MİLLİYETÇİLİK

Belirli bir coğrafyada ortak kültürel ve / veya etnik kökene sahip toplulukların siyasî ve tarihî meşruiyetiyle yüceltilmesini hedefleyen siyasal, sosyal, kültürel, dinî düşünce ve yaklaşımlarla ideolojik anlamda millî devletin güçlenmesini en önemli hedef sayan bir anlayış olarak milliyetçiliğin 1789 Fransız İhtilâli’nin ardından geliştiği kabul edilir. Kısa zamanda meydana getirdiği yeni devlet örgütlenmeleri itibariyle bütün zamanların en etkili siyasî ideolojisi olan milliyetçiliğin modern bir kavram olmasına karşılık kişinin üyesi bulunduğu sosyal gruplara ve kültürel unsurlara sevgi ve bağlılık göstermesi insanlık tarihiyle başlayan tabii bir süreçtir.

Avrupa’da parçalanmış feodal yapılardan mutlak monarşilere geçiş aşamasıyla belirginleşmeye başlayan kimlik homojenleşmesi ve Fransız İhtilâli’nden sonra bir bakıma ulus olgusu ile devletin aynîleşmesi biçiminde olarak ortaya çıkan yeni devlet örgütlenmesi daha önceki feodal, dinî ya da imparatorluk idealleri etrafında teşekkül eden siyasal yapılanmalardan farklı bir oluşumdu. Bu yeni oluşum, bir yandan halkı egemenliğin kaynağı şeklinde tanımlayarak din veya hânedan kaynaklı iktidar haklarını devre dışı bırakırken öte yandan her ulusun kendi devlet örgütlenmesini gerçekleştirmesi anlayışını doğurdu. XIX. yüzyılın hâkim siyasal akımı olan bu gelişme neticesinde son iki yüzyılda 100’den fazla yeni ulus-devlet kurularak geleneksel yapılanmalar parçalandı. XX. yüzyılda da yeni “mikro milliyetçilik”ler belirdi.

Milliyetçiliğin kökeni ve tezahürleriyle ilgili literatürde, yeni bürokratik devlet formunun meşrulaştırılmasına mâtuf siyasal boyutla bir millete ait olma duygusu, din, dil, etnik yapı gibi kültürel ve iktisadî menfaat gibi maddî unsurlara sık sık vurgu yapılmaktadır. Milliyetçiliği besleyen duygu kanalları ve bunların önceliği şartlara göre değişmekle birlikte milliyetçiliğin meşruiyet zeminini oluşturmada vatan fikri, tarihî derinlik ve dinî aidiyet özellikle baskındır. Bu durum, geleneksel biçimde insanların dünyayı ve hayatı anlamlandırmasında birinci derecede değerlendirdikleri dinle milliyetçilik ilişkisinde ve etkileşiminde daha belirgin olabilmektedir. Bu çerçevede modern milliyetçilik, hiyerarşik değeri yüksek kültür unsurlarından biri olarak yücelttiği kurumlar arasında dine yer verdiği zaman eklektik bir muhteva da kazanmıştır. Bu husus, özellikle sömürgeciliğe direniş sürecinde bazı Asya ve Afrika ülkeleriyle günümüz Doğu Avrupa ülkeleri örneğinde açıkça görülür. Böyle durumlarda genellikle dinî inanç ve sembollerin milliyetçilik hedefleri doğrultusunda yeniden yorumlanıp siyasallaştırılması söz konusudur.

Günümüzde dünyanın hâkim siyasî yapılanmasının milletler ve siyasî sınırlarının da millî devletler temelinde belirlenmiş olması, siyasî düşünceler tarihinin en girift konularından biri olan milliyetçiliği en liberal çeşitlerinden sol düşünce ile birlikte anılanlarına kadar bütün türleriyle hâlâ en çok tartışılan bir vâkıa şeklinde gündemde tutmaktadır. Bu alanda mevcut geniş literatürün işaret ettiği ana husus her zaman ve zeminde geçerliliği olan, sınırları, mahiyeti ve esasları belirli bir tek millet ve milliyetçilik anlayışının ve düşünce sisteminin mevcut bulunmadığıdır.

İslâm Dünyası. Batı’da gelişen siyasî milliyetçilik düşüncesinin müslüman toplumlara intikalinde müslümanların dil ve zihniyet dünyasında daha çok dinî inanç birlikteliğine işaret eden millet kelimesinin bu mahiyetinden soyutlanarak etnik temelli “kavim, ırk” anlamlarında kullanılması ve bu anlamda bir milliyetçiliğin İslâm kültürüyle bir arada bulunup bulunamayacağı daima tartışılmıştır. İnsan topluluklarının etnik özellikleri sebebiyle farklılaştıkları ve bunun onlar arasında statü ve değer farklılıklarına da yol açtığı şeklindeki yaklaşımın, insanlar arasında takvâ dışında bir farklılık sebebi tanımayan İslâmî düşünceye (el-Hucurât 49/13) aykırı olduğu açıktır. Ancak başlangıcı itibariyle anlam kaymasına uğrasa da zamanla sosyolojik bir mahiyet kazanan milliyetçilik üst kavramıyla meselâ Türkçe’de atıfta bulunulan bütün duygu, düşünce ve siyasî tavır formlarını sadece bu şekilde değerlendirmek mümkün değildir. Esasen İslâm toplumlarında gelişen ve aşırı yorumlar içeren kavmiyetçilik, ırkçılık gibi yaklaşımlar marjinal akımlar olarak kalırken (bk. IRKÇILIK; KAVİM) İslâmiyet’in bir vâkıa şeklinde farklı kavim ve milletlerin varlığını tasdik ettiği ve kimlik yönünden bunlara ait olmanın bir hikmet taşıdığı da Kur’an’da açıkça zikredilmiştir ( el-Hucurât 49/13).

Siyasî bir hareket olarak milliyetçiliğin müslüman toplumlarda gelişmesi Batı’dan farklı bir seyir takip etmiştir. Bu süreç, ya Osmanlılar’da olduğu gibi


dağılmaya yüz tutan bir yapının unsurlarını bir arada tutabilmek için düşünülen Osmanlıcılık ve İslâmcılık hareketlerinin yanında hiç olmazsa bu yapının bakiyesinden sağlam bir bünye çıkarabilme gayesine mâtuf veya sömürgeleşmiş Asya ve Afrika müslüman toplumlarında önce sömürgeciliğe direniş, ardından bağımsızlık hedefinin tahakkuku için öngörülen bir düşünce olarak gündeme gelmiştir. Ancak sonraki aşamada bu tür milliyetçilikler varlıklarını meşrulaştırabilmek amacıyla giderek laikleşmiş, Batı’da olduğu gibi kendilerine uygun bir dil, tarih ve hatta ırk inşası ve gelecek tasavvuruyla farklı mecralara sürüklenmiştir.

Osmanlı Dönemi. Milliyetçilik, Osmanlı Devleti’nin müslüman unsurları arasında XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gelişmeye başlayan siyasî-fikrî düşünce akımları içerisinde en geç ortaya çıkanıdır. Bu akım, Batı’daki örneklerinin aksine bir kısım müslüman tebaanın mevcut devlet yapılanmasından ayrılıp kendi devletlerini oluşturma arzularının sonucu değil, farklı iç ve dış dinamiklerin etkisiyle parçalanma ihtimali beliren bir yapının tebaasını meydana getiren nisbeten farklı kimliklerin yeni şartlar altında varlıklarını ve bağımsızlıklarını devam ettirmek istemeleri şeklinde değerlendirilmelidir. Bu çerçevede siyasî-felsefî anlamda bir Türk milliyetçiliği hareketinden bahsedilebilmesi ancak XX. yüzyıl başlarına ait bir keyfiyet olmakla birlikte buna zemin hazırlayan gelişmeler XIX. yüzyılın ikinci yarısına aittir ve öncelikle dil ve kültür ağırlıklı bir Türklük bilinci oluşturmaya yöneliktir.

Bir Tanzimat projesi olup farklı dinî (müslim-gayri müslim) ve etnik (Türk-gayri Türk) gruplardan teşekkül eden tebaayı bir millet haline getirme ve yeni şartlarda bir vatandaşlık oluşturma (millet icat etme) teşebbüsü olan Osmanlıcılık (ittihâd-ı anâsır) fikri savaşlar, ekonomik çöküntü, Balkanlar’daki toprak kayıpları, Kafkasya ve Balkanlar’dan göçmen akını gibi gelişmeler sebebiyle yerini fiilen İslâm dayanışması (ittihâd-ı İslâm) siyasetine bırakmıştı. Adı İttihâd-ı İslâm olan (1873) Osmanlıca matbu ilk risâlenin yazarı Çorlulu Esad Efendi’nin ittihâd-ı İslâm’ı bir tür milliyetçilik veya müslüman milliyetçiliği olarak da yorumlaması dikkat çekicidir. Esad Efendi’ye göre Avrupa devletleri Amerika ve Rusya’da bir zamandan beri millî birlik (ittihâd-ı milel) fikri, siyasî birliği sağlamak ve yeni bir vatandaş tipi ortaya çıkarmak için gelişmiş bir fikirdir. Burada başka unsurlar yanında mezhep (din) ve ırk unsurları da birer vâsıta-ı ittihâddır. İslâm dünyasında ise vâsıta-ı ittihâd Avrupa’dakilerden farklı şekilde İslâm’dır, dindir. Böyle olunca millî birlik (milliyetçilik) ittihâd-ı İslâm çerçevesinde teşekkül edecek, yeni Osmanlı vatandaşları / vatandaşlığı da aynı fikir etrafında oluşabilecektir. İttihâd-ı İslâm fikri etrafında teşekkül edecek milliyetçilik siyasî olarak halifede ve Osmanlı Devleti’nde temsil edilecek, fakat bütün müslümanları da kuşatacaktır. II. Abdülhamid döneminin iç ve dış siyasetinde de baskın olan bu yaklaşımın hâkim atmosferinde “Türk, vatan” gibi modern milliyetçiliğin yeni anlamlar yüklediği kelimeler, gelişen basın hayatında yeni içerikleriyle daha yaygın biçimde kullanılmaya başlandı. Henüz sosyolojik keyfiyetini kazanmamış olan Türk kelimesinin bu yeni dönüşümünde Batı’daki Türkoloji çalışmalarının da katkısının yanı sıra Polonyalı Mahmud Celâleddin Paşa, Ahmed Vefik Paşa, Süleyman Paşa, Buharalı Şeyh Süleyman Efendi ve Ahmed Mithat Efendi gibi yazarların Türklüğe ve Türk dilinin önemine dair neşriyatı, ilmî ve kültürel Türkçülük devrinin başlangıcı olarak literatürde özellikle vurgulanmaktadır.

Diğer taraftan Kafkasya ve Orta Asya’da Rus hâkimiyetinin yerleşmesinden sonra ümitlerini Osmanlılar’a bağlayan Osmanlı dışı Türk unsurların faaliyetleri de bu süreçte etkili olmuş, özellikle Kırım ve Kazan aydınları arasında panslavizme karşı geliştirilen pantürkizm akımı yankılarını çok geçmeden Osmanlılar’a da ulaştırmıştır. Yusuf Akçura’nın Jön Türkler’in boş yere Osmanlıcılık üzerinde ısrar ettikleri gerekçesiyle 1904 yılında Mısır’da Türk gazetesinde yayımladığı “Üç Tarz-ı Siyâset” başlıklı meşhur makalesi Osmanlılar arasında siyasî Türkçülüğün ilk ciddi işareti olarak değerlendirilir.

Balkanlar’da gelişen Sırp, Bulgar, Makedon milliyetçiliklerine karşı Osmanlı subayları arasında Türk kimliğine giderek artan bir eğilim söz konusudur. Bu şartlar içerisinde gerçekleşen II. Meşrutiyet’in nisbî hürriyet havasında 1908’de Türk Derneği, 1911’de Türk Yurdu Cemiyeti kuruldu. Selânik’te Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin gibi isimler tarafından yayımlanan Genç Kalemler dergisiyle önce Türk Yurdu Cemiyeti’nin ve daha sonra Türk Ocağı’nın yayın organı olan Türk Yurdu dergisi, Türkler’e İslâm ve Osmanlı kimliği yanında ayrıca bir Türk kimliği kazandırmaya yönelik yazılarla dikkat çekti.

Bu yeni dönemde ana fikir, asrın ruhunun milletleşme olduğu ve dünyanın bu en müessir akımından Türkler’in istisna edilmesinin imkânsızlığı idi. Yusuf Akçura buna “kābil-i tatbik” olma unsurunu da ekledi. Bu durumda izlenecek tek siyaset önce Osmanlı dünyasındaki Türkler’in millî kimliğini tesis etmek, ardından bütün Türkler’i birleştirmeye (Turan) yönelik bir yol tutmaktı. Türkçülüğe özellikle İslâmcılar’ın, “İslâm’da dâvâ-yı kavmiyyet yoktur” gerekçesiyle yönelttikleri eleştiriler Türkçüler tarafından İslâm’ın millet gerçeğini kabul ettiği, Türkler’in millet mefkûresinin Türklük, ümmet mefkûresinin de İslâm olduğu, Türkçülüğün nihaî bir dünya görüşü değil mevcut gerçekliğin dayattığı siyasî bir yol sayıldığı gibi Türkçü-İslâmcı denilebilecek bir tavırla cevaplandırılmıştır (bk. TÜRKÇÜLÜK).

İslâm dünyasında ve Osmanlı topraklarında yeşermeye başlayan milliyetçilik etrafındaki fikirler kavramsal çerçeveyi de etkileyecektir. Tartışmaların başladığı XIX. yüzyılın son çeyreğinde aynı anlam dairesi içinde yer alan üç kavramdan millet din ekseninde, kavim kan bağı, akrabalık-kabile ekseninde, cins ırk ekseninde tanımlanıyordu. Avrupa’da gelişen milliyetçilik hareketleri için kavim-kavmiyet kelimelerinin kullanılması da bu çerçeve içinde doğruydu (Mehmed Âkif’in [Ersoy] 1913 tarihli, “Hani milliyyetin İslâm idi... kavmiyyet ne!” mısraı bu çerçeveye atıfta bulunur). Fakat İslâm dünyasında yükseliş gösteren milliyetçilik hareketlerine hem meşrûluk kazandırmak hem de onları dinî bir çerçevede yorumlayabilmek için “nation” karşılığı olarak kavim kelimesinin değil milletin ısrarla tercih edildiği görülecektir. Bu süreçte millet kavramı kavim kavramına doğru yaklaşacak, buna paralel olarak ümmet din eksenli siyasî ve içtimaî bir millet fikri için kuvvet kazanacaktır. Ümmetçilik fikrinin giderek daha fazla milliyetçilik fikrinden uzaklaşması sürecinin kaynağı da bu kavramsal kaymalardır.

İttihat ve Terakkî’den Cumhuriyet’e geçişte Türkçülük milliyetçilik, millî kimliğin oluşması ve İslâm’ın bu kimliğin aslî bağlayıcı unsuru olduğu tezi üzerine bina edilmiştir. Bu yaklaşım, Cumhuriyet’in mübadeleye esas teşkil eden Türk tanımlamasında da kendini göstermiştir. Ancak Cumhuriyet’in giderek modern, seküler ve devletçi eksende Osmanlı geçmişinden soyutlanmış yeni bir devlet formu üzerinde yoğunlaşmasıyla bir İttihat ve Terakkî


bakiyesi olarak değerlendirilen bu anlayış etkisini kaybetmiştir.

Cumhuriyet devrinde en azından 1930’lara kadar olan zaman diliminde milliyetçilik, bir millî kimlik inşası hedefinden ziyade siyasî bir millet meydana getirme düşüncesi olarak hâlâ ümmet şuuru baskın olan halkı modernleştirmeye ve yeniden şekillendirmeye dönük, dış Türkler’i devre dışı bırakan bir karakter arzetmektedir. Bu şartlarda Cumhuriyet’in ilk yıllarında millet anlayışı etnik değil kültürel esaslıdır ve bir bakıma Tanzimat’ın bütün tebaayı Osmanlı kimliği altında birleştirme projesinin benzeri olarak Cumhuriyet de Türkiye sınırları içerisinde kalan bütün müslüman tebaayı Türk üst kimliği altında toplamayı hedeflemiştir.

Resmî bürokrasinin dışındaki aydınlar tarafından temsil edilen ve tek parti döneminin şartlarında İslâmî referansları neredeyse tamamıyla dışlayan, ayrıca komünizm düşmanlığına yönelik ırkçı-Turancı siyasî açılımlar teklif eden en güçlü eğilim, 1930’ların başında yayın hayatına giren Atsız mecmuası etrafında gelişmeye başlamıştır. Bunu Reha Oğuz Türkkan, Rıza Nur, Necdet Sancar gibi isimlerin çıkardığı veya yazılar yazdığı Çağatay, Ergenekon, Bozkurt, Gökbörü, Tanrıdagı gibi dergiler takip etmiştir.

1924’ten 1960’lı yılların sonlarına kadar İslâmî ve muhafazakâr gruplar bir ölçüde dönemsel öğeler dolayısıyla, bir bakıma da yakın tarihî kaynaklarında bulunduğu için kendilerini milliyetçilik şemsiyesi altında ifade etmişlerdir. Türkçü-Turancı milliyetçi çizgiden ayrı olduklarını vurgulamak için kullandıkları ifade “muhafazakâr milliyetçilik”tir. Bu terkipteki muhafazakâr kelimesi bir tarafıyla İslâmî endişeleri, diğer tarafıyla da millî-dinî öğeleri ifade etmektedir. Siyasî merkezin bu milliyetçilik anlayışına verdiği isim “mutaassıp milliyetçilik”tir.

Cumhuriyet devrinde en az üç farklı yorumu bulunan Anadoluculuk fikriyatı da Türk milliyetçiliği içinde önemli bir damarı oluşturur. Fikrî-edebî yönden Halikarnas Balıkçısı’nın (Cevat Şakir), akademik yönden arkeoloji ve bazı sanat tarihi uzmanlarının temsil ettiği Anadolu milliyetçiliği genel olarak Anadolu’daki İslâmiyet öncesi kültür ve medeniyet birikimine (Hitit, Yunan) vurguda bulunuyor ve bunları kurucu unsur haline getiriyordu. Bu tezin Cumhuriyet ideolojisinin resmî teziyle yakınlaşan tarafları da vardır. Yahya Kemal’in (Beyatlı) başını çektiği, Dergâh mecmuası çevresiyle temelleri atılan ikinci Anadoluculuk fikri tarihi, tarihî gerçekleri hissî ve kültürel bir formda yorumlayarak inşa edilmiştir. Bu milliyetçilik yorumunda İslâm ve müslüman Türkler’in Anadolu’ya gelişi (1071 vurgusu da var) önemli sayılmakla beraber kurucu bir unsur olmaktan ziyade diğer bütün unsurları bünyesinde toplayan ve devamlılıklarını sağlayan önemli bir şemsiye veya koruyucu daire mahiyetindedir. Akademik yönden bu çizgiyi sürdüren kişilere örnek olarak Hilmi Ziya Ülken verilebilir. Üçüncü Anadoluculuk yorumunun kurucusu Nurettin Topçu’dur. Milliyetçilik ve muhafazakârlık yorumunun merkezine İslâm’ı, özellikle tasavvufu yerleştiren Topçu’da, tasavvufî İslâm, hem başat kurucu ve devamlılığı sağlayıcı temel unsur hem de kriz dönemlerini anlamak ve aşmak için müracaat edilecek ana kaynaktır. 1071 vurgusu burada da güçlü bir unsurdur. Fakat tarih ve coğrafya merkezli Anadoluculuk yorumlarına ciddi tenkitler yöneltilmiştir. Modernleşme döneminde ağırlıklı biçimde tenkit ve tasfiye alanı olarak görülen tasavvufun hem bir felsefe hem de bir içtimaî yapı (ahlâk ve zihniyet) şeklinde Anadolu milliyetçiliğinin merkezine yerleştirilerek yeniden inşası ve yorumlanması Topçu’ya özel bir yer kazandırmıştır.

Daha çok devletin güçlenmesi ve bekası ile komünizm düşmanlığına odaklanan 1950 sonrası Türk milliyetçiliği fikriyatı, İslâmî köklerini tekrar kazanma eğiliminde olup milliyetçiliği dinî bir çerçevede tanımlamakta, ırkçı-Turancı eğilimlerin tesirinin giderek zayıfladığı bir karakter arzetmektedir. Bu tarihten sonraki Türk milliyetçiliğinin hâkim özelliklerini yansıtan ana çizgi zaman zaman mâneviyatçı, mukaddesatçı ve muhafazakâr gibi tanımlamalarla birlikte zikredilir.

Araplar’da Milliyetçilik. Osmanlı Devleti’nde millet-i hâkimenin aslî unsurlarından olan ve İslâm geleneğinde “kavm-i necib” diye ayrı bir itibar gören Araplar arasında Araplar’ın ortak dil, tarih, coğrafya ve etnik temellere dayalı müstakil bir millet oluşturduğu ve bu milletin kendi devletini kurması gerektiği anlamındaki siyasî Arap milliyetçiliği, Osmanlı sonrasında Batılılar’a karşı verilen bağımsızlık mücadelesi dönemine ait bir gelişmedir.

XIX. yüzyılın başında Avrupa’nın Ortadoğu’ya müdahalesiyle mahallî dengelerin bozulması ve Osmanlı otoritesinin giderek zayıflaması, Avrupa’ya giden Mısırlı öğrencilerin Batı’daki yeni fikirleri taşımaları gelişmelerin başlangıcını teşkil eder. XIX. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’nın Arap topraklarında artan nüfuzuna karşı bir tepki şeklinde doğan yabancı düşmanlığı Mısır merkezli Arapçılık fikriyatının kökenlerini oluşturmuştur. Diğer taraftan özellikle Suriye ve Lübnan’da Batı ile yakın ilişkiler içinde yetişmiş hıristiyan yazarlar da Avrupa kökenli yeni fikirlerin Araplar arasında yayılmasında öncü rolü oynamıştır. Ancak bu tür gelişmeler Arap âleminde toplumsal destek bulamamış ve Araplar arasında din birlikteliği belirleyici olmaya devam etmiştir (Zeine, s. 52-54).

İttihat ve Terakkî dönemi Arapçılık fikriyatının gelişme devridir. II. Meşrutiyet sonrasındaki nisbî serbestlik ortamı, her kesimin olduğu gibi Araplar’ın da cemiyetleşmeye ve basın yayına önem verdikleri bir dönemi başlatmış, 1908-1914 yılları arasında ondan fazla resmî veya gizli Arap cemiyeti kurulmuştur. Ancak Araplar’ın büyük çoğunluğu I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı hilâfet merkezini desteklemek ve Osmanlılık’ta ısrar etmekle birlikte Şerîf Hüseyin ailesi gibi bir kısım Araplar siyasî ihtirasları yüzünden İngilizler’in desteğiyle topladığı birkaç bin civarında bedevî kuvvetiyle isyan başlatmıştır.

Savaşın hemen arkasından bağımsızlık beklerken İngilizler’in veya Fransızlar’ın manda yönetimi altına giren Araplar çıkış yolu olarak Arap milliyetçiliğine sarılmıştır. Zamanla radikalleşen Arap milliyetçilik hareketlerinin bu dönüşümünde Filistin’de bir İsrail devleti kurulmasına giden gelişmelerin büyük payı olmuştur. Ancak Avrupalı devletlerin teşkil ettiği Ortadoğu yapılanmasında problemli pek çok alanın bırakılmış olmasının yanı sıra Araplar arasında geleneksel kabile anlayışının hâlâ güçlü bir şekilde yaşaması, bütün Araplar’ı kuşatacak çerçevede et-nik merkezli bir hareket gerçekleştirmeyi mümkün kılmamıştır. Arap ülkeleri 1945-1962 yılları arasında bağımsız olmuş ve Arap Devletleri Ligi (League of Arap States) şemsiyesi altında toplanmıştır. Bu dönemde Cemal Abdünnâsır’ın himayesinde gelişen siyasî Arap milliyetçiliği Michel Eflak gibi isimlerle ideolojik boyutlarını milliyetçi sosyalizm şeklinde sistemleştirmiştir. İslâm’ı bir gelenek ve kültür şeklinde sahiplenen Arap milliyetçiliği, etnik değer ve dil üzerine inşa edilen ve Araplar’ın medeniyet kabiliyetlerine vurgu


yapan ideolojik boyutu öne çıkarmıştır (bk. PANARABİZM).

İran’da Milliyetçilik. Modern milliyetçiliğin müslüman toplumlardaki yükselişini etkileyen gelişmeler İran’da da geçerli olmuştur. I. Dünya Savaşı yılları, romantik Fars milliyetçiliğinin ortaya çıktığı ve İslâm öncesi Fars kültür ve tarihinin sık sık öne çıkarıldığı dönemdir. 1921’de Rızâ Han İran tahtına oturunca bu eğilim daha belirgin hale geldi. II. Dünya Savaşı yıllarında İran’ın İngilizler ve Ruslar tarafından işgal edilmesi milliyetçi duygularını arttırdı. Savaş sonrasında İran’ın Amerikan nüfuzuna girmesi üzerine Muhammed Musaddık önderliğinde milliyetçi, sol ve muhafazakâr eğilimlerden oluşan bir muhalefet hareketi (cephe-i millî) kuruldu. 1953’te yapılan askerî darbenin ardından Rızâ Şah Pehlevî yönetime tamamen hâkim olunca İran’daki Fars milliyetçiliği ülkenin kendine has durumu sebebiyle resmî devlet milliyetçiliği şeklinde gelişmiştir.

Müslümanların dinî inanç ve farklılıklar dışındaki kültürel unsurlar bakımından beraber yaşadığı insanlarla aynı özelliklere sahip bulunduğu Hindistan ve Uzakdoğu coğrafyalarında Pakistanlı, Endonezyalı veya Malay gibi kimliklerin oluşumunda belirgin temel şüphesiz İslâm’dır. Benzer bir durum Bosna’da Boşnaklar açısından da geçerlidir. Aynı şekilde kısmen Arnavutluk hariç Balkanlar’daki müslüman Makedon ve Kosovalılar arasında gelişen hareketler de Sırp ve Makedon milliyetçiliğine karşı Osmanlı-İslâm ekseninde sergilenen bir direniş özelliği taşır.

BİBLİYOGRAFYA:

Babanzâde Ahmed Naim, İslâm’da Dâvâ-yı Kavmiyyet, İstanbul 1332; Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları (Ankara 1339), Ankara 1986; Peyami Safa, Türk Inkilâbına Bakışlar, İstanbul 1938; Mehmet Ali Ayni, Milliyetçilik, İstanbul 1943; H. Seton-Watson, Nationalism: Old and New, Sydney 1965; Ali Kemal Meram, Türkçülük ve Türkçülük Mücadeleleri Tarihi, İstanbul 1969; Mehmed İzzet, Milliyet Nazariyeleri ve Millî Hayat, İstanbul 1969; Nationalism in Asia and Africa (ed. E. Kedourie), London 1971; H. Kohn, “Nationalism”, Dictionary of the History of Ideas, New York 1973, III, 321-338; I. Wallerstein, The Modern World System, New York 1974; Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Ankara 1976; Arab Nationalism: An Antology (ed. S. G. Haim), Berkeley 1976; Z. N. Zeine, The Emergence of Arab Nationalism, New York 1976; Rashid Khalidi, “Arab Nationalism in Syria: The Formative Years, 1908-1914”, Nationalism in a Non-National State (ed. W. W. Haddad - W. Ochsenwald), Ohio 1977, s. 207-237; D. Kushner, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu: 1876-1908 (trc. Şevket Serdar Türet - Rekin Ertem), İstanbul 1979; J. Breuilly, Nationalism and the State, Manchester 1982; B. Anderson, Imagined Communities, London 1983; A. D. Smith, Nationalism and Modernism, London 1998; Ali Engin Oba, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, Ankara 1985, s. 15-90; F. Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri: Yusuf Akçura, 1876-1935 (trc. Alev Er), İstanbul 1986; The Origins of Arab Nationalism (ed. Rashid Khalidi v.dğr.), New York 1991; Yusuf Sarınay, Türk Milliyetçiliğinin Tarihi Gelişimi ve Türk Ocakları (1912-1931), İstanbul 1994; Nationalism (ed. J. Hutchinson - A. D. Smith), Oxford 1994; M. Arai, Jön Türk Dönemi Türk Milliyetçiliği (trc. Tansel Demirel), İstanbul 1994; C. J. H. Hayes, Milliyetçilik: Bir Din (trc. Murat Çiftkaya), İstanbul 1995; M. Cemâl Bârût, Ĥareketü’l-ķavmiyyîne’l-ǾArab, Dımaşk 1997; E. Gellner, Nationalism, London 1997; Hasan Kayalı, Jön Türkler ve Araplar (trc. Türkan Yöney), İstanbul 1998; M. Naci Bostancı, Bir Kolektif Bilinç Olarak Milliyetçilik, İstanbul 1999; Tufan Buzpınar, “Arap Milliyetçiliğinin Osmanlı Devletinde Gelişim Süreci”, Osmanlı, Ankara 1999, II, 168-175; S. Seyfi Öğün, Mukayeseli Sosyal Teori ve Tarih Bağlamında Milliyetçilik, İstanbul 2000, s. 1-20, 93-114; Y. M. Choueiri, Arab Nationalism: A History, Oxford 2000; Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce: Milliyetçilik (haz. Tanıl Bora), İstanbul 2002, IV; İsmail Kara, Din ile Modernleşme Arasında Çağdaş Türk Düşüncesinin Meseleleri, İstanbul 2003, s. 290-321; Zeynep Güler, Süveyş’in Batısında Arap Milliyetçiliği Mısır ve Nâsırcılık, İstanbul 2004, s. 176-203; H. Kruse, “The Development of the Concept of Nationality in Islam”, Studies in Islam, II/1, New Delhi 1965, s. 7-16; “Millet Milliyetçilik Millî Kimlik ve Devlet: Seçme Yazılar”, Türkiye Günlüğü, sy. 75, Ankara 2003, tür.yer.; P. J. Vatikiotis, “Ķawmiyya”, EI² (İng.), IV, 781-784; A. K. S. Lampton, “Ķawmiyya”, a.e., IV, 785-790; Şerif Mardin, “19. yy’da Düşünce Akımları ve Osmanlı Devleti”, TCTA, II, 348-351.

Azmi Özcan