MEBDE ve MEÂD

(المبدأ والمعاد)

Varlığın nasıl başladığı ve sonunun neye varacağı konusuyla ilgili tabir ve bu konuda yazılan eserlerin ortak adı.

Sözlükte “başlamak, meydana gelmek; bir işi başlatmak, icat etmek” anlamında bed’ ve “geri dönmek; yeniden yapmak, bir işe ikinci defa başlamak” mânasında avd (avdet) köklerinden türeyen mebde’ ve meâd zaman ismi olup “başlangıç ve yeniden dönüş zamanı” demektir (Lisânü’l-ǾArab, “bdǿe”, “Ǿavd” md.leri; Kāmus Tercümesi, I, 5-7, 1223-1227). Terim olarak mebde Allah’ın mahlûkatı ilkin yarattığı sürecin, meâd ise dünya hayatının son bulmasıyla ebedî olan âhiret hayatını başlatacağı dönemin adıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de bed’ ile (ibdâ’) iade kavramları terim mânaları çerçevesinde birçok âyette fiil kalıplarıyla zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilmektedir (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “bdǿe”, “Ǿavd” md.leri). İlk yaratılışı başlatıp sürdüren ve kıyametin kopmasından sonra onu tekrar edecek olan varlığın Allah olduğu, bunu gerçekleştirmenin O’na kolay geldiği belirtilmekte ve önceki var oluşun sonraki hayat için delil teşkil ettiği bildirilmektedir (Yûnus 10/4, 34; el-Enbiyâ 21/104; er-Rûm 30/27; el-Burûc 85/13). Kur’an’da ayrıca yaratılışın nasıl başladığını ve tabiatta sürekli yenilenen var oluşu anlamaları için insanların tefekkürde bulunmaları ve yeryüzünü dolaşmaları istenmekte, ilk ve sonraki yaratılışın tasviri için “en-neş’etü’l-ûlâ” ve “en-neş’etü’l-âhire” (uhrâ) ifadelerine yer verilmektedir (el-Ankebût 29/19-20; en-Necm 53/47; el-Vâkıâ 56/62). Meâd kelimesi Kur’an’da, terim anlamı dışında Hz. Peygamber’in Medine’ye göç ettikten sonra dönmeyi arzuladığı varış yeri olan Mekke kastedilerek bir defa geçmektedir (el-Kasas 28/85).

Mebde terim anlamında hadislerde yer almamakla birlikte meâd âhiret karşılığında bazı rivayetlerde görülmektedir (İbn Mâce, “Zühd”, 2; Ebû Dâvûd, “Vitir”, 31). Ayrıca “varlıkları başlangıçta yoktan icat eden ve sonra onları tekrar yaratan” anlamındaki mübdi‘ ve mûîd kelimeleri Allah’ın doksan dokuz ismi arasında sayılmış (İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10; Tirmizî, “DaǾavât”, 82) Buhârî’nin Śaĥîĥ’inde yaratılışın başlangıcı ile birlikte diğer fizik ve kozmolojik konulara müstakil bir bölüm tahsis edilmiştir (“Bedǿü’l-ħalķ”, 1-17).

İslâm felsefesinde mebde konusu, âlemin zorunlu varlıktan belli bir düzen içinde sudur etmesi ve varlık mertebelerinin oluşması teorisi çerçevesinde ele alınmış, varlıklar arasında sıkı bir sebep-sonuç ilişkisi kurularak dört unsura dayalı “kevn ve fesâd âlemi” adı verilen ay altı âleminin ortaya çıkışı temellendirilmeye çalışılmıştır (İbn Sînâ, eş-Şifâǿ, s. 435-440). Tasavvuf düşüncesinde âlemin başlangıcı “nûr-i ilâhî” ve “hakîkat-i Muhammediyye” ile bağlantılı olarak “hebâ” (zerrecik) adı verilen, niteliği belirsiz cevherden ulvî ve süflî, büyük ve küçük âlemlerin meydana gelmesi şeklinde sistemleştirilmiştir (İbnü’l-Arabî, II, 226-233). Kelâmda ise Allah’ın fiilî sıfatlarından hareketle bir


yaratma teorisi geliştirilmiş, âlemin yaratılışı zorunsuz bir değişim ve yenilenmeye dayalı atomcu sistem içinde izah edilmiştir. Buna göre duyular âlemindeki cisimler, kendi başlarına varlıkları bulunmayan geçici nitelikleri (a‘râz) dolayısıyla sürekli bir değişim ve oluşum içindedir. Fizik dünyadaki bu değişimin bir başlangıcının bulunmaması, yani geçmişte sonsuza kadar devam etmesi devir ve teselsülü gerektireceğinden varlığın ortaya çıkışı ancak bir yaratıcının irade ve kudretiyle açıklanabilir. Bu sebeple kelâmcılar ibdâ yerine daha çok “âlemin hudûsu” ifadesini kullanmışlardır (Mâtürîdî, s. 25-36; Eş‘arî, s. 82-83). Hudûs anlayışı Kindî gibi İslâm filozofları tarafından da savunulmuştur (Resâǿil, s. 163).

Kelâmda meâd konusu “iadenin cevazı” başlığı altında, Dehriyye’ye ve diğer bazı inkârcı gruplara karşı mahlûkatın geçici bir yok oluştan veya dağılıştan sonra yeniden yaratılışının aklen imkânı açısından ele alınmış, ayrıca naklî delillere dayalı olarak âhiret tasvirlerine yer verilmiştir (Abdülkāhir el-Bağdâdî, s. 232-246; Cüveynî, s. 313-331). Allah’ın kudreti, var oluşun anlamı ve adaletin yerine gelmesi gibi delillerle savunulan âhiretteki dirilişin ruhen veya cismen olacağı konusu kelâmcılarla bazı filozoflar arasında tartışmaya sebep olmuşsa da naslardaki açık işaretler (meselâ bk. en-Nisâ 4/56; Yâsîn 36/65; Fussılet 41/20-22; el-Kıyâme 75/3-4) ve bunların te’vilini gerektirecek bir zorunluluğun bulunmaması dolayısıyla İslâm âlimlerinin ve mutasavvıfenin çoğunluğu haşrin cismanîliği yönünde görüş belirtmiştir (Fahreddin er-Râzî, s. 223-225; İbnü’l-Arabî, IV, 448-457; Teftâzânî, V, 89-93). Meâd konusu felsefede metafiziğin bir alt bölümü olarak kabul edilmiş (Taşköprizâde, I, 326), âhirette nefislerin mutluluk ve elem duymalarının imkânı ve niteliği bağlamında incelenmiştir (İbn Sînâ, el-Mebdeǿ ve’l-meǾâd, s. 109-115).

Literatürde mebde ve meâd İslâm felsefesine, kelâm ve tasavvufa dair eserlerin varlık ve âhiret bölümleri içinde ele alınmış, bu konular klasik İslâm düşüncesinde bir telif türü olmuş, bu adla müstakil eserler yazılmıştır. Ancak mebde ve meâd başlığını taşıyan kitaplar incelendiğinde bunların sadece yaratılış ve âhiret konularından bahsetmediği, muhtevalarında çeşitli meselelere yer verildiği görülür. Felsefe ve kelâm alanında kaleme alınan mebde ve meâd kitapları arasında İbn Sînâ’nın el-Mebdeǿ ve’l-meǾâd, Nasîrüddîn-i Tûsî’nin el-Mebdeǿ ve’l-meǾâd, Esîrüddin el-Ebherî’nin Risâle fi’l-mebdeǿ ve’l-meǾâd, Celâleddin ed-Devvânî’nin ez-Zevrâǿ ve’l-Ħavrâǿ fî taĥķīķi’l-mebdeǿ ve’l-meǾâd, Kemalpaşazâde’nin Risâle fi beyâni’l-mebdeǿ ve’l-meǾâd, Fuzûlî’nin MaŧlaǾu’l-iǾtiķād fî maǾrifeti’l-mebdeǿ ve’l-meǾâd, Sadreddinzâde Şirvânî’nin Risâle fî taĥķīķi’l-mebdeǿ ve’l-meǾâd, Abdülbâki La‘lîzâde’nin Risâle-i Mebdeǿ ve MeǾâd ve Mustafa Nûrî el-Hüseynî’nin el-İrşâd li-men enkere’l-mebdeǿ ve’n-nübüvve ve’l-meǾâd adlı eserleri sayılabilir. Tasavvuf alanında da mebde ve meâd başlığı altında bir kısmı felsefî yönü bulunan, bir kısmı tasavvuf ehlinin ihtiyaçlarına cevap veren ilmihal türü kitaplar yazılmıştır. Bunlara örnek olarak Şehâbeddin es-Sühreverdî el-Maktûl’ün el-Elvâĥu’l-Ǿimâdiyye fi’l-mebdeǿ ve’l-meǾâd, Azîz Nesefî’nin Zübdetü’l-ĥaķāǿiķ adıyla ihtisar edilen Risâle der Mebdeǿ ve MeǾâd, İmâm-ı Rabbânî’nin Risâle fi’l-mebdeǿ ve’l-meǾâd, Senâî’nin Seyrü’l-Ǿibâd mine’l-mebdeǿ ile’l-meǾâd, Necmeddîn-i Dâye’nin Mirśâdü’l-Ǿibâd mine’l-mebdeǿ ile’l-meǾâd, Sarı Abdullah Efendi’nin Semerâtü’l-fuâd fi’l-mebde’ ve’l-meâd, Harîrîzâde Kemâleddin Efendi’nin el-İmdâd fi’l-mebde’ ve’l-meâd, Muhammed Nûrü’l-Arabî’nin er-Risâletü’s-SaǾdiyye fi’l-mebdeǿ ve’l-meǾâdi’l-insân adlı eserleri gösterilebilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “bdǿe”, “Ǿavd” md.leri; Tehânevî, Keşşâf, I, 106; II, 958-959; Kāmus Tercümesi, I, 5-7, 1223-1227; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “bdǿe”, “Ǿavd” md.leri; Buhârî, “Bedǿü’l-ħalķ”, 1-17; İbn Mâce, “Zühd”, 2, “DuǾâǿ”, 10; Ebû Dâvûd, “Vitir”, 31; Tirmizî, “DaǾavât”, 82; Kindî, Resâǿil (nşr. Abdülhâdî Ebû Rîde), Kahire 1398/1978, s. 163; Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevĥîd (nşr. Bekir Topaloğlu - Muhammed Aruçi), Ankara 1423/2003, s. 25-36; Eş‘arî, el-LümaǾ, s. 82-83; Bâkıllânî, et-Temhîd (İmâdüddin), s. 36-45; İbn Sînâ, el-Mebdeǿ ve’l-meǾâd (nşr. Abdullah-ı Nûrânî), Tahran 1363 hş.; a.mlf., eş-Şifâǿ el-İlâhiyyât (1), s. 435-443; a.mlf., en-Necât (nşr. M. Takī Dânişpejûh), Tahran 1364 hş., s. 698-713; Abdülkāhir el-Bağdâdî, Uśûlü’d-dîn, İstanbul 1346, s. 232-246; Cüveynî, el-İrşâd (Temîm), s. 39-50, 313-331; Fahreddin er-Râzî, el-Muĥaśśal (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa‘d), Kahire, ts. (Mektebetü’l-külliyyeti’l-Ezheriyye), s. 118-147, 223-237; Seyfeddin el-Âmidî, Ġāyetü’l-merâm (nşr. Hasan Mahmûd Abdüllatîf), Kahire 1391/1971, s. 9-23, 246-265, 283-315; İbnü’l-Arabî, el-Fütûĥât, II, 226-247; IV, 448-457; Teftâzânî, Şerĥu’l-Maķāśıd (nşr. Abdurrahman Umeyre), Beyrut 1409/1989, V, 82-111; Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Şerĥu’l-Mevâķıf (nşr. Abdurrahman Umeyre), Beyrut 1417/1997, III, 466-484; Taşköprizâde, Mevzûâtü’l-ulûm, I, 326.

M. Sait Özervarlı