MELEKÛT

(الملكوت)

Kâinat üzerindeki ilâhî güç ve hâkimiyeti ifade eden bir terim.

Sözlükte “yüce olmak, güç yetirmek, sahip olmak, hükmetmek” anlamlarına gelen mülk kökünden türetilmiş olup bu mânaları daha kuvvetli biçimde


ifade eden bir masdardır. Râgıb el-İsfahânî kelimenin bu anlamlarıyla Allah Teâlâ için kullanıldığına işaret etmiştir (el-Müfredât, “mlk” md.; krş. Lisânü’l-ǾArab, “mlk” md.). Tehânevî, Allah’ın kâinatta sıfatlarıyla tasarrufta bulunması sebebiyle melekût teriminin mutlak mânada ilâhî sıfatlarla özdeşleşeceğini belirtir (Keşşâf, II, 1339). Elmalılı Muhammed Hamdi ise melekûtu “tam bir hâkimiyetle saltanatın esrâr-ı idaresi” olarak tanımlamıştır (Hak Dini, III, 1966; VI, 4043). Dilciler kelimedeki “vâv” ve “t” harflerinin mübalağa ifade ettiğini belirtir (Kāmus Tercümesi, III, 1125).

Krallık vasfının genellikle yaratma işleviyle özdeşleştirildiği ve tanrıların yaygın biçimde kral olarak adlandırıldığı Yakındoğu dinlerinde yaratıcı tanrı figürü hem yarattığı dünyanın hem tanrılar panteonunun kralı kabul edilirdi. Eski Mısır inancında kral sıfatı verilen tanrı Ptah’ın yanı sıra dünyanın yaratıcısı kabul edilen tanrı Ra için “Mısır’ın ilk kralı” nitelemesi yapılmıştır. Aynı şekilde Mezopotamya yaratılış efsanesi Enuma Eliş’te yer aldığı üzere daha önceleri tanrı Anu’ya has olan krallık pâyesi deniz canavarı Tiamat’ı yenmek suretiyle dünyayı yaratan tanrı Marduk’a verilmiştir (“bütün evrenin krallığı senin”, krş. Mezmurlar, 29, 93). Ugarit efsanesinde kral sıfatı hem deniz tanrıçası Aşera’yı yaratan El hem de kötü deniz prensi Yam’ı mağlûp eden Baal için kullanılmıştır (“senin ebedî krallığın”). Yine Ken‘ân kültüründe Ammoniler’in kendi tanrıları için kullandıkları moloch (melchom) kelimesi “kral” anlamına gelen batı-semitik “mlk” kökü ile ilişkilendirilmektedir (New Catholic Encyclopedia, VIII, 192). Titanlar’a karşı verdiği savaşı kazanan Eski Yunan tanrısı Zeus, Hesiod’un Theogony’sinde ve Pindar’ın Seventh Olympian Ode’sinde “tanrıların kralı” olarak anılmaktadır. Benzer şekilde Hindu dininde tanrısal krallığın muhtemelen en mükemmel örnekleri olan Indra, Vişnu ve Şiva “devaraja” (tanrı-kral) şeklinde isimlendirilmektedir.

Yahudi geleneğinde bütün dünyevî krallıklara karşılık Tanrı’nın kâinat üzerindeki hâkimiyetini ve hükümranlığını ifade etmek için “malkut yahveh” (Tanrı’nın krallığı) ve “malkut şamayim” (semavî krallık) tabirleri kullanılmaktadır. Bu iki tabir aynı mânaya gelmekle beraber saygıdan dolayı Tanrı’nın ismini kullanmama prensibinden hareketle Rabbinik gelenekte Tanrı’nın krallığı karşılığında “malkut şamayim” ifadesi tercih edilmiştir. Kabbalistik Sefirot doktrini içerisinde de dünyanın yönetildiği ilâhî prensibi temsil eden ve en aşağıda yer alan sefirah (felek) Malkut olarak adlandırılmaktadır. İsrâil kavminin tek yöneticisinin Tanrı olduğu fikri eskiye dayansa da (Çıkış, 15/18; Hakimler, 8/23) Eski Ahid’de Tanrı’nın kral olarak vasıflandırılması, en erken peygamber Samuel devrinde krallık sisteminin İsrâil toplumuna girmesiyle başlamış (I. Samuel, 12/12), sürgün sonrası dönemde ise “Tanrı’nın krallığı” vb. terkiplerle yaygın kullanım alanı bulmuştur (I. Tarihler, 28/5; Mezmurlar, 145/13; Daniel, 4/3; Tobit, 13/1). Başlangıçta, Yakındoğu kültürlerindeki kraltanrı uygulamasından hareketle İsrâil Tanrısı’nın kavmi üzerindeki yönetici ve koruyucu otoritesini ifade etmek için kullanılan Tanrı’nın krallığı kavramı (I. Krallar, 11/34-6; İşaya, 44/6; Mezmurlar, 29/10-11), apokaliptik karakterdeki yazılarda dünyanın sonu temasıyla bağlantılı olarak, İsrâil Tanrısı’nın kendi kavmini kurtuluşa erdirmek ve bütün yaratılış üzerinde adaleti tesis etmek üzere tarihe müdahalesi ve ebedî krallığını kurması şeklindeki inancı (Mezmurlar, 95-99; İşaya, 24-27; Daniel, 2/44; I. Enoch, 25/3-5) doğurmuştur. Kraltanrı metaforu, özellikle yahudi dua literatüründe öne çıkmaktadır. Tanrı krallığının gerçekleşmesinden bahseden Kaddiş duasının yanı sıra, Roşhaşanah kutlamasında Tanrı’nın kral olarak selâmlanması ve şofar üflemesinin kralın taç giyme merasimi sırasında çalınan trampet seslerine benzetilmesi, Musaf Amidah ve Alenu dualarında da Tanrı’nın “evrenin kralı” ve “kralların krallarının kralı” olarak isimlendirilmesi bunun örneklerindendir. Tanrı’nın birliğine şehâdet eden Şema duasının okunması ise Rabbinik literatürde Tanrı krallığının boyunduruğu altına girme şeklinde yorumlanmıştır (Mişna, Berakoth, 2/2). Buna bağlı olarak yahudi anlayışında genellikle Tanrı krallığının üç boyutundan bahsedilmektedir: Ferdî ve beşerî boyut (semavî krallığın otoritesinin kabulü = ahid teması), evrensel boyut (semavî krallığın bütün yeryüzü üzerinde tesisi = eskatoloji), millî boyut (İsrâil milletinin hür olarak Tanrı’ya ibadet edebilmesi için bütün dünyevî yönetimlerin esaretinden kurtarılması = mesihî dönem).

Hıristiyan anlayışında Tanrı’nın bütün seçilmişler üzerindeki semavî yönetimini ifade eden, ayrıca günahtan ve ölümden arınma, barış ve Tanrı ile birlik müjdesi biçiminde nitelenen Tanrı’nın krallığı veya semavî krallık kavramı İnciller’de yer aldığı şekliyle Îsâ Mesîh’in mesajında merkezî bir konuma sahiptir (Matta, 12/28; Luka, 10/9; Resullerin İşleri, 19/8). İnciller’de “krallık” mânasında kullanılan Grekçe “basileia” kelimesi, krallık yönetiminden ziyade krallığın hâkim olduğu bölgeye işaret etse de burada kastedilen mânanın İbrânîce “malkut” kelimesine paralel olarak “ilâhî yönetim / düzen” olduğu belirtilmektedir (Nixon, s. 568). Bu anlamda Îsâ’nın Tanrı krallığıyla ilgili mesajı şu dört ayrı boyuta işaret etmektedir: Krallığın gelişi, krallığa giriş, krallığa ulaşma çabası ve krallık ziyafeti. Gizemli bir karaktere sahip olan bu Tanrı krallığından hem gerçekleşmiş (Matta, 12/28; Korintoslular’a Birinci Mektup, 4/20) hem de yakında gerçekleşecek (Markos, 13/32; Korintoslular’a Birinci Mektup, 15/50) bir şey olarak bahsedilmektedir. Bu açıdan bir tohuma benzetilen krallığın başlangıcı hâlihazırdaki gerçekliği, büyüyüp gelişmesi ve kemale ermesi de geleceğe taalluk eden boyutu temsil etmektedir (Matta, 13/31-3; Markos, 4/26-9). Kilise yahut Îsâ’nın cemaati olarak adlandırılan oluşum ise vaftiz ve Îsâ Mesîh’e iman yoluyla ulaşılan (Yuhanna, 3/1-16) ve girenlere kurtuluşu sağlayan (Markos, 10/26; Luka, 18/26) semavî krallığın dünyevî safhasını meydana getirmektedir (Matta, 16/18-9). Bu düşünceler ve referanslar üzerine dayanan Katolik ve Ortodoks kilisesi semavî krallığın bu dünyada somut göstergesi olacak şekilde kurulacağını kabul etmiştir. Mesîh’in gelişi, Mesîh’in dünyevî hâkimiyeti ve kıyamet sahneleri semavî krallığın bu dünyadaki temel işaretleridir. Semavî krallığın ebedî hayat içerisindeki durumu ise inananların sonsuz huzur içerisinde bulunacakları cennet kavramıyla ilişkilidir. Semavî krallığın âhirete yönelik bu yanı çok fazla irdelenmiş değildir (bk. KIYAMET).

Melekût kavramı konusunda Protestanlık birbirine zıt iki fikir geliştirmiştir. Liberal Protestanlık, Luther’in Augistin’den etkilenerek Tanrı krallığı ve dünya krallığı şeklinde formülleştirdiği ayırımı esas alıp melekût kavramını eskatolojik anlamından ayırmış, Tanrı krallığını insanın içerisinde gerçekleşen bir süreç olarak yorumlamıştır. Buna göre dinî ve ahlâkî görevlerini yerine getirdiğinde her fert kendi vicdanında semavî krallığı gerçekleştirmiş demektir. Bu durumda Tanrı krallığının eskatolojik anlamda dünyevî işaretlerini beklemeye gerek kalmayacaktır. Liberal Protestanlık bu mânada melekût kavramını uhrevî âlemde gerçekleşecek mânevî olaylara indirgemektedir.


Böylece gerçek anlamda tanrısal krallık, ölümden sonra yaşanacak bir olgu olarak düşünülmüştür. XVII. yüzyıldan sonra Protestanlığın Püriten kanalından türeyen radikal Protestanlık akımıyla melekût kavramı gibi eskatolojik değerler gittikçe Katolik inancına yakın hale gelmeye başlamıştır. Bu noktadan bakıldığında melekût, ferdî planda bu dünyada yaşanan bir tecrübeden eskatolojik kitlesel olaylar dizisine kadar uzanan geniş bir süreci ima eder. Tanrı krallığının alâmetleri önce fert olarak insanlarda ortaya çıkacak, ardından kitlesel eskatolojik olayların vukuu tanrısal krallığın kurulmasıyla sonuçlanacaktır. Bu süreç ölümden sonraki hayatta ebedî şekilde var olacaktır.

Kur’ân-ı Kerîm’de melekût iki yerde “göklerin ve yerin melekûtu” (el-En‘âm 6/75; el-A‘râf 7/185), iki yerde de “her şeyin melekûtu” (el-Mü’minûn 23/88; Yâsîn 36/83) şeklinde geçmektedir. Taberî, kelimenin kullanıldığı birinci terkipten göklerin ve yerin yaratılışı veya her ikisindeki güneş, ay, yıldızlar, ağaçlar ve hayvanlar gibi Allah’ın varlığına delil teşkil eden işaretlerin kastedildiğini (CâmiǾu’l-beyân, V, 244-247), Fahreddin er-Râzî, mülk kelimesinden hareketle söz konusu terkibin “Allah’ın gökleri ve yeri yaratan ve idare eden kudreti” anlamına geldiğini (Mefâtîĥu’l-ġayb, XIII, 43-44), Elmalılı Muhammed Hamdi ise “göklerin ve yerin melekûtu” ifadesinin her ikisini de yaratan ve koruyup idare eden “hayretengîz ilahî güç ve saltanat” anlamına geldiğini (Hak Dini, IV, 2343) belirtmiştir. Hadislerde de Allah Teâlâ melekût sahibi olarak nitelenmekte (Müsned, V, 388; VI, 24; Ebû Dâvûd, “Śalât”, 147) ve “göklerin melekûtu” (Tirmizî, “Ǿİlim”, 19), “göklerin ve yerin melekûtu” (Müsned, II, 353, 363) anlamındaki terkiplere rastlanmaktadır.

Melekût terimi, hıristiyan ve kısmen yahudi geleneklerinde yer aldığı şekliyle Tanrı’nın krallığı kavramı, özellikle eskatolojik anlamda kullanıldığında büyük ölçüde Tanrı’nın gerçekleşmesi beklenen otoritesine ve yeni bir ilâhî düzenin tesisine (kurtuluş teması) işaret ederken; Kur’an’daki kullanımlarıyla daha çok Allah’ın ezelî-ebedî olan değişmez kudretini ve O’nun kâinat üzerindeki sonsuz tasarruf yetki ve hâkimiyetini (tevhid teması) ifade etmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “mlk” md.; Lisânü’l-ǾArab, “mlk” md.; Tehânevî, Keşşâf, II, 1339; Kāmus Tercümesi, III, 1125; Müsned, II, 353, 363; V, 388; VI, 24; Ebû Dâvûd, “Śalât”, 147; Tirmizî, “Ǿİlim”, 19; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, V, 244-247; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, XIII, 43-44; Abdülahad Dâvûd, İncîl ve Salîb, İstanbul 1329, s. 152-228; Elmalılı, Hak Dini, III, 1966; IV, 2343; VI, 4043; O. E. Evans, “Kingdom of God, of Heaven”, IDB, III, 17-26; Ancient Near Eastern Texts (ed. J. B. Pritchard), Princeton-New Jersey 1969, s. 66, 131; R. E. Nixon, “Kingdom of God”, The New International Dictionary of the Christian Church (ed. J. D. Douglas), Michigan 1974, s. 567-568; L. Jacobs, The Jewish Religion: A Companion, Oxford 1995, s. 305-306; “Kingdom of Heaven”, The Oxford Dictionary of the Jewish Religion (ed. R. J. Z. Werblowsky - G. Wigoder), New York 1997, s. 400-401; K. Kohler, “Kingdom of God”, JE, VII, 502-503; M. J. Cantley, “Kingdom of God”, New Catholic Encyclopedia, Washington 1967, VIII, 191-195; G. H. Gilbert, “Kingdom of God”, ERE, VII, 732-736; J. P. Brown, “Kingdom of God”, ER, VIII, 304-312; M. Aung-Thnin, “Kingship in South Asia”, a.e., VIII, 333.

Fuat Aydın