KEYLÎ

(الكيلي)

Hacim ölçü birimiyle ölçülerek işlem gören mislî mal anlamında hukuk terimi.

Sözlükte keyl “hacim ölçü birimleriyle ölçmek; hacim ölçüsü ve ölçek”, bu kelimenin nisbet eki almış hali olan keylî de (çoğulu keyliyyât) “hacim ölçü birimleriyle


ölçülerek işlem gören mal” anlamına gelir. Kur’an’da keyl “ölçmek” ve “ölçü” mânasında on yerde geçer (el-En‘âm 6/152; el-A‘râf 7/85; Yûsuf 12/59, 60, 63, 65 [iki kere], 88; el-İsrâ 17/35; eş-Şuarâ 26/181). Aynı kökten türetilen ve sözlükte “hacim ölçü aleti” anlamına gelen mikyâl, mecazi olarak daha çok bir bölgede yaygınlık kazanmış belli bir ölçü biriminin adı olarak kullanılır. Türkçe’de kile böyledir. “Hacim ölçü birimleriyle ölçülmüş” mânasındaki mekîl de (çoğulu mekîlât) hukuk terimi olarak keylî anlamında kullanılmaktadır. Nitekim Mecelle’de “Keylî ve mekîl keyl ile ölçülen şey” diye tarif edilmiştir (md. 133).

Malın mislî ve kıyemî şeklinde ikili ayırımı, mislî malların da kullanılan ölçünün türüne göre keylî, veznî, adedî olarak ayırımı hak ve borçların ifasını yakından ilgilendirdiğinden klasik fıkıh doktrininin satım ve karz akidleri başta olmak üzere muâmelât türlerinde daima göz önünde bulundurulan ve üzerinde durulan bir konu olmuştur. Keylî mallar hukukta mislî malların bir grubu olup bunların hacim ölçü birimleriyle ölçülebilenlerini ifade etmektedir. Bir malın miktarının hangi tür ölçüyle belirleneceği ise toplumların bu konudaki örfüne, yerleşik ticarî teamüle bağlı bir husustur; klasik dönem fakihlerinin buğday, arpa, pirinç vb. tahıllar ile hurma, tuz ve kuru üzümü keylî mallar olarak tanıtması da bundan kaynaklanır. Aynı yaklaşım korunduğunda fıkıh kitaplarında yer alan keylî mal örneklerinin bir kısmının günümüzde bu özelliklerini yitirdiği veya litre ve metreküp gibi hacim ölçüsü birimleriyle ölçülerek hukukî işlem gören benzin, doğal gaz vb. malların da keylî mallar grubuna katılması gerektiği görülür.

Bir malın keylî olması için mislî mal grubunda yer alması ilke olarak gerekmekle birlikte istisna sayılabilecek bazı durumlarda bu aranmaz. Çünkü malın keylî oluşu kullanılan ölçü birimiyle, mislî olması ise onu oluşturan fertler arasında farklılık bulunmamasıyla alâkalı olduğundan meselâ keylî mallardan karışım halinde olmayan arpa ve buğday mislî mal sayılırken bunların veya başka keylî malların, keylî olarak işlem gören sıvıların birbirinden ayrılamayacak şekilde karışımından oluşan bir mal ölçü birimi olarak keylî olduğu halde karışım oranı bilinebilir ve uygulanabilir olmadığı sürece mislî mal değil kıyemî mal sayılır (Mecelle, md. 1119; Ali Haydar, III, 340-341).

Keylî mal adlandırma ve ayırımı borçlar hukukunda öncelikli olarak ifayı ilgilendirir. Bunun yanında malın keylî oluşu ribâ yasağıyla, selem akdiyle, tarım ürünleri başta olmak üzere malların zekât ve vergi miktarlarıyla da ilgili bir husustur. Borcun konusunun belirli bir miktar keylî mal olması ve borç konusu malın miktarının da hacim ölçü birimleriyle belirlenmesi halinde, edime uygun ifanın gerçekleşmesi için ifa konusu olan malın aynı ölçü birimiyle ve aynı miktarda ödenmesi gerekmektedir. Geri ödenen miktar asıl borçtan az olduğunda eksik ifa, fazla olduğunda da ribâ gerçekleşebilir. Hatta klasik fıkıh doktrinine göre böyle bir fazlalık keylî malların peşin mübâdelesinde dahi ribâya yol açmakta olup fazlalık faiziyle (ribe’l-fadl) ilgili meşhur hadisin bazı rivayetlerinde yer alan “ölçeği ölçeğine” (keylen bi-keylin) kaydı da (Müsned, II, 222; Buhârî, “BüyûǾ”, 75, 82) buna işaret eder (bk. FAİZ).

Hz. Peygamber, dinî ve hukukî borçların yerine getirilmesinde açıklığı ve uygulama birliğini sağlamak maksadıyla hacim ölçüsü birimleri konusunda Medineliler’in, ağırlık ölçüsü birimleri konusunda ise Mekkeliler’in ölçülerinin esas alınacağını bildirmiştir (Ebû Dâvûd, “BüyûǾ”, 8; Nesâî, “Zekât”, 44; hadisin farklı rivayetleri için bk. Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, s. 624-625). Hadislerde, satım akdinde ve onun bir türü olan selem ve arâyâ satımlarında mebîin vezin veya keyl olarak bilinir olmasının istenmesi de (Buhârî, “BüyûǾ”, 84; “Selem”, 7; Müslim, “BüyûǾ”, 64; İbn Mâce, “Ticârât”, 59) hukukî işlemlerin taraflar arasında uyuşmazlığa ve haksızlığa yol açacak derecede bir kapalılık taşımasını önlemeye yöneliktir. Ancak mislî malların tâbi olacağı ölçü birimini örf ve teamül belirlediğinden keylî olan bir mal zamanla veya farklı bölgelerde ve işlem hacimlerinde veznî veya veznî bir mal da keylî olabilmektedir. Meselâ buğday başta olmak üzere tahıllar eskiden keylî mal olduğu halde günümüzde özellikle de büyük miktardaki muamelelerde veznî olarak işlem görmektedir. Tuz vb. bazı maddeler de böyledir. Ancak fakihlerin çoğunluğu, fazlalık faizinin tahakkuk şartlarından söz eden hadiste (Buhârî, “BüyûǾ”, 74-82; Müslim, “Müsâķāt”, 81; Tirmizî, “BüyûǾ”, 23) geçen altı kalem maldan altın ve gümüşün veznî, diğerlerinin keylî mal olarak zikredilmiş olmasını esas alarak ribevî malların bu özelliklerini sonuna kadar koruyacakları görüşündedir. Onlara göre faize yol açmaması için bedeller arasında gerçekleşmesi gerekli olan eşitlik keylî mallarda keylen, yani hacim ölçüsü birimleriyle belirlenmek zorundadır. Aralarında belki de en dikkate değer tartışma, malın keylî veya veznî oluşunun yasağın illeti sayılıp sayılmayacağı ya da sayı ve uzunluk hesabına tâbi malların da bu kapsama alınıp alınmayacağı noktasındadır. Hanefîler’den Ebû Yûsuf başta olmak üzere bazı müctehidlere göre ise malların ölçü birimlerinin belirlenmesinde halkın teamülü esas olduğundan anılan hadislerde bazı malların ölçü birimlerinin zikredilmesi o günkü vâkıayı tesbit ve ifade anlamında olup bu konuda hiç değişmeyecek bir belirleme yapma gayesi taşımaz. Bunun için de ribevî malların keylî ve veznî oluşu örfî bir özelliktir.

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, II, 222; Buhârî, “BüyûǾ”, 74-82, 84, “Selem”, 7; Müslim, “BüyûǾ”, 64; “Müsâķāt”, 81; İbn Mâce, “Ticârât”, 59; Ebû Dâvûd, “BüyûǾ”, 8; Tirmizî, “BüyûǾ”, 23; Nesâî, “Zekât”, 44; Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, Kitâbü’l-Emvâl, Kahire 1396/1976, s. 624-625; İbnü’l-Hümâm, Fetĥu’l-ķadîr (Kahire), VI, 146-178; İbn Nüceym, el-Baĥrü’r-râǿiķ, VI,169-170; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr (Kahire), IV, 181-182, 203; a.mlf., MecmûǾatü’r-resâǿil, II, 115-118; Mecelle, md. 133, 1117, 1119; Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, İstanbul 1330, I, 231, 235; III, 335-342; Bilmen, Kamus2, VI, 10, 112; Mustafa Ahmed ez-Zerkā, el-Medħalü’l-fıķhiyyü’l-Ǿâm, Dımaşk 1387/1968, II, 885-886; a.e., (1384/1965), III, 150-156; Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, İstanbul 1982-87, II, 209-214; III, 14-15.

Beşir Gözübenli