MEHMED NASÛHÎ

(ö. 1130/1718)

Halvetî-Şâbânî tarikatının Nasûhiyye kolunun kurucusu.

Üsküdar Toygartepesi’nde Bulgurlu Mescidi yakınlarında dünyaya geldi. Doğum tarihini, Nasûhî Tekkesi’nin son postnişini torunlarından Ahmed Kerâmeddin Efendi 1060 (1650), Sâdık Vicdânî 1058 (1648) veya 1063 (1653) olarak kaydeder. Sipahi zümresinden bir seyyid ailesine mensup olan Nasûhî Bey’in oğludur. Asıl adı Mehmed olup babasının adıyla tanınmıştır. Bazı kaynaklarda (Ayvansarâyî, II, 231; Sicill-i Osmânî, IV, 557) Şâbâniyye tarikatının pîri Şeyh Şa‘bân-ı Velî’nin soyundan geldiği söylenmekteyse de Şa‘bân-ı Velî’nin evlenip çocuk sahibi olduğu konusunda bilgi bulunmadığından bu görüşün doğru olmadığı söylenebilir.

Mehmed Nasûhî, çocukluk döneminden sonra ailesinin taşındığı Üsküdar’da Kefçe Dede mahallesinde tahsil hayatına başladı. Gençliğinde ilimle meşgul olduğu yıllarda tasavvufa ilgi duyarak Üsküdar Atik Vâlide Camii yanındaki tekkesinde irşad faaliyetinde bulunan Şâbâniyye’nin Karabaşiyye kolunun pîri Şeyh Karabaş Velî’ye intisap etti ve şeyhin tekkede kendisine tahsis ettiği hücrede halvete girdi. Oğlunun, tanımadığı bir şeyhe intisap ettiğini öğrenen babasının hemen dergâha geldiği, ancak Karabaş Velî’yi görüp onun kemalini anlayınca orada kalmasına razı olduğu kaydedilmektedir.

Seyrü sülûkünü tamamladığında yirmi beş yaşlarında bulunan Mehmed Nasûhî, mürşidinin emriyle Mudurnu’ya giderek Sun‘ullah Efendi Zâviyesi’nde dinî ilimleri okutmaya ve halkı irşad etmeye başladı. Şeyhi Karabaş Velî’nin Limni’de sürgünde bulunduğu 1679-1683 yıllarında birkaç defa Limni’ye giderek kendisini ziyaret etti. Bu tarihlerde Niyâzî-i Mısrî de Limni’de sürgündeydi. Limni’de ikisinin de hizmetinde bulunduğunu, hizmetlerinden dolayı Mısrî’nin kendisine dua ettiğini belirten Mehmed Nasûhî bu duanın bereketini üzerinde her zaman hissettiğini söyler. Nasûhî’nin bu ifadelerinden o yıllarda Karabaş Velî ile Niyâzî-i Mısrî’nin arasının iyi olduğu anlaşılmaktadır. Niyâzî-i Mısrî ile ilgili çalışmalarda onun Karabaş Velî’yi hiç sevmediği, hatta kendisine ağır ithamlarda bulunduğu kaydedilmektedir. Ancak Niyâzî’nin bir gazelini şerheden Nasûhî’nin ona muhabbet duyması bu görüşü tartışılır kılmaktadır.

Mehmed Nasûhî, 1096 (1685) yılında yerine halifesi Abdullah Rüşdü’yü bırakarak şeyhinin izniyle Üsküdar’a döndü. Kısa bir süre sonra şeyhi Karabaş Velî tâc-ı şerîfini Mehmed Nasûhî’ye giydirip hacca gitmek üzere İstanbul’dan ayrıldı. Şeyhi 1097’de (1686) Kahire’de vefat ettiği sırada Üsküdar Doğancılar’daki Çakırcı Hasan Paşa ve Süleyman Paşa camilerinde irşad görevini sürdürmekte olan Mehmed Nasûhî için, yeniçeri ağalığıyla Enderun’dan çıkarılan Çelebi Hasan Paşa Doğancılar’da bir dergâh inşasına başladı. Ancak Hasan Paşa’nın maddî gücü inşaatı sürdürmeye yetmediğinden yaptığı masraflar kendisine ödenerek dergâh Mehmed Nasûhî Efendi tarafından 1099 (1688) yılında tamamlandı ve aynı yılın Kadir gecesi (25 Temmuz 1688) Galata Mevlevîhânesi şeyhi Gavsî Ahmed Dede’nin de hazır bulunduğu bir merasimle açıldı (açılış münasebetiyle devrin şairlerinden Zamîrî, her mısraı ebcedle 1099 tarihini veren on üç mısralık bir manzume kaleme almıştır). Tekkeyi IV. Mehmed’in kızı Hatice Sultan’ın eşi Damad Hasan Paşa’nın yaptırdığı şeklindeki bilgi doğru değildir. Mehmed Nasûhî bu tarihten itibaren irşad faaliyetini dergâhında sürdürdü. 1117’de (1705) III. Ahmed tarafından Eyüp Sultan Camii kürsü şeyhliğine tayin edildi. Kendisine isnat edilen bazı sözlerden dolayı (Şeyhî, II, 432-433) Kastamonu’ya sürgüne gönderilen Nasûhî’nin (1126/1714) iki yıl sonra İstanbul’a dönmesine izin verildi. Mensupları bu sürgünü tarikatın pîri Kastamonulu Şa‘bân-ı Velî’nin mânevî bir daveti şeklinde yorumlamışlardır.

17 Ramazan 1130 (14 Ağustos 1718) tarihinde vefat eden Mehmed Nasûhî dergâhın hazîresine defnedildi, bir süre sonra kabrinin üzerine bir türbe inşa edildi. Türbenin niyaz penceresinde Şâbânî şeyhlerinden Mustafa Zekâî’ye ait, “Makām-ı evliyâdır menba-ı feyz ü fütûhîdir / Edeble dâhil ol sûfî bu dergâh-ı Nasûhî’dir” beyti yazılıdır. Nasûhî’nin vefatına birçok tarih düşürülmüştür. Bunlardan ikisi şöyledir: “Hay şeyhim Nasûhî”; “Nasûhî son demi yâ Hak deyip azm-i bekā etti.” Ölümünden sonra tekkesinde oğlu Ali Alâeddin Efendi (ö. 1165/1752) postnişin olmuştur. Daha sonra babadan oğula intikal eden meşihat görevini Şeyh Mehmed Fazlullah Efendi (ö. 1218/1803), Şeyh Abdurrahman Mehmed Şemseddin Efendi (ö. 1249/1833), Şeyh Muhyiddin Efendi (ö. 1315/1897) ve Şeyh Ahmed Kerâmeddin Efendi (ö. 1934) üstlenmiş, Nasûhîzâdeler


olarak tanınan bu sülâle İstanbul’un en nüfuzlu şeyh ailelerinden biri olmuştur.

Mehmed Nasûhî’nin farz ve sünnet ibadetlerin yanı sıra halvet, erbaîn ve itikâfa da çok önem verdiği, 1108 (1696) yılında arka arkaya on erbaîn çıkardığı, haramlardan titizlikle sakındığı gibi şüpheli korkusuyla mubahların çoğunu terkettiği, gül yetiştirmeye meraklı olduğu, yetiştirdiği güllerin “Nasûhî gülü” diye anıldığı kaydedilmektedir. Dinî mûsikimizin önemli eserlerinden, bestesi Galata Mevlevîhânesi şeyhi Kutbünnâyî Osman Dede Efendi’ye ait “Mi‘râciyye” Nasûhî Efendi’nin temenni ve tavsiyeleriyle ortaya çıkmıştır. Eserin başlangıcında okunan, tevşih denen Arapça bölüm Nasûhî Efendi’ye aittir. Mi‘râciyye ilk olarak Nasûhî Dergâhı’nda okunmuştur. Mi‘rac kandilini takip eden ilk pazar günü dergâhta mi‘râciyye okunması ve bu sırada dinleyenlere soğuk süt, şerbet ve küçük bir tabak içinde şeker dağıtılması bu tekkeye ait bir gelenektir.

Tarikat silsilesi şeyhi Karabaş Velî vasıtasıyla Halvetî-Şâbânî tarikatının pîri Şeyh Şa‘bân-ı Velî’ye ulaşan Mehmed Nasûhî’ye bu tarikatın kendi adıyla anılan Nasûhiyye kolu nisbet edilmiştir. Nasûhiyye’den Çerkeşî Mustafa Efendi’ye nisbet edilen Çerkeşiyye, Çerkeşiyye’den Geredeli Halil Efendi’ye nisbet edilen Halîliyye ve Kuşadalı İbrâhim Efendi’ye nisbet edilen Kuşadaviyye (İbrâhimiyye) kolları doğmuş, dolayısıyla Halvetî-Şâbânî tarikatı Mehmed Nasûhî silsilesiyle günümüze ulaşmıştır.

Mehmed Nasûhî hakkında mensuplarından Senâî (Menâkıb-ı Hazret-i Nasûhî, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 2225) ve torunlarından Ahmed Kerâmeddin Efendi (Şemsü’s-subûhî fî Menâkıb-ı Hazret-i Nasûhî, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4573) tarafından iki menâkıbnâme kaleme alınmıştır. Rüknettin Nasuhioğlu’nun ikinci eseri esas alarak yazdığı metin Orhan Nasuhioğlu’nun yayımladığı Şeyh Muhammed Nasûhî adlı kitabın içinde yer almaktadır (s. 9-84).

Eserleri. 1. er-Risâletü’r-Rüşdiyye fi’ŧ-ŧarîķati’l-Muĥammediyye. Halifelerinden Mudurnulu Abdullah Rüşdü için yazılmış tarikat âdâbına dair risâlenin çeşitli nüshaları bulunmaktadır (İÜ Ktp., AY, nr. 3403; Millet Ktp., Şer‘iyye, nr. 1104). Mehmed Nasûhî’nin hayatına dair bilgiler de ihtiva eden risâle Mahmud Rebîî tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir (İÜ Ktp., TY, nr. 6396). 2. Vâridât-ı Kudsiyye. Mehmed Nasûhî’nin, müridi Enderun kahyâsı İbrâhim Ağa’ya gönderdiği 180 adet mektubu içeren kitap Mektûbât veya Mürâselât-ı Pîr adıyla da anılmaktadır (İÜ Ktp., TY, nr. 1334, 2127, 2162; Süleymaniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 776). Bazı mektuplar Şeyh Muhammed Nasûhî adlı kitapta yayımlanmıştır (s. 89-155). 3. Divançe. Nasûhî’nin kırk yedi şiir ihtiva eden divançesi (Millet Ktp., Ali Emîrî Efendi, Manzum, nr. 450; Süleymaniye Ktp., Hâşim Paşa, nr. 76/5, Hacı Mahmud Efendi, nr. 3826) yukarıda anılan kitap içinde neşredilmiştir (s. 159-208). 4. Şerh-i Gazel-i Niyâzî-i Mısrî. Niyâzî Mısrî’nin, “Yâ câmia’l-esrâr ve’l-fezâil” mısraıyla başlayan gazelinin Arapça şerhidir (Süleymaniye Ktp., Nâfiz Paşa, nr. 1421). 5. Tefsir. Mehmed Nasûhî’nin Mümin, Nûr, Furkān, Şuarâ, Kasas, Ankebût, Yâsîn, Sâffât, Sâd, Neml ve Zümer sûrelerinin tefsirini ihtiva eden bu eserini Ömer Nasûhî Bilmen, Nasûhî Tekkesi Kütüphanesi’nde gördüğünü söyler (Büyük Tefsir Tarihi, II, 711). Kütüphane 1995 yılında Süleymaniye Kütüphanesi’ne nakledilmiş, ancak adı geçen eser burada bulunamamıştır.

Mehmed Nasûhî’nin ayrıca oğlu Alâeddin Ali için yazdığı Risâletü’l-velediyye, halifelerinden Fahreddin Efendi adına kaleme aldığı Risâletü’l-Fahriyye, Ebû Eyyûb el-Ensârî’den rivayet edilen hadisleri şerheden Mecmûatü’l-ehâdîs ve Şuabü’l-îmân adlı eserleri bulunduğu kaydedilmektedir (Osmanlı Müellifleri, I, 177-178). Bunlardan Risâletü’l-Fahriyye, Nasûhîzâde Ahmed Kerâmeddin Efendi tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir (Süleymaniye Ktp., Nasûhî Dergâhı, nr. 138). Mehmed Nasûhî hakkında Mustafa Yılmaz tarafından Mehmet Nasûhî Efendi, Hayatı, Eserleri ve Divançesinin Tenkitli Neşri adında bir yüksek lisans çalışması yapılmıştır (1997, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü).

BİBLİYOGRAFYA:

Bandırmalızâde, Mir’âtü’t-turuk, İstanbul 1306, s. 36; Şeyhî, Vekāyiu’l-fuzalâ, II, 432-433; Senâî, Menâkıb-ı Hazret-i Nasûhî, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 2225; Ahmed Kerâmeddin Efendi, Şemsü’s-Subûhî fî Menâkıbı Hazret-i Nasûhî, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4573/1; İbrâhim Hâs, Menâkıb-ı Hazret-i Şeyh Hasan Ünsî (nşr. Mustafa Tatcı), Ankara 2002, s. 150-157, ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 41-47; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, II, 231; Harîrîzâde, Tibyân, III, vr. 61a; Sicill-i Osmânî, IV, 557; Hocazâde Ahmed Hilmi,


Ziyâret-i Evliyâ, İstanbul 1325, s. 128; Tomar-Halvetiyye, s. 68-72; Hüseyin Vassâf, Sefîne, IV, 18-31; Kemal Edip Kürkçüoğlu, Şeyh Muhammed Nasûhî: Hayâtı, Eserleri, Dîvânı, Mektupları, İstanbul, ts.; Osmanlı Müellifleri, I, 176-177; Hediyyetü’l-Ǿârifîn, II, 314-315; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, İstanbul 1974, II, 711; Zâkir Şükrü, Mecmûa-i Tekâyâ (Tayşi), s. 21; Mehmet Nermi Haskan, Üsküdar Tarihi, İstanbul 2001, I, 291-295; Abdülbâki Gölpınarlı, “Niyazî-i Mısrî”, ŞM, VII (1972), s. 212-213; H. J. Kissling, “Şaban-ı Veli ve Şabanilik” (trc. M. Serhan Tayşi), Bilim Sanat Bülteni, VI/37, İstanbul 1995, s. 26-32; Cemal Kurnaz - Mustafa Tatcı, “Karabaş-ı Velî”, Tasavvuf, sy. 6, Ankara 2001, s. 53-57.

Kerim Kara