LEYLÂ HANIM

(1850-1936)

Türk mûsikisi bestekârı, şair.

İstanbul’da doğdu. Babası çeşitli nâzırlıklarda ve valiliklerde bulunan, İstanbul şehreminlerinden, şair, sertabîb-i şehriyârî İsmâil Hakkı Paşa, annesi Nefîse Hanım’dır. Okuma yazmayı babasının çevresindeki şahıslardan öğrenen Leylâ Hanım, dört yaşlarında kız kardeşi Fatma ile birlikte Sultan Abdülmecid’in kızlarından Münîre Sultan’ın yanına nedime olarak verildi. Çocukluk ve ilk gençlik yılları şehzadeler ve sultanlar arasında geçti. İlk eğitimini de sarayda aldı. Bu arada piyano ve resim dersleri gördü. Abdülmecid’in


ölümünün ardından babasının Girit valiliğine tayin edilmesi üzerine babasıyla beraber beş yıl kadar Hanya’da kaldı. Burada Atina Üniversitesi profesörlerinden Elizabeth Vasilaki Kontaksaki’den Fransızca ve eski Yunanca öğrendi, rüşdiye mektebi hüsn-i hat hocası Kandiyeli Esad Efendi’den yazı meşketti. Ayrıca babasının maiyet memurlarından Giritli Kutbîefendizâde Sâdık Efendi’den şiir ve aruz dersleri aldı, ilk şiir denemelerine de bu dönemde başladı. Babasının ikinci İzmir valiliği sırasında (1869) vilâyet mektûbî muavini şair Selim Sırrı Efendi ile evlendi ve İstanbul’a geldi. Sırrı Efendi’nin Prizren’e mektupçu olarak tayininde 1,5 yıl kadar İstanbul’da ailesinin yanında kalmaya devam ettiyse de daha sonra Prizren’e gitti. Sırrı Paşa ile evliliği süresince (1869-1895) bazan onun mutasarrıf ve vali olarak gittiği Trabzon, Kastamonu, Ankara, Sivas gibi şehirlerde, bazan da İstanbul’da bulundu. Sırrı Paşa’nın vefatından sonra hayatını istanbul’da devam ettirdi, bu arada sarayla olan münasebetlerini de sürdürdü. Sarayda Şefkat ve Mecîdî nişanlarıyla taltif edilen Leylâ Hanım, 6 Aralık 1936 tarihinde damadı Mehmed Ali Ayni’nin Kızıltoprak’taki evinde vefat etti ve Edirnekapı Şehitliği’ne defnedildi. Saz soyadını alan ve ölümünden sonra Kızıltoprak’ta bir sokağa ismi verilen Leylâ Hanım’ın çocuklarından ikisi İstanbul şehreminlerinden Yusuf Razi Bel ve mimar Vedat Tek’tir.

Mûsiki çevrelerinde Dilhayat Kalfa’dan sonra ikinci önemli kadın bestekâr olarak anılan Leylâ Hanım yazdığı şiirlerle de devrinin şairleri arasında şöhret bulmuş, ancak bestekârlığının şairliğinden üstün olduğu kabul edilmiştir. Mûsikiye küçük yaşlarda piyano çalarak başlamış, özellikle saray çevresi onun mûsiki kabiliyetinin gelişmesinde etkili olmuş, burada Hâşim Bey, Hacı Fâik Bey, Hacı Ârif Bey, Sermüezzin Rifat Bey, Kanûnî Ethem Efendi, Santûrî İsmet Ağa gibi mûsikişinasları tanıma imkânı bulmuştur. Mûsikideki hocaları Nikogos Ağa ile 1876-1895 yılları arasında kendisinden ders aldığı Medenî Aziz Efendi ise de o dönemde saraya yeni girmeye başlayan Batılı mûsiki hocalarının Leylâ Hanım üzerindeki tesiri daha sonra bestelerinde kendini gösterecektir.

Geçki tekniğinin çok iyi kullanıldığı, iyi bir ritim örgüsüyle işlenmiş, sağlam melodik yapının lirik ifadeleri olan bestelerinde ince ve derin bir zevk hâkimdir. Hece vezniyle yazıp türkü formunda bestelediği eserleri de saray ve çevresinde yetişmiş bir sanatkârdaki halk sevgisinin açık göstergeleridir. Özellikle Sırrı Bey’in vefatından sonra Leylâ Hanım’ın evi, İstanbul’un tanınmış ve seçkin mûsikişinaslarının toplandığı bir sanat mahfili haline gelmiştir. Leylâ Hanım kendi ifadesine göre 200’den fazla eser besteledi. Ancak Bostancı’daki evinde çıkan yangında çocukluğundan beri yazdığı şiirler, hâtıralarını topladığı defterler, müzik çalışmaları, bestelerinin notaları, yarım yüzyıllık müzik kayıtları diğer eşyalarıyla birlikte tamamen yandı. Bu olayın ardından dostlarının ve kendisinin hâfızasında bulunan otuz beş şarkının notası Külliyyât-ı Mûsikî adı altında Şamlı İskender tarafından üç fasikül halinde yayımlanmıştır (İstanbul 1339). Ayrıca Yılmaz Öztuna, birçoğunun güftesi kendisine ait günümüze ulaşan şarkı, türkü ve marş formlarında elli iki adet eserinin listesini vermiştir (BTMA, II, 267-268). Leylâ Hanım’ın, “Yaslı gittim şen geldim” mısraıyla başlayan hicaz marşı bilhassa Cumhuriyet’in ilk yıllarında büyük rağbet görmüş, uzun süre dillerden düşmemiştir. “Mâni oluyor hâlimi takrîre hicâbım” ve, “Nerdesin, nerde acep gamla bıraktın da beni” mısralarıyla başlayan hicazkâr; “Seni sevdâ çiçeğim, tâc-ı serim” mısraıyla başlayan hicaz ve, “Ey sabâh-ı hüsn ü ânın âfitâb-ı enveri” mısraıyla başlayan hüzzam şarkıları onun çok sevilen eserlerinden bazılarıdır.

Arapça, Farsça, Fransızca ve Rumca bilen Leylâ Hanım’ın ilk şiiri 1881 yılında Hazîne-i Evrâk dergisinde yayımlanmıştır. Özellikle gazel vb. nazım şekillerinde kullandığı divan dilinin yanı sıra hece kalıplarını kullandığı sade şiirlerine de rastlanmaktadır. Bostancı yangınından sonra hatırında kalan şiirlerini Solmuş Çiçekler adı altında toplayarak neşretmiş (İstanbul 1928), oğlu Yusuf Razi Bey’in bir tanıtma yazısının yer aldığı esere Abdülhak Hâmid Tarhan da bir takriz yazmıştır.

Leylâ Hanım’ın kültür tarihine yaptığı bir hizmet de yaşadığı altı padişah döneminin saray hayatına dair hâtıralarıdır. 1895 yılında kaleme aldığı hâtıraları Bostancı yangınında yok olunca hâfızasında kalanları yeniden yazarak Vakit ve İleri gazetelerinde yayımlamıştır. 20 Ocak - 11 Haziran 1921 tarihleri arasında “Harem ve Saray Âdât-ı Kadîmesi” başlığı altında Vakit, 25 Nisan - 14 Haziran 1921 tarihleri arasında “Geçen Asırda Kadın Hayatı” başlığıyla İleri gazetelerinde neşredilen bu hâtıralarda saray çevresi, insanları, gelenek ve görenekleri, mûsikî toplantıları, saray teşkilâtı, önemli düğünleri akıcı bir üslûpla anlatılmıştır. Bu yazılar daha sonra oğlu Yusuf Razi Bey tarafından Souvenirs de Leila Hanoum sur le harem impérial adıyla Fransızca’ya (Paris 1925), The Imperial Harem of the Sultans adıyla Landon Thomas tarafından İngilizce’ye (İstanbul 1994) çevrilmiş, ayrıca Harem’in İçyüzü (İstanbul 1974) ve Anılar: 19. Yüzyılda Saray Haremi (İstanbul 2000) ismiyle Türkiye’de yayımlanmıştır. Çekçe’ye ve Almanca’ya da tercüme edilen hâtıraların neşirlerinde muhteva bakımından bazı küçük farklılıklar göze çarpmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Leylâ Saz, Harem’in İçyüzü (haz. Sadi Borak), İstanbul 1974; a.mlf., Anılar: 19. Yüzyılda Saray Haremi, İstanbul 2000; Mehmed Zihni, Meşâhîrü’n-nisâ, İstanbul 1295, II, 195-196; İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, s. 880-885, 1734; a.mlf., Hoş Sadâ, s. 215-216; Baki Süha Ediboğlu, Ünlü Türk Bestekârları, İstanbul 1962, s. 139-146; Etem Üngör, Türk Marşları, Ankara 1966, s. 59-60, 189-191, 208; Mustafa Rona, Yirminci Yüzyıl Türk Musikisi, İstanbul 1970, s. 25-31; Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyâtı Târihi, Ankara 1971, II, 1222-1223; Nezih H. Neyzi, Kızıltoprak Anıları, İstanbul 1985, tür.yer.; Osman Nuri Ergin, İstanbul Şehreminleri (haz. Ahmet Nezih Galitekin), İstanbul 1996, s. 127-131; M. Nazmi Özalp, Türk Mûsikîsi Tarihi, İstanbul 2000, II, 46-51; Ruşen Ferit Kam, “Bestekâr-Şair Leylâ Hanım”, Radyo, sy. 55, Ankara 1946, s. 8; Münür Süleyman Çapanoğlu, “Şair Bestekâr: Leylâ Hanım”, Resimli Radyo Dünyası, sy. 52, İstanbul 1951, s. 28-30; Lâika Karabey, “Bestekar Leyla Hanım”, MM, sy. 41 (1951), s. 23-24; İsmail Baha Sürelsan, “33. Ölüm Yıldönümü Münasebetiyle Leylâ Saz”, Musikî ve Nota, I/2, İstanbul 1969, s. 6-7; “Saz, Leyla”, TDEA, VII, 471-472; Öztuna, BTMA, II, 264-268; Mehmet Güntekin, “Saz, Leyla”, DBİst.A, VI, 475.

Nuri Özcan