MAKĀM-ı İBRÂHİM

(مقام إبراهيم)

Kâbe’nin inşası sırasında Hz. İbrâhim’in üzerine çıkıp duvar ördüğü ve üstünde insanları hacca davet ettiği kabul edilen taş veya onun bulunduğu yer.

Bu tabir Kur’an’da iki yerde geçmektedir. Bunların birinde, Allah’a kulluk amacıyla yapılan ilk mâbedin Kâbe olduğu bildirildikten sonra orada apaçık işaretler ve İbrâhim’in makamı bulunduğu belirtilir (Âl-i İmrân 3/97). Diğerinde ise makām-ı İbrâhim’in namazgâh edinilmesi istenir (el-Bakara 2/125). Rivayete göre Hz. Ömer makām-ı İbrâhim’in özellikle namaz kılınacak bir yer olmasını dilemiş, bunun üzerine ikinci âyet nâzil olmuştur (Buhârî, “Śalât”, 32; Müslim, “Feżâǿilü’ś-śaĥâbe”, 24). Resûl-i Ekrem, Vedâ haccında Kâbe’yi tavaf ettikten sonra makamın arkasında iki rek‘at namaz kılmış ve bir rivayete göre ilk rek‘atında yukarıdaki âyeti okumuştur (Buhârî, “Śalât”, 30). Bu ise o mekânın veya taşın Bakara sûresindeki âyette sözü edilen makām-ı İbrâhim olduğunun delili sayılmıştır. Mücâhid b. Cebr ve Katâde b. Diâme’ye göre üzerinde Hz. İbrâhim’in ayak izleri bulunan taş Âl-i İmrân’daki âyette sözü edilen açık alâmetlerdendir. Bazıları “açık alâmetler”den maksadın bundan ibaret olduğu görüşündedir (Taberî, IV, 11, 12, 14). Ancak makām-ı İbrâhim’den kastın hac sırasında durulan bütün mekânlar yani Arafat, Müzdelife ve cemreler (Mina) ya da sadece Arafat olduğunu söyleyenler de vardır (a.g.e., I, 534-536). Bir rivayete göre Hz. İbrâhim, oğluna karşılık olarak gönderilen kurbanı (es-Saffât 37/107) makām-ı İbrâhim’de kesmiştir (a.g.e., XXIII, 86).

Umumiyetle kabul edildiğine göre makām-ı İbrâhim, Kâbe’nin inşası sırasında Hz. İbrâhim’in iskele olarak kullandığı ve üzerinde davet görevini ifa ettiği taştır. Çok hafif sarı ve kırmızı karışımı beyaza yakın bir rengi olan taşın kalınlığı 20 cm. olup kenar uzunluklarından biri 38, diğerleri 36’şar santimetredir. Üstünde İbrâhim’in ayak izleri olarak kabul edilen, 1 cm. arayla iki çukurluk bulunmaktadır. Bunlardan biri 10, diğeri 9 cm. derinlikte olup tabanda 22 cm. uzunlukta, 11 cm. genişlikte iken yukarıya doğru genişleyerek 27 cm. uzunluğa ve 14 cm. genişliğe ulaşmaktadır. İbn Abbas’tan nakledildiğine göre nübüvvetten önce Kureyşliler, bir kadın kâhine giderek kendilerinden kimin ayak izinin makām-ı İbrâhim’dekine daha çok benzediğini sormuşlar, o da Kureyşliler’i kum veya yumuşak toprak üzerinde yürütmüş, sonunda henüz yirmi yaşlarında olan Hz. Muhammed’i göstererek onun ayak izlerinin benzediğini söylemiştir (Müsned, I, 332; İbn Mâce, “Aĥkâm”, 21). Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib’in “Ķaşîde-i Lâmiyye”sinde yemin ettiği şeyler arasında İbrâhim’in ıslak ayakla bastığı taş da yer almaktadır (İbn Hişâm, I, 272 vd.). Kaynaklarda makām-ı İbrâhim’de bulunan bazı yazılardan söz edilir. İbn İshak’ın naklettiğine göre bu yazılarda Mekke’nin kutsiyeti, rızkının üç yerden geldiği, onun saygınlığını ilk ihlâl edenin Mekke yerlileri olmayacağı yazılıdır (es-Sîre, s. 86; krş. Abdürrezzâk es-San‘ânî, V, 149).


Makām-ı İbrâhim’in seller yüzünden zaman zaman yerinden sürüklendiği ve Kâbe duvarına kadar gittiği anlaşılmaktadır. Onu günümüzde bulunduğu yere Resûl-i Ekrem’in mi yoksa Halife Ömer’in mi getirdiği konusunda farklı bilgiler vardır. Bazı rivayetlere göre Hz. İbrâhim, Resûlullah ve ilk halifeler zamanında da bugün bulunduğu yerdeydi. Hz. Ömer döneminde sel suları makām-ı İbrâhim’i Kâbe duvarının dibine kadar sürüklemiş ve halife onu tekrar eski yerine koymuştur. Taşın daha önce Kâbe’ye bitişik olduğu ve orada namaz kılanların tavafı engellediğini gören Hz. Ömer tarafından bugünkü yerine getirildiği de rivayet edilir (Bekdaş, s. 106 vd.). Mescidde yapılan imar faaliyetleri sırasında Kâbe’nin içinde muhafaza edilen makām-ı İbrâhim, 318 (930) yılında Karmatîler’in zararından korumak amacıyla Kâbe hizmetlileri tarafından saklanmış, daha sonra yerine konulmuştur.

Bu makam için ilk mahfaza Abbâsî Halifesi Mehdî-Billâh zamanında yapılmıştır (161/777-78). Halife Mütevekkil-Alellah, 8000 miskal altın ve 70.000 dirhem gümüşle eskisinin üzerine yeni bir mahfaza yaptırmışsa da (236/850) Mekke Valisi Ca‘fer b. Fazl ile Muhammed b. Hâtim mahfazayı sökerek para bastırmışlardır. Mehdî-Billâh’ın yaptırdığı mahfaza 255 (868-69) veya 256 yılına kadar yerinde kalmış, ardından bu haliyle demir bir kubbe içine alınmıştır. Daha sonra makām-ı İbrâhim’in etrafı dört mermer direk ve demir şebeke ile çevrilmiştir. İki direk daha ilâve edilerek üstü kornişte kavisli dirseklerle genişletilmiş, saçaklı bir çatıyla örtülmüş, üzerine gelen kısmı kübik olarak biraz yükseltilip üstüne soğan şeklinde küçük bir kubbe yapılmıştır. Memlük ve Osmanlı sultanları zaman zaman bu maksûreyi imar etmiş veya yeniletmişlerdir. Kitâbelerde Yavuz Sultan Selim ve III. Murad’ın adları da geçmekteydi. Maksûre ile Kâbe duvarı arasında 15,40 metrelik bir mesafe bulunuyordu. Suûdî idaresi zamanında Faysal döneminde sözü edilen yapı kaldırılıp yerine halen mevcut altıgen şeklinde camekânlı yapı konulmuş, üzeri ise tamamen açılmıştır.

İki rek‘atlık tavaf namazının makām-ı İbrâhim’in arkasında kılınması ve Mescid-i Harâm’da cemaatle namaz kılınırken imamın bu makamda durması müstehap kabul edilmiştir. Mekke’de görülen davalarda davacılara yaptırılacak yemin Kâbe ile bu makam arasında icra edilirdi (Şâfiî, V, 288; VII, 34). Câhiliye döneminde put olarak tapınılmamış olan makām-ı İbrâhim’e müslümanların saygı göstermesi bazı müsteşriklerce iddia edildiği gibi putperestlik geleneğinin bir kalıntısı oluşundan değil, vahye dayanan üç büyük dinin hürmet ettiği Hz. İbrâhim’den bir hâtıra olması ve Kur’an’da adının geçmesinden dolayıdır.

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, I, 24, 332; II, 14, 15, 59, 85; III, 309; Buhârî, “Śalât”, 30, 32, “Tefsîr”, 2/9, “Ĥac”, 69, 72, 80; Müslim, “Feżâǿilü’ś-śaĥâbe”, 24; İbn Mâce, “Aĥkâm”, 21; İbn İshak, es-Sîre, s. 86; Şâfiî, el-Üm (nşr. M. Zührî en-Neccâr), Beyrut 1393, V, 288; VII, 34; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muśannef (nşr. Habîbürrahmân el-A‘zamî), Beyrut 1971, V, 32, 47, 48, 49, 97, 149; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 272 vd.; Ezrakî, Aħbâru Mekke (Melhas), II, 33 vd.; Fâkihî, Aħbâru Mekke (nşr. Abdülmelik b. Abdullah), Mekke 1407/1986, I, 440 vd.; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, I, 534-537; IV, 11, 12, 14; XVII, 144, 145; XXIII, 86; Şîrûye b. Şehredâr ed-Deylemî, Firdevsü’l-aħbâr (nşr. Ebû Hâcer Saîd b. Besyûnî Zağlûl), Beyrut 1406/1986, IV, 384, 386; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, Beyrut 1989, I, 144, 147, 149, 154; II, 281; III, 306; Fâsî, Şifâǿü’l-ġarâm, Beyrut, ts. (Darü’l-kütübi’l-ilmiyye), I, 202 vd.; İbrâhim Rifat Paşa, Mirǿâtü’l-Ĥaremeyn, Kahire 1344/1925, I, 242-246; M. Tâhir el-Kürdî, et-Târîħu’l-ķavîm li-Mekke ve Beytillâhi’l-kerîm, Mekke 1965, IV, 10 vd.; Saîd Bekdaş, Fażlü’l-Ĥaceri’l- esved ve Maķāmı İbrâhîm ve źikru târîħihimâ, Beyrut 1996; M. J. Kister, “Maqām Ibrāhīm: A Stone With an Inscription”, La Museon, XXXIV/3-4, Louvain 1971, s. 477 vd.; Muhammed b. Fehd el-Fa‘r, “Naśśü’l-meķūş Ǿalâ aǾmideti muśallâ Maķāmı İbrâhîm Ǿaleyhi’s-selâm müǿerraħ bi-sene 719 h. li’s-sulŧân en-Nâśır Muĥammed b. Ķalâvûn”, Mecelletü CâmiǾati Ümmi’l-ķurâ, IX/13, Mekke 1416/1996, s. 99 vd.

Nebi Bozkurt