KONYA

İç Anadolu bölgesinde şehir ve bu şehrin merkez olduğu il.

Aynı adı taşıyan ovanın batı kısmında, denizden yüksekliği 1000 metreyi pek az geçen düzlüğün batı kenarına yakın bir kesiminde yer alır. Kimler tarafından nasıl kurulduğu bilinmeyen şehrin ilk yerleşme yerinin küçük bir yükselti olan Alâeddin tepesi olduğu tahmin edilir. Konya adının Frig dilindeki Kawania’dan geldiği ve bunun Konion şekline dönüştüğü, daha sonra Roma çağında ve Bizans döneminde İkonion / İkonium olarak söylendiği belirtilir. İslâm coğrafyacılarının eserlerinde şehrin adı Kūniye (قونية) şeklinde geçer. Bu yazılış tarzı Türkler tarafından da benimsenmiş ve Konya olarak söylenmiştir. Bununla birlikte XIII. yüzyıla ait bilgileri de içeren Saltuknâme’deki, “Kavâniyye ki ona Konya derler” ifadesi dikkat çeker. Ayrıca XI. yüzyıldan itibaren Batı kaynaklarında İconium’dan başka Conia, Conium, Como, Cunnyo ve Konn şekillerinde de zikredilir.

Tarih. Çok eski bir yerleşme yeri olan ve çevresinde İlkçağ’lara ait iskân izlerine rastlanan Konya’nın Antikçağ tarihi hakkında pek fazla bilgi yoktur. Buranın Hitit hâkimiyeti altında kaldığı, ardından Frig idaresine girdiği ve sonra da Lidyalılar tarafından ele geçirildiği sanılmaktadır. Milâttan önce VI. yüzyılın ortalarında şehir Pers hâkimiyetinde kaldı. II. Darius’un oğlu Kurus’un isyanı sırasında Yunan askerleriyle (Onbinler) buradan geçen Ksenephon, Konya’yı Frigler’in en doğudaki şehri olarak anar. Milâttan önce IV. yüzyılın ikinci yarısında İskender İmparatorluğu’na,


onun ölümünden sonra Selefkîler’e, ardından da Bergama krallarının eline geçti. III. Attalos’un ölümü üzerine Roma İmparatorluğu topraklarına katıldı. Roma kaynaklarında bu sırada şehrin giderek önem kazandığı kaydedilir. Hıristiyanlığın yayılışı esnasında havârilerden Pavlus’un burada ikameti şehre kutsal bir önem vermiştir. Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma şehri haline gelen Konya VII. yüzyılın ortalarından itibaren Arap ordularının hedefi oldu. Emevîler döneminde Mervân b. Muhammed Konya’yı fethetti (105/723-24). Abbâsîler zamanında Tarsus Emîri Ebû Sâbit 287 (900) yılında gerçekleştirdiği bir seferde esir düşmüş ve bir süre Konya Kalesi’nde hapsedilmiş, ardından bir grup müslümanla birlikte İstanbul’a gönderilmiştir (Taberî, X, 76). Bundan yedi yıl sonra Abbâsî kuvvetleri Konya’ya bir sefer düzenleyip şehri tahrip ettiler. Bunun üzerine Bizans İmparatoru VI. Leon, Halife Müktefî-Billâh’a elçi gönderip zararın karşılanmasını istedi (İbnü’l-Esîr, VII, 552). Abbâsî Halifesi Mutî‘-Lillâh zamanında Şevval 352’de (Kasım 963) Tarsus’taki garnizondan yola çıkan bir İslâm ordusu Konya’ya kadar bir sefer yaparak geri döndü (İbnü’l-Esîr, VIII, 547). Ancak bu hâkimiyet geçici oldu. X. yüzyılın ikinci yarısından itibaren buraya yönelik herhangi bir akın vuku bulmadı.

Türkler, Konya önlerinde ilk defa Selçuklu kumandanı Afşin ile 1069 yılında göründüler. Fakat Türk fethi, 1071 sonrasında muhtemelen 1073 yılında gerçekleşti. Konya’nın fethinin, akşam vakti şehre sokulan sığırların arasında şehre giren Türk askerlerinin kale kapısını açmasıyla gerçekleştiği rivayet edilir. Fetihten sonra kale içindeki bir kısım halk boşaltıldı; bunlar da Sille’ye giderek orada yerleşti. Kale yeniden elden geçirildi, sadece kuzeydeki ana giriş yerinde bırakıldı; boşalan kuzey kesimine elli kadar Türk ailesi yerleştirildi.

Konya Kalesi, bu ilk dönemde ülke içlerini koruyan önemli bir askerî istihkâm özelliği taşımaktaydı. I. Haçlı Seferi’ne katılan ordular, Dorylaion’dan Akşehir-Konya-Ereğli yolunu takip ederek Maraş ve Göksu üzerinden Antakya’ya indiler. Selçuklular’ın İznik’i 19 Haziran 1097’de Bizans’a teslim etmesi üzerine Selçuklu hükümdar ailesi tarafından Konya başşehir olarak seçildi. Kalenin savunması güçlendirildi, asker sayısı arttırıldı. Böylece Konya, I. Haçlı Seferi’ni atlatan Anadolu Selçukluları Devleti’nin başşehri olarak önemli bir gelişim sürecine girdi. 1101 yılı Haçlı seferlerine katılan Nevers Kontu II. Guillaume’un emrindeki Fransızlar’dan oluşan ikinci ordu yol boyunca Türkler’in hücumuna mâruz kaldıysa da sonunda Konya’ya ulaşmayı başardı. Bunlar, sağlam surlara sahip şehrin kuvvetli bir Türk garnizonu tarafından müdafaa edildiğini gördüler ve gün boyunca surlara hücum ettilerse de bir sonuç alamadan şehri terkettiler.

Selçuklu Sultanı Mesud ve II. Kılıcarslan dönemlerinde Konya bir kasaba olmaktan çıkıp kalabalık bir şehir hüviyetini kazanmıştı. Bizans’ın burayı geri almak ümidi ve hayali 1176 Miryokefalon Savaşı ile yok edildikten sonra Konya Haçlı tehlikesiyle karşı karşıya geldi. III. Haçlı Seferi’ne katılan Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa, 17 Mayıs 1190’da II. Kılıcarslan’ın oğlu Kutbüddin Melikşah’ı yenerek sultan tarafından boşaltılmış olan Konya’ya girdi. Şehir içinde yağma ve tahribatta bulundu. Fakat burada fazla kalmayıp yoluna devam etti. Bu olayları anlatan bir kaynakta o sırada Konya’nın Almanya’daki Köln (Cologne) şehri kadar büyük ve zengin bir yer olduğu belirtilir.

XIII. yüzyıl başlarında Konya, II. Kılıcarslan’ın oğulları arasındaki saltanat çekişmesine sahne oldu. I. Gıyâseddin Keyhusrev’in ölümünün ardından tahta çıkan I. İzzeddin Keykâvus ve I. Alâeddin Keykubad dönemlerinde Konya parlak bir devir yaşadı. I. İzzeddin Keykâvus ile başlatılan yeni imar hareketi kardeşi I. Alâeddin Keykubad döneminde hızlanarak devam etti. Konya şehrine yeni mahalleler eklendi.

Anadolu Selçukluları zamanında “Dârülmülk” unvanıyla anılan Konya şehrinin XII. yüzyıl sonları ile XIII. yüzyıl başlarındaki büyümesi eski savunma düzenini etkisiz durumda bıraktı. Bunun üzerine Konya şehrinin çevresine 4 km. uzunluğunda yeni sur ve burçlar yaptırıldı (1221). Surlar ortasında kaldığından önemini kaybeden Alâeddin tepesindeki kale yerine batıdaki kesimde yeni bir iç kale (Ahmedek, Zindankale) yaptırıldı. Bu imar hareketi, şehrin fizikî şartları ve sosyal hayatında


XIX. yüzyıl ortalarına kadar etkili oldu. Konya şehrinin ikamet semtleri, çarşı pazarları, sur kapıları ve diğer özellikleri XIII. yüzyılın ikinci çeyreğindeki yeni fizikî duruma göre oluşturuldu. Şehrin kapıları oradan başlayan yolun ulaştığı şehre göre adlandırıldı: Antalya, Lârende, Aksaray kapıları gibi. Kuzeye açılan Ladik Kapısı’nın adı sonradan İstanbul Kapısı olarak değişecektir. Konya şehrine yerleşmek üzere gelen yeni insanlar arasında büyük ölçüde Türkmenler olmakla birlikte bir kısım hıristiyanlar da vardı. Bunlar çoğunlukla kendi adlarıyla anılan hanlarda bir ücret ödeyerek kalıyorlardı. Rumlar şehrin fethinden beri iç kaledeki kendi mahallelerinde oturmaktaydılar. Konya’nın en canlı ve kalabalık dönemi XIII. yüzyıl ortalarındadır. Bu sırada şehirde, en iyimser bir hesapla % 10 kadarı gayri müslim olmak üzere yaklaşık 60.000 nüfus bulunduğu tahmin edilir.

1243 Kösedağ Savaşı yenilgisi, ardından 1256 Sultanhanı Savaşı ve 1258’de Hülâgû’nun Yakındoğu’ya gelişinin siyasî sonuçları Konya’yı ekonomik ve sosyal bakımdan çok etkilemedi. Konya, bu yıllarda güçlü bir Ön Asya devletinin merkezi olarak âdeta milletlerarası bir ticaret şehriydi. Ancak yine de II. İzzeddin Keykâvus’un Bizans’a sığınması ile sonuçlanacak olan olaylar Konya’da yeni bir siyasî devrin başlangıcını oluşturdu.

Selçuklu sultanları Moğol idarecilerinin birer siyaset aleti haline gelince Selçuklu ülkesinde olduğu gibi Konya şehrinde de Selçuklu hânedanına karşı saygı giderek azaldı. Anadolu Selçuklu hükümdarlarından Melikşah (Şehinşah), II. Kılıcarslan, I. Gıyâseddin Keyhusrev, II. Süleyman Şah, III. Kılıcarslan, I. Alâeddin Keykubad, II. Gıyâseddin Keyhusrev, IV. Kılıcarslan ve III. Gıyâseddin Keyhusrev Konya’da medfundur. İlhanlı idaresinin her geçen gün kuvvetlenmesiyle esasen devletin siyasî ve ekonomik ağırlığı İç Anadolu’nun daha doğu taraflarına (Kayseri ve Sivas) kaymıştı. Bununla birlikte Konya, bu yıllardaki bütün siyasî ve sosyal karışıklığa rağmen canlı şehir hayatını sürdürebildi, fakat karışıklıklar nüfusta gerilemeye yol açtı. Şehir XIII. yüzyılın ikinci yarısında Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ile âdeta özdeşleşti. Onun vefatından sonra oğlu, torunları Konya’da önemli bir konuma geldiler. Mevlânâ Türbe ve Zâviyesi’ne vakfedilen zengin gelir kaynakları ekonomik hayatta etkili oldu.

Selçuklu idaresinin İlhanlılar’a tâbi olmasının ilk zamanlarda doğrudan halk arasında bir etkisi görülmedi. Fakat Selçuklu siyasî gücünün yerini almak isteyen Karamanoğulları Konya şehrine yönelik saldırılarda bulunmaya başladılar. Bu saldırılara karşı Konya halkı iğdişbaşı önderliğinde direnmeye çalıştı. Zamanla iğdişlerin etkilerini yitirmeleri sebebiyle Konya içindeki mücadelede yeni dengeler kuruldu, Ahî önderleri ortaya çıktı ve XIV. yüzyıl başlarından itibaren Karamanoğulları’nın gücü etkisini gösterdi. Cimri Vak‘ası sırasında (1277) bir süre için Konya’yı ele geçiren Karamanlılar, XIV. yüzyılın başında Konya’ya tamamıyla hâkim olup İlhanlılar’la mücadeleye giriştiler.

İlhanlılar’ın Anadolu’ya gönderdiği Emîr Çoban 714’te (1314), oğlu Demirtaş ise 720 (1320) ve 723’te (1323) Konya’yı Karamanlılar’dan aldı. Bu sırada şehirde Ahî önderlerinin etkili olduğu, bunların bazan Karamanoğulları’na karşı direndiği anlaşılmaktadır. Demirtaş’ın Mısır’a ilticasından sonra Konya tekrar Karamanoğulları’nın eline geçti (729/1328-29). Konya şehri bu mücadeleden olumsuz etkilendi, büyük başşehir olma özelliğini kaybetti. Şehirde XIV. yüzyıl ortalarına kadar İlhanlı yöneticileri etkili oldular. Yine de bu sıralarda Konya’yı gören İbn Battûta’nın ifadelerinden buranın hâlâ önemini koruduğu anlaşılır.

751-761 (1350-1360) yılları arasında İlhanlı Devleti’nin son izlerinin de kaybolmasıyla Alâeddin Bey Konya’yı Eretnalılar’ın elinden aldı (768/1366-67) ve Karamanoğulları şehre tam anlamıyla hâkim oldu. Bu defa İlhanlı siyasî gücünün yerini doldurmak için Karamanoğulları ile Osmanoğulları arasında çekişme başladı. XIV. yüzyılın ikinci yarısı ile XV. yüzyılın tamamı bu çekişme ve mücadelelerle geçti. Bu sırada Konya Karamanoğulları Beyliği’nin merkezi durumuna gelmişti.

Osmanlılar’la Karamanlılar arasında 1370 öncesinde oldukça iyi ilişkiler vardı. I. Murad kızını Karamanoğlu’na vermişti. Ancak İlhanlı gücünün kaybolmasıyla onun yerini alma düşüncesi bu iki ailenin ilişkilerini sertleştirdi. Osmanlılar’ın Rumeli’deki fetihleri halk arasında ilgiyle karşılanmış ve Ankara’yı ele geçirmeleri de Karamanoğulları’nı olumsuz etkilemişti. Osmanlılar’ın Germiyanoğulları ve Hamîdoğulları topraklarının bir bölümünü ele geçirmeleri dengeleri bozdu. I. Murad’ın Rumeli’de bulunduğu bir sırada Karamanoğlu Alâeddin Bey Osmanlı topraklarını vurdu. Bunun üzerine I. Murad 788’de (1386) Konya’yı kuşattı. Osmanlı askerleri Konya halkının hiçbir şeyine dokunmadılar. I. Murad, kızının da ricasıyla kendine bağlı kalmak şartıyla Karamanoğlu’na kendi diyarını bağışlayıp çekildi. Onun Kosova’da şehid olmasının (1389) ardından başta Karamanoğulları olmak üzere bütün Anadolu beyleri Osmanlı tâbiiyetinden çıktılar ve Osmanlılar aleyhine ittifak kurdular. Yıldırım Bayezid 792’de (1390) Konya üzerine yürüdü. Bu sırada Konya halkı harmanlarını dövüp buğdaylarını ambarlarına koyamadan kaleye kapanmak zorunda kalmıştı. Fakat Yıldırım Bayezid askerlerine sıkı yasaklar koyarak halka zarar gelmesini engelledi. Ardından Konya halkı kale kapılarını açtı. Yıldırım Bayezid bu sırada Konya şehrini Osmanlı idaresine aldıysa da kesin olarak şehir ancak 799’da (1397) Osmanlı hâkimiyetine girdi ve Yıldırım Bayezid oğlunu Konya’da yönetici olarak bıraktı.

Karaman-Osmanlı çekişmesi sonraki yıllarda da sürdü ve bu çekişmeden etkilenen şehrin nüfusu hayli azaldı. 1402 Ankara Savaşı sonunda Karaman Beyliği güçlendi ve Konya’yı yeniden ele geçirdi. Karamanlılar’ın zayıf düşen Osmanlılar’a karşı Bursa’yı hedef alan askerî hareketleri başarılı olmadı. Çelebi Mehmed 817’de (1414) Konya’ya yürüyüp Karaman kuvvetlerini dağıttı, ardından Konya ele geçirildiyse de yine Karamanoğulları’na bırakıldı. II. Murad da Konya’yı almış ve sonra anlaşma şartları uyarınca Karamanoğlu İbrâhim Bey’e geri vermişti (1437). Bu mücadelelerin ardından Fâtih Sultan Mehmed Orta Anadolu siyasetine ağırlık verdi. 871 Muharreminde (Ağustos 1466) İbrâhim Bey’in ölümü üzerine Akkoyunlu ve Memlükler’in baskıları karşısında harekete geçerek 872 Ramazanında (Nisan 1468) önce Konya’yı koruyan Gevele Hisarı’nı, hemen ardından da Konya’yı aldı. Buraya Manisa’da bulunan Şehzade Mustafa’yı getirtip sancak beyi tayin etti.

Fâtih Sultan Mehmed Konya’nın savunma düzenini yeniledi. Gevele (Kevale) Kalesi’ni yıktırdı; vaktiyle şehri koruyan, fakat zamanla etkisiz durumda kalmış olan Ahmedek yeniden güçlü bir şekilde düzenlendi. Osmanlı idaresi altında Konya bir beylerbeyilik merkezi haline geldi. Şehzade Mustafa’nın ölümü üzerine 879 Ramazan başlarında (Aralık 1474 sonları) Konya’ya gönderilen ve yedi yıl kadar burada idarecilik yapan Cem Sultan şehrin Osmanlı idaresine alışmasında etkili oldu. Ardından ağabeyi II. Bayezid ile giriştiği taht mücadelesinde (1481-1482) Konya halkının desteğini aldı, fakat şehir ve halkı bu çatışmadan bir hayli zarar gördü.


II. Bayezid, Cem’in yerine Konya’ya önce oğlu Abdullah’ı, onun ölümünden sonra Şehinşah’ı ve onun da ölümü üzerine torunu, Şehinşah’ın oğlu Mehmed’i gönderdi. Yavuz Sultan Selim yeğenini bertaraf edip Hemdem Paşa’yı buraya tayin etti. Konya, sonraki zamanlarda ülkenin eski Türk-İslâm geleneklerini temsil eden bir merkezi oldu. Kanûnî Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Bayezid ve ardından Selim de Konya’da sancak beyi olarak görev yapmış ve bu şehirde oturmuşlardı. Bayezid ile Selim daha sonra taht için mücadele içine girdiler ve 966’da (1559) Konya yakınlarında birbirleriyle savaştılar. Konya’da bunun ardından çok önemli bir hadise cereyan etmedi, ancak şehir zaman zaman Celâlî gruplarının hedefi oldu. XVII. yüzyıl ortalarında İpşir Mustafa Paşa’nın kalabalık kapı halkı şehir yakınlarında konakladı. Daha sonra uzun süre sakin bir dönem yaşandı. XVIII. yüzyılda 1132’lerden (1720) itibaren Konya’da âyanlar mücadelesi başladı. Gaffarzâde ve Mühürdarzâde adlı iki âyan ailesi arasındaki çekişme 1740’larda Konya’yı oldukça etkiledi. 1832’de Anadolu’ya giren Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrâhim Paşa idaresindeki Mısır kuvvetleri Konya’yı işgal etti (21 Aralık 1832). Yapılan Kütahya Antlaşması ile de burayı boşaltıp Toroslar’a çekildi. Konya, I. Dünya Savaşı’nda cephelere uzak olmakla birlikte bu uzun savaşın zararlarından etkilendi. Nisan 1919’da Konya’ya gelen bir İtalyan birliği 11-12 Mart 1920’de geri çekildi. Millî Mücadele yıllarında başka bir işgale uğramadı. Ancak burada bu mücadele sırasında bazı hareketlenmeler görüldü. En önemli muhalefet hareketi 1920 Ekiminde ortaya çıktı. İsyan Ankara hükümetinin gönderdiği kuvvetlerce bastırıldı. 1922’de Konya, Büyük Taarruz için yapılan hazırlıklarda önemli rol oynadı. Millî Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasının ardından Konya bir il merkezi olarak sürekli gelişen şehirler içindeki yerini aldı.

Fizikî Yapı ve Nüfus. Antikçağ’lardan beri bir yerleşim yeri olma özelliğini sürdüren Konya’nın bugünkü şeklinin belirlenmesi Selçuklu dönemine rastlar. Bizans hâkimiyeti altında surlarla çevrili az nüfuslu bir şehir olan Konya, Türkler’in burayı almasından sonra gelişme gösterdi. Selçuklular’ın merkezi olması da bu büyümeyi hızlandırdı. Daha bu dönemlerde şehir surlarının doğu ve güneyinde yeni yerleşme yerleri ortaya çıkmıştı. Şehirde çarşı ile ikamet yerleri birbirinden ayrıydı. Özellikle XIII. yüzyılda cami ve mescidleri, ticaretin yoğunlaştığı çarşıları, hanları, hamamları, eğitim kurumları, dârüşşifâsı, imaretleri, eğlence mahalleriyle Konya bir devlet merkezi olarak büyük bir metropol durumundaydı. XIII. yüzyıla ait kaynaklarda bu sıralarda Konya’da on bir kadar mahallenin adına rastlanmaktadır. Bunlar iç kalede ve sur dışında yer alıyordu. Muhtemelen toplam mahalle sayısı kırkelli arasında idi. XIV ve XV. yüzyıllardaki siyasî çekişmeler Konya’yı olumsuz yönde etkiledi. Halkın bir bölümü şehri terketti ve Konya, Alâeddin Keykubad dönemi surlarının içinde kalan bir yerleşme yeri haline geldi. Nitekim burayla ilgili ilk Osmanlı tahrirleri, XVI. yüzyıl Konyası’nın fizikî durumunun önceki parlak dönemlere göre gerilemiş olduğunu ortaya koyar. Tahminen 1518 tarihli olan tahrir defterine göre Konya’da doksan bir mahalle bulunuyordu. XVI. yüzyılın ortalarında ise bu sayı doksan yedi idi. 1584’te mahalle sayısının 120’ye ulaşmış olması nüfus artışıyla paralellik arzeder. 1518’de en kalabalık mahalle Mevlânâ Türbesi etrafındaki Türbe-i Celâliyye mahallesiydi ve seksen dört nefer nüfusa sahipti, diğerlerinde genellikle otuz neferin altında nüfus vardı. Ancak XVI. yüzyılın ikinci yarısında nüfusta giderek bir artış olduğu, buna bağlı olarak fizikî açıdan da gelişme meydana geldiği anlaşılmaktadır. Nitekim 1584 tahririne göre Konya nüfusunda bu yüzyılın ilk çeyreğine nisbetle hem mahalle sayısı hem nüfus yoğunluğu bakımından önemli bir artış olmuştu. Şehirdeki mahallelerin genellikle hemen hepsinin nüfusu arttığı gibi birçok yeni mahalle de ortaya çıkmıştı. Bunlar Ahmed Dede, Alaca Mescid, Câfer Hoca, Cedîd, Cüllâh Hüseyin, Çanlak, Değirmenderesi, Fakih Dede, Hacı Emrullah, Hacı Memi Mescidi, Hacı Velî, Hoca Fakih Sultan, Karakayış, Kerim Dede, Kurdoğlu Mescidi, Lâl Paşa, Latif Çelebi, Mûsâ Baba, Müştak, Pîr Ebi, Sadırlar (Şeyh Sâdi), Sedirler, Sarı Yâkub, Sinan Çelebi Camii, Tarhana, Uluırmak mahalleleriydi.

Konya şehri sonraki yüzyıllarda yavaş da olsa gelişmesini sürdürdü. Özellikle şehir doğuya, gittikçe ziraat alanı halini alan eski göl zeminine doğru yayıldı. Şehrin bu yeni mahallelerine bilhassa ziraat ve hayvancılıkla uğraşanlar yerleşti. Konya şehrinin nüfusuna ait ilk esaslı kayıtlar XVI. yüzyıla aittir. Bu yüzyılın başlarında 1520’lerde Konya şehrinin nüfusu 6200 dolaylarındadır. 1575’lerde 15.000 civarında hesaplanan nüfus 1584’te 3289 hâneye yani yaklaşık 18.400’e çıkmıştır. Bundan anlaşıldığı kadarıyla Konya Anadolu’nun büyük sayılabilecek şehirleri arasında yer almaktaydı.

Konya şehri nüfusunun bir özelliği şehirde eskiden mevcut gayri müslimlerin azalmış olmasıdır. Bir devlet merkezi olduğundan Selçuklu ve hatta geç Karamanoğulları devrinde Konya’da bir miktar gayri müslim bulunmaktaydı. Halbuki XVI. yüzyıl kayıtları sadece bir “Gebran” yani hıristiyan mahallesine işaret eder. Bunların nüfusları yirmi iki hâne iken yüzyılın ortalarında elli iki nefere çıkmıştı. Bu arada şehirde beş nefer yahudinin de yaşadığı belirtilmişti. Bu dönemde özellikle Mevlânâ Vakfı başta olmak üzere birçok vakıf, nüfusun toplanmasında nisbî de olsa rol oynamıştır. 1596 yıllarında Mevlânâ vakıflarından geçimini sağlayanların sayısı 200 aileden çoktu. Tahrir defterlerinde sadece Türbe-i Celâliyye adıyla geçen mahallenin şehrin en kalabalık yerleşme yeri olması bununla da ilgilidir. Bu vakıftan geçimini temin edenler şehir halkının hemen hemen % 5’ini teşkil etmektedir.

Konya, Osmanlı devrinde XVII. yüzyıl sonrasında Selçuklu dönemindeki gibi bir devlet merkezi olarak değil, aynı zamanda çok geniş bir çevrenin ihtiyaçlarını karşılayan bir sanayi üretim merkezi ve pazar şehri olmuştur. İstanbul’dan güneydeki Osmanlı topraklarına giden yol üzerinde oluşu da şehrin gelişmesini olumlu yönde etkilemiştir. Bu yüzyıllarda yavaş da olsa şehre yeni mahalleler eklenmiştir. Bununla birlikte çöken veya atılım imkânı kaybolan bazı vakıflar ortadan kalkmıştır. XVII. yüzyılın ortalarında 108 mahallesi olan şehir XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde 140 mahalleye sahipti. Bu son dönemde buraya yönelik göçler sonucu özellikle Konya’nın dışında yeni mahalleler oluştu. Yine XVII. yüzyılda üç bölüme ayrılmış olan İçkale mahallesi, XVIII. yüzyıl başlarında nüfus terkibindeki değişme sonucunda bir bütün halinde resmî kayıtlarda yer aldı. Burada gayri müslim nüfusla müslüman nüfus ayırımı kalmamış, her iki grup karışık olarak zikredilmişti. XVII. yüzyılın ikinci yarısında 17.500 dolayında olan nüfus XVIII. yüzyıl ortalarına doğru 23.000 dolayına ulaşmıştır.

1602 Eylül ayının sonlarında çevresi kargaşa içinde olan Konya’ya gelen Yûsuf Paşa şehri ve bu arada Alâeddin Türbesi’ni ziyaret etmiştir. Onun yolculuğunu yazan Muhlisî, türbe içinde sultanların silâhlarının ve savaş aletlerinin durduğunu söylemekte, bunları uzunca


anlatmaktadır. 1648’de Konya’ya gelen Evliya Çelebi’nin yazdıkları da Konya hakkında açıklayıcı bilgiler verir. Ancak Evliya Çelebi erken bir zamanda Konya’yı gördüğünden daha sonraki tarihlerde yazdıklarına göre bu kısımda fazla ayrıntıya girmez. Kâtib Çelebi’nin hemen aynı tarihlerde kaleme aldığı Cihannümâ’da yazdıklarına ise daha eski dönemlerin bilgileri (Kazvînî gibi) karışmıştır. Şehrin coğrafî tavsifini yapan Kâtib Çelebi surlardan, kaleden, Mevlânâ Türbesi’nden bahseder, ancak o sıralardaki şehrin fizikî özelliklerine ve nüfus yapısına temas etmez.

Konya’daki sosyal hayat bir şehrin olağan şartlarında sürmüş, Selçuklu döneminin köklendirdiği gelenekler XIX. yüzyıla kadar yaşamıştır. Bu arada bazı küçük kayıtlar da dikkati çekmektedir. Meselâ 1705 yılında Konya’ya gelen seyyah Paul Lucas şehirdeki bir toplu eğlenceyi tasvir eder, bunun bir şehzadenin doğumu vesilesiyle olduğunu belirtir. Ona göre şehrin esnafı bayraklarıyla caddelerden geçmiştir.

Konya, Anadolu’nun hemen merkezinde ve ana yol üzerinde bulunduğundan birçok Osmanlı padişahı seferlere giderken buradan geçmiştir. Yavuz Sultan Selim, Kanûnî Sultan Süleyman, II. Selim ve IV. Murad Konya’yı görüp Mevlânâ Türbesi’ni ziyaret etmişlerdir. IV. Murad, gelişi sırasında Ahmedek’e atla girdiğinde dizdarın sert uyarısına bile mâruz kalmıştır.

XIII. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren şehir yeni yapılan surlarının içinde oluşan çarşı düzeniyle dikkati çekmiş ve ticarî bakımdan önemli bir merkez olarak görülmüştür. Bu çarşıdaki üreticiler ve satıcılar, XIII. yüzyıl sonları ile XIV. yüzyıl boyunca devam edecek karışıklıklardan olumsuz şekilde etkilenmiş olmalıdır. Bu aynı zamanda Konya şehrinin de küçülmesi demekti. Konya halkının en büyük kesimini esnaf oluşturuyordu. Esnafın, Konya’nın yönetim merkezi olması özelliğini kaybetmesiyle daha XIV. yüzyılın ilk yarısında görülen değişimi sonraki yıllarda da etkisini sürdürmüştür.

Daha XIII. yüzyılda Konya’da geleneksel otuz iki esnaf dalı ve bunların her birinin şeyh, yiğitbaşı veya kethüdâları mevcuttu. Bunların seçimi kendi iç kurallarına göre yapılıyordu. Selçuklular devrinden itibaren görülen esnaf, şehrin ve geniş çevresinin her türlü ihtiyacını karşılayacak üretimi yapardı. XVII. yüzyıla ait kayıtlara göre Konya’da esnaf yoğun olarak bakkal, ayakkabıcı, bezci, terzi, kuyumcu, kalaycı, dokumacı, attar, keçeci, inşaat ustası, fırıncı, berber, kasap, demirci, ipek imalâtçısı, kahveci, nalbant, kürkçü gibi meslek dallarında toplanmıştı.

Konya’da geleneksel Türk-İslâm şehirlerinde pek rastlanmayan yeni bir esnaf dalı Çiftçiler Kethüdâlığı’dır ve 1722’den 1761’e kadar dokuz kişi kethüdâ olmuştur. Kuyumcular da Konya’nın en eski ve köklü esnaf dalları arasında olup Şeyh Selâhaddîn-i Zerkûb’dan (ö. 656/1258) itibaren bilinir. Konya’da ayrıca hacamatçılar, cambazlar, deveciler, katırcılar da vardır. Zamanla Türk-İslâm şehrinin geleneksel otuz iki esnaf dalı gittikçe gelişmiş, mesleklerin ayrılması ile esnaf dalları artmış, geleneksel düzenin son senelerinde yani 1845’te ise kırk yediye çıkmıştır.

Konya çarşıları halk arasında daha değişik adlarla da anılmaktadır. Daha XIII. yüzyılda adları bilinen bazı çarşılara XIX. yüzyılda Muhacir Pazarı ile Kadınlar Pazarı da katılmıştı. Şehrin iktisadî hayatındaki yeni özellikler sebebiyle esnaf aynı zamanda ziraat ve hayvancılıkla da meşgul oluyordu. Bir başka deyişle yakın zamanlara (1970) kadar hemen her evin bir ineği, birkaç yararlı hayvanı ve Meram’da bağı bulunuyordu. Ayrıca şehir civarında tarlası olanlar da az değildi. Halkın diğer önemli bir geçim kaynağı da güherçile toplanması idi.

Selçuklu devlet merkezi olmasından başka bir ticaret yeri olduğundan Konya’da XII. yüzyıldan itibaren sikke de kesilmiştir. XIX. yüzyıl sonlarında salnâmeler darphânenin Alâeddin Camii’nin yanında İçkale’de olduğunu belirtir. Altın para kesimine göre Konya şehrinin en parlak devri 1230-1270 yılları arasıdır. Konya’da İlhanlılar’a ait para kesilmesi 1345’te bile görülmüştür. Karamanoğulları’nın sikkeleri XIV. yüzyıl sonlarında ortaya çıkmakta, XV. yüzyıl başlarından itibaren artmaktadır. Konya Darphânesi’nde Osmanlı idaresinin ilk zamanlarından başlayarak (875/1470) XVI. yüzyıl sonlarına kadar akçe kesimi sürmüştür.

Tanzimat’la başlayan dönemde Konya olumsuzlukları daha geç duymuş bir şehir olarak dikkati çeker. Bunda şehrin gelir kaynaklarının önemli ölçüde vakıflara dayanmasının payı büyüktür. Osmanlı idaresi görünüşte vakıflara dokunmamakla birlikte Evkāf-ı Hümâyun Nezâreti’nin kurulmasının olumsuz ve olumlu sonuçları Konya halkını da etkilemiştir. Şehir içindeki vakıf ev veya yerlerin sahipsizliği sebebiyle buralarda insanlar kalamamış, şehir âdeta surların dışındaki alanlarda özellikle doğu, kuzeydoğu ve güneydoğu kesiminde gelişmişti. Buraları aynı zamanda ziraata ve hayvancılık yapmaya da elverişliydi. Bu arada şehrin batı kesimindeki mahallelerde oturanların (meselâ Beyhekim mahallesi) XIX. yüzyıl ortalarında büyük ölçüde bağcılıkla uğraştıkları anlaşılmaktadır.

1839 yılında Anadolu’yu gezen Ainsworth Konya’nın Ankara, Kastamonu ve Kayseri’ye göre harap bir durumda bulunduğunu yazar. Yüzyılın ortalarında Heinrich Kiepert, seyyah gözlemcilerin şehir nüfusuyla ilgili yazdıklarını göz önüne alarak buranın 30-40.000 nüfusu ile büyük şehirlerden biri olduğunu belirtir. Gerçi Konya seyyahlar tarafından yüzyılın ilk yarısında 10.000 (Cohen-1833, Aucher-1835), 20.000 (Beaujour-1820), 30.000 (Kinneir-1813; Wrontshenko-1834), 40.000 (Chesney-1832) ve 50.000 (Fischer-1838) nüfuslu olarak belirtilir. Dolayısıyla 1834’te 6800 hâne (yani 34.000 nüfus) olarak gösterilmesi mübalağalı sayılmaz.

Murray rehberinin 1845 tarihli basımında verilen bilgiler o yıllardaki Konya’yı çok iyi bir şekilde tanımlar. Ona göre surlarla çevrili olan Konya’nın surların dışında kalan bölgesi de kasabanın içi kadar kalabalıktır. Konya’da en önemli yapı


Mevlevî dervişlerinin başı olan Mevlânâ’nın türbesidir. Çarşılar ve evlerin dikkate değer özellikleri yoktur. Rum topluluğunun başında bir papaz olmasına rağmen kilise âyinlerinde Rumca kullanılmaz, dualar Türkçe yapılır ve dua kitapları Türkçe basılmıştır. Konya idaresi paşalıktır. Konya bahçeler ve meyve ağaçları bakımından zengindir. Ayrıca bol miktarda hububat ve keten yetişir; halı dokumacılığı önemlidir, renkli (mavi ve sarı) derileri kervanlarla İzmir’e gönderilir.

1841 yılında Konya şehrinde 5471 müslüman, altmış sekiz Rum, 136 Ermeni hânesi vardı. 1847’de 5692 müslüman, altmış altı Rum, 133 Ermeni hâne tesbit edilmişti. Gayri müslimlerin büyük kısmı 1826 sonrasında etraftaki şehirlerden gelip yerleşmişti. 1870 öncesinin bilgilerini yansıtan 1873 salnâmesinde şehirdeki hâne sayısı 7440 olup 18.547 erkek nüfus vardı. 1881’de hâne sayısı 7480 müslüman, 265 Rum ve on Ermeni olmak üzere 7755 idi. Şehrin nüfusu XIX. yüzyılın ilk yarısında 50.000 diyenler de olmakla birlikte genellikle 30.000 kabul edilmiştir. Fakat Vital Cuinet’nin verdiği 44.000 rakamı daha sonra genel bir kabul görmüştür. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren şehrin nüfusu dışarıdan gelenlerle daha da artmıştır. 1885 yılında Konya’nın 143 mahallesi bulunuyordu. Konya son nüfus akınına Millî Mücadele yıllarında uğramıştır.

Önemli yolların kavşak noktasında yer alan Konya’ya 28 Temmuz 1896’da ulaşan demiryolu hem nüfusun artmasında hem ticarî faaliyetin yoğunlaşmasında etkili olmuştur. Bunun da etkisiyle Konya’da makineli ziraata geçilmesi erken bir tarihte gerçekleşmiştir. Ayrıca demiryolunun gelişi şehrin o yöne doğru gelişmesini etkilemiş, istasyonla şehir arasında bir tramvay hattı yapılarak işletmeye açılmıştır. Demiryolu şehrin ekonomik hayatına bir canlılık getirmiştir. Konya çevresinde hububat üretimi artmış, diğer ziraî mahsul de değer kazanmaya başlamıştır. Bu arada yeni hayat şartlarının gerektirdiği ithal eşya bu sayede Konya’ya gelmiştir. XX. yüzyılın başında, Konya, İç Anadolu’nun en büyük şehri ve faal ticaret merkezi durumundaydı.

Konya Osmanlı hâkimiyeti altında Karaman Beylerbeyiliği’nin merkeziydi. Beylerbeyilik Konya, Lârende, Seydişehir-Bozkır, Beyşehir, Akşehir, Ilgın, Niğde-Şücâeddin-Anduğu, Ürgüp, Ereğli, Aksaray ve Koçhisar adlı idarî birimlerden oluşuyordu. XVI. yüzyılda ise Konya, Belviran, Çimen, Akşehir, Ilgın, Niğde, Anduğu, Ürgüp, Ereğli, Aksaray, Koçhisar, Kayseri, Ermenek ve Mut buraya bağlıydı. XVI. yüzyıl sonlarında Karaman Beylerbeyiliği Konya, Niğde, Aksaray, Beyşehir, Kırşehir, Kayseri ve Akşehir sancaklarından oluşuyordu. Konya sancağında ise Ereğli, Eski İl, Aladağ, İnsuyu, Bayburt, Bargir, Pirlagunda, Belviran, Hatunsaray, Gaferyat, Karış, Lârende, Mahmutlar, Lazkiye gibi kazalar bulunuyordu. 1730’da burası on üç kazadan meydana geliyordu. 1831’de Karaman eyaleti Konya merkez olmak üzere yedi livâya sahipti. 1847’de Konya, Hamîd, Teke, Alâiye, İç İl ve Nevşehir’den oluşan eyalet 1867 düzenlemesinde Konya, İç İl, Niğde, Isparta ve Teke livâlarından meydana gelmişti. 1877’de Hamîd, Teke, Niğde, Burdur buraya bağlıydı. 1892’de bu durumunu korudu. Vital Cuinet burada beş sancak, otuz kaza, yirmi yedi nahiye, 1967 köy olduğunu yazar. Bu yıllarda Konya merkez sancağına Akşehir, Beyşehir, Seydişehir, Ilgın, Bozkır, Karaman, Hâdim, Ereğli, Karapınar ve Koçhisar bağlıydı. 1918’de Karaman vilâyeti Merkez-Konya, Burdur ve Hamîd sancaklarından oluşuyordu. Merkez sancakta ise on kaza mevcuttu.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, TD, nr. 40, 63, 113, 455, 387; TK, TD, nr. 104; Taberî, Târîh (Ebü’l-Fazl), X, 76, 134; Ioannes Kinnamos, Historia (trc. Işın Demirkent), Ankara 2000, bk. İndeks; N. Khoniates, Historia (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1995, s. 36, 80, 83, 117, 123, 124; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, IV, 204; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 125; VII, 552; VIII, 547; ayrıca bk. İndeks; İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-ǾAlâǿiyye, tür.yer.; Aksarâyî, Müsâmeretü’l-aħbâr, tür.yer.; Geographie d’Aboulfeda, II/2, s. 382 vd.; İbn Battûtâ, Seyahatnâme, I, 322 vd.; Bertrandon de la Broquière, Le Voyage d’outremer (nşr. Ch. Schefer), Paris 1892, s. 109-123; Âşıkpaşazâde, Târih, s. 163; Kâtib Çelebi, Cihannümâ, s. 614-616; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, III, 18 vd.; P. Lucas, Voyage, Amsterdam 1714, s. 149 vd.; J. M. Kinneir, Journey Through Asia Minor, London 1818, s. 217 vd.; W. J. Hamilton, Researches in Asia Minor, Pontus and Armenia, London 1842, II, 209; Cuinet, I, 818 vd.; F. Sarre, Reise in Kleinasien, Berlin 1896, s. 28-86; a.mlf., Konia: Seldschukische Denkmäler, Berlin 1910; a.mlf., Konya Köşkü (trc. Şehabeddin Uzluk), Konya 1999; Cl. Huart, Konia: La ville des derviches tourneurs, Paris 1897; W. N. Rockhill, The Journey of William of Rubruck, London 1900, s. 277; J. Löytved, Konia: Inschriften der Seldschukischen Bauten, Berlin 1907; Faik Soyman-İbrahim Tongur, Konya Eski Eserler Kılavuzu, Konya 1944; Mehmet Önder, Seyahatnâmelerde Konya, Konya 1948; a.mlf., Mevlâna Şehri Konya, Ankara 1972; Târîh-i Âl-i Selçuk (nşr. ve trc. Feridun Nafiz Uzluk), Ankara 1952, tür.yer.; Feridun Nafiz Uzluk, Fatih Devrinde Karaman Eyâleti Vakıfları Fihristi, Ankara 1958, tür.yer.; P. Pelliot, Notes on Marco Polo, Paris 1959, I, 403-404; Konyalı, Konya Tarihi; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971, tür.yer.; Cl. Cahen, Osmanlılar’dan Önce Anadolu’da Türkler (trc. Yıldız Moran), İstanbul 1979, bk. İndeks; a.mlf., “Konya”, EI² (İng.), V, 253-254; G. Goodwin, “Konya”, a.e., V, 254-256; Yusuf Oğuzoğlu, XVII. Yüzyılda Konya Şehir Müesseseleri ve Sosyo-Ekonomik Yapısı Üzerinde Bir Araştırma (doktora tezi, 1980), AÜDTCF; a.mlf., “XVII. Yüzyılda Konya Şehrindeki İdarî ve Sosyal Yapılar”, Konya, Ankara 1987, s. 7-108; a.mlf., “XVII. Yüzyılda Konya Şehri Ekonomisini Etkileyen Bazı Faktörler”, TAD, XIV/25 (1982), s. 334-342; Tuncer Baykara, Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, Ankara 1985; Yusuf Küçükdağ, Lale Devrinde Konya (doktora tezi, 1989), SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Bayram Ürekli, Konya’nın Merkezî İdare ile İlişkileri: 1650-1675 (doktora tezi, 1989), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Muhittin Tuş, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya: 1756-1856 (doktora tezi, 1993), AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; S. Faroqhi, Osmanlı’da Kentler ve Kentliler (trc. Neyyir Kalaycıoğlu), İstanbul 1993, bk. İndeks; Işın Demirkent, “1101 Yılı Haçlı Seferleri”, Prof. Dr. Fikret Işıltan’a 80. Doğum Yılı Armağanı, İstanbul 1995, s. 42-46; Şehabeddin Tekindağ, “Son Osmanlı-Karaman Münasebetleri Hakkında Araştırmalar”, TD, XIII/17-18 (1963), s. 43-76; Besim Darkot, “Konya”, İA, VI, 841-853.

Tuncer Baykara




Bugünkü Konya. Cumhuriyet döneminin çok hızlı gelişen şehirlerinden biri olan Konya, söz konusu dönemin başlarında nüfusu henüz 50.000’i bulmayan (1927’de 47.286 nüfus) ve mekân üzerinde tarihî çekirdeğin çevresinde dairesel biçimde uzanan dış surların ötesine taşmayan bir şehir durumunda idi. Bu daire biçimli şehrin merkezini ova zemininden az yüksek olan ve basık bir tepe üzerinde bulunan (Alâeddin tepesi) iç kale meydana getiriyordu. Fazla geniş olmayan bir alana yayılan şehir batıda Zindankale mevkii,


doğuda Kapı Camii, güneyde Sâhib Ata Camii, kuzeyde Hatuniye Medresesi’nin olduğu yere kadar ulaşıyordu. Bu alan yaklaşık 200 hektar kadardı. Fakat Konya’nın çok turist çeken tarihî eserleri de tamamen bu alan içindeydi. Batıda şehrin 1896 yılında kavuştuğu demiryolu istasyonu bu söylenilen sınırlar dışında bulunmaktaydı, şehirle istasyon ve buna ait binalar arasında sonraki yıllarda dolacak olan boşluklar bulunuyordu.

Şehrin çevreye doğru genişlemesi farklı aralıklarla hazırlanan imar planlarının uygulama sonuçlarına göre gerçekleşti. Birinci imar planı 1946-1954 yılları arasında uygulandı. Bu plan şehir için toplam 816 hektarlık bir alan düşünülerek hazırlanmıştı. Şehir ilk önce batıya istasyona doğru büyümeye başladı. İstasyon caddesi, Lârende caddesi, İhsaniye caddesi gibi batıya yönelen caddeler çevresinde yeni binalar yükselmeye, eski evler onarılmaya ve aradaki boşluklar dolmaya başladı.

1935’te 50.000’i geçmiş bulunan nüfusu (52.093) sürekli artış göstererek (1940’ta 56.465, 1945’te 58.457) 1950 sayımında 60.000’i geçti (64.434). 1954 yılında, o dönem için şehrin en büyük sanayi kuruluşu olan şeker fabrikasının açılması (hizmete giriş tarihi: 19 Eylül 1954), ardından da 1955 yılının hemen başlarında Konya Kiremit ve Tuğla Fabrikası’nın hizmete girmesi (7 Ocak 1955) şehrin ticaret hayatını daha çok geliştirdi ve nüfusu da bir önceki sayıma göre % 43 oranında artarak 90.000’i aştı (92.236). 1954-1960 yılları arasında uygulanan ikinci imar planında 912 hektarlık bir alan öngörülüyordu. Bu dönemde batıya doğru şehirsel gelişme devam ederken güneye doğru da genişlemeler oldu.

1960-1966 arasında uygulanan üçüncü imar planı, bir önceki planda olduğu gibi 912 hektarlık bir alanı düzenlemeyi amaçlıyordu. 1960 yılından itibaren şehrin asıl gelişme alanı olan kuzey ve kuzeybatıya yönelen genişlemeler başladı. 1958’de Konya Yem Fabrikası’nın, 1963’te çimento fabrikasının devreye girmesi şehrin endüstri ürünlerini daha da çeşitlendirdi. 1960 yılında yapılan nüfus sayımında şehrin nüfusunun ilk defa 100.000’i geçtiği görüldü (119.841 nüfus; o yıl Türkiye’de sadece dokuz şehrin nüfusu 100.000’i aşabiliyordu). Bu sayı 1965’te 150.000’i de geçti (157.934).

Dördüncü imar planı 1965’te benimsendi. 1967’de onaylanan plan, 1979’da tekrar gözden geçirilerek 2000’li yılları da içine alacak bir şekilde yeniden hazırlandı. Bu plana göre demiryolunun batısı ve kuzeybatısı şehrin gelişme alanı olarak kabul ediliyordu. Kuzeye doğru da Konya-Ankara karayolunun başlangıcı şehrin başka bir gelişme alanını meydana getirdi. Organize ve küçük sanayi işletmelerinin şehrin kuzeyine yapılması, ayrıca Selçuk Üniversitesi kampusunun yine bu istikamette (kuzey-kuzeybatı) kurulması, Konya şehrinin son yıllarda bu doğrultuda gelişmesinin sebepleri arasındadır. Konya’ya bugünkü görünüşünü veren dördüncü imar planının önemli odak noktalarından ikisi fuar alanı ile Nalçacı semtidir. Bunlar Alâeddin tepesinin kuzeybatısında gelişen yeni kullanma ve gelişme alanlarıdır. 1970 yılında açılan Konya Fuarı, Alâeddin tepesinin kuzeybatı eteklerinden başlayan eskiden Dedebahçesi denilen mesire yerini de içine alan geniş bir dinlenme ve eğlenme alanı halindedir. Nalçacı semti de şehrin en yeni ve en modern kesimini oluşturur.

1980’li yıllardan sonra şehir demiryolunun batısında da yayılmaya başladı. Eskiden şehrin batısında ondan ayrı ve 8 km. kadar uzakta yazlık yerleşme yeri olan Meram ile şehrin arasındaki boşluklar dolduğu gibi Meram da artık yaz kış oturulan şehrin ayrılmaz bir parçası durumuna geldi. Nüfusu 1970’te 200.000’i (200.464), 1980’de 300.000’i (329.139), 1985’te 400.000’i (439.181), 1990’da 500.000’i (513.346) aşarak 2000 yılında yapılan nüfus sayımında 761.145 nüfusa ulaştı (Cumhuriyet döneminin ilk sayımından itibaren on altı kat artış).

Konya şehri, bu hızlı gelişmesinin sonucunda 1987 tarihli ve 19507 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 3339 sayılı yasa ile büyükşehir durumuna getirildi. Meram, Selçuklu ve Karatay ilçelerinin bir kesimi büyükşehir belediyesi sınırları içerisindedir. Sayıları 260 kadar olan mahalleden oluşan Konya şehri 77.600 hektarlık bir alanı kaplamaktadır (1950’li yıllarda 123 mahalle, 2420 hektar).

Avrupa şehirlerinde çok yaygın olan, fakat Türkiye şehirlerinde daha ender rastlanan “ışınsal cadde sistemi” (bir merkezden çevreye açılan caddeler), Konya’da çok belirgin bir şekilde Alâeddin tepesinden şehrin muhtelif istikametlerine yönelen cadde sisteminde görülür. Bu caddelerden en önemlisi, Alâeddin tepesini Mevlânâ Dergâhı’na bağlayan batı-doğu doğrultulu olanıdır. Şehrin birçok önemli binaları, bazı oteller ve önemli ticaret yerleri bu cadde (Alâeddin caddesi) üzerindedir. Küçük sanat sahibi ve küçük es-nafa ait dükkânlardan oluşan geleneksel çarşı ise Alâeddin caddesine güneyden açılan sokaklar üzerindedir (özellikle Kapı ve Aziziye camilerinin çevreleri). Konya şehri sanayi merkezi, ticaret merkezi, turizm merkezi olmanın yanında Selçuk Üniversitesi gibi büyük bir eğitim kurumuna kavuşarak eski geleneğinde bulunan kültür merkezi olma özelliği de kazanmıştır.

Konya, Eskiçağ’lardan beri Anadolu’yu baştan başa geçen büyük ve önemli bir yol üzerinde bulunur. Büyük bir kesiminde Toros dağlarının İç Anadolu’ya bakan eteklerini izleyen bu yol ve ondan Konya’da ayrılan muhtelif yollar şehri çeşitli doğrultulara fazla bir coğrafî engelle karşılaşmadan ulaştırabilmektedir. Konya bu tarihî geleneği olan yollar dışında demiryollarıyla da Marmara kıyılarına (İstanbul), Ege kıyılarına (İzmir), Karadeniz kıyılarına (Samsun ve Zonguldak), Akdeniz kıyılarına (Mersin ve İskenderun) bağlanabilmektedir.

Konya şehrinin merkez olduğu Konya ili Ankara, Aksaray, Niğde, İçel, Karaman,


Antalya, Isparta, Afyon ve Eskişehir illeriyle kuşatılmıştır. Karatay, Meram, Selçuklu, Ahırlı, Akören, Akşehir, Altınekin, Beyşehir, Bozkır, Cihanbeyli, Çeltik, Çumra, Derbent, Derebucak, Doğanhisar, Emirgazi, Ereğli, Güneysınır, Hâdim, Halkapınar, Hüyük, Ilgın, Kadınhanı, Karapınar, Kulu, Sarayönü, Seydişehir, Taşkent, Tuzlukçu, Yalıhüyük, Yunak adlı otuz bir ilçeye ayrılmıştır. 38.873 km² yüzölçümü ile Türkiye’nin en geniş ilidir. 2000 yılı genel nüfus sayımına göre sınırları içinde 2.217.969 kişi yaşıyordu. Nüfus yoğunluğu 57 idi.

Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait 2001 yılı istatistiklerine göre Konya’da il ve ilçe merkezlerinde 1332, kasabalarda 616 ve köylerde 851 olmak üzere toplam 2799 cami bulunmaktadır. İl merkezindeki cami sayısı 794’tür.

BİBLİYOGRAFYA:

1984 Sonrası Konya, Ankara 1988; Ahmet Avanas, Millî Mücadele’de Konya, Ankara 1998; A. Sefa Odabaşı, 20. Yüzyıl Başlarında Konya’nın Görünümü, Konya 1998; Millî Mücadeleden Günümüze Konya (1915-1965), Konya 1999, I (Konya Valiliği İl Kültür Müdürlüğü yayını); Caner Arabacı, Geçmişten Günümüze Konya Ticaret Odası (1882-1999), Konya 1999; Tuncer Baykara, “Günümüz Konyasına Kısa Bir Bakış”, Gez Dünyayı Gör Konyayı, İstanbul 2001, s. 79-87; Uğur Tanyeli, “15. Yüzyıldan Erken Cumhuriyet’e Konya’da Mimari”, a.e., s. 177-190; Haydar Kazgan, “Tanzimat’tan I. Dünya Savaşı’na Konya Ekonomisi: Tanzimat Sonrasına Genel Bakış”, a.e., s. 191-208; Kenan Mortan - Osman S. Arolat, “Konya Ekonomisi Üzerine Çeşitlemeler”, a.e., s. 209-237; Osman Kademoğlu, “Bugünkü Konya’da El Sanatları”, a.e., s. 341-365; Süheyl Ünver, “Yetmiş Yıl Önce Konya”, TTK Belleten, XXXI/122 (1967), s. 201-220; Ali Selçuk Biricik, “Konya’nın İklim Özellikleri”, Coğrafya Dergisi, sy. 2, İstanbul 1986-87, s. 89-99; Besim Darkot, “Konya”, İA, VI, 852.

Metin Tuncel




MİMARİ. 1. Roma ve Bizans Dönemi. Şehir merkezinde en eski sanat eserleri Roma ve Bizans dönemine aittir. Bugün yıkılmış olan Alâeddin tepesindeki XII. yüzyıla tarihlenen Eflâtun Mescidi eski bir kilise idi (bk. EFLÂTUN MESCİDİ). Tepenin güney eteğindeki mozaikli yapı, Sırçalı Medrese yanındaki yer altı kilisesi VI. yüzyıla tarihlenmektedir. Roma ve Bizans döneminde de şehrin bir parçası olan Sille ve çevresinde önemli kilise ve manastırlar inşa edilmiştir. Sille yakınlarında kayalara oyulmuş Hagios Khariton Manastırı (Deyrieflâtun = Akmanastır) Türk tarihine de girmiştir (bk. AKMANASTIR). Aynı bölgedeki başka kilise ve manastırlar kısmen ayaktadır.

2. Selçuklu Dönemi. Konya fethedildiği zaman şehir Alâeddin tepesini çevreleyen surun içindeydi. Yapı kalıntılarına göre Selçuklular zamanında tepenin kuzey tarafının Türkler’e, güney tarafının hıristiyanlara ayrılmış olduğu ve bu mahalleler arasında bir duvarın varlığı düşünülmektedir. Türkler’in yaşadığı bölümde saray, hükümet konağı, medrese, mescid, hankah ve hamamlar yapılmıştı. Hızla büyüyüp surların dışına doğru genişleyen şehir I. Alâeddin Keykubad tarafından daha geniş bir surla çevrilmiştir. Surların planlaması ve inşasında bizzat sultan ve emîrleri görev almış, antik heykel ve kabartmalar âdeta sergilenircesine surların kuleleri ve kapıları üzerinde kullanılmıştır. Bu surların üstünde her 30 metrede bir olmak üzere 108 kule vardı ve hepsinin üzerinde yaptıran vezir veya emîrin adı yazılı idi. Surun dışında derin bir hendek mevcuttu. Bunların üstünde geçit için kapı hizasında köprüler bulunuyordu. Surlardan dışarıya on iki kapı açılıyordu. Bu kapıların dördünü bizzat sultan yaptırmıştı; diğerleri Aksaray, Atpazarı, Debbağlar, Ertaş, Fâhirânî, Halkabeguş, Meydan ve Çeşme kapıları adlarıyla anılıyordu. Bu kapıların bazıları XIX. yüzyılın başına ait Leon de Laborde’un gravürlerinde açıkça görülmektedir. Dış surlara batı tarafında yeni bir iç kale yapılmıştı. Dış kalenin bu bölümü Zindankale olarak adlandırılmıştı.

Camiler. Selçuklular tarafından Konya’da yaptırılan ilk cami ulucami konumundaki Alâeddin Camii olup 1220 yılında bugünkü haliyle tamamlanmıştır (bk. ALÂEDDİN CAMİİ). İplikçi Camii ise 1201’den önce inşa edilmiştir (bk. İPLİKÇİ CAMİİ). Bir diğer Selçuklu yapısı, Lârende Kapısı dışında 1258 yılında Sâhib Ata’nın Kölük b. Abdullah’a yaptırdığı camidir (bk. SÂHİB ATA KÜLLİYESİ). 1274’te inşa edilen Sadreddin Konevî Camii 1899’da esaslı bir şekilde tamir edilmiş kırma çatılı bir yapıdır. Çini mihrabı Selçuklu zamanından kalmıştır.

Mescidler. Selçuklu dinî yapıları içinde mescidler önemli bir grubu meydana getirir.


Sadece kübik bir hacimden ibaret olanlar, önünde bir dehliz veya tonozlu bir revakı olanlar, bir türbe veya tekke ile birlikte yapılanlar gibi çeşitleri vardır. En önemlileri Mihmandar (1207), Beşâre Bey (1216), Hoca Fakih, Erdemşah (1220), Abdülaziz (1253), Abdülmü’min (1278) mescidleridir. Kitâbesi olmayanlar ise şunlardır: Sırçalı, Kara Arslan, Sakahâne, Tâhir ile Zühre, Cemal Ali Dede, Tercüman, Zevle Sultan, Beyhekim, Hatuniye, Bulgur Tekkesi, Hoca Hasan, Zenburî, Karatay, İnce Minareli Medrese (Sâhib Ata) Mescidi. Hatuniye ve Hoca Hasan mescidlerinin çifte şerefeli minareleri vardı.

Medreseler. Karatay Medresesi’nin kuzey tarafındaki Ali Gav Medresesi, Konya’nın ilk medreselerinden olup kapalı avlulu planda kubbesi ayaklar üzerine oturan tiptedir. Günümüze sadece güneydeki ana eyvanı ile yanlardaki iki odası sağlam durumda gelmiştir. Medrese XIII. yüzyılın başlarına tarihlenir. Celâleddin Karatay’ın bânisi olduğu Karatay Medresesi 1251 tarihlidir (bk. KARATAY MEDRESESİ). Karatay Medresesi ile plan bakımından benzerlik gösteren İnce Minareli Medrese, Vezir Sâhib Ata Fahreddin Ali tarafından yaptırılmıştır (bk. İNCE MİNARELİ MEDRESE). Konya’daki tek açık avlulu, iki katlı Selçuklu Medresesi Sırçalı Medrese olup 1242 yılında inşa edilmiştir. Taçkapıdaki taş, ana eyvan üzerindeki çini süslemeler döneminin nâdir örneklerini teşkil eder (bk. SIRÇALI MEDRESE). Varlığı tarihî kaynaklardan öğrenilen diğer Selçuklu medreseleri de şunlardır: Sultaniye (Alâeddin Camii yanında), Altınapa (İplikçi Camii yanı, 1202), Kemaliye (Küçük Karatay), Sadreddin Hangâhtıraş, Nizamiye (Nalıncı), Atabekiye, Akıncı, Lala, Sadreddin Ömer, Tâcülvezir, Hatuniye, Kadı Kalem Şah, Calâleddin Mahmud, Kadı Hürrem Şah.

Şifâhâne ve Zâviyeler. Konya merkezinde II. Kılıcarslan’ın yaptırdığı Mâristân-ı Atîk ile I. Alâeddin Keykubad’ın yaptırdığı Konya Dârüşşifâsı’ndan günümüze intikal eden hiçbir kalıntı yoktur. Önemli eğitim yapıları olan tekke, zâviye ve hankahlar surlar dışında inşa edilmiştir. Sâhib Ata Hankahı (bk. SÂHİB ATA KÜLLİYESİ) ve Sadreddin Konevî Zâviyesi kısmen günümüze gelmiştir. Mes‘ûd b. Şerefşah Hankahı Uluırmak tarafında bulunuyordu.

Türbeler. Selçuklular devrinde şehirde birçok hazîre ve türbe inşa edilmiş, surlar dışında büyük mezarlıklar kurulmuştu. Konya’daki türbeler yapı malzemesi, plan ve süsleme bakımından ayrı bir önem taşır. En eski türbe Alâeddin Camii avlusunda taştan yapılmış, ongen planlı, piramidal külâhlı II. Kılıcarslan Türbesi’dir. Mimarı Abdülgaffâr b. Yûsuf’tur. Türbenin eşsiz çini sandukaları sağlam olarak günümüze ulaşmıştır. Bu türbede Sultan I. Mesud, II. Kılıcarslan, II. Süleyman Şah, I. Gıyâseddin Keyhusrev, I. Alâeddin Keykubad, II. Gıyâseddin Keyhusrev, IV. Kılıcarslan ve III. Gıyâseddin Keyhusrev medfundur. II. Alâeddin Türbesi (yarım kümbet) Alâeddin Camii avlusunda yer alır. Sekizgen planlı olup XIII. yüzyılın ilk çeyreğine tarihlenir. Bütünüyle taştan veya taştuğla karışımı olarak sekizgen planlı, piramidal külâhlı olarak inşa edilen XIII. yüzyıl Selçuklu türbeleri şunlardır: Tâcülvezir, Necmeddin Karaaslan, Kesikbaş, Seyfeddin Karasungur, Emîr Nûreddin ve Âteşbâz-ı Velî. Şeyh Alaman Türbesi kübik gövdeli ve kubbelidir. Bütünüyle tuğladan yapılmış kare planlı ve kubbeli Hoca Cihan Türbesi ile eyvan şeklinde inşa edilmiş Gömeç Hatun Türbesi (bk. GÖMEÇ HATUN TÜRBESİ) farklı özellikler gösteren XIII. yüzyıl yapılarıdır. Mevlânâ Dergâhı’nın çekirdeğini oluşturan ilk türbe baldöken şeklinde ve yüksek külâhlıydı. Mimarı Şemseddin Tebrîzî’dir. Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey zamanında yüksek, dilimli ve çini kaplı bir külâh eklenmiştir (bk. MEVLÂNÂ KÜLLİYESİ). Şems-i Tebrîzî Medrese ve Türbesi’nin ne zaman inşa edildiği bilinmemektedir. İlk olarak türbenin XIII. yüzyılda yapıldığı düşünülebilir. Bugünkü haliyle XV-XVI. yüzyıl mimari özelliklerini göstermektedir. Eyvan şeklindeki türbenin üzerinde piramidal bir külâh vardır. Semâhâne olarak inşa edilen türbenin önündeki bölüm mescid şeklinde kullanılmaktadır. Vilâyet binasının batı bitişiğinde iken yıktırılmış olan Alevî Sultan Türbe ve Mescidi de XIII. yüzyılın sonlarında yapılmıştı.

Ticarî Yapılar. XIII. yüzyıla kadar çarşı ve pazarlar Alâeddin tepesinin etrafında iken daha sonra dış surların dışına taşınmıştır. Buğday pazarı kuzeyde, kapan ve odun pazarı batıda, bezzâzistan doğuda idi. Aksaray Kapısı civarında ise at ve koyun pazarları bulunuyordu. Çarşı içinde tüccarların kaldıkları hanların bazıları şunlardır: Şekerciler, Pirinççiler, Vezir Ziyâeddin, Bedreddin Yalman, Demre Hatun. Alışveriş yapılan mekânlardan sadece Sâhib Ata Hankahı’nın bitişiğindeki birkaç dükkân günümüze kadar gelmiştir. Şehirde karşılamalar, törenler, spor gösterilerinin yapıldığı büyük meydanlar vardı. Bunların en büyüğü kuzeyde bugünkü Musallâ Mezarlığı’nın yerinde bulunuyordu. Başşehir Konya’nın çevresinde birçok kervansaray yapısı mevcuttur. Ankara yolu üzerindeki Horozlu Hanı’nı 1246-1249 yıllarında Emîr Esedüddin Rûzbe


yaptırmıştır. Dokuzun Hanı, Akşehir yolu üzerinde Emîr-i İğdiş Hacı İbrâhim b. Ebû Bekir tarafından inşa ettirilmiştir. Mimarı Osman b. Abdurrahman’dır. Akşehir yolu üzerindeki bir diğer han da Argıt Hanı olup yapıyı Şemseddin Altun-Aba yaptırmıştır. Aksaray yolu üzerindeki Zazadin Hanı 1238 yılında Sâdeddin Köpek tarafından inşa ettirilmiştir. Aynı güzergâhtaki Akbaş Hanı XIII. yüzyıl sonlarında yapılmıştır. Beyşehir yolu üzerindeki Kızılören (1206) ve Kuruçeşme (1207) hanları çok harap durumdadır. 1202 tarihli Altınapa Hanı ise baraj suları altında kalmıştır.

Su Mimarisi. Selçuklu dönemi su mimarisine ait önemli yapılar günümüze kadar gelmemiştir. Tarihî kaynaklardan öğrenildiğine göre şehrin içme suyu şehrin batısında Meram civarındaki dağlardan sağlanmıştır. Mukbil ve Beypazarı kaynaklarından temin edilen su I. Alâeddin Keykubad zamanında şehre getirilmiştir. Suyun taksimatı kale dışında Havzan’da yapılarak çeşmelere akıtılıyordu. Vezir Sâhib Ata Fahreddin Ali de Meram çayından Sahip Irmağı adıyla bir kol alarak Havzan’daki buzhanelerine, Sadreddin Konevî Zâviyesi’ne, mescid, medrese ve Lârende Kapısı’ndaki külliyesine su veriyordu. Selçuklu devrinin emzikli sebillerin nâdir örnekleri buradaki caminin cümle kapısının iki yanında yer alır. Kışın havuzlarda toplanan su donduktan sonra kalıplar halinde buzhanelere yığılarak yazın kullanılıyordu. Beşik tonozlu, kalın toprak örtülü buzhaneler restore edilerek korunmaktadır. Çeşmelerin yanı sıra sarnıçlar da kullanılmaktaydı. Lâlebahçe mahallesinde Şerefeddin Sarnıcı, Aksarnıç ile Ana Sultan Sarnıcı Selçuklular zamanında yapılmıştır. Selçuklu devri hamamlarından sadece biri günümüze ulaşmıştır; bu da Sâhib Ata Külliyesi’nin bir parçası olan Sultan Hamamı’dır. Sungur Ağa Hamamı, İhtiyârüddin Hamamı, Nakışlı Hamam, Develi Hamam ve Kaliçe Hamamı yıkılmıştır.

Sivil Mimari Eserleri. Halkın oturduğu evlerin avlular içinde taş temeller üzerine kerpiçten tek veya iki katlı olarak inşa edildiği söylenebilir. Devlet büyüklerinin köşkleri ve sarayları taş ve tuğladan yapılmıştı. Şehrin dışında Meram’da büyük bahçeler ve bağlar vardı. Alâeddin Köşkü, İçkale’de II. Kılıcarslan tarafından yaptırılmış ve I. Alâeddin Keykubad tarafından tamir ettirilmiş bir yapıdır. Yapılan kazılarda zengin alçı ve çini süslemelere ait parçalar bulunmuştur.

3. Karamanoğulları Dönemi. Anadolu Selçuklu Devleti yıkıldıktan sonra Konya’ya hâkim olan Karamanoğulları zamanında şehirde önemli yapılar inşa edilmiştir. Bu devirde şehrin sarayı, iç ve dış kalelerinin kullanıldığı söylenebilir. Camiler. Meram Külliyesi, Konya’nın mesire yeri Meram’da Hacı Has Bey oğlu Mehmed tarafından 1421 yılında cami, dârülhuffâz, hamam ve değirmenden meydana gelen bir külliye olarak yaptırılmıştır. Külliye, büyük bir ihtimalle Selçuklular zamanında inşa edilen Tavus Baba Zâviyesi’ni de içine almaktaydı. Bu yapılardan değirmen günümüze kadar gelmemiştir. Dursunoğlu Camii XV. yüzyılın başlarında inşa edilmiştir. Şerefeddin Camii ve Türbesi XIII. yüzyılda yapılmıştır. Cami 1444’te Karamanoğlu II. İbrâhim Bey tarafından yenilenmiş ve yakınına bir medrese ile çifte hamam inşa edilmiştir; XVI. yüzyılın sonlarında bugünkü şeklini almış, türbe ve medrese ise yıkılmıştır. Bu dönemde Selçuklular zamanından kalan İplikçi Camii elden geçirilip yenilenmiştir. Kadı Mürsel (Hacı Hasan) Camii 1409’da bir imaretle birlikte yapılmıştır. İmareti sonradan yıkılmış ve Osmanlı devrindeki onarımla günümüze kadar gelmiştir. Kadı Mürsel’in Gazi Alemşah mahallesindeki mescidi de yenilenerek zamanımıza ulaşmıştır. Bu devir yapılarından Meram’daki Şeyh Vefâ Mescidi, şehir merkezindeki Kazancı, Muîniye ve Molla Mehmed mescidleri gibi yapılardan hiçbir iz kalmamıştır.

Medreseler-Dârülhuffâzlar. Karamanoğlu medreselerinden hiçbiri günümüze kadar gelmemiştir. Alâeddin tepesinin doğu yanındaki Kazancı, Beyhekim mahallesindeki Muîniye, Selimiye Camii batısındaki Molla Mehmed Çelebi medreselerinin varlığı kaynaklardan öğrenilmektedir. Bu devir yapıları arasında dârülhuffâzlar ayrı bir grup oluşturur. 1421 yılında Karamanoğlu II. Mehmed Bey zamanında yaptırılan Has Bey Dârülhuffâzı önemli bir örnektir. Cephesi, mihrabı, taş ve çini süslemeleriyle dikkati çeker. Canbazzâde Nasuh Bey Dârülhuffâzı, üç bölümlü revakı ile tek kubbeli bir mescid gibi XV. yüzyılın ilk yarısında inşa edilmiştir. Zamanımıza ulaşmayan dârülhuffâzlar ise şunlardır: Zerger Ahmed, Hacı Salman, Lâl Paşa, Pîr Hüseyin Bey, Hoca İbrâhim, Hacı Hasan, Bağdat Hatun, Hoca Ömer.

Türbeler. Karamanoğlu türbeleri mimari özellikleri bakımından Selçuklu türbelerinden ayrılır. Ulaş Baba, Şeyh Osman Rûmî, Fakih Paşa (Burhan Fakih), Siyavuş Velî, Kalenderhâne, Şeyh Şücâüddin türbeleri önemli yapılardır. 1431’de Emîr Pîr Hüseyin tarafından yaptırılan Turgutoğulları’nın türbesi bu devir türbelerinin en büyüğüdür. Bazı Selçuklu türbeleri bu devirde onarılmış ve yenilenmiştir. Pîr Esad, Hoca Fakih, Hz. Mevlânâ türbeleri bunlara örnek teşkil eder.

Zâviyeler. Beyhekim Mescidi’nin batısındaki Şeyh Ebû İshak Kâzerûnî Zâviyesi 1418 yılında Karamanoğlu II. Mehmed Bey tarafından yaptırılmış olup bir makam zâviyedir. Bu dönemde eski Selçuklu medresesine Ali Gav Baba defnedilerek burası bir zâviyeye dönüştürülmüştür.

Su Mimarisi. Karamanoğlu devri çeşmelerinden sadece Küçük Yûsuf Ağa’nın Hoca Fakih Zâviyesi bitişiğindeki çeşmesi günümüze gelebilmiştir. Karamanoğlu II. İbrâhim Bey zamanında yaptırılan 1424 tarihli Meram’daki Has Bey Hamamı ile Şerafeddin Camii yanındaki Mahkeme (Yeni) hamamlarının her ikisi de çifte hamam olup benzer planda haçvari dört eyvanlı köşe hücreli tipte inşa edilmiştir. 1955 yılında yıktırılan Mevlânâ Dergâhı yakınındaki Türbe Hamamı da aynı planda yapılmış Beylikler dönemi yapısıydı.


Gömeç Hatun Türbesi yakınındaki Fenârî, Akcami yakınındaki Şad Bey, Tursunoğlu Camii yakınındaki Pîrî Bey, Alevî Sultan Türbe ve Mescidi yakınındaki Müstevfî Hamamı bu devre ait olmakla beraber yıkılmış yapılardır.

4. Osmanlı Dönemi. 1468 yılında Fâtih Sultan Mehmed Konya’yı Karamanoğulları’ndan aldıktan sonra harap olan surları onartmıştır. Dış sura bitişik Ahmedek bu dönemde zindan olarak kullanılmıştır. Bugünkü Zindankale adı da buradan gelmektedir. XVIII. yüzyıl kaynaklarında ve XIX. yüzyıl başlarına ait gravürlerde surlar sağlam görünmektedir. Ancak bu yüzyılın ortalarında şehre gelen Charles Texier surların sökülüp taşlarının kamu ve özel inşaatlarda kullanıldığını anlatır. Bugün ne iç kalenin ne de dış kalenin surlarından herhangi bir parça mevcuttur. Tek istisna, üzerinde Alâeddin Köşkü denilen II. Kılıcarslan Köşkü’nün bulunduğu burç kalıntısıdır. Bazı kazılarda sur temellerinde kullanılan daha önceki devirlerin yapılarından devşirilmiş parçalara rastlanmıştır.

Camiler. Pîrî Mehmed Paşa Camii 1524 yılında inşa edilmiştir. Etrafındaki Karamanoğlu eseri Siyavuş Velî Türbesi, hamam, medrese ve zâviye ile küçük bir manzume oluşturur. Sultan Selim Camii ve Külliyesi Mevlânâ Dergâhı’nın batısındadır ve Konya’da klasik Osmanlı mimarisinin eşsiz bir örneğini oluşturur. İnşasına II. Selim’in Konya valiliği sırasında başlanmış ve hükümdarlığı zamanında tamamlanmıştır. Caminin batı bitişiğindeki Yûsuf Ağa Kütüphanesi XVIII. yüzyılda inşa edilmiştir. Caminin kuzey tarafına yaptırılan han ve imaret gibi vakıf yapılar 1958’de belediyece yıktırılmıştır (bk. SULTAN SELİM CAMİİ ve KÜLLİYESİ). Şerefeddin Camii hükümet konağının kuzeyinde olup XVI. yüzyılın sonlarında yenilenen klasik bir Osmanlı eseridir. Plan olarak Mimar Sinan’ın İstanbul’daki Kılıç Ali Paşa Camii’ne benzemektedir. Aziziye Camii, çarşı içinde ilk olarak ahşaptan 1676 yılında Musâhib Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bu caminin yanmasından sonra 1874’te Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Vâlide Sultan’ın yardımı ile bugün mevcut olan barok üslûbundaki yapı inşa edilmiştir (bk. AZİZİYE CAMİİ). Kapı Camii de çarşı içerisindedir. 1658 yılında yaptırılan cami 1811’de yenilenmiş ve daha sonra yanmıştır. Bugünkü cami 1868 yılında yeniden yapılmıştır. Konya’da Osmanlı döneminde inşa edilen ahşap tavanlı, kırma çatılı camilerin önemlilerinden olan Hacı Fettah Camii, aynı adla anılan mahallede 1712 yılında Abdülfettah ve Abdullah çavuşlar tarafından yaptırılmıştır. Ovalıoğlu Camii’ni (Çelik Paşa) 1764’te Vali Çelik Mehmed Paşa inşa ettirmiştir. Nakiboğlu Camii, 1762 yılında Konya müftüsü Nakîbülhac Seyyid İbrâhim tarafından yaptırılmış ve 1926’da etraflıca onarılmıştır. Arslanlı Kışla Camii 1819 yılında inşa edilen ahşap direkli bir cami olup ahşap oyma ve kalem işi süslemeleri bakımından zengindir. Köprübaşı Camii’ni 1826’da Cemâleddin Çelebi yaptırmıştır. Nâmık Paşa Camii 1888’de inşa edilmiştir. Anber Reis Camii XIII. yüzyılda Selçuklu devrinde yaptırılmış, Karamanoğulları zamanında tamir edilmiştir. 1911’de Vali Ârifî Paşa’nın arzusu üzerine Mimar Muzaffer Bey tarafından projelendirilerek yenilenmiştir. Cami ile Gazi Lisesi arasındaki yol üzerinde kalan XIII. yüzyıla ait Anber Reis Türbesi yıktırılmıştır. Osmanlı devrinde Selçuklu cami ve mescidleri onarılarak kullanılmıştır. Ahşap direkli bir Selçuklu camisi olan Sâhib Ata Camii geçirdiği yangından sonra 1871 yılında bugünkü şekline kavuşmuştur. En önemli onarımlar II. Abdülhamid zamanında Alâeddin Camii’nde yapılmış, Vali Surûrî Paşa’nın 1891 yılında yaptırdığı değişiklikle cami son şeklini almıştır. Bu devirde inşa edilen önemli mescidlerden Meydânî Mescidi Çiftemerdiven mahallesinde olup 1585’te Meydânî Ali oğlu Ahmed Bey tarafından yaptırılmıştır. Cevizaltı Mescidi’ni 1880 yılında aynı adlı mahallede Konya müftüsü Abdullah Efendi inşa ettirmiştir.

Medreseler. Osmanlı devrinde yapılmış altmış civarında medreseden hiçbiri günümüze kadar gelmemiştir. Bunların büyük bir kısmı kerpiçten inşa edilmiş bir avlu etrafında sıralanan önleri revaklı öğrenci hücrelerinden meydana geliyordu. Tesbit edilebilen önemli medreselerden Taşkapı Medresesi 1676 yılında Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. Nakiboğlu Medresesi 1764’te inşa edilmiştir. Ovalıoğlu Medresesi XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Çelik Mehmed Paşa tarafından yaptırılmıştır. Yûsuf Ağa Medresesi 1797 yılında inşa edilmiştir. Ziyâiye Medresesi’ni 1813’te Esenlerlizâde yaptırmıştır. Nûriye Medresesi 1901 yılında Hacı Mehmed Efendi tarafından inşa edilmiştir. Saraçoğlu, Mahmûdiye, Pîrî Paşa medreseleri ise daha önce tekke olarak kurulmuştu.

Tekke ve Zâviyeler. Konya’da Osmanlı döneminin en önemli tekke ve zâviyelerinin başında Mevlânâ Dergâhı gelmektedir. XX. yüzyılın başlarına kadar yapılan ilâve, onarım ve yenilemelerle büyük bir


külliye halini almıştır (bk. MEVLÂNÂ KÜLLİYESİ). Günümüze gelen diğer tekke yapıları ise Mahmud Dede Zâviyesi, Süd Tekkesi, Gazezler Tekkesi’dir.

Türbeler. Konya’da Osmanlı devrinde yapılmış türbelerin en önemli örnekleri Mevlânâ Dergâhı’nın hazîresinde bulunan türbelerdir. Bunlardan Hürrem Paşa Türbesi (1527), Hasan Paşa Türbesi (1573), Sinan Paşa Türbesi (1574), Fatma Hatun Türbesi (1621) sekizgen planlı tipik Osmanlı mezar yapılarıdır. Hürrem Paşa Türbesi’nin önünde bir revak bulunmaktadır. Aynı hazîredeki Mahmud Bey Türbesi 1534 yılında inşa edilmiştir. Musallâ Mezarlığı’ndaki Şeyh Şücâ (XVI. yüzyıl başı) ve Şeyh Halil (1597) türbeleri de önemli yapılardır.

Ticarî Yapılar. Osmanlı döneminde inşa edilen ticarî yapıların hiçbiri orijinal durumuyla günümüze kadar gelememiştir. 1538 tarihli, dokuz kubbeli Konya Bedesteni 1901’de yıktırılarak yerine Sanayi Mektebi (bugünkü özel idare binası) yaptırılmıştır (bk. BEDESTEN). Konya Çarşısı 1869 yılında Vali Tevfik Paşa, buğday pazarı ise 1901’de Vali Ferid Paşa tarafından inşa ettirilmiştir. Yok olan ticaret yapıları ise şunlardır: II. Bayezid’in yaptırdığı Kiremitli Han, Behram Ağa’nın inşa ettirdiği Avlun Han, Mahmud Paşa’nın yaptırdığı Alaca Han, Kösem Vâlide Sultan’ın yaptırdığı Vâlide Hanı, Mustafa Paşa’nın inşa ettirdiği Bezirgânlar Hanı, Kethüdâ Aslan Ağa’nın yaptırdığı Aslan Ağa Hanı. XIX. yüzyılda inşa edilen Mecidiye Hanı günümüzde de kullanılmaktadır.

Su Mimarisi. Osmanlı devrinde şehre gelen su miktarı arttırılmış ve yeni su kaynakları bulunmuştur. Yavuz Sultan Selim zamanında Dutlu suyu getirilmiş, Kanûnî Sultan Süleyman döneminde su miktarı arttırılmıştır. XIX. yüzyılda Vali Ferid Paşa, Kızılviran dağlarından Çayırbağ suyunu demir borularla şehre akıtmıştır. Konya çeşmeleri değişik tipte inşa edilmiştir. Sivri kemerli çeşmeler yaygındır. Konya’da köşe başlarında, meydanlarda yaptırılan iki cepheli çeşmeler de vardır. Düz cepheli çeşmeler de ayrı bir grup oluşturur. Konya çeşmelerinin büyük bir kısmının ahşap sundurması bulunmaktadır. En eski çeşme Şems-i Tebrîzî yakınlarındaki Yavuz Selim Çeşmesi’dir (1519). Uluırmak’taki Gevrakî Çeşmesi (1537), Topraklık’taki Ak Çeşme (1554), Fakih Dede mahallesindeki Ali Paşa Çeşmesi (1555), Pîrî Mehmed Paşa Camii yanındaki Mehmed Ağa Çeşmesi (1589) eski örneklerdir. Konya’da kitâbeli 100’ün üzerinde çeşme bulunmaktadır. Konya’da çeşmelerden başka şadırvanlar da yapılmıştır. Mevlânâ Dergâhı Şadırvanı 1512’de inşa edilmiş ve XIX. yüzyılda yenilenmiştir. Diğer şadırvanlar Şerefeddin Camii Şadırvanı, Aziziye Camii Şadırvanı ve yıkılan Kapı Camii Şadırvanı’dır. Şehirde Osmanlı döneminde yapılmış hamamlardan günümüze gelebilen Ahmed Efendi Hamamı (1676) çifte hamam olarak Mustafa Paşa tarafından inşa ettirilmiştir.

Sivil Mimari. Konya’nın sivil mimarlık eserleri olan eski evlerin çok azı günümüze ulaşabilmiştir. Bunlar, hayat denilen avlular içerisinde tek katlı veya iki katlı olarak yapılmıştır. Esas yapı malzemesi taş temel üzerine kerpiçtir. Düz toprak damlar XIX. yüzyıl sonlarına doğru kırma çatıyla kaplanmıştır. Ana plan tipleri hayatlı, mâbeyinli, dış sofalı-iç sofalı olarak belirlenmiştir. Ahşap oyma çivili ve kalem işi süslemeli evler de bulunmaktadır.

Resmî Yapılar. Konya’da son Osmanlı devri ve Cumhuriyet dönemine ait önemli binalar mevcuttur. Vilâyet binası (1883), Gar binası (1889), Bağdat Oteli (XIX. yüzyıl sonu), Gazi Lisesi (1917), Mimar Muzaffer Bey’in yaptığı Kız Muallim Mektebi (1924), Gazi İlkokulu (1926), İsmet Paşa İlkokulu (1926) ve Hâkimiyet-i Milliye İlkokulu (1926) bunlardan bazılarıdır.

BİBLİYOGRAFYA:

Şehabettin [Uzluk], Konya Âbideleri, Konya 1939; Mehmet Önder, Seyahatnamelerde Konya, Konya 1948; a.mlf., Mevlâna Şehri Konya, Konya 1962, tür.yer.; a.mlf., “Son Yüzyıl İçerisinde Konya’da Yıktırılan Selçuklu Eserleri”, Prof. Dr. Yılmaz Önge Armağanı, Konya 1973, s. 169-178; Celile Berk, Konya Evleri, İstanbul 1951; Konyalı, Konya Tarihi, tür.yer.; Konya İl Yıllığı (1967); F. Sarre, Konya Köşkü (trc. Şahabeddin Uzluk), Ankara 1967; Aptullah Kuran, Anadolu Medreseleri, Ankara 1969, I, tür.yer.; Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, İstanbul 1984, tür.yer.; Tuncer Baykara, Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, Ankara 1985, tür.yer.; Osman Nuri Dülgerler, Karamanoğulları Mimarisi (doktora tezi, 1994), İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü; Remzi Oğuz Arık, “Alâeddin Tepesi”, Ülkü: Millî Kültür Dergisi, I/1, Ankara 1941, s. 12-15; Semavi Eyice, “Konya ile Sille Arasındaki Ak Manastır Menakıb’ul Arifin’deki Deyr-i Eflatun”, ŞM, sy. 6 (1966), s. 135-160; a.mlf., “Bertrandon de la Broquière ve Seyahatnamesi (1432-1433)”, İTED, VI/1-2 (1975), s. 85-126; Sadi Dilâver, “Anadolu’daki Tek Kubbeli Selçuklu Mescidlerinin Mimarlık Tarihi Yönünden Önemi”, STY, sy. 4 (1971), s. 17-28; Mahmut Akok, “Konya’da Üç Tarihi ve Mimari Eser Altın Apa Kervansarayı, Hasbey Dar’ül Hüffazı ve Selim II. İmareti”, Türk Arkeoloji Dergisi, XX/1, Ankara 1973, s. 5-36; a.mlf., “Konya Şehri İçindeki Alâeddin Tepesinde Türk Tarih Kurumu Adına Yapılan Arkeolojik Kazıların Mimari Buluntuları”, TTK Belleten, XXXIX/154 (1975), s. 217-224; Yılmaz Önge, “Konya ve Çevresindeki Mukarnaslı Şadırvanlar”, VD, XIX (1985), s. 95-108.

Haşim Karpuz