KUDDÛS

(القدّوس)

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

Sözlükte “temiz olmak” mânasındaki kuds kökünden türemiş mübâlağa bildiren bir sıfat olan kuddûs “tertemiz, pak, kusurdan arınmış” demektir. Râgıb el-İsfahânî,


buradaki temizliğin maddî kirlilik ve pisliğin ortadan kaldırılması anlamına gelmediğine dikkat çeker (el-Müfredât, “ķds” md.). Gerek dilciler gerek esmâ-i hüsnâ ile ilgilenen âlimler, kuddûsün sadece zât-ı ilâhiyye için kullanıldığı ve “her türlü eksiklik ve kusurdan münezzeh olma” mânasına geldiği hususunda görüş birliği içindedir.

Kuddûs iki âyette Allah’a izâfe edilmiş (el-Haşr 59/23; el-Cum‘a 62/1), bir âyette de meleklerin Cenâb-ı Hakk’ı takdis ediş ifadesi yer almıştır (el-Bakara 2/30). Müfessirler, kuddûs ismine “güzel ve yetkin görülmeyen her türlü nitelikten münezzeh ve mübarek” anlamı vermişlerdir (Taberî, XXVIII, 69; Zemahşerî, IV, 509). Ancak buradaki mübarek mutlak mânada münezzeh demektir. Allah’ın Âdem’i yaratıp yeryüzüne göndereceğini beyan etmesi üzerine meleklerin söylediği, “Biz seni yeterince tesbih ve takdis ederiz” (el-Bakara 2/30) cümlesinde yer alan takdis de, “Seni mânevî kirlerden arınmışlığa nisbet eder, yücelikle niteleriz” veya, “Sana lâyık olmak için kendimizi mânevî kirlerden uzak tutarız” mânasında kabul edilmiştir (Taberî, I, 304; Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî, s. 214; Fahreddin er-Râzî, II, 189).

Doksan dokuz esmâ-i hüsnâyı içeren Tirmizî rivayetinde kuddûs de yer almaktadır (“DaǾavât”, 82). Kütüb-i Sitte’den Ebû Dâvûd (“Vitir”, 34), Tirmizî, (“DaǾavât”, 120) ve İbn Mâce’de (“Śadaķāt”, 17, “Fiten”, 20), ayrıca Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde (II, 134; VI, 76, 371) takdis kavramını içeren rivayetler mevcuttur. Hz. Âişe’den nakledilen hadislerin birinde Resûl-i Ekrem’in namazdaki rükû ve secdelerinde zaman zaman, “Sübbûhun kuddûs rabbü’l-melâiketi ve’r-rûh” (münezzeh ve yüce, meleklerin ve Cebrâil’in rabbi) şeklindeki zikri tekrar ettiği belirtilmiş (Müsned, VI, 35, 94, 115; Ebû Dâvûd, “Śalât”, 147), bir diğerinde Resûlullah’ın yataktan kalkınca onar defa okuduğu dua ve zikir içinde şu cümlelerin de yer aldığı ifade edilmiştir: “Sübhânellāhi ve bi-hamdih sübhâne’l-meliki’l-kuddûs” (Allah’ı yüceltip övgüyle anarım, görünen ve görünmeyen âlemlerin sahibinin, O’nun münezzeh zâtının her türlü eksiklik ve kusurdan uzak olduğunu kabul ederim [Ebû Dâvûd, “Edeb”, 101]).

Kuddûs kavramı gerek Kur’an’da gerek hadis rivayetlerinde genellikle tesbih kavramıyla birlikte yer almıştır. Zât-ı ilâhiyyeyi her çeşit kusur ve eksiklikten tenzih etmeye dayanan mânaları arasında ise pek fark yoktur. Ebû Abdullah el-Halîmî zâtın tenzih açısından ne olduğunu söylemeye takdis, ne olmadığını söylemeye de tesbih demiştir (el-Minhâc, I, 197). Ebü’l-Bekā el-Kefevî de aynı şeyi ifade etmekle birlikte tesbihin ibadetlerle, takdisin mârifet ve inançla gerçekleştiğini belirtmiştir (el-Külliyyât, s. 297-298).

Zât-ı ilâhiyyenin takdis yoluyla tenzih edilmesi, O’nun yetkinliğin karşıtı olan özelliklerden (nakāis) ve erdemliliğin zıddını teşkil eden niteliklerden (uyûb) uzak olması ve yüce tutulması demektir. Bu tenzih alanına bütün yaratılmışlık vasıfları dahil olduğu gibi Allah’ın şeriki, benzeri, ayrıca çocukları olması vb. tevhidi bozan özellikler de dahildir. Gazzâlî kuddûs ismine “duyumun algılayabileceği, hayalin canlandıracağı, zihnin tasavvur edeceği, düşüncenin şekillendireceği veya gönülde doğabilecek her türlü nitelikten münezzeh olan” anlamını verdikten sonra, “Eksiklik ve kusurlardan münezzeh olduğu yolunda bir ifade kullanamam” demiştir (el-Maķśadü’l-esnâ, s. 71). Ona göre böyle bir söylem, ulûhiyet makamının bu tür vasıflara sahip olabileceği ihtimalini akla getirmek demek olduğundan edebe aykırıdır. Ancak Ebû Bekir İbnü’l-Arabî bu anlayışın hikmetle bağdaşmadığını söylemiş ve Allah’ın kendisini tenzih ettiği şeylerden bizim de O’nu tenzih etmemizin gerektiğini belirtmiştir (el-Emedü’l-aķśâ, vr. 30b-31a).

Abdülkerîm b. Hevâzin el-Kuşeyrî, tasavvufî bir yaklaşımla kuddûs isminden kulun alabileceği nasibi şöyle ifade etmiştir: Kuddûs isminin muhtevasını tam anlamıyla kavrayan kimse Allah rızâsı uğruna nefsini aşağı arzulara uymaktan, servetini haram şüphesinden, zamanını O’na muhalefet etme kirinden, kalbini dünya alâkalarının sebep olacağı lekelerden, ruhunu fâni mekânlarda barınmaktan ve içindeki gücü yabancı ilgilerden uzak tutar. Böyle bir kişi, Allah’a taptığı mânevî muhtevasıyla hiçbir yaratığa kul olma zilletine düşmez; O’nu müşahede ettiği kalbiyle hiçbir mahlûka tâzimde bulunmaz; elinde bulunan bir dünya nimetini yitirmekten etkilenmez ve tuttuğu yoldan Allah’a ulaşmadan geri dönmez (et-Taĥbîr fi’t-teźkîr, s. 28). Kuddûs, Allah’a nisbet edilen zâtî-selbî (tenzîhî) isimler grubu içinde mütalaa edilir ve “izzet, şeref, hükümranlık bakımından en yüce” mânasındaki alî ismiyle anlam yakınlığı içinde bulunur.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ķds” md.; Lisânü’l-ǾArab, “ķds” md.; Müsned, II, 134; VI, 35, 76, 94, 115, 371; Tirmizî, “DaǾavât”, 82, 120; Ebû Dâvûd, “Śalât”, 147, “Edeb”, 101, “Vitir”, 6, 34; İbn Mâce, “Śadaķāt”, 17, “Fiten”, 20; Taberî, CâmiǾu’l-beyân (nşr. Halîl el-Mîs), Beyrut 1415/1985, I, 304; XXVIII, 69; Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî, İştiķāķu esmâǿillâh (nşr. Abdülhüseyin el-Mübârek), Beyrut 1406/1986, s. 214; Hattâbî, Şeǿnü’d-duǾâǿ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk 1404/1984, s. 40; Ebû Abdullah el-Halîmî, el-Minhâc fî şuǾabi’l-îmân (nşr. Hilmî M. Fûde), Beyrut 1399/1979, I, 197; İbn Fûrek, Mücerredü’l-Maķālât, s. 51; Abdülkāhir el-Bağdâdî, el-Esmâǿ ve’ś-śıfât, Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 497, vr. 159a; Kuşeyrî, et-Taĥbîr fi’t-teźkîr (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1968, s. 28; Gazzâlî, el-Maķśadü’l-esnâ (Fazluh), s. 71-73, 172-173; Zemahşerî, el-Keşşâf (Beyrut), IV, 509; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, el-Emedü’l-aķśâ, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 499, vr. 29b-31a; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, II, 189; Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 297-298.

Bekir Topaloğlu