KÖŞK

Büyük bir sivil yapıya bağlı veya bağımsız olarak inşa edilen süslü küçük bina.

Aslen Farsça olan köşk kelimesi kır ve açıklık yerlerde ya da bahçe içinde bulunan bağımsız evleri, yazlık binaları ifade eder. Ayrıca bir saray veya konak bahçesinde müstakil olarak yapılan süslü küçük binalara da bu ad verilir. Köşk, bir sultan sarayı kısmı olduğu gibi herhangi bir kişiye ait evin ilâvesi de olabilir. Özel kişinin avlu ya da bahçesinde ise köşk ismini muhafaza eder. Aslında kullanılma şekilleri arasında bir ayırım yapılmamış olsa da köşk kelimesi daha ufak ve mütevazi, kasır ise daha fazla önem taşıyan yapıları belirtir. Köşk bir şahsın malı olabilirken kasır yalnız hünkâra ait olan yapıdır. Bununla birlikte köşk ve kasır kelimelerinin birbirinin yerine kullanıldığı görülmektedir; Sepetçiler Kasrı (Köşkü) (1643), Bebek Kasrı (Köşkü) (1725-1785), Aynalıkavak Köşkü (Hasbahçe Kasrı) (1791) gibi. Kasır kelimesine XIX. yüzyıldan itibaren daha


az rastlanırken köşk sayfiyedeki mevsimlik, hatta şehir içindeki sürekli oturulan evler için de kullanılmaya başlanmıştır.

Büyük konak ve yalıların bahçeleri içinde köşkleri bulunurdu. Yalılarda yalı köşkleri ve mehtâbiyeler, sırtlarda dağ köşkleri vardı. Şehir konaklarındaki köşkler bahçede bir havuz kenarında ya da set üstünde olurdu. İstanbul’dan farklı olarak Edirne konaklarındaki köşkler konağa bitişikti. Bazı köşkler aynı zamanda spor yarışmalarının izlendiği yerlerdi ve önlerindeki meydanlarda cirit, tomak oyunları oynanırdı; Gülhane ve Dolmabahçe köşkleri gibi (bk. ALAY KÖŞKÜ).

Köşkler yoğun olarak İstanbul ve Edirne’de bulunuyordu. Yalnız İstanbul’da inşa edilen köşklerin sayısı binden fazlaydı. Bu sayı XVII. yüzyıldan, daha hafif bir yapı tarzının uygulandığı dönemden itibaren artmıştır. Fâtih Sultan Mehmed’den IV. Murad’a kadar olan devirde köşk yapımında kâgir kullanılıyordu, dolayısıyla binalar dayanıklı ve pahalı idi. IV. Mehmed döneminde bu yapılarda başlatılan hamle III. Ahmed devrinde de devam etti. Bu devirde yapılar hafif tutulmuş, çok defa dolma ya da çatma teknikleri kullanılmıştır. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında yavaşlayan köşk inşaatı yüzyılın sonuna doğru III. Selim zamanında yeniden hızlanmıştır.

Köşklerde dışarıya pencerelerle açılan havuzlu divanhâne (yazlık salon), sofa, köşelerde odalar ve servis bölümleri kare, dikdörtgen, bazan da üç ya da dört kollu form içine yerleştirilmiştir. Divanhânenin içindeki su öğesi, ahşap süslemeler, bezemeli tavan ve duvarlar tabiatla uyum içindedir. Sofalar ipek, kadife sedirler ve yastıklarla döşenmiştir.

Çekmece yolu üzerinde yer alan Siyavuş Paşa Çiftliği’ndeki Havuzlu Köşk XVI. yüzyılın önemli sivil mimari eserlerindendir. Yapı büyük bir havuzun ortasına inşa edilmiştir ve geniş ayaklar üzerine oturur. 1571 tarihli köşkün planı sade bir dörtgen içinde değerlendirilen divanhâne, küçük bir oda ve bir asma kattan ibarettir. Edirne Kaleiçi’nde Köprülü Mehmed Paşa Konağı’nın harem kısmında bir yazlık köşk bulunuyordu. 1660’tan önceye tarihlenen bu yapı ve benzerleri yazlık misafir odaları olarak da adlandırılmaktadır. Kare planlı köşk ahşap direklerle dışarıya açılan havuzlu bir divanhâneye sahipti. Yapı devrinin önemli vezir saraylarından birinin parçasıydı. 1661’de inşa edilen Edirne Dolaplıbahçe Köşkü günümüzde mevcut değildir. Eldeki resimlerinden anlaşıldığına göre barok döneminde bir tamirat geçirmiştir. Basit dikdörtgen planı içinde pencerelerle dışarıya açılan havuzlu divanhâne ve iki oda yer alır.

İstanbul’un Fenerbahçe diye tanınan yarımadasında Fâtih Sultan Mehmed devrinden bir bahçe içinde köşkler bulunuyordu. Köşklerden biri büyük ölçüdeki havuz ve sebilleriyle Şadırvan Köşkü olarak adlandırılmıştı. Ayrıca deniz kenarında büyük bir rıhtımlı taşlık üzerindeki Derya Köşkü’nden bahsedilmektedir. Bu köşkler önde birer büyük divanhâne, arkada bir ya da ikişer küçük odaları ve helâlarıyla tek hâkim elemanlı tiptedir. Aynı zamanda yarımadaya ismini veren Fener Kulesi ve Kanûnî Sultan Süleyman devrinde yapılan Fener Köşkü Eremya Çelebi, Hüseyin Ayvansarâyî ve Grelot tarafından anlatılmıştır. Grelot’a göre Fener Köşkü hemen diğer bütün köşkler gibi bir kare oluşturuyordu ve birçok sütunla dışarıya açılıyordu.

Afganîler Tekkesi Köşkü, Üsküdar’da Çinili Cami karşısındaki tekkenin bahçesinde bulunur. Süslemelerinden ve dış mimarisinden bu selâmlık köşkünün XIX. yüzyılda tamamen yenilendiği anlaşılır, bu haliyle de güzel bir empire üslûbuna sahiptir. Fakat içerideki ufak mermer ve somaki parçalarından yapılmış döşemesiyle havuzu binanın kuruluşunu XVII. yüzyıla kadar götürebilir. Küçük bir set üzerine oturtulmuş olan köşk iki çıkmalı ve orta sahınlı tiptedir (ayrıca bk. AFGANÎLER TEKKESİ).

Anadoluhisarı yakınındaki 1699 tarihli Amcazâde Hüseyin Paşa Yalısı’nın köşkünden günümüze tek bir oda ulaşmıştır. Eskiden arkasında bir sofa ve iki odası daha bulunuyor, böylece de Köprülü Yalısı’nın selâmlık dairesini oluşturuyordu. Köprülü Hüseyin Paşa’nın sayfiyesi olan köşkün tamamlanan planıyla ön mekânlı, eklemli tipe ait olduğu anlaşılmaktadır. Bugün ayakta kalan kısım ise köşkün “T” planlı ve denize doğru çıkmalı büyük yazlık divanhânesidir. Divanhâne bu şekliyle Boğaziçi’ne üç yönde hâkimdir. 1716’da inşa edilen Kurşunlu Mahzen Köşkü, Galata’da Yeraltı Camii’nin yanında ve eski Ceneviz Kalesi’nin temellerinin üzerinde bulunuyordu. Mevcut resimlerine göre haç planlı köşk tek elemanlı ve dört çıkmalı tipteydi. Köşkün yapılış ve tamir tarihleriyle ilgili bilgileri Hüseyin Ayvansarâyî kaydetmektedir.

Edirne’de 1719 tarihli Vezir Konağı Köşkü konağa eklenmiş bir yazlık oda olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna göre XVII. yüzyılın ikinci yarısında Edirne’de


büyük konakların havuzlu sofa ya da yazlık divanhâne denilen, köşk şeklinde bahçe ortasına doğru uzanan birer odaları vardı. Bu odaların üç cephesi direklik yahut camekânla açık, bir cephesi de konağa bitişik olurdu. Konakla bağlantı ayrı bir sofa, bazan da taşla döşenmiş bir geçitle sağlanırdı. Râmi Çiftliği’nde 1699-1720 yılları arasında inşa edilen iki köşkten küçük olanı önde yer almakta olup dört yöne çıkıntı yapacak şekilde bir plana sahipti ve mermer kaplı, havuzlu tek bir odadan ibaretti. Bu köşk diğerinin önünde ve onun habercisi durumundaydı. Asıl ikametgâh olan kare şeklindeki büyük köşk, ön cephesinde dışarıya bir çıkma yapmak üzere “T” şeklinde düzenlenmiş ve diğer odalara da yer ayrılmıştı. III. Ahmed devrinde inşa edildiği bilinen Florya Köşkü’ne ait tek resim 1740 yıllarında Gudenus tarafından yapılmıştı. Buna göre yapı dört köşe, kâgir bir alt kat üzerine üç çıkmalı bir plana sahipti.

Emirgân Şerifler Yalı Köşkü 1782 yıllarında yanındaki harem yalısıyla birlikte inşa edilmişti ve Şerif Abdülillâh Paşa’nın yazlık yeriydi. Fakat günümüzde yalnızca köşk ayakta kalmıştır. Köşk üç odası, sofası ve üç çıkmalı divanhânesiyle alışılagelen plan şemasındadır. XVIII. yüzyıl ortalarına özgü plan özellikleri gösterir. III. Ahmed devrinde yapılan İstinye Bahçe Köşkü, İstinye-Yeniköy arasındaki sıra yalılarından birinin bahçesinde set üzerinde yer alıyordu. Küçük boyuttaki yapı hâkim elemanlı ve eklemli plandaydı. Bir baş oda, odalar ve servis bölümlerinden oluşan köşk tahtanî ve fevkanî olmak üzere iki kısımdan meydana geliyordu.

Acıbadem, III. Selim ve II. Mahmud devirlerinden itibaren bazı köşklerle süslenmeye başlanmıştı. Bunlardan Hünkâr İmamı Köşkü büyükçe bir mâlikânenin bir parçası idi. Bir terasın üzerinde yükselen yapı iki katlıdır, her katta ortası oval ve üç kollu büyük birer divanhâne yer alır. Üst katın planı ise dört kolludur. Manzaraya bakan taraftaki büyük salon evin en önemli yeridir ve üç yöne çıkma yapar. Köşkün süslemeleri barok devri özelliklerini gösterir. 1797’de inşa edilen Arnavutköy İzzetâbâd Köşkü haç planlıydı. Ortada büyük bir sofası ve dört köşede birer odası olması muhtemeldir. Mimarisi de XIX. yüzyıl boyunca süren sadelikteydi. 1870 yıllarına kadar ayakta kalan yapının yerine bilinmeyen bir tarihte Çifte Köşk inşa edilmiştir. Çengelköy Köçeoğlu Köşkü, 1800 yılı civarında yapılan benzerleri gibi Boğaziçi’ne hâkimdir ve istinat duvarlarıyla düzlük haline getirilmiş bir sırt üzerinde yer alır. Orta sofalı plan tipindeki yapı Türk Ampire üslûbunun sade ve nisbetli bir örneğidir. Orta sofası oval ve kubbeli bir özellik gösterir. Bebek Köçeoğlu Yalısı XVIII. yüzyıl sonlarında inşa edilmişti. Yalının selâmlık bahçesinde denize bakan yönde küçük bir köşk bulunuyordu. Köşkte girişin iki yanında odalar, karşısında büyük bir salon yer alıyordu ve bu üç odalı tip devrin sık kullanılan bir plan şekliydi.

II. Mahmud döneminde Kâğıthane’de inşa edilen Çadır Köşkü tek elemanlı tipe aittir. Mermer bir set üzerinde yer alan yapı, havuzla birlikte yuvarlak bir orta sahın etrafında teşkilâtlanan bölümlerden meydana gelmişti. Eski usul ve tekniğe göre yapılmış empire üslûbundaki köşklerin de son temsilcisiydi. Kanlıca körfezindeki Yalı Köşkü XIX. yüzyılın ilk yarısına ait olmalıdır. Orta sofalı plan tipinde ve dıştan dört kollu bir şekildeydi. Amcazâde Hüseyin Paşa Yalı Köşkü’ne benzer olarak deniz üzerine çıkıntı teşkil edecek biçimde inşa edilmişti. Boğaziçi’ndeki diğer köşklerde olduğu gibi manzaraya çok yönlü açılma arzusu burada da hâkimdi. Kalamış’taki bir köşk de plan ve mimarisiyle XIX. yüzyılın başlarında yapıldığı hissini verir. Büyük bir mâlikânenin parçası ya da bir selâmlık dairesi olduğu kabul edilmektedir. Merkezî sofalı tipin bozulmamış ve klasik bir örneği olan yapı ilk empire üslûbundadır.

Heybeliada Hünkâr Köşkü II. Mahmud devrinde yapılmıştır. İki katlı köşkün deniz tarafındaki odalarından büyük olanı muhtemelen hünkâr odası idi. Yapı orta sofalı tek eyvanlı tiptedir ve bu şekil artık devrin evlerinde de kullanılan bir plandır. Mimari üslûbu ilk empire tarzındadır. Arnavutköy Muzurus Paşa Köşkü, Muzurus Paşa Yalısı’nın dağ köşküydü. XIX. yüzyılın ilk yarısında yapıldığı kabul edilir. İki katlı olan yapının planı bir eksen üzerinde kurulmuş, kısa kenarlarda karşılıklı iki çıkma yapan dikdörtgendir. Mermer döşeli sofa alt kat boyunca uzanır. Köşkün mimarisi içte daha zengin ve süslü, dışta sade ve gelişmiş bir empire üslûbundadır.

Kadıköy’de Sultan V. Murad Çiftliği’ndeki iki köşkten biri olan Küçük Köşk üç tarafı pencereli büyük divanhânesi, çıkmalı odası ve köşelerindeki odalarıyla birkaç yüzyıllık bir plan tipinin XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam ettiğini göstermesi açısından önemlidir. II. Abdülhamid döneminde Mâbeyinci Sâdi Bey tarafından Suadiye ile Bostancı arasında çok geniş bir arazi içinde yapılan mâlikânenin kâgir bir köşkü denize uzanan bir burun üzerinde bulunuyordu. Kayalara


oturan yarım yuvarlak bir rıhtımın desteklediği bu köşk tek kat halinde olup eski geleneklere uygun olarak orta sofasında bir de havuzu vardı.

Türk sivil mimarisinin bu önemli eserlerinden günümüze ulaşanların sayısı oldukça azdır. Önemli köşkler dışında kalanlar eskidikçe rağbetten düşmüş ve yıkılmıştır. Boşalan araziler bazan devlet tarafından kullanılmış (kışla gibi binalar yapılmış), bazan da bahçeler kaldırılarak yerlerine mahalleler kurulmuştur. Esasen XVIII-XIX. yüzyıllarda köşkler daha hafif ve dayanıksız bir yapı tekniğiyle inşa ediliyordu. Bunun dışında özellikle İstanbul için söz konusu olan büyük yangınlar da bu yapıların kolaylıkla yok olmasına sebep olmuştur (ayrıca bk. KASIR).

BİBLİYOGRAFYA:

Sedad Hakkı Eldem, Köşkler ve Kasırlar, İstanbul 1969, I-II; Vedad Günyol, “Köşk”, İA, VI, 923; Pakalın, II, 304; SA, III, 1139-1140; G. Goodwin, “Köshk”, EI² (İng.), V, 274.

Ayşe Denknalbant