MAHZAR

(محضر)

Resmî makamlara şikâyet, talep, teşekkür vb. hususlar için sunulan çok imzalı arzuhal.

Sözlükte “hazır bulunulan yer, huzur” anlamına gelen mahzar (mahdar) kelimesi, fıkıh literatüründe “taraflar ve şahitlerinin hâkim huzurunda dava ile ilgili olarak sundukları bilgi ve delillerin, ikrar, yemin veya inkârın kaydedildiği belge ve defter” mânasında kullanılmıştır. Hâkimin verdiği hükmün yazıldığı belgeye veya deftere ise sicil denilir. Bazan bu iki kelime birbirinin yerine kullanıldığı gibi zaman ve bölgelere göre az çok farklı anlamlar kazandığı da görülmektedir (bk. ŞÜRÛT ve SİCİLLÂT). Mahzarın Osmanlı muhitinde bu fıkhî anlamı yanında bürokraside kazandığı farklı mâna da böyledir.

Osmanlı bürokrasisinde resmî makamlara çok imzalı müracaatın bilinen ilk örnekleri XVI. yüzyıl ortalarında görülür. Çeşitli imzalarla Kanûnî Sultan Süleyman’a sunulan ve eski Şeyhülharem Pîrî Ağa’nın vazifesine iadesini talep eden rulo


halindeki belge muhtemelen mahzarın ilk örneğini oluşturur (TSMA, nr. D 7371). Kadı Mehmed Efendi’nin suistimallerinden şikâyet eden ve III. Murad zamanına ait olduğu sanılan bir başka mahzar da ilk örneklerden sayılır (TSMA, nr. E 1891/97). Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde, XVI. yüzyıl sonları ve XVII. yüzyıl başlarına ait olduğu bazı karînelerden anlaşılan birkaç mahzar bulunmaktadır. XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren mahzar türü belgelerin sayısı giderek artmış ve XVIII-XIX. yüzyıllarda resmî makamlara toplu başvuru geleneğinin göstergesi olarak iyice yerleşmiştir. Bu dönemlere ait, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nin çeşitli tasniflerinde birçok mahzara rastlanır. İmparatorluğun Anadolu, Rumeli ve Arap kesimindeki halk tarafından verilen mahzarların şekil ve üslûp bakımından birbirine benzerlik göstermesi ilgi çekicidir. Bu benzerlikte, yaygın biçimde kullanılan el kitaplarının ve Osmanlı mülâzemet sisteminin önemli rolü vardır.

Mahzarlar umumiyetle büyük ebatta ve tek parça halinde düzenlenir. Erken tarihlilerin genellikle eni 28-32 cm., boyu 40-46 cm. arasında küçük ebatta olduğu, zamanla ebadın büyüdüğü, XIX. yüzyılda çoğunlukla eni 40-53 cm., boyu 50-75 cm. gibi oldukça büyük ebatta hazırlandıkları görülür. Bunlara eklenen i‘lâm, arz, fetva, mazbata, masraf listesi vb. belgelerin ebatları da değişmektedir. Mahzarlarda genellikle filigransız, âharsız kalın bir kâğıt kullanılmakta, bazan da filigranlı kâğıda rastlanmaktadır. Bu kâğıdın kaynaklarda “kaba İstanbulî” veya “İstanbul tabağı” denilen kâğıt olduğu, aynı tür kâğıdın arzuhallerde ve bilhassa kadılar tarafından düzenlenen i‘lâm ve arzlarda kullanıldığı görülür. Mahzarlarda esas itibariyle ta‘lik türü yazı kullanılmaktaysa da nesih, harekeli nesih, divanî, divanî kırması, rik‘a, rik‘a kırması ve diğer yazı türleriyle yazılanlar da bulunmaktadır. İşlem görmüş mahzarlarda aynı sayfada çeşitli bürolarda değişik kalem ve türlerde yazılmış beş altı çeşit yazıya rastlanır. Arapça mahzarlarda genellikle nesih, bazan harekeli nesih ve diğer yazı türleri de kullanılmıştır. Rumca ve Bulgarca düzenlenmiş mahzarlarda kendi alfabelerine has okunaklı bir yazı göze çarpar. Altta yer alan imza ve tasdik ibareleri ise çok defa ikidört satırlık istifler tarzında stilize edilmiş yazılardır. Osmanlı cemiyetinde konuşulan çeşitli dillerde düzenlenmiş olmakla birlikte Türkçe’nin dışındaki dillerde yazılan mahzarlar sınırlıdır. Arapça’nın konuşulduğu bölgelerden Arapça, Balkanlar’dan Rumca, Sırpça ve Bulgarca, Kafkaslar’dan Gürcüce mahzarlar merkeze gönderilmiştir. Mevcutların büyük çoğunluğunu teşkil eden Türkçe mahzarlarda imlâ, ifade ve üslûp itibariyle bilhassa XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yerleşmiş bir geleneğin oluştuğu dikkati çeker. Türkçe dışındaki dillerde yazılmış mahzarların ise çok defa muhtasar bir Türkçe tercümesi hazırlanmakta, böylece Dîvân-ı Hümâyun’da daha çabuk değerlendirilmesi yapılmaktadır. Arapça mahzarların da meâlen veya muhtasaran yapılmış Türkçe çevirilerine ait örnekler bulunmaktadır. Müslüman ve gayri müslim unsurları birlikte ilgilendiren konularda bazan iki ayrı dilde mahzarın düzenlendiği de görülür.

Diğer belgeler gibi mahzarlar da diplomatik bakımdan kısımlara ayrılmıştır. Mahzarın en üst kısmında yer alan formül genellikle “hüve, hüve’l-muîn, hüve’l-muhsin” ibareleridir. Dîvân-ı Hümâyun’a hitaben yazılan mahzarlarda elkāb kısmı bazı küçük değişikliklerle “Atabe-i aliyye-i adâlet-unvân ve südde-i seniyye-i saâdet-nişân, lâzâlet aliyyeten ilâ yevmi’l-haşri ve’l-mîzân niyâzgâhına” şeklindedir. Ancak bundan hayli farklılık arzeden hitap türlerine rastlamak da mümkündür. Nitekim Osmanlı tebaası gayri müslim unsurlarca sunulan bir mahzarda “Atabe-i aliyye-i hüsrevâne ve südde-i seniyye-i tâcdâreneye ...” elkābı kullanılmıştır. Dîvân-ı Hümâyun dışında padişaha, vezîriâzama, Dârüssaâde ağasına, eyalet divanına vb. hitaben kaleme alınmış mahzarlara ait örneklere de rastlanır. Padişaha (rikâb-ı hümâyun) hitaben yazılanlarda başlangıç kelimelerinden sonra mûtat üzere “padişahım” ibaresi hürmeten satırın hayli yukarısındadır. Mora mutasarrıfından halkın memnuniyetini ve görevde bırakılmasını isteyen mahzar, “Saâdetlü ve azametlü ve şevketlü pâdişâh-ı zıllullah hazretlerinin rikâb-ı hümâyunlarına” el-kābıyla başlar (TSMA, nr. E 1891/131). Sadrazama hitaben düzenlenen mahzarlarda genellikle, “Devletlü, inâyetlü ve merhametlü veliyyü’n-niâm ve kesîrü’l-kerem efendim sultanım hazretleri sağ olsun” ibaresi yer alır ve “sultanım” kelimesi hürmeten yukarıya yazılır. Dârüssaâde ağasına sunulan, haksız vergi tahsilâtının önlenmesi ve himaye edilmeleri ricasıyla ilgili bir mahzar, “Hâlâ Yenice ahâlisi ihtiyâran ve hoca vesâir fukara


küllühüm bi’l-cümle devletlü, inâyetlü Bâbüssaâde ağa efendimizin hâkipâyine” ifadesiyle farklı bir şekilde başlar. Eyalet divanına takdim edilen, İhlevne kasabasının ulemâ, zâbitan ve ahalisinin sınır boylarındaki Venedik baskınlarından şikâyet eden mahzarları “Atabe-i adâlet-unvân türâbına inhâ-i serhadd-i İslâmiyye’den ...” şeklindedir (TSMA, nr. E 1891/120).

Bu elkāb kısımlarından sonra mahzarlarda genellikle mahzar sahiplerinin yeri belirtilir (kasaba-i Kangırı / Çankırı, Havass-ı Refîa kazasına muzâfe Çatalca kasabası, medîne-i Ankara, Niksar kasabası, Anadolu kal‘ası, medîne-i Bilecik kazası, mahmiyye-i Aydın sancağı dahilinde vâki‘ Bayındır kazası, medîne-i Atina, memâlik-i mahrûseden medîne-i Köstendil gibi). Mahzarlar içerisinde yer belirtilmeyenler de vardır.

Daha sonra mahzarlarda şikâyet konusu olan veya istenilen şey kısaca özetlenir, eğer mesele karışıksa ve birkaç defa görülmüşse o zaman konu tafsilâtlı olarak anlatılır. Ardından mahzar sahipleri isteklerini veya teşekkürlerini dile getirir ve genellikle, “... medrese-i mezbûre merkum dâîlerine sadaka ve ihsan buyurulmak ricasına der-i devlet-i adâlete mahzar tarîkı üzre i‘lâm olundı” örneğinde olduğu gibi saygılı cümleler kullanılır. Hâtime kısmında ise, “Bâkî fermân u ihsân sultânım hazretlerinindir”; “Bâkî emr ü fermân der-i adâlet-unvânındır” şeklinde ifadeler bulunur.

Mahzarlarda genellikle tarih yer almamakta, tarihli olan birkaçında ise tarih hâtime cümlesinden sonra gelmektedir. Tarihsiz mahzarların ne zaman yazıldığı ancak ilgili mahzarın üzerinde bulunan bürokratik işlemlerden anlaşılabilir. Mahzarın kimlere ait olduğunu ve sıhhatini gösteren en önemli unsurlar imza ve mühürlerdir. Mahzarlar tek sayfa halinde düzenlendiğinden imzalar aynı sayfaya yerleştirilirdi. Bu bakımdan çok defa ebadı büyük olmaktaydı. İmzalar tasdik ibaresi, şahsın adı veya lakabı, görevi ve mevkii gibi başlıca üç unsurdan meydana gelmekteydi.

Mühürler imzaların altında yer alır, imzalar çok yoğun ise sayfanın arkasında imzanın izdüşümüne konulurdu. Müslümanlara ait mühürlerin bâriz vasıfları, ebadı ve ihtiva ettiği ibareler genel olarak bilinmektedir. Mahzarlarda görüldüğü kadarıyla gayri müslimlere ait mühürlerin de bazı özellikler taşıdığı söylenebilir. Bunlar tamamen Osmanlıca ya da kısmen Osmanlıca, kısmen kendi dillerinde kazılmıştır. Bilhassa rahiplere ait oldukça iri ve içerisinde resimler bulunan mühürlere de rastlanır. Mahzarlarda mühür yerine müslüman ve özellikle gayri müslimlerin parmak bastığı da görülür.

Mahzarın hazırlanıp ilgili makama sunulmasından neticesi alınıncaya kadar birçok işlem gördüğü, bu makamlar tarafından çeşitli yazılar yazıldığı ve kayıtlar düşüldüğü tesbit edilmektedir. Öncelikle arzuhal ve mahzar sunanlar bunun sıhhatini pekiştirip tesirini arttırmak maksadıyla fetva, i‘lâm, arz ve telhis gibi belgelerle takviyede bulunurdu. Bilhassa idarecilerden şikâyetle ilgili mahzar ve arzuhallerde bu âdeta bir zaruret halini almıştı. Mahzar sahipleri, genellikle kadıya müracaat ederek arzettikleri hususu i‘lâmla teyit ve tasdik edip İstanbul’a bildirmesini rica ederlerdi. Mahzarla ilgili i‘lâmı düzenleyen kadı, kendi kaza halkının mahkemeye gelerek mahzarı gösterdiğini, i‘lâmla durumu İstanbul’a bildirmeyi istediğini ve bu gerekçe ile i‘lâmı hazırladığını bildirirdi. Mahzarın kadı huzurunda yazılıp imzalandığı da olurdu ve bu sicile işlenirdi. İ‘lâmlarda yer alan ifadeler mahzarla birlikte düzenlenmesinin gereğine işaret eder.

Mahzarın telhisle padişaha arzedilip gereği sorulduğu da olurdu. Nitekim Çatalca’da Sürgün köyünde izinsiz olarak yeniden tamir edilen kilisenin yıkılması için irâde-i seniyye ile birkaç yetkili görevlendirilmiş, Çatalca halkı da gönderdiği mahzarda kilisenin yıkıldığını bildirmişti. Mahzar sadrazam tarafından bir telhisle II. Mahmud’a arzedilmiş, padişah telhisin üzerine, “Benim vezirim, emr-i âlînin kaydı bâlâsına şerh verile” hatt-ı hümâyununu eklemişti (BA, Cevdet-Adliye, nr. 2292).

Bunların üzerinde kadı, sadrazam, şeyhülislâm, defterdar vb. yetkililerin kayıtlar düştüğü, işlemler yaptığı da görülür. Çankırı’da Toprak Medresesi’nin tevcihiyle ilgili olarak sunulan mahzarın üzerinde Şeyhülislâm Çatalcalı Ali Efendi’nin, “Mezbur eş-Şeyh Mustafa mahall ü müstahik olmağın medresesi mezbûra


sadaka buyurulmak rica olunur. Mine’d-dâî Ali el-fakīr, ufiye anh” işâret-i aliyyesi bulunmakta; bunun üstünde vezîriâzamın, “Sah, mûcibince tercih olunmak buyuruldu, 18 Zilhicce, sene 1088” (11 Şubat 1678) buyuruldusu yer almaktadır (BA, Ali Emîrî-IV. Mehmed, nr. 530). Üzerinde yapılan işlemler açısından Divriği halkı tarafından verilen mahzar incelenmeye değer niteliktedir. Maden emininin halka zulüm ve eziyetinden şikâyet eden Divri- ği halkının tarihsiz mahzarı üzerinde Divriği mutasarrıfına ve kadılarına giden hükmün 1143 (1730-31) tarihiyle sûreti hazırlanmış, üstüne de Divriği’den ne kadar kömür ferman olunduğu kaydının bulunup çıkarılması notu eklenmiştir. Defterdarın, mahzarın sol üst kenarından başlayan ve sağ tarafında devam eden arzının üzerine vezîriâzam buyuruldusunu yazmıştır. Birkaç çeşit işlem gören belgede sadece iki tarih bulunmakta, bu bakımdan evrakın tekemmül süresinin belirlenmesi mümkün olmamaktadır.

Mahzar verenler genellikle bir ferman çıkarılarak uğradıkları haksızlığın giderilmesini, taleplerinin yerine getirilmesini isterlerdi. Mahzar üzerine çıkan fermanlar kadı siciline de kaydedilirdi. Osmanlı cemiyetinde toplu dilekçe geleneğini yansıtan mahzarlar sivil halk ve idareci kesim arasındaki bağları, devletin sosyal zümrelere karşı tutumunu belirtmesi açısından oldukça önemlidir.

BİBLİYOGRAFYA:

Kāmus Tercümesi, II, 262; BA, Cevdet-Adliye, nr. 2292; BA, Ali Emîrî-IV. Mehmed, nr. 530; TSMA, nr. E 1891/97, 120, 131; nr. D 7371; Şîrâzî, el-Müheźźeb, II, 306; Burhâneddin İbn Müflih, el-MübdiǾ fî şerĥi’l-MukniǾ (nşr. M. Züheyr eş-Şâvîş), Beyrut 1400/1980, X, 114-116; İbn Nüceym, el-Baĥrü’r-râǿiķ, VI, 299; Buhûtî, Keşşâfü’l-ķınâǾ, VI, 367-368; Mehmet İpşirli, Diplomatik Açıdan Mahzar (profesörlük takdim tezi, 1988), İÜ Ed.Fak.; Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), İstanbul 1994, s. 315-321; Halil İnalcık, “Şikâyet Hakkı, ‘Arz-ı Hâl ve ‘Arz-ı Mahzarlar”, Osm.Ar., VII-VIII (1988), s. 54; Pakalın, II, 391.

Mehmet İpşirli