KİTÂBÜ’l-EMVÂL

(كتاب الأموال)

Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm’ın (ö. 224/838) kamu maliyesine dair eseri.

Vergi konusunda önemli adımların atıldığı Hz. Ömer ve Ömer b. Abdülazîz dönemleri başta olmak üzere İslâm’ın ilk iki yüzyılındaki vergi ve arazi hukuku, kısmen de idare ve devletler hukuku uygulamaları hakkında zengin bilgiler içeren önemli bir kaynaktır. Kitapta Ebû Müshir, Ebü’l-Yemân, Hişâm b. Ammâr, Ebû Eyyûb ed-Dımaşkī ve Ahmed b. Hâlid el-Hımsî gibi bazı Şamlı hadisçilerin rivayetlerine yer verilmesi, Ebû Ubeyd’in eserini 213 (828) yılında yaptığı Şam seyahati sonrasında tamamlamış olabileceğini düşündürmektedir.

Hacim bakımından orantısız bölümler (kitâb) ve alt başlıklardan (bab) oluşan eser devlet başkanı ve raiyyenin karşılıklı haklarını, âdil yönetimin gereğini, Hz. Peygamber’e mahsus gelirlerle (fey, humustan pay ve safî) bunların harcama kalemlerini ele alan kısa bir bölümle başlamaktadır. Daha sonra devlet başkanının korumak ve dağıtmakla mükellef kılındığı mallar fey, humus ve zekât olmak üzere üç ana sınıfa ayrılarak ele alınmakta ve kitabın çatısını da bu tasnif oluşturmaktadır.

Ebû Ubeyd eserde ele aldığı konuları ve varılan sonuçları kitap, sünnet ve icmâ ile delillendirmeye çalışır. Kendisi sahâbe ve tâbiîn kavlini de sünnet hükmünde görmektedir. Döneminde hadis ilminin sistemleşmiş ve tedvin aşamasına gelmiş olmasının verdiği imkânla Ebû Ubeyd rivayetleri bazan senedleriyle birlikte nakletmekte, rivayetlerin sıhhatini incelemekte, zaman zaman sened tenkitleri yapmakta (meselâ bk. el-Emvâl, s. 442), bazan da hadis metinlerinde kısaltmalara gitmekte veya mâna ile rivayetle yetinmektedir. Kaynaklarda İbrâhim el-Harbî’nin, hocası Ebû Ubeyd’in eserleri arasında ihtiva ettiği hadislerin azlığı sebebiyle en zayıfının Kitâbü’l-Emvâl olduğunu söylediği bildiriliyorsa da (Hatîb, XII, 502; Zehebî, X, 502) yalnız hadis sayısından hareketle böyle bir hükme varmak isabetli değildir. Çünkü Ebû Ubeyd’in ele aldığı birçok meselede aktardıklarının dışında daha pek çok hadis bulunduğunu söylemesi (el-Emvâl, s. 307, 323, 401), eserinin muhtevasıyla ilgili bütün rivayetleri derlemeyi hedeflemeyip en önemlilerini nakille yetindiğini göstermektedir.

Ehl-i hadîsten sayılmakla birlikte ehl-i re’yden de faydalanmış olan Ebû Ubeyd kıyasın alanını sınırlı tutmakta, sadece hakkında Kitap ve Sünnet’ten hüküm bulunmayan konularda kıyasa gitmektedir. Ona göre özellikleri farklı olan meselelerin hükümleri birbirine kıyas edilmemelidir. Ayrıca her sünnet vazedildiği hususla ilgili hüküm bildirir ve birbirine kıyaslanmaz (a.g.e., s. 497, 540, 554, 578, 593). Bu bağlamda amme maslahatı alternatif ictihadlar arasında seçim yaparken belirleyici bir role sahiptir (a.g.e., s. 594). İhtilâflı görüşler arasından kendisiyle amel edilegeleni tercih etmesi (a.g.e., s. 478, 566, 595) teamüllere de belli bir yer verdiğini göstermektedir. Delillerden hüküm çıkarabilmesi sebebiyle müstakil müctehid sayılan müellif (Zehebî, VIII, 91; X, 490, 491), ele aldığı konulara dair delilleri ve diğer âlimlerin görüşlerini aktarıp bunları değerlendirmekte, sonuçta ya aralarından birini tercih etmekte ya da kendi ictihadını delilleriyle birlikte sunmaktadır. Bazan okuyucuyu alternatif görüşlerden biriyle kendisininki arasında serbest bırakmaktadır (el-Emvâl, s. 667, 692).

Bağımsız bir âlim olmasına rağmen çeşitli ilim dallarındaki başarısı Şâfiî ve Hanbelî mezhepleri mensuplarının kendisini paylaşamamasına sebebiyet vermiştir (İbn Ebû Ya‘lâ, I, 259; Sübkî, II, 154, 158). Bununla birlikte Kitâbü’l-Emvâl’de Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’in ismini dahi anmamakta, İmam Mâlik’in görüşlerini sıkça aktarmakta ve birçoğuna katılmaktadır. Nâdiren de olsa Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin ictihadlarına yer vermekte


(el-Emvâl, s. 103, 128, 151, 172, 249, 467, 520, 584, 603, 620), ancak hemen hiçbirine katılmamaktadır. Râmhürmüzî, Hüseyin b. Ali el-Kerâbîsî’nin Ebû Ubeyd’i fıkha dair kitaplarında Şâfiî’nin görüşlerini delilleriyle birlikte intihal etmekle suçladığını bildiriyorsa da (el-Muĥaddiŝü’l-fâśıl, s. 250-251) hem bu rivayetin hem suçlamanın doğruluğunu ispatlamak zordur. Çünkü Ebû Ubeyd ile Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel birbirlerinden ilim almış çağdaş âlimler olup Ebû Ubeyd’in zaman zaman Şâfiî’nin bilinen görüşlerinin aksini benimsediği de görülmektedir (el-Emvâl, s. 138-141; ayrıca bk. Sübkî, II, 159).

Tarsus’ta on sekiz yıl kadılık yapan, bu arada arazi ve vergi hukukunun kapsamına giren bazı davalarla ilgilenmiş bulunan müellif eserinde Ebû Yûsuf’un yaptığının aksine uygulamadaki aksaklıklara ve dolayısıyla çözüm yollarına temas etmez. Buna karşılık Kitâbü’l-Emvâl hadisler, sahâbe kavilleri ve sonraki fakihlerin ictihadları bakımından Ebû Yûsuf’un Kitâbü’l-Ħarâc’ına göre daha zengindir. Ebû Ubeyd, eserinde önemli bir yer tutan Evzaî gibi Suriyeli müctehidlerin görüşlerini de Tarsus’ta geçirdiği uzun süre boyunca öğrenme imkânı bulmuş olmalıdır (Gottschalk, XXIII [1936], s. 272).

Abbâsîler’in yükselme döneminde yaşayan Ebû Ubeyd, birçok meselede halifenin takdir ve tercih yetkisine atıfta bulunmakla birlikte bu yapılırken kamu yararının gözetilmesinin ve adaletin sağlanmasının önemine vurgu yapar (el-Emvâl, s. 138, 221, 223, 285, 308, 311, 416, 422, 423, 689, 718). Muhtemelen aynı sebeple mükellefin altın-gümüş zekâtını bizzat dağıtma yahut devlete teslim etme seçenekleri arasında muhayyer olduğu, buna karşılık diğer malların zekâtını muhakkak idarecilere ödemesi gerektiği, aksi takdirde eda sorumluluğunu yerine getirmiş sayılmayacağı yönünde görüş bildirmektedir (a.g.e., s. 680-681). Devlet başkanı fethedilen toprakların statüsünü belirlerken, humusun sarf yerlerini genişletirken veya beytülmâl kaynaklarını tahsis ederken de kamu yararını esas almalıdır (a.g.e., s. 137-140, 357-363, 416, 422-423). Cizye ve haraç vergilerinin miktarı belirlenirken zimmîlerin ödeme gücü ile hak sahibi müslümanların maslahatı arasında denge kurulması gerekir (a.g.e., s. 116). Ebû Ubeyd, antlaşma hükümleriyle sabit vergi miktarlarının arttırılamayacağı, ancak ciddi ödeme güçlüğü çekmeleri durumunda azaltılabileceği, müslüman şahitlerce borçluluğuna tanıklık edilen zimmîlerin borçlarına eşdeğerdeki ticaret mallarından gümrük vergisi alınmayacağı görüşündedir (a.g.e., s. 232-233, 643). Ayrıca haraç, cizye, uşûr yahut zekât tahsilâtında mükelleflere zulüm ve işkence yapılmamasının gerekliliğini vurguladığı gibi vergilerin düzenli bir şekilde ve hakkıyla ödenmesinin önemini de ayrı başlıklar altında genişçe ele almaktadır (a.g.e., s. 118-122, 447-455, 501-508, 631-637).

Feyin sarf yerleri geniş bir şekilde incelenirken konuya ilişkin diğer eserlerde rastlanmayan bir yaklaşımla yerleşik hayat sürenlerle göçebe hayatı yaşayanlar (hadarî-bedevî) ayırımına gidilmekte, askerî ve idarî sorumluluklara, toplumsal faaliyetlere aynı ölçüde katkıda bulunamayan bedevîlerin fey gelirlerinden hadarîler kadar faydalanamayacağı, düzenli atıyye ve erzak tahsisatından istifade edemeyeceği, sadece düşman saldırısı, şiddetli kıtlık ve kan davaları gibi olağan üstü hallerde kendilerine fey gelirlerinden yardımda bulunulacağı ifade edilmektedir (a.g.e., s. 316-317, 321-322, 323). Ebû Ubeyd’e göre âtıl toprakların ihyâ yahut iktâ yoluyla temliki ziraî üretimi teşvik eden bir tedbirdir. İşlenmesi için iktâ edilen topraklar, ihyâ maksadıyla etrafı çevrilip himâ yapılan araziler üç yıl boyunca âtıl tutulursa devlet başkanı tarafından geri alınır, başkası tarafından ihyâ edilebilir. Su havzası, otlak ve yakacak / yakıt kaynağı gibi kamunun ortak istifadesine açık olması gereken alanlar ise şahsî himâ haline getirilemez; devlet tarafından ancak müslümanların umumunu ilgilendiren hizmetlere tahsis edilebilir (a.g.e., s. 367-393).

Zekât yoluyla sağlanacak gelir dağılımında genelde “herkese ihtiyacı kadar” ilkesini benimseyen Ebû Ubeyd, zekâtın hak sahibi bütün sınıflar arasında paylaştırılmasını savunan ve tek bir kimseye verilebilecek miktarı sınırlamaya meyleden görüşlere karşı çıkmaktadır. Onun açısından önemli olan, bir müslümanın zaruret içinde kıvranmasının önlenmesi ve ihtiyaçlarının karşılanmasıdır (a.g.e., s. 689, 718). Bununla birlikte asgari hayat standardının gereği olarak gördüğü barınak, giyecek ve hizmetçiye ilâveten 40 dirhemi yahut ona eşdeğerde mal varlığı bulunan bir kimseyi zekât talep edemeyecek kadar zengin (a.g.e., s. 661-665), 200 dirhemlik nisab miktarına sahip bir kimseyi de zekâtla mükellef kılınacak kadar varlıklı saymaktadır. Dolayısıyla bu yaklaşımdan zekât mükellefi zenginler, ne zekât vermekle mükellef ne de almaya hak sahibi olan orta halliler, bir de zekâtta hak sahibi olanlar şeklinde üç tabakalı bir hayat standardı çıkmaktadır.

Çeşitli malî mükellefiyet veya cezaların edasında kullanılan ağırlık ve hacim ölçülerine müstakil bab ayrılmış olması da (a.g.e., s. 615-627) Kitâbü’l-Emvâl için bir zenginliktir. Bu babda İslâm tarihinde başlatılan ilk para standardizasyonu girişimine de temas edilmektedir. Eserde başka bir vesileyle paranın değer ölçüsü ve ödeme aracı olarak gördüğü iki ayrı fonksiyona işaret edilir (a.g.e., s. 546, 548).

Kitâbü’l-Emvâl, Endülüs ulemâsından Ebû Mervân Abdülmelik b. Âs b. Muhammed es-Sa‘dî el-Kurtubî (ö. 303/915) tarafından ihtisar edilmiştir (İbn Ferhûn, s. 157). Zehebî de eserden yaptığı seçmeleri el-Münteķā min Kitâbi’l-Emvâl li-Ebî ǾUbeyd el-Ķāsım b. Sellâm adıyla derlemiştir (Rûdânî, s. 399). İbn Zencûye’nin Kitâbü’l-Emvâl’i de hocası Ebû Ubeyd’inkinin üzerine yapılmış bir müstahrec gibidir (Kettânî, s. 47; ayrıca iki eser arasındaki benzerliklerle ilgili olarak bk. İbn Zencûye, neşredenin girişi, I, 47-49). Eseri ilk olarak Muhammed Hâmid el-Fıkī iki yazmaya dayanarak tahkikli bir şekilde neşretmiştir (Kahire 1353, 1938; Beyrut 1981). Daha sonra Muhammed Halîl Herrâs (Kahire 1388/1968, 1401/1981; Kahire-Beyrut 1395/1975; Beyrut 1986), Abdülemîr Ali Mühennâ (Beyrut 1988) ve Muhammed Amâre (Kahire-Beyrut 1409/1989) tarafından tahkik edilerek yayımlanmıştır. Abdüssamed b. Bekir b. İbrâhim Âbid, 1984 yılında Taħrîcü’l-eĥâdîŝ ve’l-âŝâri’l-vâride fî Kitâbi’l-Emvâl li-Ebî ǾUbeyd el-Ķāsım b. Sellâm adıyla Câmiatü Ümmi’l-Kurâ’da üç ciltlik bir doktora tezi hazırlamış, Âtıf Ali Sâlih de eserdeki hadis ve sahâbe sözlerinin alfabetik bir indeksini yapmıştır (Fihrisü eĥâdîŝ ve âŝâri Kitâbi’l-Emvâl, Beyrut 1409/1989). Kitabı Cemalettin Saylık Türkçe’ye (Kitâbûl Emvâl, İstanbul 1981), Abdurrahman Tâhir Sûretî Urduca’ya (Kitâbü’l-Emvâl, I-II, İslâmâbâd 1388/1968, 1986) ve Nûr Muhammed Gifârî İngilizce’ye (The Book of Finance, Islamabad 1411/1991) tercüme etmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, el-Emvâl (nşr. Muhammed Amâre), Beyrut 1409/1989; İbn Zencûye, Kitâbü’l-Emvâl (nşr. Şâkir Zîb Feyyâz),


Riyad 1406/1986, neşredenin girişi, I, 47-49; Râmhürmüzî, el-Muĥaddiŝü’l-fâśıl (nşr. M. Accâc el-Hatîb), Beyrut 1391/1971, s. 250-251; İbn Hazm, Aśĥâbü’l-fütyâ mine’ś-śaĥâbe ve men baǾdehüm (CevâmiǾu’s-sîre içinde, nşr. İhsan Abbas - Nâsırüddin el-Esed), Kahire, ts. (Dârü’l-maârif), s. 334-335; Hatîb, Târîħu Baġdâd, XII, 405, 413, 502; İbn Ebû Ya‘lâ, Ŧabaķātü’l-Ĥanâbile, I, 259; Sem‘ânî, Edebü’l-imlâǿ ve’l-istimlâǿ (nşr. M. Weisweiler), Beyrut 1401/1981, s. 148-149; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, VIII, 91; X, 490, 491, 494, 502; Sübkî, Ŧabaķāt, II, 154, 158, 159; İbn Ferhûn, ed-Dîbâcü’l-müźheb, s. 157; Rûdânî, Śılatü’l-ħalef bi-mevśûli’s-selef (nşr. Muhammed Haccî), Beyrut 1408/1988, s. 399; Kettânî, er-Risâletü’l-müsteŧrafe, s. 47; Fihrisü eĥâdîŝ ve âŝâri Kitâbi’l-Emvâl (nşr. Âtıf Ali Sâlih), Beyrut 1409/1989, neşredenin girişi, s. 6; Najib Abdul Wahhab al-Fili, A Critical Edition of Kitāb al-Amwāl by Abū JaǾfar Aĥmad b. Naśr al-Dawūdī (doktora tezi, 1989), University of Exeter, s. 143-153; Sâid Bekdâş, Ebû ǾUbeyd el-Ķāsım b. Sellâm, Dımaşk 1411/1991, s. 137-143; Gaydâ’ Hazne Kâtibî, el-Ħarâc münźü’l-fetĥi’l-İslâmî ĥattâ evâśıŧi’l-ķarni’ŝ-ŝâliŝi’l-hicrî, Beyrut 1994, s. 57-58; H. Gottschalk, “Abū ‘Ubaid al-Qāsim b. Sallām. Studie zur Geschichte der arabischen Biographie”, Isl., XXIII (1936), s. 245, 272; Cengiz Kallek, “Economic Views of Abū ǾUbayd”, IIUM Journal of Economics and Management, VI/1, Kuala Lumpur 1998, s. 1-21.

Cengiz Kallek