METHİYE

(المدحيّة)

Klasik Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında kişi ve topluluklarla çeşitli mekânların övülmesi maksadıyla yazılmış şiir.

Sözlükte “övmek, birinin meziyetlerini dile getirmek” anlamındaki medh kökünün sonuna nisbet eki getirilerek yapılmış olan medhiyye kelimesi Türkçe’de “övgü şiiri” mânasında kullanılan bir edebiyat terimidir. Methiye daha çok kaside şeklinde yazıldığından önceleri “kasîde-i medhiyye” olarak anılmış, daha sonra sadece medhiyye şekli kullanılmıştır. Arap edebiyatında ise genellikle medh, medîh, medîha, ümdûha ve midha kelimeleri kullanılır.

Kur’ân-ı Kerîm’de birçok esmâ-i hüsnâ ile zât-ı ilâhiyye, başta Hz. Muhammed olmak üzere peygamberler (Meryem sûresi altı peygamberin övgüsünü içermektedir, 19/12-15, 30-34, 41-58), çeşitli nitelikleriyle müminler, ayrıca cennet, cennet ehli ve cennet nimetleri övüldüğü gibi Resûl-i Ekrem de ismen birçok sahâbîyi mânevî meziyetlerini ifade ederek övmüş, ümmetin kendisi de birçok şair tarafından methedilmiştir. Ancak Hz. Peygamber gerçeklerle bağdaşmayan, fazilet ve ahlâka ters düşecek şekilde abartılı övmeyi menetmiştir (Wensinck, el-MuǾcem, “mdĥ” md.). Edebî anlamda medih, takdir ve şükran duygularını dile getirmek ya da maddî bir menfaat elde etmek amacıyla daha çok fertlerle ilgili olmakla birlikte kabile, toplum, millet, ülke, vatan, şehir vb.nin güzel sıfat, meziyet ve erdemlerinin anlatıldığı şiirlere de methiye denilmiştir.

Övülme ve beğenilme arzusu insanın fıtratında bulunduğundan övgü şiirleri insanlık tarihi kadar eskidir. Bu sebeple medih Arap şiirinde en çok işlenen konuların başında yer alır. Fahr, mersiye, hamâse, gazel, hamriyyât gibi türlerin temelinde de medih vardır. Eski Arap şiirinin ilk devirlerinde medih yaygın değildi. Yapılan iyiliklere karşı kadirşinaslık ve teşekkür olarak nazmedilmiş methiye niteliği taşıyan bazı parçalar dışında bu dönemlere ait örnek bilinmemektedir. İslâm’dan önceki övgü şiirlerinde fertlerden çok kabileler methedilmiştir. Ancak milâdî VI. yüzyılda başta Meymûn b. Kays el-A‘şâ olmak üzere Nâbiga ez-Zübyânî ve Züheyr b. Ebû Sülmâ gibi şairlerin elinde şiirin bir kazanç vasıtası haline dönüşmesiyle birlikte methiyelerde hızlı bir gelişme olmuştur. Önceleri kasidenin içinde küçük bir kıta halindeyken A‘şâ’nın kasidelerinde olduğu gibi seksen beyti aşan övgüler yazılmış, zamanla bunları kaleme alan şairlere verilen ödüller arttırıldığından şiirler de uzamıştır. Şiirin saraylara yönelerek kazanç vesilesi haline gelmesi bir taraftan methiyelere daha fazla özen gösterilmesine sebep olmuş, diğer taraftan şiire bir sunîlik getirmiş, hatta Züheyr b. Ebû Sülmâ, övülenlerin daha fazla beğenisini kazanmak amacıyla üzerinde bir yıl çalışılan uzun kasidelerin (havliyyât, münakkahât) ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Şairlerin genellikle kabilelerini, bazan da kendilerini tehdit ve tehlikelerden korumak amacıyla devlet başkanlarına hitaben nazmettikleri özür beyanı, af ve merhamet dileyen şiirler en eski methiyeler olarak bilinir. Nâbiga ez-Zübyânî (ö. m. 604), Münzirî ve Gassânî krallarına hitaben nazmettiği i‘tizâriyyâtı ile tanınırsa da bu nevi şiirlerin ortaya çıkışı daha eskidir.

Kudâme b. Ca‘fer eski Arap şiirinde methi insanın doğuştan sahip olduğu kalıcı dört temel erdem olan akıl, adalet, şecaat ve iffet ile bunların birbirleriyle olan münasebetlerinden doğan çeşitli özelliklere bağlamakta, onların dışında taç, taht, zenginlik gibi geçici sıfatlarla yapılacak övgüleri hatalı bulmaktadır (Naķdü’ş-şiǾr, s. 95-117, 184-187). Aslında bu dört özelliği eski Yunan şiirinde ilk defa Eflâtun ve öğrencisi Aristo söz konusu etmiştir. İbn Reşîķ el-Kayrevânî bu hususları en ideal medih özellikleri olarak görmekte, geçici ve bedenî niteliklere yönelik olarak yapılacak övgüyü de geçerli saymaktadır (el-ǾUmde, II, 129). Ayrıca Kudâme ve İbn Reşîķ kral, halife, vezir, vali, kumandan, kadı ve kâtiplerin makam ve görevlerine uygun düşecek övgü kalıplarını saymıştır. İbn Reşîķ bunların dışında kalanların sadece meslekî başarıları, dinî ve ahlâkî özellikleriyle övülmesinin uygun olacağını belirtmiştir. Fârâbî, İbn Sînâ ve İbn Rüşd gibi İslâm filozofları da methiyeyi Aristo’nun sanat felsefesi bağlamında tartışmışlar; onun ahlâkî değerleri yüceltici ve iyi amellerde bulunmaya teşvik edici yönü üzerinde durmuşlardır.

Gelişimini Câhiliye devrinde tamamlamış olan planlı klasik kasidenin ana bölümünü medih kısmı oluşturur. Diğer bölümler onun mukaddimesi ve hâtimesi konumundadır. Çünkü planlı kasidede şair memduhun övgüsüne geçmeden önce hayal ve hâtıralar arasında bir yolculuğa çıkarak bütün insanlığın ortak ilgi alanı olan gençlik ve aşk maceralarının ardından hedefine ulaşmak için yaptıklarını ayrıntılarıyla tasvir eder. Bundan sonra methiye kısmına geçilir ve genellikle kaside kısa bir fahriye bölümüyle son bulur (bk. KASİDE).

Gerek Câhiliye döneminde gerekse İslâm’dan sonra övgü kasidelerinin gelenekleşmiş olan bu bölümlerine bâdiyelişehirli bütün şairler tarafından uzun bir süre özenle riayet edilmiştir. Nitekim İbn Kuteybe ve ona uyanlar bu geleneğin dışına çıkanları eleştirmişlerdir (eş-ŞiǾr ve’ş-şuǾarâǿ, I, 74). Konuyu akılcı bir yaklaşımla irdeleyen İbn Reşîķ çöl hayatı yaşamamış olan şehirli şairlerin çölden, çöl yolculuğundan, onun sıkıntı ve eziyetlerinden söz etmelerini şiir sanatı açısından gerçekçi ve doğru bulmaz. İslâm devrine girildiğinde Arap şiirinde methiye karşılığında maddî kazanç sağlama geleneği iyice yaygınlaşıp yerleşmiş bir durumdaydı. Mekke’de Hz. Peygamber’in ortaya


çıktığını duyan Meymûn b. Kays el-A‘şâ bir methiye nazmetmiş ve sırf mükâfata nâil olmak için Yemâme’den Mekke’ye gelmişti. Bu güçlü şairin müslüman olması ve dolayısıyla İslâm’ın kuvvet kazanmasından endişelenen Kureyşliler kendisine 100 deve vererek şairi geri çevirmiş ve Resûl-i Ekrem’le görüşmesini engellemişlerdir.

Kur’an’da susuz develer gibi vadi vadi, kapı kapı dolaşan, azgınlarla arkadaş olan ve gerçek dışı şiirler üreten şairlerin yerilmesi (eş-Şuarâ 26/224-226), çeşitli hadislerde yalan ve bâtıl övgülerle yüze karşı yapılmış medihlerin yasaklanması övgü şiirlerine itidale dayalı gerçekçi bir anlayış getirmiştir. Bunun sonucunda Hz. Ömer gibi ileri gelen bazı sahâbîler, şairlerin bu tür methiyeler karşılığında bağış almasını hoşgörüyle karşıladıkları gibi Câhiliye devrinin ünlü şairi Züheyr b. Ebû Sülmâ’yı da övdüklerini sadece onlarda bulunan sıfatlarla methetmesi sebebiyle takdirle karşılamışlardır. Başta “şâirü’n-nebî” Hassân b. Sâbit olmak üzere Kâ‘b b. Mâlik, Abdullah b. Revâha ve Ma‘n b. Evs gibi ilk müslüman şairlerin Hz. Peygamber ve müminler için nazmettikleri methiyelerde bu itidal ve gerçekçi anlayış hâkimdir. Ayrıca şairlere beytülmâlden yardım sağlandığı için menfaat uğruna yalan, abartı ve tekellüf dolu övgülerin nazmedilmesi azalmış, birçok şairin şiirinde İslâmî değerler terennüm edilmiş, övgü fertlerden ziyade yeni dinin tanınmasına ve toplumun sorunlarına yönelmiş, büyük ölçüde çöl hayatıyla ilgili girişler azalmıştır. Bu türün en eski örnekleri arasında Resûl-i Ekrem için müşrik Meymûn b. Kays el-A‘şâ’nın yazdığı kaside yer alır. Ondan sonra Kâ‘b b. Züheyr’in kasidesi gelir (bk. KASÎDETÜ’l-BÜRDE). Hz. Peygamber’in vefatı için yazılan methiyelerin birçoğunda mersiye özellikleri de yer almıştır. Onunla birlikte Ehl-i beyt’inin de övüldüğü, Kümeyt el-Esedî, Di‘bil el-Huzâî, Mihyâr ed-Deylemî ve Şerîf er-Radî gibi şairlerin methiyelerinde bu nitelik açıkça görülür. Resûl-i Ekrem’in vefatının hemen ardından sahâbe tarafından nazmedilmiş şiirlerin mersiye olduğunda ihtilâf bulunmamaktadır. Fâtımîler’le Memlükler devrinde Peygamber övgüleri doruk noktasına ulaşmış ve VII. (XIII.) yüzyılda Bûsîrî, İbnü’l-Fârız, Emînüddin el-Erbilî ve Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin kasideleriyle Peygamber övgülerine tasavvufî coşku ve renk gelmiştir.

VIII. (XIV.) yüzyılda Safiyyüddin el-Hillî’nin el-Kâfiyetü’l-bediǾiyye’siyle, genellikle adedi 150’ye ulaşan beyitlerin her birinde en az bir edebî sanatın icra edildiği “bedîiyye” adlı uzun kasidelerle Resûl-i Ekrem’e ait methiyeler çığırı açılmış, İbn Câbir el-Hevvârî el-Endelüsî, İzzeddin el-Mevsılî, İbn Hicce el-Hamevî, Şa‘bân el-Âsârî, Celâleddin es-Süyûtî, Âişe el-Bâûniyye ve Abdülganî en-Nablûsî gibi birçok kişi nazmettikleri bedîiyyelerine şerh de yazmışlardır (bk. BEDÎİYYÂT). Öte yandan Endülüs ve Kuzeybatı Afrika’nın melik ve halife saraylarında, her yıl Hz. Peygamber’in doğum yıl dönümü kutlamaları münasebetiyle düzenlenen şiir yarışmalarında derece alan ve “mevlidiyye / mîlâdiyye / ‘îdiyye” adları verilen, İbn Haldûn, İbn Hâtime, İbn Zümrek ve Lisânüddin İbnü’l-Hatîb gibi müellif ve şairlerin nazmettiği kasideler de Peygamber övgüleri arasında önemli bir yer tutar. Ayrıca Muhammed Abdürraûf el-Münâvî, Mustafa Zeynüddin el-Hımsî ve Ca‘fer b. İsmâil el-Berzencî gibi nâzımların mevlid türü manzumeleri de bu arada sayılabilir. Ancak gerek tasavvufî mahiyette gerekse mevlid ve mevlidiyye türündeki methiyeler bazılarınca küfür ve dalâlet olarak nitelendirilebilecek olan abartılar içerir. İslâm’ın ilk yıllarından günümüze kadar Resûl-i Ekrem hakkında methiye yazmayan çok az Arap şairi vardır. Peygamber methiyelerini el-Medâǿiĥu’n-nebeviyye gibi isimler altında toplayan ve inceleyen eserler telif edilmiştir. Bu tür kitaplar arasında Zekî Mübârek’in el-Medâǿiĥu’n-nebeviyye fi’l-edebi’l-ǾArabî (Kahire 1935), Yûsuf en-Nebhânî’nin el-MecmûǾatü’n-Nebhâniyye fi’l-medâǿiĥi’n-nebeviyye (Beyrut 1309) ve Sâbiķātü’l-ciyâd fî medĥi Seyyidi’l-Ǿibâd (Beyrut 1975), Muhammed b. Sa‘d b. Hüseyin’in el-Medâǿiĥu’n-nebeviyye (Riyad 1406/1986), Selâhaddin es-Sibâî’nin Ġurretü’l-medâǿiĥi’n-nebeviyye (Kahire 1991) ve M. Sâlim Muhammed’in el-Medâǿiĥu’n-nebeviyye (Beyrut 1417/1996) adlı eserleri sayılabilir. Mahmûd Sâmî el-Bârûdî ile Ahmed Şevkī’nin de bu alandaki kasideleri meşhurdur.

Emevîler devrinde methiyeler şairlerine verilen bol ve değerli hediyelerin etkisiyle daha da gelişerek Arap şiirinin en itibarlı türü haline geldi. Şairler arasında Ahtal, Nâbiga eş-Şeybânî, Zürrumme, Accâc ve oğlu Ru‘be gibi methiyenin bütün bölümlerine yer veren ve çöl hayatının izleriyle Câhiliye devri methiye geleneğini sürdürenler olduğu gibi Cerîr b. Atıyye, Ferezdak, Küseyyir, Kutâmî, A‘şâ Hemdân gibi eski övgü kasidelerinin gerek sıralanmasında gerek çöl hayatı izlerinin hafifletilmesinde yaptıkları değişikliklerle birlikte övgüye İslâmî öğeler katmış olan muhafazakâr şairler de vardır. Bunlardan başka şiirlerini köy hayatı, çöl ve tabiat tasvirlerinden arındırıp girizgâhta gazeli hâkim kılmak gibi methiyeye yeni ve şehirli bir zevk getiren İbn Kays er-Rukayyât, İbrâhim b. Herme, Zeyd b. Amr el-Ahvas, Nusayb b. Rebâh gibi şairler de olmuştur. Ayrıca Emevîler’i, Zübeyrîler’i (Abdullah b. Zübeyr taraftarları), Şîa ve Hâricîler’i öven siyasî, dinî grupların şairleri de bu dönemde önemli eserler meydana getirmişlerdir. Cerîr, Ferezdak ve Ahtal’ın “nekāiz” (atışmalar) türü şiirleri arasında da methiyeler bulunuyordu. Bu dönemde methiyeye mizahî çeşni getiren ilk şair Hakem b. Abdel’dir. Bu tür Abbâsîler devrinde Ebû Dülâme ile doruk noktasına ulaşmıştır.

Abbâsîler döneminde başta halifeler olmak üzere devlet ricâlinin mâlikâne ve saraylarının kapılarını sonuna kadar şairlere açmaları neticesinde bazılarının küfre vardığı ileri sürülen aşırılık ve abartılarla dolu uzun methiyeler çığırı açılmış oldu; zalimler, en ideal sıfatlarla övüldü. Buhtürî ve Mervân b. Ebû Hafsa gibi şairler bu özellikteki methiyeleriyle büyük mükâfatlar elde ettikleri gibi Mervân b. Ebû Hafsa da Emevî ve Abbâsî devirlerinde övgüleriyle yüklü servet elde eden şairlerden olmuştur. Hârûnürreşîd zamanında saraya sunulan methiyeleri değerlendirip ödüllendiren Dîvânü’ş-şi‘r dairesi ihdas edildi. Bu dönemdeki methiyelerin bir kısmı zamanın tarihî olaylarını da yansıttığından birer belge niteliğine sahip olmuştur. Taberî’nin birçoğunu tarihine tam olarak aldığı bu örneklere Seyyid el-Himyerî’nin Hz. Ali’ye dair nakillerini, Eşca‘ es-Sülemî’nin Hârûnürreşîd’in Bizans’a karşı kazandığı zaferini, Ebû Temmâm’ın Mu‘tasım-Billâh’ın Ammûriye (Amarion) seferini anlatan methiyelerini eklemek gerekir. Hamdânî Hükümdarı Seyfüddevle’nin saray şairi Mütenebbî’nin onun hakkında ayrı bir divan teşkil edecek kadar çok olan methiyeleri (Seyfiyyât), Haçlı seferlerine hükümdarın maiyetinde katılan şairin gözlemlerini aktarması bakımından tarihî belge değerindedir.

Memlükler zamanından itibaren câizelerin azalmasına paralel olarak övgü şiirleri eski heyecanını yitirmekle birlikte Trablusşam’da hüküm süren Benî Ammâr ve bazı Selçuklu emîrleriyle ileri gelen birçok devlet adamına methiyeler yazan


İbnü’l-Hayyât et-Tağlebî yanında Bahâeddin İbnü’s-Sââtî gibi şairler bu geleneği sürdürmeye çalışmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ĥmd” md.; Lisânü’l-ǾArab, “mdĥ” md.; Wensinck, el-MuǾcem, “mdĥ” md.; İbn Kuteybe, eş-ŞiǾr ve’ş-şuǾarâǿ, I, 74-76; İbnü’l-Mu‘tez, Ŧabaķātü’ş-şuǾarâǿ (nşr. Abdüssettâr Ahmed Ferrâc), Kahire 1375/1951, s. 35, 251; Ebü’l-Hasan İbn Tabâtabâ, Ǿİyârü’ş-şiǾr (nşr. Tâhâ el-Hâcirî - M. Zağlûl Sellâm), Kahire 1956, s. 12-13; Kudâme b. Ca‘fer, Naķdü’ş-şiǾr (nşr. M. Abdülmün‘im Hafâcî), Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 95-117, 184-187; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, el-Eġānî, V, 79; VII, 224-268; X, 91; XIV, 231; XVIII, 169; Merzübânî, el-Müveşşaĥ, Kahire 1348, s. 269; İbn Reşîķ el-Kayrevânî, el-ǾUmde (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1353/1934, II, 122-136, 172-177; İbn Rüşd, Telħîśu Kitâbi’ş-ŞiǾr (nşr. C. E. Butterworth - Ahmed Abdülmecîd el-Herîdî), Kahire 1986, s. 67-108; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 329, 342; VI, 219; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, III, 173-174, 182-184, 186-190; Kütübî, Fevâtü’l-Vefeyât, III, 232; Zekî Mübârek, el-Medâǿiĥu’n-nebeviyye, Kahire 1354/1935, tür.yer.; Elmalılı, Hak Dini, I, 56-58; M. Zağlûl Sellâm, el-Edeb fi’l-Ǿaśri’l-Memlûkî, Kahire 1971, I, 227-233, 265-275, 648-783; II, 110-113; Nihad M. Çetin, Eski Arap Şiiri, İstanbul 1973, s. 87-89; Mustafa Sâdık er-Râfiî, Târîħu âdâbi’l-ǾArab, Beyrut 1394/1974, II, 52; Anâd Gazvân İsmâil v.dğr., el-Edebü’l-ǾArabî, Bağdad 1394/1974, s. 237 vd.; Vehb Rûmiyye, Bünyetü’l-ķaśîdeti’l-ǾArabiyye, Dımaşk 1418/1997, tür.yer.; Mustafa eş-Şek‘a, Fünûnü’ş-şiǾr fî müctemaǾi’l-Ĥamdâniyyîn, Beyrut 1981, s. 185-232; İhsan Abbas, Târîħu’n-naķd, Beyrut 1404/1983, s. 194-201; Eymen M. Zekî el-Asmâvî, Ķaśîdetü’l-medîĥ, Beyrut 1983, s. 15-82; M. Osman Ali, Fi’l-Edebi’l-İslâmî, Beyrut 1406/1986, s. 515-522; Muhammed b. Sa‘d b. Hüseyin, el-Medâǿiĥu’n-nebeviyye, Riyad 1406/1986, s. 9, 10, 15 vd.; Mîşâl Âsî - Emîl Bedî‘ Ya‘kūb, el-MuǾcemü’l-mufaśśal fi’l-luġa ve’l-edeb, Beyrut 1987, II, 1132-1135; Abdülhalîm Hıfnî, ŞiǾru’ś-śaǾâlîk, Kahire 1987, s. 321-325; Nâyif Ma‘rûf, el-Edebü’l-İslâmî, Beyrut 1990, s. 241-251; Yâsîn el-Eyyûbî, Âfâķu’ş-şiǾr, Beyrut 1415/1995, s. 103-137; Mahmûd Sâlim Muhammed, el-Medâǿiĥu’n-nebeviyye, Beyrut-Dımaşk 1417/1996, s. 16-17, 47, 48-53, ayrıca bk. tür.yer.; Mustafa Uleyyân, Naĥve menheci’l-İslâm, Amman 1416/1996, s. 65-70; S. P. Stetterych, “Abbasid Panegyric and the Poetics of Political Allegiance: Two Poems of al-Mutanabbī on Kāfūr”, Qasida Poetry in Islamic Asia and Africa (ed. S. Sperl - C. Shackle), Leiden 1996, I, 35-63; Kenan Demirayak, Abbâsî Edebiyatı Tarihi, Erzurum 1998, s. 66-72; G. M. Wirkens, “Madiĥ, Madĥ”, EI² (Fr.), V, 959; J. S. Meisami, “Madīĥ, madĥ”, Encyclopedia of Arabic Literature (ed. J. S. Meisami - P. Starkey), London 1998, II, 482-484.

İsmail Durmuş




FARS EDEBİYATI. İslâm’ın İran bölgesine yayılmasından sonra doğan yeni Farsça şiirin (şi’r-i Derî) Arap edebiyatı tesiriyle esas nazım şekli kaside ve başlıca konusu da methiye olmuştur. Bölgede hâkimiyet kuran Tâhirî, Saffârî ve Sâmânîler, Emevî ve Abbâsî halife ve vezirlerinin yolundan giderek edebiyata değer verdikleri gibi şairleri de himaye etmişler, siyasetlerini ve güçlerini yayıp pekiştirmek için özellikle medih şiirlerinden faydalanmışlardır.

Fars edebiyatında dinle ve dinî şahsiyetlerle ilgili olan bazı istisnalar dışında methiyelerin çoğu sultan, şah, vezir, emîr gibi yöneticilerle zenginler ve âyan hakkında yazıldığı için methiye denilince saray ve çevresini öven şiir akla gelmektedir. Bir kısmı gerçekten sanat sever olan yöneticiler genelde rakiplerine karşı propaganda yapmak, şair ve âlimleri saraylarında ağırlayarak ihtişamlarını onların eserleriyle etkin ve sürekli kılmak, makam ve riyaset hırslarını tatmin etmek, dönemlerinin tarihini arzularına uygun şiirlerle şekillendirmek yanında şahsî üzüntülerini ve mutluluklarını şairlerle paylaşmak için onlara ayrı bir önem vermişlerdir. Şairler de ihtiyaçlarını gidermek, övdüklerinin itibarına denk bir şöhret kazanarak melikü’ş-şuarâlık gibi yüksek makamlara ulaşmak ve eserlerini kalıcı yapmak için yönetici / hâmilere ihtiyaç duymuşlardır. Dolayısıyla baştan beri birçok şair, maaş veya câizeler karşılığında yöneticileri ve onların yakınlarını övmek için sarayda resmen görev almış, yöneticilerin başarısını, liyakatini, dindarlığını, cömertliğini, kahramanlığını, adaletini, ilmini ve zenginliğini abartılı biçimde övmüştür. İran edebiyatı tarihinde methiyecilere en çok Sâmânî, Gazneli, Gurlu, Selçuklu ve Hârizmşahlı yöneticilerin iltifat ederek câize verdiği görülmektedir. Gazneli Sultan Mahmud ve oğlu Mesud ile Selçuklu Sultanı Sencer bunların en önde gelenlerindendir. Rûdekî, Unsûrî, Zeynebî gibi şairlere verilen ödüllerin diğer şairleri kıskandıracak kadar büyük olduğu bilinmektedir.

Methiyecilik bir tür meslek sayıldığı için methiyeci şairin övdüğü kişiler hakkındaki mübalağalarla dolu ifadeleri tabii görülmekteydi. Şair ve yöneticilerin bu tutumları şiirde rekabete yol açtığından güçlü ve başarılı şiirlerin yazılmasını teşvik etmiş, böylece Fars edebiyatının gelişmesini sağlamıştır.

Farsça methiyelerde ayrıca dinî ve millî bayramlar, düğün ve şenlikler, av ve eğlenceler, yolculuklar, savaş ve fetihler, resmî görüşmeler, yönetici ve yakınlarının vefatı, saray, kervansaray, köprü, medrese, mescid vb. imar faaliyetleri gibi sosyal konular da yer almıştır. Bunlar hesaba katıldığında methiyelerin kendi dönemleriyle ilgili tarihî, dinî, içtimaî ve ahlâkî bilgiler de içerdiğini söylemek gerekir.

Fars şairleri zevkleri ve yeteneklerine göre methiye için gazel, kıta vb. şekiller kullanmışlarsa da konular daha çok kaside tarzında işlenmiştir. Çünkü kaside özellikle beyit sayısının çokluğu ve kafiyenin verdiği kolaylık bakımından diğer türlerden daha elverişli olmuştur. Ayrıca sanattaki başarının derecesi iyi bir kaside yazmaya bağlı sayıldığından şairler yeteneklerini daha çok bu nazım şekliyle ortaya koymaya çalışmışlardır.

Farsça methiyeler genel olarak Allah’a, Hz. Peygamber’e ve din büyüklerine, saray ve çevresindeki yöneticilere, ahlâkî ve dinî özelliklere sahip devlet adamlarına yazılmıştır. Safevîler döneminde yaygınlaşmakla birlikte daha önce Kisâî-yi Mervezî, Nâsır-ı Hüsrev, Senâî, Ferîdüddin Attâr, Muhteşem-i Kâşânî dinî methiyeler kaleme alırken Sa‘dî-i Şîrâzî ahlâkî öğütler ve eğitici nükteler içeren ilk methiye şairlerinden sayılmaktadır. Fars edebiyatında mensur methiyelere de rastlanmaktadır. Sa‘dî’nin Gülistân’ı ve Nizâmî-i Arûzî’nin Çehâr Maķāle’si gibi mensur klasik eserlerin hemen tamamı bu niteliktedir.

İslâm’dan önce Sâsânî saraylarında şarkıcıların (hunyâger) şahlara methiyeleri ve Bârbed’in Hüsrev-i Pervîz zamanında söylediği övgü şarkıları (hüsrevânî) günümüze kadar gelmiştir. Fakat İslâm sonrası en eski methiye, Târîħ-i Sîstân’a göre Vasîf-i Sîstânî’nin Saffârîler’in kurucusu Ya‘kūb b. Leys (ö. 265/879) hakkında söylediği, kısmen zamanımıza intikal eden kasidedir. Teşbîb, medih ve dua kısımlarını içeren tam bir kaside olarak ilk methiye ise Rûdekî’nin Sâmânî Emîri Ebû Ca‘fer için söylediği “Mâder-i Mey” adlı şiiridir.

III. (IX.) yüzyılın ortalarından itibaren iktidarlarını kuvvetlendiren Tâhirîler zamanında daha çok Arapça’ya önem verildiğinden Fars şiiri pek gelişmemiştir. Fakat eski İran geleneklerine ve millî kültüre değer veren Saffârîler ve Sâmânîler iktidara gelince Emevî ve Abbâsî halifeleri gibi sanatı teşvik edip saraylarında şairlere yer vermişlerdir. Fîrûz-ı Meşrikī, Ebû Sâlik-i Gürgânî bu şairlerdendir. Fars şiirinin önderi sayılan ve kendi ifadesine göre methiyelerine karşılık yüz binlerce dinar alan Rûdekî başta olmak üzere Ebû Şekûr-i Belhî, Kisâî-yi Mervezî,


Emmâre-i Mervezî de Sâmânîler’i övmüşlerdir. Fars edebiyatı temellerinin atıldığı bu dönemin methiyelerinde şairlerin aşırı mübalağaya kaçmadığını söylemek mümkündür.

Bazıları şair olan Gazneli sultan ve vezirleri de şair ve edipleri korumuşlardır. Sultan Mahmud ile oğulları Muhammed ve Mesud’un sarayları birbiriyle rekabet eden şairlerle doluydu. Ünlü Şâhnâme yazarı Firdevsî, Unsûrî, Ferruhî-i Sîstânî, Menûçihrî-i Dâmegānî, Esedî-i Tûsî bunlardandır. Ayrıca bu dönemde şiir hem lafız hem mâna açısından güçlü hale gelmiş, ilmî ve felsefî kavram ve mazmunlar yerleşip yaygınlaşmış, methiye kalıpları gelişerek zenginleşmiş ve şairlik önemli bir meslek haline gelmiştir. Sarayın emîrü’ş-şuarâsı Unsûrî ile Ferruhî methiyelerinde Sultan Mahmud’u överken katıldıkları bazı askerî harekâtlarını ve fetihlerini de tasvir ettiklerinden devrin methiyeleri kahramanlık destanları havasına bürünmüştür. Ayrıca bu dönemden itibaren methiyecilik, Sâmânî dönemindeki nisbî tabiiliğini kaybettiğinden bir şair övgüde ne kadar aşırı giderse o derecede usta sayılmaya başlanmıştı. Ancak Unsûrî ve Enverî gibi methiyeciler, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Abdurrahman-ı Câmî gibi sonraki bazı sûfî edipler bu tavırdan rahatsızlıklarını belirtmiş, hatta bir kısım şairler methiyeciliğe tövbe etmiştir. Ayrıca Şems-i Kays, birçok methiyecinin dinî sınırları aşarak Allah’a ve Peygamber’e mahsus sıfatları övdüklerine yakıştırmakla küfre düştüğüne işaret etmiştir. Sonradan methiyeciliğe tövbe eden Senâî-i Gaznevî, Ebü’l-Ferec-i Rûnî, Mes‘ûd-ı Sa’d-i Selmân, Osmân-ı Muhtârî, Seyyid Hasan-ı Gaznevî gibi şairler 582’ye (1186) kadar Gazne ve Hint bölgelerinde yöneticileri övmeye devam etmişlerdir. Aynı dönemde Büveyhîler’in sarayında da Bündâr-i Râzî, Gazâirî-i Râzî gibi methiyecilerin Sâmânî şiir geleneğini sürdürdükleri görülmektedir.

Kısa sürede geniş İran topraklarına hükmeden Selçuklular’ın sarayları da şair ve ediplerin yaşadığı merkezler oldu. Sultan Melikşah, Sencer ve diğer yöneticiler onlara bol maaş ve câizeler verdiğinden güçlü methiyeciler, kuvvetli ve başarılı şairler bu dönemde ortaya çıktı. Kaside üstadı Katrân-ı Tebrîzî, Sultan Sencer’in emîrü’ş-şuarâsı Emîr Muizzî, Ezrakī-i Herevî ve Karahanlılar’dan Hızır Han’ın emîrü’ş-şuarâsı Am‘ak-ı Buhârî, aynı sarayda seyyidü’ş-şuarâ lakaplı Reşîdî-i Semerkandî, mânadan çok edebî sanatlara önem veren Abdülvâsi-i Cebelî gibi şairlerden sonra VI. (XII.) yüzyılın ortalarında sıra şöhret sahibi methiyecilere geldi. Bunların başında, yeni mazmunlar kullanmaya özen göstererek geniş ilmî birikimini şiire yansıtan büyük kaside üstadı Evhadüddîn-i Enverî yer almaktadır. Onunla birlikte Horasan şairleri Esîrüddîn-i Ahsîkesî, Zahîr-i Fâryâbî ile Azerbaycan şairlerinden Felekî-i Şirvânî, Mücîrüddîn-i Beylekānî gibi ünlüler ve bu bölgenin en meşhur kaside şairi Hâkānî-i Şirvânî Selçuklu, Şirvanşahlı ve Gurlu yöneticileri övmeye devam ettiler. Methiye türü Irak, İsfahan, Hemedan ve Rey’den oluşan bir diğer edebî muhitte Kavâmî-i Râzî, Cemâleddîn-i İsfahânî ve Kemâleddîn-i İsfahânî gibi şairlerle sürdü. Bunların kasidelerinde yeni konu ve fikirler, özel terkipler, teşbihler yanında daha ağdalı ve edebî sanatlarla yüklü bir üslûp göze çarpar. Aynı sıralarda Hârizmşahlar’ın sarayında da Edîb Sâbir, Reşîdüddin Vatvât gibi güçlü methiyeciler bulunmaktaydı.

VII. (XIII.) yüzyılın başlarında Moğol istilâsı sebebiyle İran’da meydana gelen büyük değişimle birlikte sarayların yok olması neticesinde methiyede ciddi gerileme olmuştur. Bundan dolayı şairler, Moğol istilâsından daha az etkilenen ve şiiri himaye eden Fars bölgesinde Salgurlular, Luristan’da Atabekân-ı Şebânkâre, Sîstan ve Herat’ta Âl-i Kert yöneticilerini yahut Hindistan, Irak ve Anadolu’ya sığınarak bu bölgelerin idarecilerini övdüler. Moğollar’ın devamı olan İlhanlılar tedrîcen müslümanlarla kaynaşınca onların idaresinde vezirlik ve kâtiplik yapan Nasîrüddîn-i Tûsî, Şemseddin Cüveynî ile kardeşi Atâ Melik Cüveynî ve Reşîdüddin Fazlullah-ı Hemedânî gibi bürokratlar yanında sonradan müslüman olan Gāzân Han ve Ebû Said Bahadır Han gibi İlhanlı sultanları da şairleri himaye ettiler. Mecd-i Hemger, Emîr Hüsrev-i Dihlevî, İbn Yemîn-i Tuğrâî ve Selmân-ı Sâvecî gibi dönemin ünlü şairlerinin methiyelerinde önceki iki asrın kasidecilerinin lafız parlaklığı, azameti, söz ve fesahatin güzelliği bulunmadığını söylemek mümkündür. Sa‘dî-i Şîrâzî’nin methiyeleri, bir ölçüde mübalağalı olmakla birlikte memduha yönelik uyarıcı dinî ve ahlâkî öğütleri itibariyle istisnaî bir durum arzeder.

Moğol saldırısından sonra oluşan ruhî ve sosyal gerilim şairleri bir tür inzivaya ve ferdîliğe sevketti. Bu sebeple gazel ön plana geçti. Nitekim Sa‘dî-i Şîrâzî ile Hâfız-ı Şîrâzî gibi şairler gazelle de methiye söylemişlerdir. Bu dönemin ünlü şairlerinden İbn Yemîn, Hâcû-yi Kirmânî, Selmân-ı Sâvecî ise gazel yanında Enverî, Hâkānî gibi eski büyük şairleri örnek alarak medih kasideleri yazarken Anadolu’ya sığınan Seyf-i Fergānî methiyeyi bırakıp toplumsal eleştiriye ağırlık verdi.

VIII. (XIV.) yüzyılın ortalarında iktidara gelen Celâyirî, Muzafferî ve İncû hânedanları da sanatı himaye ettiklerinden Selmân-ı Sâvecî, Nâsır-ı Buhârî, Hâfız-ı Şîrâzî, Ubeyd-i Zâkânî, İmâd-i Fakīh gibi şairler onları övdüler. Taşkın ve mübalağalı ifadelerle zor kafiyelerin seçimi, edebî sanatların yoğunluğu, matlaın yenilenmesiyle kasidelerin aşırı uzatılması ve şairane tekellüf denilen tavır bu dönem methiyelerinde çok yaygındı. Meselâ Selmân-ı Sâvecî’nin Reşîdüddin Fazlullah-ı Hemedânî için söylediği kasidede 102 edebî sanat kullanılmıştır.

IX. (XV.) yüzyılda Timur ve sülâlesi zamanında Semerkant ve Buhara sarayları yeniden canlandı ve kaside fazla itibar görmemekle birlikte methiyecilik yeni bir imkân buldu. Acımasız bir hükümdar olduğu için şairler Timur’a fazla yaklaşmazken şiire daha çok önem veren oğlu Şâhruh’un sarayında İsmet-i Buhârî, Besâtî-i Semerkandî methiye geleneğini devam ettirdiler. Şâhruh’un oğulları Gıyâseddin Baysungur ile Uluğ Bey de şiire önem vererek şairleri himaye ettiler. Fakat bu dönem methiyeleri önceki asırların şiirleri kadar sağlam yapılı ve güzel değildir. Klasik tarzın tek güçlü şairi Abdurrahman-ı Câmî de mübalağaya kaçmadan bazı şahsiyetleri övmüştür.

Safevîler zamanında saray ve hükümdarların azamet göstergesi sayılan kaside değerini yitirdi. Şah İsmâil ve halefleri taassupları sebebiyle şairlerden yöneticileri öven kasideler yerine Ehl-i beyt’e ağıt, dinde ve Şiî mezhebinde üstün tutulan şahsiyetleri öven şiirler yazmalarını istediler. Dolayısıyla Muhteşem-i Kâşânî başta olmak üzere dinî duyarlığa sahip olmayanlar da dahil ünlü şairler, Hz. Ali ve on iki imamla ilgili kasidelerin yanında özellikle Kerbelâ Vak‘ası’nı konu alan mersiyeler yazdılar. Yönetimden iltifat ve destek görmeyen birçok şair de Hindistan’daki Bâbür, Anadolu’daki Osmanlı veya Gîlân’daki İshakīler gibi hânedanlara sığındılar. Örfî-i Şîrâzî, Nazîrî-i Nîşâbûrî, Melik-i Kûmî, Bâbürlü hânedanı mensuplarını öven şiirler yazarak onlardan iltifat gördüler.


Daha sonra methiyenin ihyası Kaçarlar döneminde gerçekleşti. Bazısı şair olan bu hânedan mensuplarının şah ve şehzadeleri özel bir ilgiyle methiyeci şairler yetiştirerek onlara yüklü câizeler verdiler. Dönemin şairleri eskiye dönüş (bâzgeşt-i edebî) akımına uyup kasidelerinde Horasan ve Irak üslûbu temsilcileri Unsûrî, Enverî, Hâkānî gibi şairleri örnek aldılar. Edebiyat hâmisi Feth Ali Şah da Gazneli Sultan Mahmud’u örnek tutarak çevresinde topladığı şairlere bol ödüller verdi. Seyyid Muhammed Sihâb, Sabâ-yı Kâşânî, Kāânî-i Şîrâzî, melikü’ş-şuarâ Mahmûd Hân-ı Kâşânî, Micmer-i İsfahânî, bu dönem yöneticilerini öven kasideler yazdılar. Bazı divanlarda methiyelere tesadüf edilse de İran’da meşrutiyetle birlikte türün ömrü sona erdi. Vahîd-i Destgirdî ile Meliküşşuarâ Bahâr, Fars edebiyatının son güçlü methiyecileri sayılır.

BİBLİYOGRAFYA:

Târîħ-i Sîstân (nşr. Bahâr), Tahran 1314 hş., s. 209-210, 316-324; Enverî, Dîvân (nşr. Müderris-i Rezevî), Tahran 1372 hş., s. 454-455, 536, 662-663, 713 vd.; Avfî, Lübâb, s. 241 vd., 267 vd., 299 vd.; Şems-i Kays, el-MuǾcem fî meǾâyîri eşǾâri’l-ǾAcem (nşr. M. Kazvînî - Müderris-i Rezevî), Tahran 1338 hş., s. 358 vd.; Abdurrahman-ı Câmî, Heft Evreng (nşr. Âgā Murtazâ Müderris-i Gîlânî), Tahran 1370 hş., s. 64-66, 300-303, 473; Hüseyin Vâiz-i Kâşifî, BedâyiǾu’l-efkâr (nşr. M. Ca‘fer Kezâzî), Tahran 1369 hş., s. 82, 125-126; Safâ, Edebiyyât, I, 365-369; II, 353-354; IV, 182-185; M. Ca‘fer Mahcûb, Sebk-i Ħorâsânî der ŞiǾr-i Fârsî, Tahran 1345 hş., s. 468-470, 635; Zeynelâbidîn Mü’temen, ŞiǾr u Edeb-i Fârsî, Tahran 1346 hş., s. 12-74; J. Rypka, Târîħ-i Edebiyyât-ı Îrân (trc. Îsâ Şihâbî), Tahran 1354/1975, s. 296-297; Ethé, Târîħ-i Edebiyyât, s. 98-99, 107-114, 121-125; Hüseyin Rezmcû, ŞiǾr-i Kühen-i Fârsî der Terâzû-yı Naķd-i Aħlâķ-ı İslâmî, Tahran 1369 hş., II, 24-82; a.mlf., EnvâǾ-ı Edebî ve Âŝâr-ı Ân der Zebân-ı Fârsî, Meşhed 1372 hş., s. 71-77; Abdülhüseyin Zerrînkûb, ŞiǾr-i bî-Dürûġ, ŞiǾr-i bî-Niķāb, Tahran 1372 hş., s. 148-151; a.mlf., Ez Güzeşte-yi Edebî-yi Îrân, Tahran 1375 hş., s. 215-225; Sîrûs-i Şemîsâ, EnvâǾ-ı Edebî, Tahran 1373 hş., s. 265-270; M. Restgâr-ı Fesâî, EnvâǾ-ı ŞiǾr-i Fârsî, Şîraz 1373 hş., s. 159-199; Hüsrev-i Ferşîdverd, Der Bâre-i Edebiyyât ve Naķd-i Edebî, Tahran 1373 hş., I, 141-143; Nâdir-i Vezînpûr, Medĥ Dâġ-ı Neng ber Sîmâ-yi Edeb-i Fârsî, Tahran 1374 hş.; Dânişnâme-i Edeb-i Fârsî (nşr. Hasan Enûşe), Tahran 1376 hş., I, 793-795; II, 919-921, 1270-1273; Meymenet Mîr Sâdıkī, Vâjenâme-i Hüner-i ŞâǾirî, Tahran 1376 hş., s. 266-267; A. E. Berthels, Târîħ-i Edebiyyât-ı Fârsî (trc. S. Îzedî), Tahran 1374-78 hş., I, 202 vd.; Mehmet Kanar, Çağdaş İran Edebiyatının Doğuşu ve Gelişmesi, İstanbul 1999, s. 196-199.

Hasan Çiftçi




TÜRK EDEBİYATI. Divan edebiyatında methiye övgü amacıyla kaleme alınan kasidelerin genel adıdır. Aynı mânada çok defa kaside kelimesi de kullanılmıştır. Ancak kaside bir nazım şekli, methiye ise bir tür olduğu gibi methiyelerde ayrıca nesîb, maksûd, tegazzül, fahriye, dua gibi bölümlerin yerine daha çok övgü yer almıştır. Halk edebiyatı ile âşık edebiyatında güzelleme denilen methiyeler, bir yerin veya tabiat güzelliğinin övülerek anlatılması yahut sevilen bir kadın, beğenilen bir kişi, sahip olunan kıymetli bir at gibi varlıkları öven şiirlerdir (Dilçin, s. 337). Dinî-tasavvufî edebiyatta ise methiye daha çok din ve tarikat ulularını övmek için yazılmıştır.

Methiye Arap edebiyatından İran edebiyatına ve oradan Türk edebiyatına geçerken gerek zihniyet gerekse kültür ve çevre farklılıklarının etkisiyle konunun işlenişinde birtakım değişiklikler olmuştur. İran edebiyatında muhteva daha da zenginleşmiş, Türk edebiyatında ise medih kısmı gelişirken methedilenin özellikleri çok fazla değişmemiştir.

Divan şiirinde en çok işlenen türler arasında yer alan methiye yazımında şairin övdüğü kişiden câize umması etkili olduğundan lâyık olmayan kişiler için de methiye yazıldığı görülmektedir. Bunların çoğu kaside nazım şekliyle kaleme alınmakla birlikte mesnevi, kıta, murabba, muhammes, terkip ve terciibend yanında gazel vb. nazım şekillerinde yazılanlar da vardır. Necâtî Bey’in “Medh-i Pâdişâh-ı A‘zam ve Sultân-ı Muazzam Sultan İbnü’s-Sultân Bâyezîd Han İbn-i Muhammed Han” ile Nef‘î’nin “Der Vasf-ı Hatt-ı Hümâyûn-ı Sultân Murad Han” başlıklı şiirleri mesnevi şeklindedir. Yine Nef‘î’nin “Mukatta‘ der Ta‘rîf-i Şeyhü’l-İslâm Es‘ad Efendi” adlı şiiri kıta halinde yazılmıştır. Şehir methiyeleri denilebilecek şehrengizlerde çok defa mesnevi (Aydemir, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, XIX [1999], s. 450), bilâdiyelerde ise kaside tercih edilmiştir (Kurnaz, s. 230-252). Muhtevasında bölüm olarak övgüye yer verilen mersiyelerin büyük bir kısmı terkip ve terciibend nazım şekliyle kaleme alınmıştır (İsen, s. XXIII-XXIV, XLII). Türk edebiyatında muhammes tarzında yazılan şiirlerde de en çok işlenen üçüncü konu methiyedir. Bu nazım şekliyle yazıldığı tesbit edilen kırk dört methiyenin şairleri arasında Hayretî, Ümmî Sinan, Yahyâ Bey, Nev‘î, Nedîm, Koca Râgıb Paşa, Şeyh Galib, Şeref Hanım gibi tanınmış isimler vardır (Erdoğan, s. 183-184). Ayrıca nazım şekli ne olursa olsun “sitâyiş, vasf, tavsîf, şân, nâm, ta‘rîf kelimeleriyle kurulu başlıklar taşıyan şiirler de “der medh-i ...”, “derhakk-ı ...” başlıklarına sahip kasideler gibi methiyedir. Kaside nazım şekliyle olan methiyeler genellikle nesîbden sonra bir girizgâhla başlar. Memduhun şahsiyeti ve bulunduğu makama göre özelliklerinin abartılı biçimde dile getirildiği bu bölüme “maksûd” adı da verilmiştir. Maksadın on beş-yirmi beyitle ifade edildiği bu kısım kasidenin diğer bölümlerine göre daha uzundur.

Türk edebiyatında na‘t türünde yazılan kasidelerde çoğunlukla Hz. Peygamber övülmekle beraber bazılarında din büyükleri methedilmiş, mersiyelerde ise ölen kimselerin övgüsüne de yer verilmiştir. Diğer methiyelerde sultanlar başta olmak üzere çeşitli devlet adamları övülürken bunlar sahip oldukları makamın özelliklerine göre birtakım meşhur isimlerle karşılaştırılmıştır. Nitekim Resûl-i Ekrem’e yazılan na‘tlarda onun nübüvveti, mûcizesi, lutfu, feyzi, şefaati, mi‘racı ilk sırada vurgulanmıştır. Ayrıca Hz. Süleyman, Burak, Hz. Yûsuf, Kâ‘be, Sidre, Hızır gibi çok sayıda ismin de anılarak methedildiği görülmektedir. Diğer din büyüklerine yazılan kasidelerde memduhun hikmeti, lutfu, feyzi, cömertliği, ilmi gibi özellikleri başta gelmektedir.

Sultanların methini konu alan kasidelerde onların en çok adalet, lutuf, cömertlik, savaşçılık, hüner, tedbir, ferman, irfan gibi vasıfları dile getirilir; asalet, cesaret ve merhametlerine dikkat çekilir. Bu özellikler vurgulanırken karşılaştırma, benzetme ve üstün görme münasebetiyle birtakım isimlere yer verilir. Bunların arasında içkiyi icadı ve içki meclislerini kurması, tacı ve hükümdarlığı açısından Cem (Cemşîd), savaşçılığı ve kahramanlığıyla Rüstem, cihangirliğiyle İskender, insan dışındaki varlıklara da hükmetmesi dolayısıyla Hz. Süleyman ilk sırada yer alır. Dârâ, Behrâm, Hz. Ali, Hüsrev, Hz. Ömer, Ferîdun, Nerîman gibi adlar da en çok sözü edilen isimlerdir (Aydemir, Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, I/1 [1996], s. 143-148).

Vezirlerin, paşaların ve kazaskerlerin üstlendiği görevler onların lutuf, adalet, savaşçılık, tedbir, cömertlik ve kahramanlıkları, kerem sahibi oluşları ve uzak görüşlülükleri gibi özelliklerini ön plana çıkarır. Bu hususlar dile getirilirken memduh Rüstem, Âsaf, Cem, İskender, Behrâm, Nerîman, Hz. Îsâ / Mesîh ve Hz. Yûsuf gibi şahıslarla karşılaştırılır (a.g.e., I/1 [1996], s. 148-151). Şeyhülislâmlar


övülürken lutuf, fazilet, adalet, kerem, fetva, ilim gibi özelliklerine yer verilerek Ebû Hanîfe, Hz. Îsâ, Eflâtun, Hâtim, İbn Sînâ, Aristo gibi şahsiyetlere benzetilir. Methiyelerde reîsülküttâb ve defterdarların kalemlerine, ihsan, kerem ve cömertliklerine, hocaların ve şairlerin de ilim, ihsan, adalet, himmet gibi özelliklerine vurgu yapılır.

Toplu olarak bakıldığında kasidelerin methiye bölümlerinde adalet, lutuf, kerem, cömertlik, kahramanlık, re’y ve tedbir gibi iyi bir yöneticide ve iyi bir insanda bulunması gereken ideal niteliklere yer verildiği görülmektedir. Övülen yöneticilerin hepsi bu özelliklere sahip olmadığı gibi bazan bir cimrinin cömert, bir zalimin merhametli, eline silâh almamış bir kişinin kahraman olarak gösterildiği de olur. Divan şiirinin tenkitlere hedef olan yönlerinin önde gelenlerinden birini de methiyelerdeki bu gerçek dışı, abartılı övgülerin oluşturduğu kabul edilmektedir.

Türk edebiyatında XIII-XIV. yüzyıllarda sayıca çok az olan kaside şeklinde yazılmış methiyelerde XV. yüzyıla gelindiğinde büyük bir artış görülmekte, tesbit edilen 188 methiye kasidelerin büyük bir çoğunluğunu teşkil etmektedir. Bu dönemin ünlü methiye şairleri olarak Ahmedî, Şeyhî, Yazıcıoğlu Mehmed, Cem Sultan, Kemal Ümmî, Ahmed Paşa, Necâtî Bey, Mihrî Hatun, Mesîhî, Cemâlî, Tâcîzâde Câ‘fer Çelebi sayılabilir. XVI. yüzyılın methiyecileri içinde yer alan Bâkî, Hayâlî, Nev‘î, Hayretî, Cinânî, Yahyâ Bey, Zâtî gibi şairler arasında otuz yedi methiyesiyle Fuzûlî’nin ayrı bir yeri vardır. XVII. yüzyılda medih kasidelerinin başlıca şairleri Ali Çelebi, Ârif, Cevrî, Fehîm-i Kadîm, Hâletî, Nâbî, Nâdirî ve Sâbit gibi isimlerdir. XVIII. yüzyılda nitelik açısından daha sönük olduğu görülen methiyeler üzerinde yeterli inceleme bulunmamakla beraber Nedîm, Şeyh Galib, Nazîm Yahya, Hoca Neşet, Sünbülzâde Vehbî ve Enderunlu Fâzıl dikkat çekmektedir. XIX ve XX. yüzyıllarda divan şiirine rağbetin azalması sebebiyle methiyelerde de büyük bir düşüş görülmektedir. Önemli şairlerin methiyeleri yok denecek kadar azalmışken taşralı bazı isimlerin bu türe daha çok rağbet ettiği anlaşılmaktadır. Devrin methiye yazarları arasında Şinâsi, Ziyâ Paşa, Nâmık Kemal, Âdile Sultan, Şeref Hanım gibi ünlü isimleri, Süleyman Şâdî, Kuddûsî, Fehmî gibi az tanınmış şairleri, Halil Nihat Boztepe gibi Atatürk’e övgü yazmış kişileri zikretmek mümkündür.

BİBLİYOGRAFYA:

Cem Dilçin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara 1983, s. 153, 263, 337; İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ankara 1989, II, 113-114; Mustafa İsen, Acıyı Bal Eylemek Türk Edebiyatında Mersiye, Ankara 1993, s. XXIII-XXIV, XLII; Haluk İpekten, Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz, İstanbul 1994, s. 28-29; Yaşar Aydemir, XVII. yy. Türk Edebiyatında Kaside (yüksek lisans tezi, 1994), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; a.mlf., “Kasidede Muhteva Unsurları”, Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, I/1, Ankara 1996, s. 137-159; a.mlf., “Esîrî’nin Bağdat Şehrâşûbu”, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, XIX, Ankara 1999, s. 450; a.mlf., “Türk Edebiyatında Kaside”, Bilig, sy. 22, Ankara 2002, s. 138-142, 152-155; W. G. Andrews, “Speaking of Power: The ‘Ottoman Kaside’”, Qasida Poetry in Islamic Asia and Africa (ed. S. Sperl - C. Shackle), Leiden 1996, I, 281-300; W. G. Andrews - Mehmed Kalpaklı, “Across Chasms of Change: The Kaside in the Late Ottoman and Republican Times”, a.g.e., I, 301-325; Bilal Çakıcı, Eski Türk Edebiyatında Kaside Nazım Şekli: XVI. yy. (yüksek lisans tezi, 1996), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Cemâl Kurnaz, Divan Edebiyatı Yazıları, Ankara 1997, s. 230-252; Mustafa Erdoğan, Türk Edebiyatında Muhammes, Ankara 2002, s. 183-190; Mehmet Çavuşoğlu, “Kasîde”, TDl., LII/415-417 (1986), s. 17-27.

Yaşar Aydemir