KUR‘A

(القرعة)

Bir topluluk içinden birini seçip belirlemek, mal ve eşya taksim etmek veya şans çekmek için başvurulan yöntem.

Bu terim kısmet veya sehmin (sühme) karşılığı olarak “hisse, pay, şans” anlamında eski Araplar’ca da biliniyordu (Tâcü’l-Ǿarûs, “ķrǾa” md.). Kāra.a fiili, seferleri sırasında kendisiyle birlikte eşlerinden hangisinin gideceğini belirlemek için kur‘a çeken Hz. Peygamber için de kullanılmıştır (Taberî, II, 611). Maķrû. kelimesi “kur‘a sonucu seçilmiş başkan veya reis” anlamına gelmektedir. Bu mânalandırmanın menşei kur‘a kelimesinde bulunuyor olmalıdır. Çünkü kur‘a “alt ya da dip kısmı geniş, üst tarafı dar boğazlı dağarcık, tuluk, kırba” demektir. Bu kap şans ve kader oklarını sallamak veya savurmak için kullanılabiliyordu. G. Flügel iki örnekle birlikte bu konuyu geniş şekilde incelemiştir (bk. bibl.).

Kur‘a çekme deyimi günümüzde de “şans arama” veya “oy vererek seçme yahut seçilme” mânalarında kullanılmaktadır. Eskiden rahipler adaylar arasından din adamı olacakları kur‘a ile seçerlerdi. Osmanlı döneminde kur‘a, acemi oğlanlarının orduya alınması veya kayıtlarının belirlenmesi için kullanılmıştır; “kur‘aya girmek” deyiminin “asker olma çağına ulaşmak” anlamını taşıması da buradan gelmektedir.

“el-İstiksâm bi’l-ezlâm” (oklarla kısmet arama) ve “eđ-đarb bi’l-ķıdâĥ” (ķıdĥ vurma; ķıdĥ = eski Araplar’ın fal açmak üzere kullandıkları bir alet), “remyü’l-cimâr” (taş atma), “eŧ-ŧarķ bi’l-ĥaşâ” (çakıl taşlarını bir birine vurmak suretiyle fal açma), “el-ħaŧŧ bi’r-reml” (remil atma, çizgi falı) ve “meysir” (kumar) gibi çeşitli Câhiliye âdetleri Kur’an ve Sünnet tarafından yasaklandığı halde kur‘a tapınmaya ilişkin ve kötü bir yanı olmadığı için serbest bırakılmıştır. Birçok hadis, Hz. Peygamber’in paylaşmada bir çözüm yolu olarak kur‘aya başvurduğunu göstermektedir. Bir kararın taraflardan birine haksız görünmesi halinde her hâkim kur‘aya başvurabilir (aş. bk.).

Ayrıca kur‘a, çeşitli kültürlerde kutsal sayılan veya ilham mahsulü olduğu kabul edilen bazı kitapların rastgele açılması suretiyle yapılan bir falcılık usulüdür. İslâmî akîdede böyle bir telakki bulunmadığı halde bu falcılığın oldukça erken bir dönemde Emevîler zamanında başladığı anlaşılmaktadır. Burada Kur’ân-ı Kerîm’i veya Buhârî’nin el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’ini açarak tesadüfen o anda karşılaşılan âyetlerin sayılarının veya mânalarının yahut Hz. Peygamber’in sözlerinin yorumuna dayanan bir falcılık söz konusudur (bk. FAL; FALNÂME; İSTİHÂRE). Bu tarz falcılığın meşruluğu konusunda farklı görüşler ileri sürülmektedir. Buhârî şârihi Kastallânî, Hanbelî fakihi İbn Batta’yı takip ederek bunun meşruiyetini kabul ediyorsa da Aĥkâmü’l-Ķurǿân’da Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, Demîrî tarafından zikredilmiş olarak da (Ĥayâtü’l-ĥayevân, II, 119) Ebû Bekir et-Turtûşî ve Şehâbeddin el-Karâfî gibi müellifler Kur’an’dan fal açmanın câiz olmadığını söylerler. İbnü’l-Hâc el-Abderî bu yasak üzerine el-Medħal’inde “Kerâhatü ahzi’l-fâl mine’l-Mushaf” başlığı altında geniş bir bölüm ayırmıştır (I, 878).

Günümüze ulaşan falnâmelerden anlaşıldığına göre İslâm’da en çok saygı gösterilen iki kitaptan (Kur’an ve Śaĥîĥ-i Buħârî) fal açma konusu başlıca şu eserlerde anlatıldığı şekilde yapılmıştır: 1. ĶurǾatü’l-İmâm CaǾfer b. Ebî Ŧâlib (CaǾferiyye; Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 1999, vr. 2-18). Şîa tarafından yayılan bu tarz ilk defa, 8 (629) yılında Mûte Savaşı’nda şehid düşen Hz. Peygamber’in amcasının oğlu Ca‘fer için kullanılmıştır. Rivayete göre bu sefer sırasında Ca‘fer’in arkadaşı Abdullah b. Revâha Kur’an’dan fal açmış ve bir âyetten (Meryem 19/71) Ca‘fer’in şehid düşeceğini önceden tahmin etmiştir. 2. el-ĶurǾatü’l-Meǿmûniyye. Filozof Kindî’ye atfedilir. Eser, tablo halinde 144 sorudan (başlık) ibaret olup her biri on ikişer cevap ihtiva etmektedir (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 1999/3, vr. 59a-138b). Aynı mecmuada yer alan (vr. 19a-58a) el-ĶurǾatü’d-Devâzdehemrec adlı kitapçığın müellifi meçhul olmakla birlikte İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde (AY, nr. 6292) buna benzer isimde (Kitâbü’d-devâirhemrec) bir çalışma Kindî’ye nisbet edilmektedir. Me’mûn’a izâfe edilen iki kur‘a eseri daha vardır (Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye, nr. 7612, 7613). 3. el-ĶurǾatü’l-Cevheriyye (TSMK, III. Ahmed, nr. 16000, I, vr. 1b-23a). Falcılığın uygulanmasında belirgin bir gelişmeyi göstermektedir. Te’vil usulü veya mecazi yorumla tefsir edilmiş âyetlerin kullanılmasına, cefr ve ilmü’l-hurûf ve’l-esmâ gibi usullerin yanında bazı aritmetik usuller de (hisâbü’l-cümel, hisâbü’n-nim) eklenmektedir. Buna göre uygulanan bu usul harflerin değişik kümeler halinde birleştirilmesinden (c c v; c c h; c c r; c r h vb.) ve her paragrafta bu birleşmenin nesir halinde yorumlanmasından ibarettir. Paragraflar birbiriyle kafiyeli olup “kāle er-râciz” ifadesiyle başlarlar.

ĶurǾatü ĥurûfi’l-muǾcem’de (Köprülü Ktp., Fâzıl Ahmed Paşa, nr. 164, vr. 57b-65a) harfler ebced tertibine göre yatay olarak üç sıra halinde yerleştirilmiştir:

ǿ b c d h v z ĥ ŧ y

k l m n s Ǿ f ş

ķ r ş t ŝ ħ ź ż ž ġ

İşaret parmağı harflerden biri üzerine konur ve nazım halindeki bu harfin mânasını açıklayan paragrafa bakılır (örnekler için bk. Flügel, s. 59-70).

Kur‘atü Dânyâl. Bu kur‘ada iki cümle halinde ifade edilmiş olan sayılar kur‘a için kullanılır. Cümleler şöyle dizilmiştir:

قارعت انا احد (Kāra‘tü ene ehad)

قارعت انت احد (Kāra‘te ente ehad)

قارعت انا اثنين (Kāra‘tü ene isneyn)

قارعت انت اثنين (Kāra‘te ente isneyn)

قارعت انا ثلاث (Kāra‘tü ene selâs)

قارعت انت ثلاث (Kāra‘te ente selâs)

قارعت انا اثنين (Kāra‘tü ene isneyn)

قارعت انت احد (Kāra‘te ente ehad) vd.

Bu ifadelerin mânalandırılmasını sağlayan bir açıklama vardır. ĶurǾatü’l-Cevheriyye’de olduğu gibi nazım halinde ifade edilmiş “ķāle er-râciz” ifadesi de yer alır (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 523, vr. 95b-103b). İbnü’n-Nedîm’de (s. 314) böyle bir yazı Zülkarneyn’e, Dânyâl peygambere, Pisagor’a, İbnü’l-Mürtahil’e ve hıristiyanlara atfedilmektedir (Tannery, XXXI/2 [1886], s. 231-260). Bu tür kur‘a yoluyla büyük bir karmaşa ortaya çıkmakta ve bunun en çarpıcı örnekleri Bîrûnî’nin Sanskritçe’den tercüme ettiğini söylediği el-ĶurǾatü’l-müşerriĥa bi’l-Ǿavâķıb, el-ĶurǾatü’l-müŝemmene li’stinbâŧi’đ-đamîri’l-müŝemmene ve Şerĥu mezâmîri’l-ķurǾati’l-müŝemmene adlı üç eserde görülmektedir (Chronologie orientalischer Völker, giriş, s. XLV).

Halkın kullanması için çok karmaşık olan bu kur‘a tarzlarından başka “kur‘atü’l-enbiyâ, kur‘atü’t-tuyûr, kur‘a meymûne” gibi çok daha basit kur‘a şekilleri de bulunmaktadır. Kur‘atü’l-enbiyâ, parmağın üzerine düştüğü peygamber isminde sorulan soruya cevap aramaktan ibaret olan ve esas itibariyle kur‘a çekmeye dayanan bir kur‘a şeklidir.


Kur‘atü’t-tuyûr (burada tayr, en geniş kapsamıyla “iyi veya kötü talih” anlamına gelir), kuşların uçuşu dahil müracaat anında kendini gösteren her olaydan anlam çıkarır (Fahd, s. 218).

BİBLİYOGRAFYA:

Tâcü’l-Ǿarûs, “ķrǾa” md.; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), II, 611; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, s. 314; Bîrûnî, el-Âŝârü’l-bâķıye Ǿani’l-ķurûni’l-ħâliye (nşr. E. Sachau), Leipzig 1876, neşredenin girişi, s. XLV; İbnü’l-Hâc el-Abderî, el-Medħal, Kahire 1401/1981, I, 878; Demîrî, Ĥayâtü’l-ĥayevân, Bulak 1284/1867, II, 119; Keşfü’ž-žunûn, I, 272; Ed. Doutté, Magie et religion en Afrique du nord, Alger 1909, s. 376-377; H. Massé, Croyance et coutumes persanes, Paris 1938, I, 245 vd.; Toufic Fahd, La divination arabe, Strasbourg 1966, s. 214-219 (bu eserde, maddede zikredilmiş olan bütün kehanet ve fal usullerinin bir incelemesi vardır [s. 179-214]); a.mlf., “KurǾa”, EI² (İng.), V, 398-399; Abdullah b. Mûsâ el-Ammâr, el-ĶurǾa ve mecâlâti taŧbiķıhâ fi’l-fıķhi’l-İslâmî, Riyad 1407; Stezmann, “Die Loosbücher des Mittelalters”, Serapeum, XI/4-6, Leipzig 1850, s. 49 vd., 69 vd.; XII/20-22 (1851), s. 305 vd.; G. Flügel, “Die Loosbücher der Mohammadaner”, Berichte über die Verhandlungen der Königlich Sächsischen Gesellschaft der Wissenschaften zu Leipzig. Philologisch-Historische Klasse, XII-XIII, Leipzig 1860, s. 27-74; P. Tannery, “Notices sur les fragments d’onomatomancie arithmetique”, Notices et extraits, XXXI/2 (1886), s. 231-260; D. C. Phillott, “Bibliomancy, Divination, Superstitions amongst the Persians”, JASB, sy. 2 (1906), s. 339-342; E. Lévi-Provençal, “La recension maghribine du Saĥiĥ d’al-Bohārī”, JA, CCII (1923), s. 213; G. Weil, “Die Königslose J. G. Watzsteinsfreie Nanchdichtung einesarabischen Loosbüches überarbeitet und eingeleitet”, MSOS, XXXI (1928), s. 1-69; Khan Bahadur Abdul-Kadire Sarfaraz, “Divination by the Dīvān of Hāfiž”, M. P. Kharegat Memorial, I (1953), s. 276-294.

Tevfîk Fehd




FIKIH. Sözlükte “pay” anlamına gelen kur‘a, fıkıh terimi olarak payların birbirinden ayırt edilmesi veya bir kimsenin öncelik sırasının tayini için başvurulan isim belirleme usulünü ifade eder. Tanımda “çare, çözüm yolu” gibi mânalara gelen hîle kelimesinin kullanılması, kur‘anın ancak başka yollarla halledilmesi mümkün olmayan durumlarda başvurulacak bir işlem olduğu imasını içerir. Bu anlamıyla kur‘a, “hisselerin belirlenip ayrılması” mânasındaki kısmet (paylaştırma) terimiyle anlam benzerliğine sahip olup fıkıh kitaplarında ağırlıklı olarak “kitâbü’l-kısme” bölümlerinde ele alınır. Kur‘aya başvurma işlemi için de iķrâ‘, iķtirâ‘, ishâm, istihâm, müsâheme gibi kelimeler kullanılır.

Kur’an’da önceki şeriatlara ilişkin olarak zikredilen iki olayda kur‘aya başvurulduğu anlatılır (Âl-i İmrân 3/44; es-Sâffât 37/141). Câhiliye döneminden devralınan bir uzlaşma usulü olarak İslâm dönemine intikal etmiş olan kur‘anın meşruiyeti bu âyetlerin yanı sıra icmâa veya “Birbirinizle çekişmeyiniz” (el-Enfâl 8/46) âyetine de dayandırılır (Güzelhisârî, s. 15). Hz. Peygamber’in yolculuğa çıkarken hangi eşinin kendisiyle geleceğini belirlemek üzere kur‘aya başvurduğuna (Buhârî, “Nikâĥ”, 97; Müslim, “Feżâǿilü’ś-śaĥâbe”, 88) ve ölüm döşeğindeki sahipleri tarafından âzat edilen altı köleyi Resûl-i Ekrem’in çağırıp ikişerli olarak üç gruba ayırıp aralarında kur‘a çekerek kur‘anın isabet ettiği ikisini âzat ettiğine (Müslim, “Eymân”, 56) dair rivayetler de kur‘a usulünün sünnetten dayanakları olarak gösterilir. Son olayda Resûlullah’ın kölelerin altısını da âzat etmeyip kur‘aya başvurmasının sebebi, ölüm hastalığında yapılan tasarrufun tıpkı ölüme bağlı bir tasarruf olan vasiyet gibi vârislerin hakkını muhafaza gayesiyle terekenin üçte birini aşamayacağı ilkesidir (Şâfiî, VIII, 4). Bu iki uygulama yanında Hz. Peygamber’in, “Eğer insanlar ezanın ve ilk safın faziletini bilselerdi ve bunu belirlemenin kur‘adan başka bir yolunu bulamasalardı mutlaka bunun için kur‘aya başvururlardı” sözü de (Buhârî, “Eźân”, 9, 32; Müslim, “Śalât”, 129) dolaylı biçimde kur‘anın cevazına işaret etmektedir (diğer gerekçeler için bk. İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 265-307).

Kur‘aya başvurmanın cevazında fakihler görüş birliği içinde ise de hangi konu ve durumlarda buna başvurulacağı ve kur‘aya başvurmanın hükmü aralarında tartışmalıdır. Fal ve kumarın İslâm’da haram kılınmış olması sebebiyle bu grupta yer alan işlemlerde kur‘aya başvurulmasının câiz olmadığı açıktır. Kur‘a kural olarak hak kazandırıcı bir işlem olmayıp sadece hakların veya maslahatların eşit bulunduğu, yani birçok kişinin eşit derecede hak sahibi olduğu durumlarda başlama önceliğinin veya eşit payların aidiyetinin kin ve nefrete yol açmaksızın belirlenmesi amacına yönelik bir işlemdir. Bir hakkın sahibinin belirli olduğu durumlarda bu hakkın zayi olmasına yol açabilecek şekilde kur‘aya başvurulması ilke olarak câiz değildir. Bunun için de klasik literatürde kur‘a daha ziyade ortak malların, ganimetlerin ve mirasın paylaştırılması konusunda gündeme getirilmiş ve bunun câizliği genelde kabul görmüş, diğer durumlarda kur‘aya başvurmanın câizliği ve hükmü ise fıkıh ekolleri arasında tartışmalı kalmıştır.

Kur‘aya başvurmanın uygulama alanını en dar tutanlar Hanefî ve Mâlikîler, en geniş tutanlar ise Hanbelîler ve kısmen Şâfiîler’dir. Diğerlerinden farklı olarak Hanbelîler kur‘ayı bir beyyine olarak da görmektedir. İbn Rüşd, ölçüye tartıya gelmeyen şeylerin paylaşımında karşılıklı rızâdan sonra ikinci usul olarak kur‘ayı önerir (Bidâyetü’l-müctehid, II, 222-226). Karâfî’ye göre hakların veya maslahatların eşit olması ve nakle rızânın bulunması şartıyla her yerde kur‘aya başvurulabilir (el-Furûķ, IV, 114). Kur‘anın en muhtemel uygulama alanlarından biri sahibi belirli olmayan hakların kullanım önceliğini belirlemektir. Meselâ eşit dereceli birkaç velinin bulunması durumunda nikâh velâyetinin kime ait olacağı, cenazenin kimin tarafından yıkanacağı ve namazının kimin tarafından kıldırılacağı, aynı yakınlık derecesinde kadın akraba arasında çocuğun bakım ve gözetimini kimin üstleneceği gibi hususlar bu kapsamdadır. Eşit payların sahiplerini belirlemek üzere ortaklar arasında, iki beyyinenin çatışması durumunda hasımlar arasında ve terekenin üçte birini aşan köleler arasında kur‘aya başvurulmasında olduğu gibi mülklerin birbirinden ayırt edilmesinde, ölü arazinin ihyası gibi ihtisas haklarında da kur‘aya başvurulabilir (değişik örnekler için bk. İbn Rüşd, II, 302; İbn Kudâme, XIV, 378-383).

Hanefîler nesep ve mülkiyet davasında, kölelerin hangilerinin âzat edilmiş sayılacağını belirlemede kur‘aya başvurulmasını, bir hakkın kazanımının kur‘aya bağlanmasında kumar ve fal oklarıyla paylaşma anlamı bulunduğu gerekçesiyle câiz görmezler. Hz. Ali’den gelen bir rivayeti esas alan Şâfiîler kur‘ayı nesep tayini konusunda başvurulabilir bir çare olarak, hatta kur‘ayı bir beyyine olarak gören Hanbelîler, gıyabî koca lehine işletilecek nesep karînesine veya yeminden kaçınmaya dayanarak hüküm vermekten daha kuvvetli bir usul görürler (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 195). Hanefîler Hz. Ali’den nakledilen uygulamayı çeşitli gerekçelerle dikkate almamışlar, yolculuğa birlikte çıkılacak eşin belirlenmesi, ortak malların paylaşımında hisselerin tesbiti gibi konularda, birincisinde eşlerden birine meylettiği töhmetini gidermek, ikincisinde ortakların içini rahatlatmak için kur‘aya başvurulmasını, mevcut sünnet ve bu yönde bir teamül oluştuğu ve kumar anlamı içermediği gerekçesiyle istihsanen câiz görmüşlerdir (Serahsî, V, 4-8).

Birkaç kişi arasında ortak olan malın hâkim veya hâkimin tayin edeceği bir görevli (kāsım, kassâm) tarafından kur‘a yoluyla paylaştırılması bağlayıcı kabul edilmekte,


ancak ortakların kendi belirledikleri paylaştırıcının gerçekleştirdiği kur‘anın bağlayıcı olup olmadığı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır (kur‘a çekme biçimleri hakkında bk. Tehânevî, II, 1199; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 269-270).

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf, II, 1199; Buhârî, “Eźân”, 9, 32, “Nikâĥ”, 97; Müslim, “Śalât”, 129, “Feżâǿilü’ś-śaĥâbe”, 88, “Eymân”, 56; Şâfiî, el-Üm, VIII, 3-7; Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, Kitâbü’l-Emvâl (nşr. M. Halîl Herrâs), Kahire 1975, s. 592; Cessâs, Aĥkâmü’l-Ķurǿân (Kamhâvî), II, 294; III, 306; V, 253; İbn Hazm, el-Muĥallâ, IX, 342-348; Şîrâzî, el-Müheźźeb, Kahire 1976, II, 6-8; Serahsî, el-Mebsûŧ, V, 4-8; Gazzâlî, el-Müstaśfâ, Bulak 1322, I, 296; Kasânî, BedâǿiǾ, II, 333; VII, 19; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, II, 222-226, 302; İbn Kudâme, el-Muġnî, Kahire 1989, X, 252-253, 524-526; XIII, 427, 592; XIV, 378-386, 395; Nevevî, Şerĥu Müslim, IV, 157-158; X, 46; XI, 139-140; XV, 209-210; İzzeddin İbn Abdüsselâm, ĶavâǾidü’l-aĥkâm, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), I, 53, 66, 77-78, 82; Karâfî, el-Furûķ, Kahire 1347, IV, 111-114; İbn Kayyim el-Cevziyye, eŧ-Ŧuruķu’l-ĥükmiyye, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 195, 265-307; Zerkeşî, el-Menŝûr fi’l-ķavâǾid (nşr. Teysîr Fâik Ahmed Mahmûd), Küveyt 1402/1982, III, 62-68; İbn Receb, el-ĶavâǾid (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa‘d), Kahire 1392/1972, s. 377-398; Rassâ‘, Şerĥu Ĥudûdi İbn ǾArafe (nşr. M. Ebü’l-Ecfân - Tâhir el-Ma‘mûrî), Beyrut 1993, II, 497-498, 667-669; Güzelhisârî, MenâfiǾu’d-deķâǿiķ, s. 15; Şevkânî, Neylü’l-evŧâr, VI, 217-218; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr (Kahire), III, 206; VI, 263; Ahmed Fethî Behnesî, el-MevsûǾatü’l-cinâǿiyye fi’l-fıķhi’l-İslâmî, Beyrut 1412/1991, IV, 200-207; Pakalın, II, 323-324; T. Fahd, “ĶurǾa”, EI² (İng.), V, 398-399; “ĶurǾa”, Mv.F, XXXIII, 136-150.

H. Yunus Apaydın