MEHMED ŞEVKİ EFENDİ

(1829-1887)

Osmanlı hattatı.

Kastamonu’nun Seyyidîler (Seydiler) köyünde doğdu. Tüccardan Ahmed Ağa’nın oğludur. Küçük yaşlarda İstanbul’a gönderildi; burada dayısı Mehmed Hulûsi Efendi ve onun damadı Harputlu Hoca İshak Efendi’nin yanında yetişti. Aksaray-Yusufpaşa’daki sıbyan mektebinde ilk tahsilinin yanı sıra dayısından sülüs-nesih ve rikā‘ yazılarını meşkederek 1841’de on iki yaşında iken hat icâzeti aldı. Hulûsi Efendi, Koca Râgıb Paşa Kütüphanesi birinci hâfız-ı kütübü, Nusretiye Camii kürsü şeyhi ve birçok hattat yetiştiren feyizli bir hocaydı. Kendisi Mahmud Râci ve Ali Vasfi efendilerin talebesi olmakla beraber hat sanatındaki yeri orta derecededir. Bu sebeple kabiliyetli bulduğu yeğenine icâzet verdikten sonra hattını ilerletmesi için onu Kazasker Mustafa İzzet Efendi’ye götürmek istedi. Ancak Şevki Efendi bunu kabul etmedi ve Hulûsi Efendi’nin yanında kaldı. Bu davranışı yazı sanatına ileride “Şevki mektebi” denilecek o emsalsiz üslûbu kazandırdı. Çünkü Şevki Efendi, Mustafa İzzet Efendi’ye devam etseydi sadece, Kazasker mektebine mensup Mehmed Şefik Bey, Abdullah Zühdü ve Hasan Rızâ efendiler gibi üstatlar zincirine bir yenisi eklenecekti.

Şevki Efendi, Harbiye Nezâreti’nde tercihan hattatların tayin edildiği Mektûbî-i Seraskerî Odası’nda Mart 1848’de memuriyete başladı. Askerî kâtiplerin yetiştirilmesi için Beyazıt’ta 1875’te açılan Menşe-i Küttâb-ı Askerî’ye de rik‘a muallimi oldu; vefatına kadar her iki vazifesini de sürdürdü. II. Abdülhamid’in cülûsundan sonra Yıldız Sarayı’na bağlı olarak açılan Mekteb-i Şehzâdegân’da 25 Ekim 1877 tarihinde Başmâbeyinci Osman Bey’in delâletiyle hat muallimliğine getirildi. Bu mektebe bir müddet sonra padişaha yakınlığı olan has bendegânın çocukları da “zâdegân” ismi altında kabul edilmeye başlandı. Şevki Efendi burada birçok şehzade ve beyzadenin hocası oldu. Bu vazife için cumartesi, pazartesi ve perşembe olmak üzere haftada üç gün oturduğu Haseki’den Yıldız’a giderdi. Ders saatleri dışında da Yıldız Kütüphanesi’ndeki mushaf, dua mecmuası ve murakka‘ gibi eserleri incelerdi. Kendisine teveccühü olan II. Abdülhamid ara


sıra şehzadelerin hat meşklerine bakmaktan hoşlanır, bir yazı siparişi olursa Çit Kasrı’nda Şevki Efendi’yi doğrudan kabul ederek ona ihsanlarda bulunurdu. Şevki Efendi’ye 1883’te rütbe-i sâniye, sınıf-ı mütemâyizî ve üçüncü rütbeden Mecîdî nişanı tevcih edildi.

1870’li yıllarda hacca giden Şevki Efendi iffetli ve müstakim yaratılışıyla tanınır. Kendisine ve evine sadece resmî maaşını harcar, eserleri için ne verilirse kabul ederek bunun tamamını Kastamonu ve İstanbul’daki muhtaçlara dağıtırdı. Vefatında 27 lira parası çıkmış, fakat sonradan ele geçen hususi defterinde otuz fakiri aylığa bağladığı görülmüştür. Henüz hayatta iken birini kaybettiği üç kızı ve bir oğlu olmuştur. Şevki Efendi son zamanlarında felç geçirdi. 13 Şâban 1304’te (7 Mayıs 1887) vefat etti ve Merkezefendi Kabristanı’nda dayısı Hulûsi Efendi’nin yanına defnedildi. Kitâbesi oğlu ve talebesi Mehmed Said Bey tarafından Mehmed Şevki’ye lâyık olmayan bir seviyede yazılmıştır.

Şevki Efendi, Haseki semtinde geniş bir bahçeye baktığı için kendisinin “yeşil oda” dediği yazı odasında sabah namazından sonra vazifeye gideceği saate kadar yazıyla meşgul olurdu. Tatil olan cuma günlerinde ise sabahtan cuma namazına kadar talebesiyle meşguliyetini sürdürür, onlara hat dersi verirdi. Cumadan sonra ziyaretine kalabalık halde askerî ve sivil erkân gelirdi.

Şevki Efendi, başta Hâfız Osman olmak üzere onun talebesi Yedikuleli Abdullah ve celî sülüsün önderi Mustafa Râkım’ın yazılarını inceleyerek sülüs, nesih ve rikā‘da “Şevki mektebi” ismiyle anılan bir üslûbun sahibi olmuştur. Kendisi, “Yazıyı bana rüya âleminde tâlim ettiler” dermiş. Sanat hayatı boyunca her gün ilerleme gösteren Şevki Efendi, bilhassa 1873 yılından itibaren daha narin bir üslûpla nihaî mertebesine eriştirdiği bu yazı nevilerinde günümüze kadar son merhale sayılmaktadır. Kendi üslûbunu bulduktan sonra bile ziyaretine gittiği hocası Hulûsi Efendi sırada bekleyen fazla talebe olduğunda bunların meşklerine bakmayı Şevki’ye havale edince gereken harf çıkartmalarını hocasının üslûbuyla yazacak kadar ona hürmet gösterirdi.

Hüsn-i hattı kim için olursa olsun aynı dikkat ve itina ile yazan Şevki Efendi talebe için hazırladığı meşklerinde de aynı titizliği gösterirdi. Bu sebeple orta yaşlarından itibaren on talebeden fazlasını kabul etmemeye başlamıştır. Ancak Hacı Ârif Efendi gibi bu ilkesini bozduğu müstesna öğrencileri de vardır. Meşkin mürekkebat safhasında Hz. Ali’nin rivayeti olan hilye metnini yazmaya hususiyle ehemmiyet verirdi (TSMK, Güzel Yazılar, nr. 188). Pek çok talebesi arasında en fazla tanınanlar Filibeli (Bakkal) Hacı Ârif, Hâfız Fehmi, Pazarcıklı Mehmed Hulûsi ve Ziyâeddin efendilerle Ferid Bey’dir.

Şevki Efendi sanat hayatı boyunca yirmi beş mushaf (Sakıp Sabancı Müzesi, nr. 57, Hacı Hüseyin Efendi tezhibi [1279/1862]; TSMK, Mehmed Reşad, nr. 4, Hüsnü Efendi tezhibiyle [1295/1878]; Arda, nr. 32, Hasan Rızâ tarafından tamamlanan son mushafı [1304/1887]), sayısız cüz ve evrâd (Rado Koleksiyonu, Mevlevî evrâdı, [1296/1879]), kıta (TSMK, Güzel Yazılar, nr. 309/96) ve murakka‘ ile (TSMK, Güzel Yazılar, nr. 190/1; 195; Sakıp Sabancı Müzesi, nr. 216) hilyeler (Kubbealtı Kültür ve Sanat Vakfı, 2 adet) yazmıştır. Celî sülüsle on kadar levhası olup bunların çoğu müzehhip Hüsnü Efendi tarafından zerendûd usulüyle işlenmiştir (Aksaray Vâlide Sultan Camii). Camilerde varak altınla hazırlanmış cihâryâr takımları da görülmektedir. Bazı kabirlere (dayısı Hulûsi Efendi’ninki en mükemmelidir, 1291/1874) ve Karagümrük’te Pertevniyal Vâlide Sultan Çeşmesi’ne (1862) yazdığı celî sülüs kitâbeleri vardır. Fakat celî yazıda Sâmi Efendi mertebesine erişememiştir.

Sülüsnesih karalamalarını harfleri ekseriya birbirine çiğnetmeden ferah görünüşlü bir temrin şeklinde yazan Şevki Efendi, talebesi arasında kullandığı kalem yüzünden iyi çalışamadığını söyleyen bulunursa harf çıkartmalarını bilhassa kusurlu denilen o kalemle yaparak meselenin kalemden ziyade yazan elde olduğunu anlatırdı. Şahsen tanıyanların belirttiğine göre Şevki Efendi’nin yazıları kaleminden son derecede itinalı ve tekellüflü olarak çıkarmış; fakat bu pürüzsüz ve şiveli eserleriyle haklı bir şöhrete sahip olmuştur. Bu sebeple onu anlatmak için, “Yazısı da ahlâkı kadar pürüzsüzdü” denilmiştir. Yakın arkadaşı Sâmi Efendi, “Şevki’nin elinden istese de fena harf çıkmazdı” cümlesiyle bir gerçeği ifade etmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

A. Süheyl Ünver’in Not Defteri, M. Uğur Derman özel kütüphanesi; Habîb, Hat ve Hattâtân, İstanbul 1305, s. 178; Cl. Huart, Les calligraphes et les miniaturistes de l’orient musulman, Paris 1908, s. 203-204; Rifat Yazgan, Canlı Tarihler, İstanbul 1946, IV, 1-8; A. Süheyl Ünver, Hattat Mehmed Şevki, İstanbul 1953; İbnülemin, Son Hattatlar, s. 397-399; Şevket Rado, Türk Hattatları, İstanbul, ts. (Yayın Matbaacılık), s. 225; M. Uğur Derman, Türk Hat Sanatının Şâheserleri, İstanbul 1982, s. 23, 42; a.mlf., Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi Hat Koleksiyonundan Seçmeler, İstanbul 2002, s. 108-111; İslâm Kültür Mirâsında Hat San’atı (haz. M. Uğur Derman), İstanbul 1992, s. 214-215; Ali Alparslan, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, İstanbul 1999, s. 83-86; Muhittin Serin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, İstanbul 2003, s. 174-177.

M. Uğur Derman