisiyle Bekrî şeyhinin tarikatlar üzerindeki otoritesi zayıfladı. 1895’te Hidiv II. Abbas Hilmi Meşîhatü’t-turukı’s-sûfiyye şeyhinin Bekrîler’den olması şartını kaldırdı, ayrıca bir sûfî meclisi kurarak başkanlığını bu şeyhe verdi; meclisin üyeleri ise resmen tanınmış dört tarikatın şeyhlerinden oluşuyordu. Ardından sadece vakfı veya başka bir yerden geliri olmayan tekke, zâviye ve türbelerin Meşîhatü’t-turukı’s-sûfiyye’nin yönetimi altına alınması kararlaştırıldı. Tarikatları düzenleme ve ıslah çalışmaları XX. yüzyıl boyunca sürmüş ve son hidivlik kararnâmesi 1970’li yıllara kadar yürürlükte kalmıştır. XX. yüzyıl boyunca birçok reformist, tarikatlardaki bazı inanç ve uygulamaları eleştirerek onların ıslahı konusunda çalışmalarda bulundu. Kral Fârûk’un 1947’de Ahmed Murâd el-Bekrî’yi şeyhü meşâyihi’t-turuki’s-sûfiyye makamından alarak yerine bir Ezher âlimi olan Ahmed es-Sâvî’yi tayin etmesi reform taraftarlarının bir zaferi sayıldı. Tarikatların ıslahının gerekliliğine inanan en önemli grup 1930’lu ve 1940’lı yıllarda Mısır’da etkili rol oynayan İhvân-ı Müslimîn’dir. İhvân-ı Müslimîn’in kurucusu Hasan el-Bennâ gerçek ve saf tasavvufu benimsiyor, Mısır’daki tarikatlarda görülen çeşitli uygulamaları ise hurafe ve bid‘at oldukları gerekçesiyle eleştiriyordu. Grubun teorisyenlerinden Seyyid Kutub da mevcut tarikatları şiddetle tenkit edenler arasındaydı.

1952 ihtilâlinden sonra Cemal Abdünnâsır iç ve dış politikada tasavvuf gücünü kullanma yoluna gitti. Dış politikada


Ortadoğu ve Afrika’da Mısır’ı lider ülke konumuna getirme çabaları ve bölgedeki ülkelerle bağlarının sağlamlaştırılması çerçevesinde tarikatların milletler üstü pozisyonundan faydalanmaya çalıştı. Bu amaçla Suriye, Sudan ve Fas’taki tarikatları destekledi. Öte yandan Mısır, Nijerya, Mali, Senegal ve Gana tarikat şeyhlerinin ortak girişimiyle Kahire’de bir dünya sûfî konferansı organize edilmeye çalışıldıysa da gerçekleştirilemedi. Nâsır iç politikada da İhvân-ı Müslimîn’in halk üzerindeki etkisini azaltmak ve dengeli bir hale getirmek için tarikatların canlanmasını istedi. Ancak bu amaçla işlerine fazla karışması gittikçe daha çok tarikatın Sûfî Meclisi’nden uzaklaşmasına yol açtı.

1976’da bir kanun çıkarılarak tarikatların işleyişi tekrar düzenlendi; halen yürürlükte olan bu kanundan başka 1978’de onun boşluklarını dolduran bir cumhurbaşkanlığı kararnâmesi yayımlandı. Bu kanunla Sûfî Meclisi, el-Meclisü’l-a‘lâ li’t-turukı’s-sûfiyye adı altında yeniden düzenlendi ve millî, dinî, ruhanî, kültürel ve sosyal hedefleri olan bir tüzel kişilik sayıldı. On beş üyeden oluşan meclisin başkanı tarikatlardan gelen on üye arasından cumhurbaşkanının onayı ile seçilir. Kanuna göre yeni bir tarikat ancak isim ve metot bakımından daha önceki birine benzemiyorsa Meclisü’l-a‘lâ’nın muvafakati, Ezher’in ve Evkaf Bakanlığı’nın kararıyla kurulabilir.

Günümüzde Mısır’da Kadir ve kandil gecesi kutlamaları dinî-tasavvufî hayatın önemli bir yönünü oluşturmaktadır (son yıllardaki kutlamalar için bk. Gürer, sy. 8 [1998], s. 208-210). Tasavvufî hayatın vazgeçilmez unsurlarından biri de çok sayıdaki türbe ve makamlardır. Bunlar arasında Hüseyin Mescidi, İbn Atâullah el-İskenderî, İbnü’l-Fârız, İmam Şa‘rânî, Ahmed el-Bedevî, İbrâhim ed-Desûkī, Ebü’l-Haccâc Yûsuf b. Abdürrahîm el-Uksurî, Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî, Seyyide Zeyneb ve İmam Şâfiî gibi şahsiyetlerin makam ve türbeleri sayılabilir (bunlardan bazılarının bulunduğu yerler için bk. a.g.e., sy. 8 [1998], s. 210-215). Yaygın olan tarikatların bazıları şunlardır: Kādiriyye, Rifâiyye, Şâzeliyye, Bedeviyye, Burhâniyye, Halvetiyye ve bunların çeşitli şubeleri. Ülkede ayrıca Nakşibendiyye, Sa‘diyye, Anâniyye, Şeybâniyye, Tağlibiyye, Mîrganiyye, Hızriyye, Azzûziyye, Rahîmiyye, Ken‘âniyye, Kettâniyye, Ca‘feriyye-i Ahmediyye-i Muhammediyye gibi tarikatların da bazı mensupları vardır (tarikatların tam listesi için bk. Fârûk Ahmed Mustafa, s. 309-312; Ebü’l-Vefâ Teftâzânî, XXXV [1996], s. 551-552).

BİBLİYOGRAFYA:

Osmanlı Dönemi. İbn İyâs, BedâǿiǾu’z-zühûr, V, 467; Şa‘rânî, eŧ-Ŧabaķāt, I-II; Âlî Mustafa, Hâlâtü’l-Kāhire mine’l-âdâti’z-zâhire (nşr. Orhan Şaik Gökyay), Ankara 1984; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, X, 94-844; Muhibbî, Ħulâśatü’l-eŝer, IV, 357-361; Mustafa b. Hâc İbrâhim, Târîħu veķāǿiǾi Mıśr el-Ķāhire el-maĥrûse (nşr. Salâh Ahmed Herîdî Alî), Kahire 1423/2002; Ahmed Şelebî b. Abdülganî el-Hanefî, Evđâĥu’l-işârât (nşr. Abdürrahîm Abdurrahman Abdürrahîm), Kahire 1978; Ahmed ed-Demürdâşî, ed-Dürretü’l-maśûne fî aħbâri’l-Kinâne (nşr. Abdürrahîm Abdurrahman Abdürrahîm), Kahire 1989; Cebertî, Târîħu Ǿacâǿibi’l-âŝâr, Beyrut, ts. (Dârü’l-cîl), I-III; B. de Maillet, Description de l’Egypte (ed. A. le Mascrier), Paris 1735, II, 169 vd.; M. C. F. Volney, Travels Through Syria and Egypt, London 1972; E. W. Lane, Manners and Customs of the Modern Egyptians Written in Egypt during the Years 1833-1835, London 1978; Huseyn Efendî, Ottoman Egypt in the Age of the French Revolution (trc. Standford J. Shaw), Cambridge 1964; tercüme edenin girişi, s. 3-33; P. M. Holt, “Ottoman Egypt (1517-1798): An Account of Arabic Historical Sources”, Political and Social Change in Modern Egypt (ed. P. M. Holt), London 1968, s. 3-12; Gamal el-Din el-Shayyal, “Some Aspects of Intellectual and Social Life in Eighteenth-century Egypt”, a.e., s. 117-132; Standford J. Shaw, “Turkish Source-Materials for Egyptian History”, a.e., s. 28-48; a.mlf., “The Ottoman Archives as a Source for Egyptian History”, JAOS, LXXXIII (1963), s. 447-452; P. Gran, Islamic Roots of Capitalism: Egypt 1760-1840, Austin 1979; M. Winter, Society and Religion in Early Ottoman Egypt, New Brunswick 1982; G. Baer, Fallah and Townsman in the Middle East: Studies in Social History, Jerusalem 1982, s. 22; M. Seyyid Kîlânî, el-Edebü’l-Mıśrî fî žılli’l-ĥükmi’l-ǾOŝmânî, Kahire 1984; M. Abdülmün‘im el-Hafâcî, el-Ĥayâtü’l-edebiyye fî Mıśr: el-ǾAśrü’l-Memlûkî ve’l-ǾOŝmânî, Beyrut 1404/1984; C. Zeydân, Âdâb, II, 282 vd.; Abdülganî b. İsmâil en-Nablusî, el-Ĥaķīķa ve’l-mecâz fi’r-riĥle ilâ Bilâdi’ş-Şâm ve Mıśr ve’l-Ĥicâz (nşr. Ahmed Abdülmecîd Herîdî), Kahire 1986, s. 181, 184, 187, 202-205, 209; D. A. King, Fihrisü’l-maħŧûŧâti’l-Ǿilmiyyeti’l-maĥfûža bi-Dâri’l-kütübi’l-Mıśriyye, Kahire 1986, II, 132, 258, 316, 505, 571, 603, 763, 911, 956, 969, 990; Abdülcelîl et-Temîmî, el-Ĥayâtü’l-ictimâǾiyye fi’l-vilâyâti’l-ǾArabiyye esnâǿe’l-Ǿahdi’l-ǾOŝmânî, Zagvân 1988, I-II; Eighteenth Century Egypt, The Arabic Manuscript Sources (ed. D. Crecelius), Claremont 1990; Şâkir Mustafa, et-Târîħu’l-ǾArabî ve’l-müǿerriħûn, Beyrut 1990, III, 195-201, 255-266; D. Behrens-Abouseif, Egypt’s Adjustment to Ottoman Rule. Institutions, Waqf and Architecture in Cairo (16th and 17th Centuries), Leiden 1994; The State and its Servants: Administration in Egypt from Ottoman Times to the Present (ed. N. Hanna), Cairo 1995; N. Hanna, “Culture in Ottoman Egypt”, The Cambridge History of Egypt (ed. M. W. Daly), Cambridge 1998, II, 87-112; a.mlf., Making Big Money in 1600: The Life and Times of Isma’il Abu Taqiyya, Egyptian Merchant, Syracuse 1998; Nurettin Ceviz, Osmanlılar Döneminde Mısır’da Arap Edebiyatı (doktora tezi, 2002), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; André Raymond, “Kahire”, DİA, XXIV, 175-179.

Fransız İşgali Sonrası. Fikrî Akımlar. Cemâleddin eş-Şeyyâl, Târîħu’t-terceme ve’l-ĥareketi’ŝ-ŝeķāfiyye fî Ǿaśri Muĥammed ǾAlî, Kahire 1951; Nadaw Safran, Egypt in Search of Political Community, Cambridge 1961; Abdülhamîd Mütevellî, Ezmetü’l-fikri’s-siyâsiyyi’l-İslâmî fi’l-Ǿaśri’l-ĥadîŝ, İskenderiye 1970; Magdi Wahba, Cultural Policy in Egypt, Paris 1972; Democracy in Egypt (ed. Ali Dessouki), Cairo 1978; I. Gershoni, The Emergence of Pan-Arabism in Egypt, Tel Aviv 1981; Islam, Nationalism and Radicalism in Egypt and the Sudan (ed. G. R. Warburg - U. M. Kupferschmidt), New York 1983; A. Hourani, Arabic Thought in the Liberal Age: 1798-1939, Cambridge 1983; P. J. Vatikiotis, The Modern History of Egypt: From Muhammad Ali to Mubarak, London 1985; L. Binder, Islamic Liberalism, London 1988; Selma Botman, The Rise of Egyptian Communism: 1939-1970, Syracuse 1988; A. Goldschmidt, Modern Egypt: The Formation of a Nation State, Boulder 1988; T. Mayer, The Changing Past: Egyptian Historiography of the Urabi Revolt (1882-1983), Gainesville 1988; Muhammed Amâre, Ezmetü’l-fikri’l-İslâmiyyi’l-muǾâśır, Kahire 1990; R. Owen, State, Power and Politics in the Making of the Modern Middle East, London 1992; Saad Eddin Ibrahim, Egypt, Islam and Democracy, Cairo 1996; T. Mitchell, Colonising Egypt, Cambridge 1998; Hasan Hanefî, Fi’ŝ-Ŝeķāfeti’s-siyâsiyye, Dımaşk 1998.

Edebiyat. Şevkī Dayf, el-Edebü’l-ǾArabiyyü’l-muǾâśır fî Mıśr, Kahire, ts. (Dârü’l-maârif); J. A. Haywood, Modern Arabic Literature 1800-1970, London 1971; M. M. Badawi, Modern Arabic Poetry, London 1975; a.mlf., Modern Arabic Drama in Egypt, Cambridge 1987; J. Brugmann, An Introduction to the History of Modern Arabic Literature in Egypt, Leiden 1984; A. Hourani, Arabic Thought in the Liberal Age 1798-1939, Cambridge 1983; Ömer ed-Desûkī, Fi’l-Edebi’l-ĥadîŝ, Kahire 1994, I-II; A. Elad, The Village Novel in Egypt, Berlin 1992; Abbas Kalidar, “The Political Press in Egypt, 1882-1914”, Contemporary Egypt: Through Egyptian Eyes (ed. C. Tripp), London-New York 1993, s. 1-21; P. Starkey, “Modern Egyptian Culture in the World”, The Cambridge History of Egypt (ed. M. W. Daly), Cambridge 1998, II, 394-426; Şükran Fazlıoğlu, Modern Mısır Romanında Türk İmajı: 1798-1914 (doktora tezi, 2001), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Kazım Ürün, Necip Mahfuz ve Toplumsal Gerçekçi Romanları, Konya 2002; Nihad M. Çetin, “Arap”, DİA, III, 306-309.

Eğitim ve Öğretim. Ahmed Şelebî, Târîħu’t-terbiyeti’l-İslâmiyye, Kahire 1954; a.mlf., a.e.: İslâm’da Eğitim-Öğretim Tarihi (trc. Ali Yardım), İstanbul 1983, tür.yer.; G. E. von Grunebaum, “Die politische Rolle der Universitaet im Nahe Osten, am Beispiel Aegyptens beleuchtet”, Universitaet und Moderne Gesellschaft (ed. C. D. Harris - M. Horkheimer), Frankfurt 1959, s. 88-98; S. Haim, “State and University in Egypt”, a.e., s. 99-118; Amir Boktor, The Development and Expansion of Education in the United Arab Republic, Cairo 1963; G. Selame, Târîħu’t-taǾlîmi’l-ecnebî fî Mıśr, Kahire 1382/1963;


F. Steppat, Tradition und Saekularismus im modernen aegyptischen Schulwesen bis zum Jahre 1952: Ein Beitrag zur Geistesund Sozialgeschichte des islamischen Orients, Berlin 1964; J. Heyworth-Dunne, An Introduction to the History of Education in Modern Egypt, London 1968; M. H. Kerr, “Egypt”, Education and Political Development (ed. J. S. Coleman), Princeton 1968, s. 169-194; Sa‘d Mürsî Ahmed - Saîd İsmâil Ali, Târîħu’t-terbiye fî Mıśr, Kahire 1971; Seyyid İbrâhim el-Ceyyâr, Târîħu’t-taǾlîmi’l-ĥadîŝ fî Mıśr ve ebǾâdühü’ŝ-ŝeķāfiyye, Kahire 1971; Hasan el-Fıkī, et-Târîħu’ŝ-ŝeķāfî li’t-taǾlîm fî Mıśr, Kahire 1971; W. Köhler, “Erziehung, Bildung, Wissenschaft”, Aegypten (ed. H. Schamp), Tübingen 1977, s. 538-547; G. D. M. Hyde, Education in Modern Egypt: Ideals and Realities, London 1978; Nezîh Nâsıf el-Eyyûbî, Siyâsetü’t-taǾlîm fî Mıśr, Kahire 1978; J. Cohran, Education in Egypt, London 1986; M. Kemâl es-Seyyid Muhammed, el-Ezher: câmiǾan ve câmiǾaten ev Mıśr fî elf Ǿâm, Kahire 1986; L. R. Murphy, The American University in Cairo: 1919-1987, Cairo 1987; B. Williamson, Education and Social Change in Egypt and Turkey, Houndmills 1987; D. M. Reid, Cairo University and the Making of Modern Egypt, Cambridge 1990; Ahmed İsmâil Haccî, Nižâmü’t-taǾlîm fî Mıśr, Beyrut 1991; G. Starrett, Putting Islam to Work: Education Politics and Religious Transformation in Egypt, Berkeley 1998.

Tasavvuf ve Tarikatlar. M. Abdülmün‘im el-Hafâcî, et-Türâŝü’r-rûĥî li’t-taśavvufi’l-İslâmî fî Mıśr, Kahire, ts. (Dârü’l-ahdi’l-cedîd); Ali Sâfî Hüseyin, el-Edebü’ś-śûfî fî Mıśr, Kahire 1964; Abdülhalîm Mahmûd, el-Medresetü’ş-Şâźeliyyetü’l-ĥadîŝe ve imâmühâ Ebü’l-Ĥasen eş-Şâźelî, Kahire 1968, tür.yer.; M. Gilsenan, Saint and Sufi in Modern Egypt: An Essay in the Sociology of Religion, Oxford 1973; F. de Jong, Turuq and Turuq Linked Institutions in Nineteenth Century Egypt: A Historical Study in Organizational Dimensions of Islamic Mysticism, Leiden 1978; a.mlf., Sufi Orders in Ottoman and Post-Ottoman Egypt and the Middle East. Collected Studies, Istanbul, ts. (The Isis Pres); Scholars, Saints and Sufis, Berkeley 1978; Fârûk Ahmed Mustafa, el-Binâǿü’l-ictimâǾî li’ŧ-ŧarîķati’ş-Şâźeliyye fî Mıśr, İskenderiye 1980; M. Winter, Society and Religion in Early Ottoman Egypt, New Brunswick 1982; a.mlf., Egyptian Society under Ottoman Rule: 1517-1798, London 1992, s. 128-198; Âmir en-Neccâr, eŧ-Ŧuruķu’ś-śûfiyye fî Mıśr, Kahire 1983; Tevfîk et-Tavîl, et-Taśavvuf fî Mıśr, Kahire 1988, I-II; Zekeriyyâ Süleyman Beyyûmî, eŧ-Ŧuruķu’ś-śûfiyye beyne’s-sâse ve’s-siyâse fî Mıśr el-muǾâśır, Kahire 1990; N. H. Biegman, Egypt: Moulids, Saints, Sufis, London 1990; E. B. Reeves, The Hidden Government: Ritual, Clientelism and Legitimation in Northern Egypt, Salt Lake City 1990; M. Sabrî Yûsuf, Devrü’l-mutaśavvife fî târîħi Mıśr fi’l-Ǿaśri’l-ǾOŝmânî (1517-1798), Şarkıyye 1994; V. J. Hoffman, Sufism, Mystics and Saints in Modern Egypt, Columbia 1995; J. E. A. Johansen, Sufism and Islamic Reform in Egypt: The Battle for Islamic Tradition, Oxford 1996; Saîd Ebü’l-Ayneyn, Riĥletü evliyâǿillâh fî Mıśr el-maĥrûse, Kahire 1997; Ahmed Subhî Mansûr, et-Taśavvuf ve’l-ĥayâtü’d-dîniyye fî Mıśr el-Memlûkî, Kahire 2002; Ebü’l-Vefâ Teftâzânî, “Mısır’da Sûfi Tarikatların Tarihi Gelişimi ve Günümüzdeki Durumları” (trc. Mustafa Aşkar), AÜİFD, XXXV (1996), s. 535-552; Dilaver Gürer, “Mısır’da Tasavvufî Hayat ve Tasavvuf Öğretimi”, Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 8, Konya 1998, s. 203-220.

Hilal Görgün





Mimari (Kahire Dışı).

İslâm sanatının Mısır’daki en değerli örnekleri Kahire ve yakın çevresinde bulunmaktadır (bk. KAHİRE). Bunun dışındaki bölgelerden Yukarı Mısır ile Aşağı Mısır’ın en önemli merkezi İskenderiye’de Kahire’deki mimari faaliyetin güçlü etkileri hissedilmekle beraber çok daha mütevazi örnekler ortaya konulmuştur.

Mısır’da bölgesel mimarinin fazla gelişmemesinin etkenlerinden biri, ülkenin yöneticisi olan küçük idareci gruplarıyla geniş kitlelerden oluşan yerli halk arasında ciddi bir kaynaşma bulunmaması ve genellikle farklı bir etnik yapılaşma gösteren bu politik şekillenmede idarecilerin kendilerini güven içinde hissettikleri Kahire’ye her konuda bağlı oluşlarıdır. Özellikle ticarî ve askerî güzergâhlarla Nil vadisi dışında kalan yerlerde hiçbir mimari unsura rastlanmaması da Kahire ile taşra ayrışmasının ve hatta kopmasının bir sonucudur. Mısır’daki mimari faaliyetler ilk İslâm fütuhatı yıllarına çıkmaktaysa da esaslı imar çalışmalarının başlangıcı Fâtımî döneminde yoğunluk kazanmış, Kahire’deki zengin imara rağmen İskenderiye daha mütevazi kalmış, diğer bölgelerde ise iyice mahallîleşerek önemini yitirmiş ve mevcutlar da zamanla ortadan kalkmıştır. Bölgesel mimarinin yok oluşundaki etkenlerden biri de inşaatta yerel malzeme olan kerpicin kullanılmasıdır. Hatta Mısır’ın ana taş ocaklarının bulunduğu Yukarı Mısır’da bile kerpiç ve pişmiş tuğlaya yer verilmiştir.

İskenderiye uzun yıllar ülkenin Kahire dışındaki idarî, sınaî ve ticarî merkez olma özelliğini sürdürmüş, Tolunoğulları devrinden X. yüzyıl başlarına kadar (868-905) merkezden tamamen bağımsız kalmıştır. İki liman ve güçlü surlarla çevrili olan şehrin dışındaki en önemli eserler, antik çağların meşhur İskenderiye Feneri ile birlikte XIV ve XV. yüzyıl sonlarında tekrar yapıldığı belirtilen fenerlerdir. Bunların problemli bir kıyı oluşumuna sahip olan bu liman şehri için mühim birer âbide niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

İskenderiye’yi kuşatan surlarda açılmış dört ünlü kapı Bâbülbahr, Bâbüreşîd, baharat ticaretiyle yakın ilişkisi sebebiyle Bâbülbahar olarak da tanınan Bâbüsidre (Bâbüsadr) ve Bâbülhıdr’dır (Bâbülahdar). Mezarlık şehrin kuzeyinde yer alırken batısında Dârüssultan, Dârüladl, Dârülimâre gibi idarî yapılar bulunur. Ayrıca Dârüttırâz ile Bâbülbahr yakınındaki cephanelik ve Kasrüssilâh şehrin önemli yapılarıdır. İlk defa milâttan önce 4. yılda yapılmış olan ve sürekli elden geçirilen bir kanal şehri Nil’e bağlamaktadır.

İskenderiye’de çoğu, tüccarlar tarafından inşa edilen camiler içinde eski kiliselerden çevrilmiş Câmiu’l-garbî olarak da bilinen Mescidü’l-Ömerî, 477’de (1084) Fâtımî Veziri Bedr el-Cemâlî tarafından tâdil edilen ve Câmiu’l-Attârîn şeklinde de anılan Câmiu’l-Cüyûşî gibi ünlü camiler yanında Abdüllatîf b. Rüşeyd et-Tikrîtî’nin (ö. 714/1314) yaptırdığı bir cami ve medrese ile günümüzde Mescidü Ebû Ali olarak bilinen Dârü’l-hadîsi’t-Tikrîtiyye şehrin mimari tarihi için önemli eserlerdir. Fâtımîler döneminde İskenderiye’de inşa edilen Avfiye ve Silefiye medreseleri de anılmalıdır. Bunların dışında XIII. yüzyılda yapılan Ribâtü’l-Vâsıtî, Ebü’l-Abbas el-Mürsî’nin şehir dışında kuzeyde inşa ettirdiği zâviye, zâhid Muhammed b. Süleyman eş-Şâtıbî’nin yine şehrin dışında yaptırdığı önemli bir merkez olan Ribâtü Sivâr, âlim İbn Abdullah el-Hakkârî’nin kendi adına tesis ettiği ribât ve


Bîlîk el-Muhsinî Hankahı Ortaçağ süreci için dikkat çekicidir. Memlükler devrinin önde gelen bir mimari yapısı da şehirdeki Kayıtbay Kalesi’dir.

İskenderiye’de Osmanlı devrinde ele alınan eserler arasında Seyyidî Mifrid Camii (1083/1672), Hacı İbrahim Tirbâne Mescidi (1096/1685), Ebû Ali Camii (1127/1715), Abdüllatîf Mescidi (1169/1756), Abdülbâki Çorbacı Camii ve Kervansarayı ile (1171/1758) yine XVIII. yüzyıl eseri olan Nebî Dânyâl Camii yanında şehirde yer alan hamam ve su depoları dikkat çekici yapılardır. İskenderiye yakınlarındaki tatil beldesi Reşîd’de Muhammed el-Abbâsî Camii bölgenin diğer önemli eserlerindendir.

İskenderiye çevresinde bilhassa Reşîd’de XVIII ve XIX. yüzyıl başlarına tarihlendirilen Osmanlı devri konut mimarisinin güzel örnekleri yer almaktadır. Çok katlı ve bölgesel özelliklerdeki bu evler tuğladan inşa edilmiş olup mimari elemanlar bakımından daha çok köşe taşı niteliğine sahip antik mermer sütunlarla techiz edilmiştir. Bu yapılar arasında Ramazan Evi, Menâdîlî Evi, Amasyalı Evi ve Hasibe Gazâl Evi dikkat çeken eserlerdir.

Mimari açıdan diğer bir faaliyet alanı da Yukarı Mısır’dır. Bilhassa Fâtımî döneminde oluşan ve Nûbe’ye dönük olarak gelişen fetih politikası sonucunda bir sınır bölgesi niteliğiyle ön plana çıkıp daha çok Kızıldeniz ticaretiyle zenginleşmesinin yanında lojistik değeriyle de ehemmiyet kazanmış olan Asvan, Kūs, Luksor, İsnâ, Şellâl gibi yol üstü şehirleri Kahire dışındaki önemli mimari eserlerin bulunduğu yerlerdir. Bu şehirlerin bilhassa Fâtımîler’in kendi dinî propagandası için kurulmuş olduğu gözden kaçmamaktadır. Özellikle bölgedeki fütuhat ortamı sebebiyle meşhed ve türbelerin ön plana çıktığı imar faaliyetinde inşa edilen dinî yapıların mühim bir kısmı Eyyûbî devrindeki tamir ve tâdillerle ayakta kalmıştır.

Fâtımî döneminde bir sınır karargâhı olan Asvan mimari faaliyetler bakımından dikkat çekici bir merkez hüviyetindedir. Buradaki eserlerin en erken örneklerini, şehrin dışında geniş bir alana yayılan mezarlıktaki XI-XII. yüzyıllara tarihlenen değişik plan tiplerinde türbeler ve mezarlar oluşturmaktadır. Bunların ilginç yönü, Ağlebî mimarisiyle değişik bölgelerden gelen tesirleri bir araya getiren ve mahallî özellikleri de güçlü olan bir mimari bütün teşkil etmesidir. Bilhassa kubbe kasnaklarında yer almaya başlayan mukarnaslı teşkilât ve kubbelerin oluşumu dikkat çekicidir. Kubbeler yanında tonoz örtü sistemi de yaygın olarak kullanılmıştır. Kahire’deki XI-XII. yüzyıllara ait Fâtımî anıtlarıyla yakın benzerlikler gösteren bu yapılar ilginç görünümler arzetmektedir. Anıtların kitâbeli mezar taşlarının genellikle sökülmüş olması bunların kesin biçimde tarihlendirilmesini güçleştirmektedir.

Asvan’da 1901 yılında ortadan kaldırılan, esası dokuz kubbeli ve minareli bir cami olması muhtemel, Yetmiş Yedi Velî Türbesi olarak bilinen yapı ile bir tepe üstünde yer alan ve üç kemerli bir revaktan geçilerek girilen meşhed önemli binalardır. Giriş bölümü ortası kubbeli üçlü bir plana sahip olup kuzey tarafında tonoz örtülü bir mekânla güney tarafında yukarıya çıkan bir merdiven bulunmaktadır. Geniş bir avludan geçilerek ulaşılan ana mekân ortada mihrap önü kubbeli, yanlarda tonoz örtülü üç bölümlüdür. Sivri kubbe pandantifler üzerinde yer alan sekizgen kasnağa oturtulmuş olup üstünde üçlü pencereler yer almaktadır. Bu mekânın kuzeyinde avludan girilen ortası kubbeli, yanları tonoz örtülü bir bölüm daha vardır. Yapı diğer benzerleri gibi XI-XII. yüzyıllara tarihlendirilmektedir.

Asvan’ın güneyinde harap olmuş bir yapı kompleksine ait silindirik gövdeli Tâbiye Minaresi kerpiç ve pişmiş tuğla malzemeyle yapılmıştır. Tepeye yakın üç sıra kûfî kitâbeli minareye içten tonoz örtülü bir merdivenle çıkılmaktadır. Benzeri iki minare de Asvan’ın güneyinde Şellâl yakınlarında bulunmakta olup Asvan Minaresi gibi Fâtımî devrine ve özellikle 469-474 (1077-1081-82) yılları arasına tarihlenmektedir. Minarelerden ilki Meşhedü’l-Bahrî olarak bilinmektedir. Kare alt bölüm üstüne silindirik gövdeli minarenin iki sıra kûfî kitâbesinde Ubeyd b. Ahmed b. Selâme tarafından yaptırıldığı belirtilmektedir. Ayakta duran minarelerden ikincisi diğerlerine yakın özellikler gösteren Meşhedü’l-Kıblî Camii’ne ait olmalıdır. Cami yamaçta yer aldığı için tonozlu bir alt teşkilât üzerine yerleşmiş altı kubbeli bir yapı olarak düzenlenmiştir.

Bu minarelere çok benzeyen bir başka örnek de İsnâ’dadır. Günümüzdeki şekliyle geç bir Osmanlı devri eseri olan ve Câmiu’l-Amrî (Câmiu’l-Atîk) olarak bilinen yapının yanında yer alan minare muhtemelen Fâtımî Veziri Bedr el-Cemâlî’nin bölgede kazandığı zaferlerin sembolü olarak 474’te (1081-82) tamamlanmıştır. Kare alt kısım üstüne sekizgen gövdeli minarenin üst bölümü içbükey kenarlı olup üst uç kenarları dışa doğru uzanmaktadır. Her yüzde pencereleri bulunan, kerpiç ve pişmiş tuğladan inşa edilmiş yapının ahşap desteklerle takviye edildiği görülmektedir. Minare üzerinde yer alan kitâbede Fâtımî yöneticilerinden, Kūs Camii’ni de tamir ve tâdil ettiren Fahrülmülk Sa‘düddevle Ebû Mansûr Sartekin


adıyla 474 (1081-82) tarihi okunmaktadır. Kitâbede mevcut bir kelimenin minareyle ilgili en erken ifadelerden biri olması İslâm mimarisi için önemlidir. İsnâ’da 1695 tarihli bir Osmanlı devri kervansarayı da yer almaktadır. Bu tip minarelerin bir diğer örneği ise Luksor’da Eski Mısır Tapınağı’nın doğusundaki Pilon arkasında bulunan, XIX. yüzyıla ait Ebü’l-Haccâc Camii yanındaki iki minareden biridir. 469-474 (1077-1081-82) yıllarına tarihlenen ve kare tabanlı, silindirik gövdeli olan bu kerpiç tuğla minare ahşap desteklidir.

Mısır’daki önemli bir diğer merkez IX ve X. yüzyıllarda ticaret yolları kavşağında yer alan, Kahire’nin güneyinde ve Nil’in doğu kıyısındaki Kūs şehridir. 476 (1083) tarihli Câmiu’l-Amrî, Fâtımî devri eseri olmasına rağmen 550 (1155) ve 575’te (1179) Eyyûbîler tarafından büyük ölçüde tamir edilmiş, daha sonra da Memlükler ve Osmanlılar tarafından elden geçirilmiştir. Caminin minaresi ve kıble duvarı Fâtımî döneminden olup diğer duvarlar daha geç tarihlidir. Fâtımî Veziri Talâi‘ b. Rüzzîk’ın yaptırdığı ahşap minber girift geometrik süslemelere sahiptir (Bierman, I, 354, 356, 365). 514-524 (1120-1130) yıllarına tarihlenen veya 568’de (1173) Mübârek b. Kâmil b. Mukalled b. Ali b. Nasr’ın bu camiyi imarı sırasında inşa edilen Eyyûbî türbesi de Kūs’ta bulunan önemli eserlerdendir.

Feyyûm’da Mescidü’ş-Şeyh Ali er-Rûbî ve Mescidü Kayıtbay Memlük devri eserleridir. el-Mescidü’l-Muallak ile Emîr Süleyman Mescidi ise Osmanlı dönemine aittir. Ayrıca Memlükler devrinden Kalyûb’da Sîdî İbrâhim Camii, Füve’de (Kefrüşşeyh) Nasreddin Camii, Ebû Tîc’de (Asyut) Şeyh Fergal Camii, Osmanlılar devrinden Dimyat’ta Mescidü Bedrî, Rıdvâniye Zâviyesi ve Asyut’ta Mescidü’l-Mücâhidîn mimari değer taşıyan yapılardır.

BİBLİYOGRAFYA:

U. Monneret de Villard, La necropoli musulmana di Aswan, La Caire 1930; L. Golvin - D. Hill, Islamic Architecture in North Africa, London 1976, s. 73-90; K. A. C. Creswell, The Muslim Architecture of Egypt, New York 1978, I-II; Suâd Mâhir Muhammed, Mesâcidü Mıśr ve evliyâǿühe’ś-śâliĥûn, Kahire 1981, I-V, tür.yer.; Kemâleddin Sâmih, el-Ǿİmâretü’l-İslâmiyye fî Mıśr, Kahire 1983; Hüsnî M. Nüveysır, el-Ǿİmâretü’l-İslâmiyye fî Mıśr, Kahire, ts. (Mektebetü zehrâi’ş-şark); J. Bloom, Minaret: Symbol of Islam, Oxford 1989, s. 125-144; a.mlf., “Five Fatimid Minarets in Upper Egypt”, Journal of the Society of Architectural Historians, XLIII, Illinois 1984, s. 162-167; a.mlf., “The Introduction of the Muqarnas into Egypt”, Muqarnas, V, Leiden 1988, s. 21-28; Mustafa Abdullah Şeyha, el-Âŝârü’l-İslâmiyye fî Mıśr, Kahire 1992; A. Petersen, “Egypt (Excluding Cairo)”, Dictionary of Islamic Architecture, London 1996, s. 79-81; I. A. Bierman, “Art and Architecture in the Medieval Period”, The Cambridge History of Egypt (ed. C. F. Petry), Cambridge 1998, I, 339-374; A. Lézine - A. R. Abdul Tawwab, “Introduction à l’étude des maisons anciennes de Rosette”, AIsl., sy. 10 (1971), s. 149-205; S. Labib, “al-Iskandariyya”, EI² (İng.), IV, 132-137; J. - Cl. Garcin, “Ķūś”, a.e., V, 514-515; Seyyid Muhammed es-Seyyid, “Feyyûm”, DİA, XII, 514-515; a.mlf., “İskenderiye”, a.e., XXII, 576-579; Eymen Fuâd es-Seyyid, “İskenderiye”, a.e., XXII, 574-576; G. T. Scanlon, “Islamic Egypt”, The Oxford Encyclopedia of Archaeology in the Near East, New York 1997, II, 205-207.

A. Engin Beksaç