L‘LÎZÂDE ABDÜLBÂKİ

(لعلي زاده عبد الباقي)

(ö. 1159/1746)

Bayramî-Melâmî tarikatına mensup sûfî.

İstanbul’da doğdu. Önemli eseri Sergüzeşt’i yazdığı 1156’da (1743) altmış altı yaşında olduğunu söylediğine göre 1090 (1679) yılında doğmuş olmalıdır. Babası La‘lî Mehmed Efendi, Bayramî-Melâmîleri’nden Meŝnevî şârihi Reîsülküttâb Sarı Abdullah Efendi’nin kız kardeşinin oğludur. Dayısı, Sarı Abdullah Efendi vasıtasıyla Bayramî-Melâmîleri’yle temas kurup dönemin kutbu Seyyid Hâşim Efendi’den feyiz alan La‘lî Mehmed Efendi medrese tahsilini tamamlayıp Mekke ve İstanbul kadılıklarına kadar yükselmiş, İstanbul kadısı iken Magosa’ya sürgüne gönderilmiş ve orada vefat etmiştir (1119/1707).

La‘lîzâde Abdülbâki Efendi dinî ve tasavvufî ilimleri “âlim-i rabbânî, âmil-i hakkānî” ve “mürşidim” diye tanımladığı babasından öğrendi. Ondan Meŝnevî’yi, İbnü’l-Fârız divanını, Dâvûd-i Kayserî’nin Fuśûśü’l-ĥikem şerhini daha küçük yaşlarda iken okudu. Riyâziye ve felsefe ile meşgul oldu. Medrese tahsilini tamamladıktan sonra müderris olarak görev yapmaya başladı. 1117 Ramazanında (Ocak 1706) Habyar mahallesindeki Kâtib Mustafa Efendi Medresesi müderrisliğinden azledildiği bilindiğine göre (Şeyhî, s. 628) onun bu tarihten birkaç yıl önce müderrisliğe başladığı söylenebilir.

Babası Mekke’de kadı iken tanıştıkları Nakşibendî şeyhi Murad Buhârî’ye şeyhin İstanbul’a geldiği 1120 (1708) yılından sonra intisap eden La‘lîzâde, bu dönemde III. Ahmed’in kızı ile nişanlanıp damat unvanını alan Ali Paşa’nın (Sadrazam / Damad / Şehid Ali Paşa) muallimi oldu (Müstakimzâde, vr. 74a). 1123’te (1711) Tevkiî Câfer Çelebi Medresesi müderrisi iken Hoca Hayreddin Medresesi’ne nakledildi. Sadrazam Damad Ali Paşa’nın maiyetinde Mora seferine katılan La‘lîzâde (1126/1714) sefer dönüşü Şeyhülislâm Zekeriyyâ Efendi Medresesi müderrisi oldu. Avusturya seferinde Damad Ali Paşa’nın Petro Varadin Savaşı’nda şehid düşmesinin (1128/1716) ardından kâhinlik yaptığı suçlamasıyla tutuklanıp Belgrad Kalesi’ne hapsedildi (Râşid, II, vr. 166a). Ali Paşa’nın daha önce çıkardığı ferman gereği 1128 Ramazanında (Eylül 1716) göreve başlamak üzere Kudüs kadılığına tayin edilmiş olduğu halde azledilip Limni’ye sürgüne gönderildi (a.g.e., II, vr. 167b). Devlet nezdinde büyük itibarı olan şeyhi Murad Buhârî, onun affedilip Bursa’ya kendi yanına gönderilmesi ricasında bulunduysa da kendisi bu sırada İstanbul’a davet edildiğinden serbest bırakılması gecikti. On sekiz ay Limni’de sürgünde kaldıktan sonra İstanbul’a döndüğünde şeyhinin vefat etmiş olduğunu (1132/1720)


söylediğine göre (Mebde ve Meâd, vr. 86a) İstanbul’a 1720’den sonra gelmiş olmalıdır. Ardından Vâlide Sultan Medresesi müderrisliğine tayin edilen La‘lîzâde bu görevi sürdürürken 1137’de (1725) Kudüs kadılığına gönderildi, ancak bilinmeyen bir sebeple göreve başlamadan azledildi. 1143’te (1730-31) Mısır mollası, ertesi yıl Mekke pâyelisi oldu.

1149’da (1736-37) İstanbul kadılığına getirilen La‘lîzâde’ye daha sonra Anadolu kazaskerliği pâyesi verildi. Hayatının son dönemlerini Eyüp’te yaptırdığı evde geçiren La‘lîzâde, 1153 (1740) yılında evinin yanına bir mekteple bir kalenderhâne tekkesi inşa ettirdi. Vefat ettiğinde kalenderhânenin bahçesine defnedildi. Kalenderhânenin yerinde bugün Eyüp Müftülüğü binası bulunmaktadır. Müstakimzâde, yedi sekiz yaşlarında iken babasının bir bayram günü kendisini La‘lîzâde’yi ziyaret etmeye götürdüğünde elini öpme şerefine nâil olduğunu anlatır ve ölüm tarihine işaret eden, “Defter erbâb-ı mahabbet rihletim târîhin / La‘lîzâde Seyyid Abdülbâki girdi cennete” beytinin bizzat La‘lîzâde’ye ait olduğunu söyler. “Gülşen-i cennete gülbîn ola La‘lîzâde” mısraı ölümüne tarih düşürülmüştür.

İlmiye sınıfına mensup olmasına ve uzun yıllar müderrislik ve kadılık göreviyle Osmanlı bürokrasisinin içinde bulunmasına rağmen La‘lîzâde’nin hayatında tasavvuf daima ön planda yer almıştır. La‘lîzâde, Hacı Bayrâm-ı Velî’den itibaren devletin takibatına uğrayan, İsmâil Ma‘şûkī, Hamza Bâlî ve Sütçü Beşir Ağa adlı kutubları idam edilen, Osmanlı din ve kültür tarihinde önemli bir yeri olan Bayramî-Melâmîliği’ne mensup bir aile çevresinde yetişmiştir. Tarikatın tarihine ve geleneklerine dair bilgileri babasından ve büyük dayısı Sarı Abdullah Efendi’nin babasına anlattıklarından öğrenmiş, babasının ölümü üzerine tarikatın tamamen içe kapandığı Şeyhülislâm Paşmakçızâde Ali Efendi ve Şehid Ali Paşa’nın kutbiyyet dönemlerini bizzat yaşamış, bu konularda bildiklerini hayatının son döneminde yazdığı Sergüzeşt adlı eserinde anlatarak tarikatın tarih ve geleneklerinin günümüze aktarılmasında önemli bir katkıda bulunmuştur.

Bununla birlikte Seyyid Hâşim Efendi’ye mensup olan babasının ölümünün ardından Şeyhülislâm Paşmakçızâde Ali Efendi’nin kutbiyyet döneminde (1677-1712) mürşid arayışı içine girip Bayramî-Melâmî neşvesiyle Hâcegân tarikinin birbirine benzediğini söyleyerek Nakşibendî şeyhi Murad Buhârî’ye intisap etmesi, Mebde ve Meâd adlı eserini Nakşibendî bağlamı içinde kaleme alıp Bayramî-Melâmîliği’nden hiç söz etmemesi, yakınında bulunduğu Şehid Ali Paşa’nın kutbiyyet döneminde (1712-1716) ve sonrasında Murad Buhârî’ye bağlılığını sürdürmesi, Sergüzeşt’te Şehid Ali Paşa’nın adını zikretmeden ölüm tarihini vererek bu tarihten beri tam yirmi sekiz yıldır zamanın kutbunu bilmediğini söylemesi gibi çelişkili ifadeler La‘lîzâde’nin kişiliğini izah etmeyi güçleştirmektedir. Bu ifadelerden, Şeyhülislâm Paşmakçızâde Ali Efendi’nin hiç kimseyi kabul etmediği tarikatın tamamen içe kapanma döneminde La‘lîzâde’nin gerçekten onun ve Şehid Ali Paşa’nın kutub olduğunu bilmediği, Şehid Ali Paşa’dan sonra da tarikatta gizliliğin devam ettiği, La‘lizâde’nin tarikatın dışında kaldığı, ancak hayatının Sergüzeşt’i yazdığı son dönemlerinde bazı bilgilere ulaştığı, bu sebeple eserde verilen bilgilerin Bayramî-Melâmîleri’nin görüşlerini tam olarak yansıtmadığı sonucu çıkarılabilir.

Eserleri. 1. Sergüzeşt. Sarı Abdullah Efendi’nin Semerâtü’l-fuâd’ındaki bazı kısımlar dışında Bayramî-Melâmîleri’nin tarih ve geleneklerine dair ilk müstakil eserdir. Müstakimzâde Risâle-i Melâmiyye’sinde geniş ölçüde bu eserden yararlanmış, hatta bazı yerlerini aynen aktarmıştır. Eserde Somuncu Baba’dan başlayarak tarikatın kuruluş süreci anlatılmış ve Şehid Ali Paşa’nın vefatına kadar gelen Bayramî-Melâmî kutublarının biyografileri verilmiş, daha sonra “Beyân-ı Meşreb ve Revş-i Melâmiyyûn”, “Âdâb-ı Tarîkat-ı Ehl-i muhabbet ve Melâmet”, “Keyfiyyet-i Cem‘iyyet”, “Kesb-i Maâş” başlıklı bölümlerde tarikatın fikriyatı incelenmiş, ardından Sarı Abdullah Efendi’nin “Meslekü’l-uşşâk” adlı manzumesiyle kendisinin bu manzumeye yaptığı zeyil iktibas edilmiştir. Eserin sonunda yer alan sebeb-i te’lîf kısmında La‘lizâde’nin hayatına dair bazı bilgiler bulunmaktadır. Sergüzeşt’in, aynı zamanda iyi bir tâlik hattatı olan La‘lîzâde’nin hattıyla bir nüshası, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde diğer bazı risâlelerini de içeren mecmua içinde yer almaktadır (Emanet Hazinesi, nr. 1274). Eser, “Tarîkat-ı aliyye-i Bayramiyye’den tâife-i Melâmiyye’nin an‘ane-i irâdetleri ve keyfiyyet-i sohbetleri ve aşk-ı mahabbetullāha cümleden ziyade rağbetleri beyanındadır” başlığıyla tarihsiz olarak basılmıştır. Basım sırasında bazı kısımlarının çıkarılmış olduğu görülmektedir. Kitap eksik ve özensiz bir sadeleştirmeyle Sergüzeşt, Aşka ve Aşıklara Dair adı altında yayımlanmıştır (İstanbul 2001). 2. Mebde ve Meâd. La‘lîzâde cebr ve ihtiyâr, ezel, ebed, ân-ı dâim, insanın zuhuru, harflerin esrarı, insân-ı kâmil, hazarât-ı hams vb. tasavvufî konuları ele aldığı bu hacimli eserinin (94 varak) sonunda Hâcegân tarikatıyla ilgili bilgilere yer vermiştir. Hayatına dair bazı bilgilerin de yer aldığı eserin çeşitli nüshaları bulunmaktadır (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 2366, 2456, 2471). 3. Zeyl-i Meslekü’l-uşşâk.


Sarı Abdullah Efendi’nin “Meslekü’l-uşşâk” adlı manzumesine aynı vezin ve kafiyede kırk yedi beyit ekleyen La‘lîzâde, bu beyitlerde Melâmîler’e göre Hz. Peygamber’den Şehid Ali Paşa’ya kadar gelen kutubların isimlerini zikretmiştir. Bu iki manzume Sergüzeşt’in içinde ve Sâdık Vicdânî’nin eserinde yer almaktadır (Tomar-Melâmîlik, s. 71-83). 4. Hediyyetü’l-müştâk. “Meslekü’l-uşşâk” kasidesinin şerhidir. La‘lîzâde bu eseri 1129 (1717) yılında Limni’de sürgünde bulunduğu sırada yazmıştır (TSMK, Emanet Hazinesi, nr. 1312). 5. Risâletü’l-Murâdiyye fi’t-tarîkati’n-Nakşibendiyye. Murad Buhârî’nin, baş tarafında Nakşibendî silsilesini ihtiva eden tarikat âdâbına dair Silsiletü’ź-źeheb adlı Arapça eserinin tercümesi ve şerhidir. Müellif nüshası Sergüzeşt’i içeren mecmuanın içinde bulunmaktadır. 6. Tercüme-i Risâle-i Ünsiyye. Bahâeddin Nakşibend’in halifelerinden Ya‘kūb-i Çerhî’nin Bahâeddin Nakşibend’e intisap edişini anlatan ve tarikat âdâbına dair bilgi veren Farsça risâlesinin tercümesidir (Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, nr. 636; TSMK, Hazine, nr. 247). 7. Tercüme-i Silsiletü’l-ârifîn ve tezkiretü’s-sâdıkīn. Ya‘kūb-i Çerhî’nin halifesi Ubeydullah Ahrâr’ın müridlerinden Muhammed Kādî-i Semerkandî’nin Ubeydullah Ahrâr’ın hayatı, sohbet ve kerâmetlerine dair eserinin bazı bölümlerinin tercümesidir (Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, nr. 636). 8. Metâlibü’l-vusûl fî hulâsati Nevâdirü’l-usûl. Hakîm et-Tirmizî’nin 291 hadisin şerhini ihtiva eden Nevâdirü’l-uśûl adlı eserinin özet çevirisidir (Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, nr. 61, nr. 332).

La‘lîzâde ayrıca Abdülkerîm el-Cîlî’nin el-İnsânü’l-kâmil’ini (Süleymaniye Ktp., Mihrişah Sultan, nr. 167) ve Ĥaķīķatü’l-yaķīn ve zülfetü’t-temkîn adlı risâlesini (Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, nr. 636) Türkçe’ye çevirmiştir. Kaynaklarda Gazzâlî’nin Kîmyâ-yı SaǾâdet’ini de tercüme ettiği (İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin, nr. 432) ve Gıdâ-yı Rûh (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 2744) adlı bir eserinin olduğu kaydedilmektedir (Osmanlı Müellifleri, I, 159). Ancak bu iki eser muhtemelen ona ait değildir. Bursalı Mehmed Tâhir, La‘lîzâde’nin şer‘î sicillerin yazılış usulüne dair Zübdetü’s-sukûk adlı bir eserinin bulunduğunu kaydeder. La‘lîzâde, Yetîm mahlası ile şiirler de yazmıştır, ancak şiirlerinin sayısı oldukça azdır.

BİBLİYOGRAFYA:

La‘lîzâde Abdülbâkī, Sergüzeşt (Baha Doğramacı Özel Kitaplığı’ndaki mecmua içinde), vr. 141b-199b; a.mlf., Mebde ve Meâd (a.e. içinde), vr. 1b-94b; Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü’l-fuâd, İstanbul 1288, s. 227-265; Şeyhî, Vekāyiu’l-fuzalâ, s. 365, 403, 518, 530, 628, 660, 724; Râşid, Târih, İstanbul 1153, II, vr. 166a, 167a-b; Hüseyin Ayvansarâyî, Mecmûa-i Tevârîh (haz. Fahri Ç. Derin - Vahid Çabuk), İstanbul 1985, s. 268-269; Müstakimzâde, Risâle-i Melâmiyye-i Şüttâriyye, İÜ Ktp., İbnülemin, nr. 3357, vr. 73b-78a; Tomar-Melâmîlik, s. 71-83; Sicill-i Osmânî, III, 299; Osmanlı Müellifleri, I, 159; Abdülbakî [Gölpınarlı], Melâmîlik ve Melâmîler, İstanbul 1931, s. 153-155; Mehmet Nermi Haskan, Eyüp Tarihi, İstanbul 1993, I, 217-218; II, 22; Thierry Zarcone, “Histoire et croyances des derviches turkestanais et indiens à Istanbul”, Anatolia Moderna = Yeni Anadolu, II, Paris 1991, s. 155.

Nihat Azamat