MESCİD-i HARÂM

(المسجد الحرام)

Kâbe’yi kuşatan mescid.

Kur’ân-ı Kerîm’de on beş yerde geçen (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “ĥrm” md.) Mescid-i Harâm tabiriyle Kâbe, Kâbe’yi kuşatan ve ibadet için kullanılan alan, Mekke veya Mekke haremi kastedilir (Zerkeşî, s. 41-43). Ayrıca “el-beyt, el-beytü’l-atîk, el-beytü’l-ma‘mûr, el-beytü’l-harâm, el-harem, el-haremü’l-Mekkî, harem-i şerif, Kâbe ve durâh (ضراح)” tabirleri de Mescid-i Harâm’ı ifade eder. Harem-i şerif terkibi Medine’deki Mescid-i Nebevî ve Kudüs’teki Mescid-i Aksâ için de kullanılmaktadır.

Mescid-i Harâm yeryüzünde bilinen en eski mesciddir (Âl-i İmrân 3/96). Hz. Peygamber İslâmiyet’i tebliğ için zaman zaman Mescid-i Harâm’ı kullanmış, yapılan baskılara rağmen Hacerülesved ile Rüknülyemânî arasında namaz kılmıştır. Hz. Ömer’in İslâmiyet’i kabul etmesinden sonra müslümanların Mescid-i Harâm’da açıkça namaz kılmaya başladıkları bildirilmektedir (İbn Hişâm, I, 369). Kur’an’da, Mescid-i Harâm’ın ziyaret edilmesini engellemenin ve halkını oradan çıkarmanın Allah katında büyük günah olduğu belirtilir (el-Bakara 2/217). Mekke’nin fethi üzerine Resûl-i Ekrem meşhur fetih konuşmasını Mescid-i Harâm’da yapmış ve oraya sığınanların emniyette olacağını bildirmiştir.

İslâm öncesi dönemde Kusay b. Kilâb (ö. 480 dolayları) Mekkeliler’i Kâbe merkez olmak üzere Mekke ve çevresine yerleştirmiş, evlerin arasından Kâbe’nin bulunduğu alana geçişi sağlayan kapılar yapılmıştır. Kâbe’yi kuşatan bu alan siyasî ve içtimaî hayatın bütün fonksiyonlarının yerine getirildiği bir merkezdi (Cevâd Ali, IV, 46). Hz. Peygamber’in amcası Abbas Mescid-i Harâm’ın sikāye (hacılara su temini) ve imâre (asayiş ve onarım) görevlerini üstlenmişti. Kureyş kabilesi de toplanma yerleri olan Mescid-i Harâm’a saygı gösteriyordu (Abdülhay el-Kettânî, I, 173-174).

Resûl-i Ekrem ve Hz. Ebû Bekir zamanında Mescid-i Harâm’da herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Hz. Ömer döneminde ise çevresindeki bazı evler istimlâk edilerek büyük oranda genişletilmiş ve 3613 m²’lik bir alan haline getirilmiş, etrafı göğüs hizasında bir duvarla çevrilmiştir (17/638). Hz. Osman devrindeki genişletmeyle alanı 4482 m²’ye ulaşan Mescid-i Harâm’a ilk revakın bu sırada yapıldığı kaydedilmektedir (Zerkeşî, s. 39). Abdullah b. Zübeyr’in Hicaz hâkimiyeti sırasında (683-692) onun tarafından başlatılıp Emevî Halifesi Abdülmelik zamanında sürdürülen ve I. Velîd döneminde tamamlanan (91/710) ilâvelerle birlikte Mescid-i Harâm’ın alanı 10,270 m²’ye ulaşmıştır. Bu genişletme esnasında merkezinde Kâbe’nin yer aldığı avlu açık olarak korunmuş, Mısır ve Şam’dan getirilen mermer sütunların üstüne kemer inşa edilip Harem-i şerif’in üstü sâc ağacından düz bir çatıyla ve ahşap kısmı yaldızlanan bir tavanla örtülmüş, üzerlerine bazı tezyinatın yapıldığı sütunların başlıklarına altın kaplama levhalar ve kesme taşlarla yenilenen çevre duvarına pencereler konulmuş, Abdullah b. Zübeyr’in zeminine kum döktürüp taş döşeterek tesviye ettirdiği tavaf alanı (metâf) başta olmak üzere Mescid-i Harâm’ın çeşitli yerlerine mermer döşenmiştir.

Emevîler’in Mekke valisi Hâlid b. Abdullah el-Kasrî’nin zemzemle Rüknülhacerülesved arasında yaptırdığı mermer çeşme Abbâsîler’in ilk Mekke valisi Dâvûd b. Ali tarafından yıktırıldı. Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr, Mescid-i Harâm’ın ihtiyacı karşılayamaması sebebiyle Mekke Valisi Ziyâd b. Ubeydullah el-Hârisî’den mescidin genişletilmesini istedi (137/754-55). Kuzey tarafındaki evler istimlâk edilip Mescid-i Harâm genişletildi. Ayrıca bir revak ve kuzeybatı köşesinde Umre kapısının yanına bir minare ilâve edildi. Mescid-i Harâm mermerle kaplandı ve ilk defa bir minber konuldu. 140 (757) yılında tamamlanan bu imar faaliyetlerine dair kitâbe Benî Cehm kapısı üzerine yerleştirildi. Abbâsî Halifesi Mehdî-Billâh 164’te (781) hac için Mekke’ye geldiğinde Kâbe’nin Mescid-i Harâm’ın ortasında yer almadığını görünce Kâbe’yi merkeze alacak şekilde bir genişletme daha yapılmasını emretti. 167’de (783-84) başlayan çalışmalar Mehdî-Billâh’ın vefatından sonra oğlu Hâdî-İlelhak zamanında tamamlandı (170/786-87). Bu genişletme sırasında Harem-i şerif’e yüksekliği 4,8 m. ve çevresi 1,44 m. olan 484 sütun konuldu,


bunların üstüne ahşap bir tavan yapıldı (Ezrakī, II, 81). Bâbüsselâm, Bâbü Ali ve Bâbülvedâ’nın yanına mescidin kuzeydoğu, güneydoğu ve güneybatı köşelerine birer minare ilâve edildi, kapı sayısı da on dokuza çıkarıldı (Abdüllatîf b. Abdullah b. Dehîş, s. 63-64). Mescid-i Harâm’ın kuzeydoğusunda Zemzem Kuyusu’nun önünde su dağıtılan sikāye ile içerisinde çeşitli malzeme ve eşyanın saklandığı yapının üzerine birer kubbe de Mehdî zamanında yaptırıldı (a.g.e., s. 64). Çeşitli dönemlerde tamir gören bu iki yapı Mescid-i Harâm’ın ilk fotoğraflarında görülmektedir. Kubbetü’s-sikāye’de, bazı önemli günlerde makām-ı İbrâhim’de teşhir edilen Zeyd b. Sâbit mushafı ile diğer mushaf ve kitapların muhafaza edildiği bir dolap bulunmaktaydı (İbn Battûta, I, 159). Harem-i şerif’in kuzeyinde olup Emevî ve ilk Abbâsî halifelerinin ikametine ayrılan, Velîd zamanındaki genişletmede mescid alanının ortasında kalan Dârünnedve, Halife Mu‘tazıd-Billâh devrinde sütunlar eklenerek mescide dahil edildi (284/897). 306’da (918-19) Abbâsî Halifesi Muktedir-Billâh zamanında Bâb-ı İbrâhim’in Harem’e dahil edildiği genişletmeden sonra 27.850 m² olan Mescid-i Harâm’ın alanı (Abdüllatîf b. Abdullah b. Dehîş, s. 65), Suûdî hükümetinin 1955 yılında gerçekleştirdiği genişletmeye kadar önemli bir değişikliğe uğramadı. 1671’de Evliya Çelebi ve 1909’da Muhammed Lebîb el-Betenûnî’nin verdiği bilgiler ve yapılan tasvirler bu hususu teyit etmektedir. 802’de (1400) Mescid-i Harâm’ın yakınında çıkan bir yangın ve ardından sel felâketi Harem-i şerif’in kuzey ve batı taraflarındaki 130 sütuna büyük hasar vermişti. Memlük Sultanı el-Melikü’n-Nâsır Ferec döneminde 803’te (1400-1401) başlayan ve malzemenin önemli kısmının Hindistan ve Anadolu’dan getirilmesinden dolayı yaklaşık dört yıl süren bir çalışmayla Mescid-i Harâm’ın yanan bölümü bütünüyle yenilendi. Bu sırada makām-ı İbrâhim’in üzerine yontma ince taştan dört sütun üstüne ahşap bir kubbe yapılmış ve etrafı demir şebekelerle çevrilmişti.

Mekke’yi basan sellerin Mescid-i Harâm’a ve Kâbe’ye zarar vermesini önlemek için Hz. Ömer zamanından itibaren çeşitli tedbirler alındı, Kanûnî Sultan Süleyman devrinde Mescid-i Harâm’ın kapılarının eşikleri taş basamaklarla yükseltildi (Evliya Çelebi, IX, 262). Kanûnî Sultan Süleyman döneminde gerçekleştirilen tamirlerle (931/1525, 947/1540, 959/1552) Mescid-i Harâm’ın direk ve revakları büyük oranda yenilendi, kapıları onarıldı. Metâfın taş döşemeleri değiştirildi, birkaç minaresi ve mezheplere ait makamlar yeniden inşa edildi. Ayrıca muhtelif renkte taşlarla kakma tezyinatı olan ve kubbesiyle yüksekliği 12 metreyi bulan bir minber eklendi.

Osmanlı devrinde Mescid-i Harâm mimari açıdan kesin şeklini II. Selim ve III. Murad zamanında almıştır. 984 (1576) yılında klasik dönem Osmanlı mimari üslûbuna göre düzenlenen Harem-i şerif’in eski düz ahşap çatısı yerine çok sayıda mahrûtî kubbe inşa edildi. İstanbul ve Mısır’da hazırlanan malzemenin dışında 110.000 dinar harcanan bu çalışmalarda avlunun açık bir alan olması özelliği korunurken ikinci bir iç avluya bir dizi revakla geçen küçük çaplı müzehhep alemli kubbeler kullanıldı. Harem-i şerif’in doğu duvarı başta olmak üzere çeşitli yerleri hüsn-i hat örnekleriyle tezyin edildi. Avlunun ve iç kısma geçilen ilk direklerin üst taraflarına her beş direkte Hz. Peygamber’in ismi gelecek şekilde istifler yapıldı ve kapıları üzerine Mescid-i Harâm ile ilgili âyetler hakkedildi. Kanûnî Sultan Süleyman devrinde başlanan, metâf ile ana kapıların bulunduğu yerlerin mermerle döşenmesi işi III. Murad zamanında (1574-1595) tamamlandı.

1021’de (1612) I. Ahmed Kâbe’nin altın oluğunu yeniledi ve Zemzem Kuyusu’nun giriş kısmına demir bir kafes yaptırdı. IV. Murad, 1039’da (1629-30) büyük bir sel sonucu bazı taşları yerinden oynayan Kâbe’yi kısa zamanda tamir ettirdi. IV. Mehmed mescidin yedi minaresini onarttı, metâfın sahasını genişleterek buraya yontma taş döşetti, Safâ ve Merve arasına kandiller koydurdu. II. Mustafa zamanında (1695-1703) Hacerülesved’in mahfazası, Kâbe tavanını tutan direkleri ve yüzeye inen merdiveni yenilendi. III. Ahmed metâfın döşemelerini değiştirtti, I. Mahmud yeni avizeler ve şamdanlar gönderdi. I. Abdülhamid makām-ı İbrâhim, makām-ı Şâfiî, Umre kapısındaki minare ve Kâbe’de tamirler yaptırdı. Bu sırada metâftan sonra namaz kılınan alanlar yeniden planlandı. Sultan Abdülmecid, Harem içinde kandil asılması için dört tarafa eşit aralıklarla hurma şeklinde direkler diktirdi. Kubbe altlarına, iç ve dış bölümlere sayısı 3000’i aşan kandiller astırdı. Onun döneminde mescidin eskiyen kısımları, Hacerülesved’in gümüş mahfazası ve Kâbe’nin altın oluğu yenilendi, Hicr’i çevreleyen duvar onarıldı. 1916’da Sultan Mehmed Reşad mescidin genel bir tamirinin yapılmasını, selden zarar gören sütunların değiştirilmesini istedi. Ancak I. Dünya Savaşı yüzünden bu imar işi yarım kaldı. Haremeyn’in idaresi Suûd ailesine geçince başlangıçta birtakım tamirler yapıldı ve zemzemin sebilleri birkaç defa yenilendi.

1955’te başlatılan ve Safâ ile Merve arasındaki sa‘y yolunun da (mes‘â) Mescid-i Harâm’a katıldığı genişletmede iç avlu kısmı üç katlı olarak tasarlanmış ve minareler dışında Harem’in Osmanlılar


zamanındaki yapısı korunarak ilâve edilen kısım ona bitiştirilmiştir. 1976 yılına kadar dört merhalede tamamlanan bu imardan sonra mescidin 29.127 m² olan alanı 160.168 m²’ye ulaşmıştır. Sa‘y yolu üzerindeki yapı 395 m. uzunluğunda ve 20 m. genişliğinde olup dıştan altmış beş kemeri bulunmaktadır. İki katlı bu yapının kemer kavisine kadar 11,75 m. olan alt kısmı zemin katı, 8,5 m. olan yukarı kısmı üst katı teşkil eder. Kral Fehd b. Abdülazîz döneminde 1988’de başlatılıp 1993’te bitirilen genişletme sırasında ise mescidin batı ve güney köşeleri arasındaki duvara dayanan yeni bir blok ilâve edilmiştir. Bu yapı öncekinin mimari üslûbuna uygun biçimde planlanmıştır. Ana girişi ortada olan yeni binanın iki yanında da birer döner merdiven vardır. Önceki yapının köşelere gelen kısmında birer kubbe yer alırken yeni binanın ortalarında bırakılan boşluk yan yana üç kubbe ile kapatılmıştır. Bu imarla birlikte Mescid-i Harâm’ın iki katı ile damının toplam alanı 278.168 m²’ye ulaşmış, mescid dışındaki 88.000 m²’lik açık avlunun da dahil edilmesiyle oluşan 366.168 m²’lik mekânda yaklaşık 800.000 kişinin namaz kılmasına imkân hazırlanmıştır.

Toplam doksan beş girişi bulunan mescidin her biri 375 m²’lik bir alan kaplayan döner merdivenlerinin ve minare kaidelerinin dış yüzeyleri renkli mermerle kaplanmıştır. Yeknesaklığı gidermek için altta ve üstte boydan boya devam eden kuşaklarda kapı ve pencere kemerlerinde açık renk üzerine kabartma tezyinata yer verilmiştir. Sütun başlıkları, mukarnas, kemer, korniş, destek ve tavan tezyinatında Kuzey Afrika ve Endülüs üslûbu ağırlıktadır. Kemer aralarında çoğunlukla kıvrık dal ve yaprak motifleri arasında yuvarlak çerçeve içinde kûfî hatla lafza-i celâl bulunmaktadır.

Muâviye b. Ebû Süfyân’dan önce Mescid-i Harâm’da halife ve valiler Kâbe’nin önünde Hatîm’in üzerine çıkıp hutbe okuyorlardı. Muâviye döneminde Şam’dan getirilen üç basamaklı bir minber makām-ı İbrâhim’in sağ tarafına konularak hutbelerde kullanılmaya başlandı. Abbâsî halifeleri, Memlük ve Osmanlı sultanları Mescid-i Harâm’a çeşitli minberler hediye ettiler. Fıkıh mezheplerinin ortaya çıkışından sonra farklı mezhep mensupları kendilerine ayrılan yerlerde cemaatle namaz kıldılar. Mescid-i Harâm’a V. (XI.) yüzyılda konulmaya başlandığı tahmin edilen dört Sünnî mezheple (bk. MAKĀMÂT-ı ERBAA) Zeydî mezhebi imamlarına ayrılmış beş adet makam vardı. Dârünnedve’nin yerinde ise günümüzde müezzin mahfili olarak kullanılan yerde Hanefîler’in makamı bulunmakta olup bunun üst katı müezzinlere tahsis edilmişti. 726’da (1326) Zeydîler’in makamı kaldırıp Mescid-i Harâm içindeki faaliyetleri yasaklanmıştır (Necmeddin İbn Fehd, III, 184).

Mescid-i Harâm’ın XX. yüzyılın başlarında çekilen ilk fotoğraflarında mezheplere ait makamlar, makām-ı İbrâhim, minber, zemzem binası, Bâbüsselâm ve biri muvakkithâne, diğeri kütüphane olarak kullanılan iki kubbe (kubbeteyn) görünmektedir. Suud hükümeti mezheplere ait makamlarla Bâbüsselâm’ı kaldırmıştır. Kâbe’ye 20 m. kadar mesafedeki zemzem binası, önünde oluşan büyük kalabalık sebebiyle kaldırılıp su tevzii yer altına alınmış ve girişi eski bina ile aynı hizada Safâ tarafındaki revakların hemen önüne çekilmiştir. Kadınlar ve erkekler için iki ayrı mekân şeklinde planlanan 1210 m²’lik bu bölüme merdivenlerle inilmektedir. Kanûnî Sultan Süleyman tarafından hediye edilen muhteşem minber 1963’te bulunduğu yerden 7 m. doğuya kaydırılmış, ardından kaldırılarak cuma ve bayram hutbeleri daha küçük seyyar minberler üzerinden okunmaya başlanmıştır. Böylece metâf alanında sadece camekân mahfazası içinde makām-ı İbrâhim kalmıştır.

Hz. Ömer zamanında meşalelerle aydınlatılan Mescid-i Harâm’a Emevî Halifesi Muâviye’den itibaren kandiller konulmuş, Abbâsî Halifesi Me’mûn devrinde bunlara fenerler ilâve edilmiş, Hârûnürreşîd döneminden itibaren şamdan ve avize kullanımı yaygınlaşmıştır. III. (IX.) yüzyılda sayıları 455’e ulaşan kandil ve şamdanlara ramazan ayında ve hac mevsiminde sekiz adet avize ekleniyordu (Ezrakī, II, 98-99; Fâkihî, II, 185). Özel günlerde Mescid-i Harâm’ın kokulanıp tütsülenmesi için konulan buhurdanlıklar aydınlatmada kullanılan araçlarla bir bütünlük arzediyordu.

Bilhassa hac mevsimlerinde dünya müslümanları için toplantı ve buluşma yeri ve ilim merkezi olma özelliğini asırlardır koruyan Mescid-i Harâm’da tarihi boyunca günün her saatinde büyük bir hareketlilik yaşanmıştır. Mekke’de birçok medrese bulunmakla birlikte Mescid-i Harâm’ın eğitim ve öğretim hayatında ayrı bir yeri olmuştur. Evliya Çelebi Harem-i şerif’in etrafında, aralarında Kayıtbay Medresesi gibi Mescid-i Harâm’a bakan ve hac mevsimlerinde ribât olarak kullanılan kırk adet medrese bulunduğunu kaydeder (Seyahatnâme, IX, 277). Tarih boyunca Harem-i şerif’in harimiyle avlu ve revaklarında çeşitli ders halkaları kurulmuş, hac mevsimlerinde İslâm dünyasının her tarafından gelen âlimler bu derslere katılmaya özen göstermiştir. Burada yapılan ilmî müzakere ve tartışmalar İslâmî ilimlerin oluşumuna önemli katkılar sağlamıştır. Mescid-i Harâm’daki ilim halkalarının başlangıçtaki temsilcileri arasında Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Zübeyr, Atâ b. Ebû Rebâh, Tâvûs b. Keysân, Mücâhid b. Cebr, İkrime el-Berberî gibi aynı zamanda fetva mercii olan şahıslarla hadis alanında Mekke’de ilk telifi gerçekleştirmiş olan İbn Cüreyc zikredilebilir. Hac mevsimlerinde İslâm dünyasının çeşitli yerlerinden gelen âlimlere Mescid-i Harâm’da fetva sorulması bir gelenekti.

Bir saldırıya uğramadıkça Mescid-i Harâm’da silâhlı çatışmaya girişmeyi yasaklayan âyete dayanarak (el-Bakara 2/191) Harem-i şerif’in siyasî amaçlar için kullanılması uygun bulunmamıştır. Ancak


bunun dikkate alınmadığı, Mescid-i Harâm’ın dinî ve ilmî fonksiyonunun yanında siyasî hayatta da önemli rol oynadığı, siyasî mücadele ve çatışmalara sahne kılındığı görülmüştür. Hâris b. Ebû Hâle’nin Mescid-i Harâm’da öldürülen ilk müslüman olduğu bildirilir (İbn Hacer, I, 696). Muâviye b. Ebû Süfyân’ın, oğlu Yezîd için veliahtlık biatını burada aldığı (İbn Abdürabbih, V, 121), halifeliğini ilân eden Abdullah b. Zübeyr’in Harem-i şerif’i kendisine karargâh edindiği, Abdullah b. Zübeyr tarafından tutuklanan Muhammed b. Hanefiyye’nin, kendisini hapisten kurtaran Haşebiyye birliğini Mescid-i Harâm dahilinde savaşmamaları yönünde uyardığı (Taberî, VI, 694) bilinmektedir. 317’de (930) Karmatîler Mescid-i Harâm’da büyük bir yağma ve katliam gerçekleştirmiştir.

Abbâsîler döneminde Mescid-i Harâm’ın bakım ve onarımıyla burada yürütülen dinî hizmetlerin, eğitim ve öğretim faaliyetlerinin masrafları Bağdat’ta kurulan Dîvânü’n-nafakāt’tan karşılanmıştır. Ayrıca Hârûnürreşîd’den itibaren Mescid-i Harâm’a yapılacak her türlü masraf için Mısır, Suriye ve Anadolu gibi bölgelerde vakıflar tahsis edilmiş, zamanla ortadan kalkan bazı vakıfların yerine yenileri kurulmuştur.

Hz. Peygamber’in Mescid-i Harâm’a müezzin tayin ettiği Ebû Mahzûre’den sonra oğlu ve torunları bu görevi yüzyıllarca sürdürmüştür. Kıraat ilminde büyük otorite olan Bezzî Mescid-i Harâm’da kırk yıl müezzinlik yapmıştı. Muâviye’den itibaren Mescid-i Harâm için özel görevliler tayin edilip tahsisat ayrılmaya başlanmıştır (Ezrakī, I, 286-287; II, 99).

Resûl-i Ekrem zamanından Osmanlılar’a kadar Mescid-i Harâm’ın idaresi Mekke veya Haremeyn valileri yahut onların görevlendirdiği Mekke kadısı veya muhtesipleri tarafından üstlenilmiş, Mekke Osmanlı idaresine geçince Harem-i şerif’in işlerine vali adına onun tayin ettiği nâibülharem bakmaya başlamıştır. Osmanlı padişahlarının Mekke’deki temsilcisi olan şeyhülharem de Mescid-i Harâm’ın yönetimine katılırdı. Tanzimat’tan sonra yapılan düzenlemelerle birlikte Mescid-i Harâm’ın işleri Mekke emîriyle iş birliği halinde bulunan Mekke müftüsü, şeyhülharem ve Harem-i şerif müdürü eliyle yürütülmüştür.

Mescid-i Harâm’ın mânevî değeri ve fazileti hakkında çeşitli rivayetler nakledilmiştir. Hz. Peygamber, yeryüzünde ilk mescidin (Buhârî, “Enbiyâǿ”, 10, 40; Müslim, “Mesâcid”, 1-2) ve ziyaret edilmeye değer en önemli üç mescidden birinin Mescid-i Harâm olduğunu (diğerleri Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksâ), bundan dolayı burada yapılan ibadetin diğer mescidlerde yapılandan daha faziletli sayıldığını bildirmiştir (Buhârî, “Fażlü’ś-śalât fî mescidi Mekke ve’l-Medîne”, 1; Müslim, “Ĥac”, 105-110, 415). Mescidlerin en faziletlisi Hanefî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre Mescid-i Harâm’dır; Mâlikîler’e göre ise Mescid-i Harâm Mescid-i Nebevî’den sonra gelir. Müşriklerin Mescid-i Harâm’a yaklaşmasını meneden âyetin (et-Tevbe 9/28) kapsamı konusunda fıkıh âlimleri farklı görüşler ileri sürer. Hanefîler bu yasağın müşrik Araplar’la sınırlı olduğunu savunurken (Cessâs, III, 88-89) Mâlikîler, Hanbelîler ve Şâfiîler âyetteki yasağın bütün gayri müslimleri kapsadığını belirtmişlerdir. Ayrıca Kâbe hakkında da özel fıkhî hükümler vardır (bk. HAREM; KÂBE).

BİBLİYOGRAFYA:

M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “ĥrm” md.; Müsned, I, 37, 184; II, 29, 238-239; V, 150; VI, 398; Buhârî, “Fażlü’ś-śalât fî mescidi Mekke ve’l-Medîne”, 1, 6, “Menâķıbü’l-enśâr”, 25, “Enbiyâǿ”, 9, 10, 40, “Śayd”, 10, 26, “Ĥac”, 42; Müslim, “Mesâcid”, 1-2, “Ĥac”, 105-110, 415, 505-513; İbn Hişâm, es-Sîre (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî), Kahire 1987, I, 369; Ezrakī, Aħbâru Mekke (Melhas), I, 65, 68-69, 224, 286-287; II, 29, 33, 67-72, 81-82, 86-94, 98-99, 100, 168-171, 251; ayrıca bk. İndeks; Fâkihî, Aħbâru Mekke (nşr. Abdülmelik b. Abdullah b. Dehîş), Mekke 1407/1986-87, II, 158-162, 177-178, 181, 185, 188-198; III, 105, 113-114, 217, 223; ayrıca bk. İndeks; Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 59-60, 66-68, 77-78; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), I, 260; IV, 68, 251; VI, 435, 694; IX, 653; İbn Ebû Hâtim, el-Cerĥ ve’t-taǾdîl, V, 356; İbn Abdürabbih, el-Ǿİķdü’l-ferîd (nşr. Abdülmecîd et-Terhînî), Beyrut 1407/1987, V, 121; VII, 286; Cessâs, Aĥkâmü’l-Ķurǿân, III, 88-89; İbn Cübeyr, er-Riĥle, Beyrut, ts. (Dârü’ş-şarki’l-Arabî), s. 50-51, 58-59, 68; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirǿâtü’z-zamân (nşr. Ali Sevim), Ankara 1968, s. 170; İbn Battûta, er-Riĥle (nşr. Ali el-Muntasır el-Kettânî), Beyrut 1405/1985, I, 65, 68, 154-161, 181, 184; Zerkeşî, İǾlâmü’s-sâcid bi-aĥkâmi’l-mesâcid (nşr. Eymen Sâlih Şa‘bân), Beyrut 1995, s. 39, 41-43; Fâsî, Şifâǿü’l-ġarâm (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî), Beyrut 1405/1985, I, 224, 359-393, 395; II, 228; İbn Hacer, el-İśâbe (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd v.dğr.), Beyrut 1415/1995, I, 696; Necmeddin İbn Fehd, İtĥâfü’l-verâ bi-aħbâri Ümmi’l-ķurâ (nşr. Fehîm M. Şeltût), Kahire 1404/1984, III, 184; ayrıca bk. tür.yer.; Nehrevânî, el-İǾlâm bi-aǾlâmi Beytillâhi’l-ĥarâm, Kahire 1305, tür.yer.; Ahmed b. Muhammed el-Esedî el-Mekkî, İħbârü’l-kirâm bi-aħbâri’l-Mescidi’l-Ĥarâm (nşr. Gulâm Mustafa), Kahire 1405/1985; Ali et-Taberî, el-Ercü’l-miskî fî târîħi’l-Mekkî ve terâcimü’l-mülûk ve’l-ħulefâǿ (nşr. Eşref Ahmed el-Cemmâl), Mekke 1416/1996, tür.yer.; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, IX, 262, 277, 724-740; J. L. Burckhardt, Travels in Arabia, London 1829, s. 134-170; Mir’âtü’l-Haremeyn, I/1-2, tür.yer.; İbrâhim Rifat Paşa, Mirǿâtü’l-Ĥaremeyn, Kahire, ts., I, 227-262; III, lv. 83; M. Lebîb el-Betenûnî, er-Riĥletü’l-Ĥicâziyye, Kahire 1328, s. 152-161; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, IV, 46; Hüseyin Abdullah Bâselâme, Târîħu Ǿimâreti’l-Mescidi’l-Ĥarâm, Cidde 1400/1980, s. 17, 23, 28, 69, 82, 110, 193, 240; G. R. Hawting, “The Origins of the Muslim Sanctuary at Mecca”,


Studies on the First Century of Islamic Society (ed. G. H. A. Juynboll), Oxford 1982, s. 36-38; a.mlf., “al-Hudaybiyya and the Conquest of Mecca”, Jerusalem Studies in Arabic and Islam, VIII, Jerusalem 1986, s. 1-23; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), I, 173-174; Kasım İlgün, Halife Mansur Dönemi: 136-158/754-775 (doktora tezi, 1994), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 171-172; Suraiya Faroqhi, Hacılar ve Sultanlar, Osmanlılar Döneminde Hac: 1517/1638 (trc. Gül Çağalı Güven), İstanbul 1995, tür.yer.; Hâmid Abbas, “Ķıśśatü’t-tevsîǾati’l-kübrâ”, MecmûǾatü İbn Lâdin, Mekke 1416, s. 192-195; Ahmed Receb M. Ali, el-Mescidü’l-Ĥarâm bi-Mekkete’l-mükerreme ve rüsûmihî fi’l-fenni’l-İslâmî, Kahire 1417/1996, s. 33, 49, 75, 78; Yûsuf Ragdâ el-Âmilî, MeǾâlimü Mekke ve’l-Medîne beyne’l-mâżî ve’l-ĥâżır, Beyrut 1418/1997, s. 109 vd.; el-Ĥaremâni’ş-şerîfân: et-TevsiǾa ve’l-ħidemât ħilâle miǿetî Ǿâm (nşr. er-Riâsetü’l-âmme li-şüûni’l-Mescidi’l-Harâm ve’l-Mescidi’n-nebevî), Mekke 1419; Abdüllatîf b. Abdullah b. Dehîş, Ǿİmâretü’l-mescidi’l-Ĥarâm ve’l-Mescidi’n-nebevî fi’l-Ǿahdi’s-SuǾûdî, Riyad 1419/1999; C. S. Hurgronje, Śafaĥât min târîħi Mekkete’l-mükerreme (trc. Ali Avde eş-Şüyûh, nşr. M. Mahmûd es-Seryânî - Mi‘râc Nevvâb Mirza), Mekke 1419/1999, I-II, tür.yer.; Mustafa Sabri Küçükaşcı, Cahiliye’den Emevîler’in Sonuna Kadar Haremeyn, İstanbul 2003, s. 74-80; A. J. Wensinck, “Mescid-i Harâm”, İA, VIII, 119-120; a.mlf., “al-Masғјid al-Ĥarām”, EI² (İng.), VI, 708-709.

Nebi Bozkurt - Mustafa Sabri Küçükaşcı