KETHÜDÂ

Osmanlı devlet ve esnaf teşkilâtlarındaki bazı görevliler için kullanılan bir unvan.

Kelimenin Pehlevîce’den geldiği ve aslının katak-xvatai olduğu belirtilir. Farsça’da kedhudâ şeklini almış, Türkçe’de hem bu şekilde hem de bundan gelen kâhya biçiminde kullanılmıştır. Kedhudanın Farsça’da “ev, köy; taht” anlamındaki ked ile “sahip ve mâlik, efendi” mânasına gelen hudâ kelimelerinden oluştuğu ileri sürülür. Kedhüdânın Osmanlı Türkçesi’ne kehaya, kâya şekillerinde geçip halk ağzında kâhya biçiminde kullanıldığı yolundaki görüşe rağmen kâhya kelimesinin menşei henüz kesin olarak aydınlanmış değildir.

Kâhya ve kethüdâ hemen daima eş anlamlı olarak kullanılmakla birlikte devlet hizmetlerini ifa eden kethüdânın daha eski olduğu, sivil kuruluşlardaki hizmetlilerin unvanı olan kâhyanın ise çok sonra Osmanlılar zamanında ortaya çıktığı veya en azından resmî devlet hizmeti olarak pek kullanılmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim IV. Murad’ın, “Al bre kâhya” şeklindeki emrinin yeniçeri kethüdâsı tarafından hemen anlaşılmamış olması (Hammer, IX, 248) bu görüşü destekler mahiyettedir. Bu iki terim işlev açısından hemen aynı görevleri ifade etse de kullanım alanları bakımından aralarında küçük farklar bulunduğu görülmektedir. Hazine kethüdâsı, bostancılar kethüdâsı, kapıcılar kethüdâsı, baltacılar kethüdâsı, defter kethüdâsı, sadâret kethüdâsı, tersane kethüdâsı ve kul kethüdâsı örneklerinde görüldüğü gibi arşiv kayıtlarında ve Osmanlı kaynaklarında kethüdâ daha ziyade resmî devlet görevlileri için geçerken kâhya tabiri Osmanlı toplum ve idare hayatında oldukça uzun bir süre “hacı-heci”, “muhtar-kocabaşı” ifadelerindeki gibi genellikle gayri müslim kethüdâlar için kullanılmıştır. XVII ve XVIII. yüzyıllarda Osmanlı ülkesine askerî uzmanlık, elçilik gibi görevlerle gelen ve Osmanlı teşkilâtı üzerinde çalışmalar yapan Batılılar bu iki kelimeyi eş anlamda kullanmışlar, ancak resmî devlet görevlileri için kethüdâ yerine kâhyayı tercih etmişlerdir. Dinî kurumlar ve esnaf kuruluşlarındaki görevliler için de aynı ayırıma gidilmiştir. Sıradan halk için olan bu ayırım II. Mahmud döneminde müslümanların yaşadığı mahallelere muhtar, diğerlerine ise kâhya tayiniyle devam etmiştir.

Kethüdâ tabiri çeşitli değişimler içerisinde köklü ve uzun bir geçmişe sahiptir. Bu terimin en eski kullanım şekline İran’da II. Pers Krallığı (Partlar) zamanında hükümete karşı köyün temsilcisi olarak rastlanmaktadır. Safevîler devrinde ise önceleri “ev sahibi, aile reisi, evin yaşlısı ve büyüğü” demek iken zamanla anlamı genişleyerek mahalle yahut kabile reisi, hâkim, bir şehir veya köyün idarî hizmetlerinden sorumlu muhtar, vali, vergi toplamakla yükümlü kimseler olarak kullanıldığı görülmektedir. İran’da kethüdâların durumuyla ilgili olarak XIX. yüzyılın ikinci yarısında bazı hukukî düzenlemeler yapılmıştır. 1935’te kethüdâ toprak sahiplerinin hükümete karşı temsilinden sorumlu tutulmuştur.

Bu terimin Türk devletlerinde en erken kullanımı XIII. yüzyılda Anadolu Selçukluları’nda görülmektedir (Turan, s. 13, 62). Osmanlılar’da ise kuruluş yıllarından itibaren mevcut olduğu anlaşılmakla birlikte bilinen en eski kullanımına XV. yüzyıla ait kaynaklarda rastlanır. Meselâ Şeyh Bedreddin’in yanında bulunan Börklüce Mustafa, “Şeyhin katında kethüdâ idi” şeklinde anılırken “kazasker kethüdâsı, mahalle kethüdâsı” gibi tabirler de geçer (Anonim Tevârîh-i Âl-i Osmân, s. 57, 68). Gerek Anadolu Selçukluları’nda gerekse daha sonra Osmanlılar’da bölge, yer ve zaman farklılığı göstermek suretiyle kethüdâ ve kâhya karşılığı olarak şeyh, emin, baş, bey ve muhtar tabirleri de görülür. 1826 yılından sonra İstanbul’da muhtarlık teşkilâtının kurulması halk tarafından, “Mahallelere köy kâhyaları (kethüdâları) dikildi” şeklinde algılanmıştır.

Kethüdâ tabiri, Osmanlı devlet teşkilâtında XV. yüzyıldan itibaren “bazı devlet görevlilerinin işlerini yürüten yardımcı” anlamını da kazanmıştır. Devletin en üst kademesinde görev yapan sadrazamdan en alt seviyedekine kadar mülkî ve askerî erkândan pek çok görevlinin kethüdâ unvanını taşıyan yardımcısı bulunmaktaydı. Sivil hayatta da büyük konakların veya çiftliklerin işlerini yönetenler daha ziyade kâhya unvanıyla anılırdı. Osmanlı devlet teşkilâtındaki kethüdâlar arasında en önemlisi sadâret kethüdâsı idi. 1799 yılına kadar bu görevli sadrazamın Dîvân-ı Hümâyun’daki işleri yanında diğer vezirlerin işleriyle de ilgilenirken bu yıl içinde sadâret kethüdâsı Seyyid Mehmed Efendi’nin başvurusu üzerine kendisine sadece sadrazamın işleriyle meşgul olması bildirilmiştir (BA, HH, nr. 13283).

Mülkî erkân içerisinde sadâret kethüdâsından sonra beylerbeyi veya valilerin, bunların da altında sancak beylerinin özel kethüdâları gelmekteydi. Fâtih Sultan Mehmed veya II. Bayezid zamanında Anadolu ve Rumeli vilâyet kethüdâlarının teşekkül ettiği anlaşılmaktadır. Vilâyet kethüdâlarının başlıca görevleri bağlı oldukları beylerbeyine özellikle vergi tahsili zamanlarında yardım etmekti. Devletin büyümesine paralel olarak beylerbeyi kethüdâlıkları da artmıştır. XVI. yüzyılda Şam beylerbeyinin birden fazla kethüdâsı bulunmakta, bunlar suçluların tutuklanmasıyla da görevlendirilmekteydi (Bakhit, s. 208). Kethüdâların seçim ve tayinleri tamamen valinin takdirindeydi. Bazılarının kendisine ait sarayı ve şahsına intikal eden davalar için ayrı bir divanı dahi bulunmaktaydı. Halep vali kethüdâsı aynı dönemde yardımcılık yanında deli* sınıfının yöneticisi olarak da görev yapmıştı. Mısır’da valinin yardımcısı olan kethüdâların Türk asıllı olmaları zorunlu idi. Valilerin sancak beyleri yanında da bazı kethüdâları vardı. Mısır’da validen sonra en yetkili kimse, 1737 cizye reformunun ardından nâib veya vekili durumundaki kethüdâsıydı.

Beylerbeyi ve sancak beylerinin maiyetlerindeki kethüdâlardan başka birimleriyle ilgili işleri takip ve onları Bâbıâli’deki gelişmelerden haberdar etmek amacıyla


İstanbul’da ikamet eden özel yardımcıları da bulunur ve bunlara “kapı kethüdâsı” denirdi. Merkezde ayrıca bazı vilâyet defterdarlarının, Rodos kadısının, Kırım hanlarının, Eflak ve Boğdan voyvodalarının kapı kethüdâları da olurdu. XVI. yüzyılda Eflak ve Boğdan voyvodalarının özel yardımcıları için kethüdâ değil “âdem” ifadesi geçer (BA, MD, nr. 3, hk. 80, 102, 130). Gayri müslim olan bu kimselere daha sonraları kâhya denilmiştir.

Askerî teşkilâtta kethüdâ unvanını taşıyan görevlilerin en önemlileri, İstanbul’da bulunan kul kethüdâsı ile onun yardımcısı ve vekili durumundaki kethüdâyeri idi. Taşradaki yeniçerilerin başında görev yapan yeniçeri kethüdâları da vardı. Yine taşrada akıncı beylerinin kethüdâsı olup beyin bulunmadığı zamanlarda ona vekâlet ederdi.

Osmanlı sarayının harem teşkilâtında câriyelerin âmirine “kâhya (kethüdâ) kadın” denirdi. Vâlide sultan dairesine mensup olan bu görevlide âmirlik alâmeti olarak gümüş kaplı bir değnekle hünkâr dairesindeki eşyaları mühürlemek için padişahın mührü bulunurdu. Yardımcısına “hazinedar usta” denirdi. Başta sadrazam olmak üzere vezirlerin ve diğer erkânın konaklarında da harem kısmının sorumlusu olarak kâhya kadınlar vardı.

Taşra defterdarlarından bazılarının merkezdeki kapı kethüdâlarından başka görev yerlerinde “kethüdâ-yı defterdar” adlı bir yardımcısı daha olurdu. Meselâ Şam defterdarına zeâmet sahibi bir kethüdâ tarafından danışmanlık yapılmaktaydı (Bakhit, s. 144-145). Bedreddin Simâvî örneğinde görüldüğü gibi kazaskerlerin, hatta yüksek rütbeli kadıların da kethüdâları bulunurdu. Mısır kadısının maiyetinde sekreteri durumundaki kethüdâsı divan toplantılarına âmiriyle birlikte katılır ve bu sırada işlemeli bir başlık giyerdi. Mısır’da çavuşların, gönüllülerin, tüfekçilerin ve çerkezlerin de ayrı ayrı kethüdâları vardı.

Kethüdâ ve kâhyalar maaş karşılığı çalışırlar, bunlara ayrıca atıyye verilirdi. Başarılı kethüdâlar hizmetlerine karşılık daha üst memuriyetlere tayin edilir, kendilerine çeşitli nişanlar takılırdı. Gerek İstanbul’da gerek taşrada görevli kethüdâlarla ilgili şikâyetlerde devlet gayet hassas davranırdı. Kethüdâlar bağlı oldukları devlet görevlisinin durumuna göre itibar veya ceza görürlerdi.

XVII ve XVIII. yüzyıllarda kaza yöneticileri arasında kethüdâlar önemli yere sahipti. Şehirlerde sancak müteselliminin fonksiyonunu icra eden voyvodaların da kethüdâsı veya vilâyet kethüdâsı denilen yardımcıları vardı. Şehir kethüdâsı olarak da bilinen bu görevli halkın hizmetlerini görmek üzere seçilirdi. Buna “şehir âyanı” da denmiştir. XVII. yüzyılda şehir kethüdâsı sadece tüccar ve seçkin esnaftan değil askerî sınıf üyeleri ve şehir âyanı arasından da seçilebiliyordu. Bâbıâli tarafından 1786’da şehir âyanlığı lağvedildi, bunların yerine seçimle iş başına şehir kethüdâlarının getirilmesi kararlaştırıldı. Böylece merkezî hükümet âyanlar tarafından yapılan işleri bu kethüdâlara yüklemiştir. Halkın serbestçe seçtiği kethüdâlar, mahallî kadı veya yöneticilerden berat alma zorunluluğuyla yükümlü tutulmadıklarından idarecilerle halk arasındaki temsil işlevini daha rahat bir şekilde yapma imkânı elde etmişlerdir (İnalcık, Studies in Eighteenth Century, s. 45-50). Şehir kethüdâsı önemli bir görevli konumuna gelerek hukukî davalarda hazır bulunduğu gibi şehrin vergi, iltizam ve memur tayini işlerinde de etkili olmuştur. Beledî hizmetlerin çoğu kethüdâ tarafından yerine getirilir, bunun için kendisine “kethüdâiyye” adı altında bir ücret ödenirdi. Şehirlerin dışındaki yerleşim birimlerinin temsil görevini yerine getiren, vergi toplamada mahallî otoriteye yardımcı olan köy kethüdâları bulunurdu.

Göçebe aşiretler ve gayri müslim taşra cemaatlerinin de merkezî hükümetle olan münasebetlerinde aracılık ve vergi tahsili amacıyla aşiret / cemaat kethüdâları vardı. Oymak kethüdâları bağlı bulundukları boy beyi tarafından tayin edilmekte, haklarında ahalinin kefalet ve rızâsı istenmekte, idarede acziyeti ve vergi toplamada ihmalleri görülenler halkın şikâyeti üzerine azledilmekteydi (Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğunda Aşiretlerin İskânı, s. 15). XVII-XVIII. yüzyıllardaki iktisadî ve siyasî istikrarsızlık neticesinde sivil gruplar da kendilerini temsil etmek üzere kethüdâ veya kâhyalar seçmişlerdir.

Esnaf kethüdâ veya kâhyalarının başlıca görevleri, loncayı hükümete karşı temsil etmek ve hükümetin emirlerini üyelere bildirerek uygulanmasını sağlamak, esnaf arasındaki anlaşmazlıkları halletmek, birikimleri uygun şekilde kullanmak, yönetim kuruluna başkanlık etmek, es-naflığa girişte ve burada yükselişte törenler düzenlemek, esnafa verilecek narhların belirleneceği toplantılara katılarak bu narhlar üzerinden satış yapılmasını, haksız rekabete girilmemesini sağlamak ve bunun için tedbir almak, hükümetin istediği hizmet, ihtiyaç ve iş gücü ile esnaf ve sanatkârlara gerekli ham maddeyi temin ve tevzi etmek şeklinde özetlenebilir.

Gayri müslim esnaf kâhyaları esnafın cizye vergilerini toplayıp devlete vermekle de yükümlü tutulmuşlardı. Sorumlulukları alınan kararlarda yönetim kuruluyla birlikte, yürütmede ise yalnız başlarına idi. Seçimle göreve gelen, kötü tutum ve davranışları görülmedikçe ömür boyu iş başında kalabilen esnaf kâhyalarının ölümü veya görevden ayrılması halinde yerine yenisi seçilirdi. Kethüdâ, önceleri es-naf kuruluşlarında şeyhin yardımcısı durumunda iken XVI ve özellikle XVII. yüzyılda teşkilâtın gerçek başkanı haline gelmiştir. Kethüdâ usta ve ihtiyarlar arasından muhtemelen bir yıllığına seçilmekte, yeniden seçilmesi de mümkün olmaktaydı. 1657’de külâhçılar kethüdâlığında görüldüğü gibi müslüman ve gayri müslimlerin birlikte bulunduğu kuruluşlarda bazan seçimler tartışmalı olabiliyordu. Kethüdâlık çekişmelerinde kadıların oldukça yetkili olduğu anlaşılmaktadır. İşinin fazlalığı dolayısıyla esnaf kethüdâsı veya kâhyasına yiğitbaşı, davetçi, sancaktar, bekçi, duacı gibi görevliler yardım ederdi. Esnaf kethüdâları hak ve sorumluluklarını zamanla yiğitbaşılarla paylaşmışlardır. Esnaf kâhyalarının oluşturduğu kurul tarafından ömür boyu başkan seçilen kimseye “kâhyabaşı” denirdi. Bu görevli kâhya ve loncaların durumunu incelemek, es-naf davalarını yerinde çözümlemek, devlet yetkilileriyle temasta bulunmak, hükümetin emir ve kararlarını duyurmak, halkın şikâyetlerini merkeze iletmek, kurul adına devlet törenlerine katılmakla yükümlüydü.

Osmanlı hâkimiyeti döneminde Kuzey Afrika’da kethüdâ tabiri kullanılmamış, buna karşılık Tunus’ta vali yardımcıları veya idarî birim âmirleri için kâhya terimi yer almıştır. Kâhya yüksek dereceli bir memurun, yöneticinin yardımcısı, ikinci başkan anlamına gelmekte, savcı yardımcısına müdde-i umûmî kâhyası, başbakanlık müsteşarına da vezir kâhyası denilmekteydi. Cezayir’de ise kâhya terimi Cezayir beyinin vekili, aynı zamanda polis müfettişi, zâbıta âmiri için kullanılmaktaydı (Bontems, s. 49). Osmanlı Devleti’nde 1826 yılından itibaren merkeze paralel olarak taşrada da yenilikler yapılırken kethüdâ unvanı zamanla terkedilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, MD, nr. 2, hk. 390; nr. 3, hk. 59, 80, 102, 130, 240, 465, 495, 1623; nr. 7, hk. 482, 1881, 2341, 2413, 2483, 2509, 2603, 2634; nr. 44, hk.


32, 67, 82; BA, HH, nr. 13283; BA, İrâde-Dâhiliye, nr. 4869, 4992, 5434, 5517, 5522, 5750, 5758, 8082; BA, İrâde-Hâriciye, nr. 400, 426, 769, 1081, 1129, 1139, 1145, 1764, 1956; BA, İrâde-Meclis-i Vâlâ, nr. 1350, 1498, 1733; II. Bayezid Dönemine Ait 906/1501 Tarihli Ahkâm Defteri (nşr. İlhan Şahin - Feridun Emecen), İstanbul 1994, hk. nr. 60, 222; Anonim Tevârîh-i Âl-i Osmân (nşr. F. Giese, haz. Nihat Azamat), İstanbul 1992, s. 57, 68; D’Ohsson, Tableau général, VII, 17, 22, 28, 31, 32, 40, 43, 44, 45, 69, 82, 87, 94, 170, 172, 176, 183, 283, 315-316, 319, 324, 336; Hammer (Atâ Bey), IX, 248; Abdurrahman Vefik, Tekâlif Kavâidi, İstanbul 1328, I, 192-193; Mecelle-i Umûr-ı Belediyye, I, 496-768; Marsigli, Osmanlı İmparatorluğunun Askeri Vaziyeti, s. 76, 77, 196; Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları, I, 30, 195-199, 209, 211-213; a.mlf., Saray Teşkilâtı, tür.yer.; Emîr Celâleddin Gaffârî, Ferheng-i Ġaffârî, Tahran 1336, IV, 741, 742, 743; S. J. Shaw, The Financial and Administrative Organization and Development of the Ottoman Egypt: 1517-1798, Princeton-New Jersey 1962, s. 146, 184, 217, 330, 402; H. A. R. Gibb - H. Bowen, Islamic Society and the West, London 1967, I/1, s. 60, 84, 284; M. Çağatay Uluçay, Harem II, Ankara 1971, s. 33, 97, 136-137, 160, 165; C. Bontems, Manuel des institutions algériennes de la domination Turquie à l’indépendance, Paris 1976, s. 49; Halil İnalcık, “Centralization and Decentralization in Ottoman Administration”, Studies in Eighteenth Century Islamic History (ed. T. Naft - R. Owen), Carbondale 1977, s. 30, 35, 37, 45-50; a.mlf., “The Appointment Procedure of a Guild Warden (Ketkhuda)”, WZKM, sy. 76 (1986), s. 135-142; M. Adnan Bakhit, The Ottoman Province of Damascus in the Sixteenth Century, Beirut 1982, s. 96, 129, 144-145, 208; S. Faroqhi, Peasants, Dervishes and Traders in the Ottoman Empire, London 1986, s. 166-167; a.mlf., “Crisis and Change: 1590-1699”, An Economic and Social History of the Ottoman Empire: 1300-1914 (ed. Halil İnalcık - D. Quataeret), Cambridge 1994, s. 588, 592; Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğunda Aşiretlerin İskânı, İstanbul 1987, s. 13-15; a.mlf., “Ketқћudā”, EI² (İng.), IV, 893-894; Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, Ankara 1988, s. 13, 62; Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahîlik, Ankara 1989, s. 111, 127-134, 213; Tuncer Baykara, Osmanlı Taşra Teşkilatında XVIII. Yüzyılda Görev ve Görevliler (Anadolu), Ankara 1990, s. 7-9; A. K. S. Lambton, Landlord and Peasant in Persia, London 1991, s. 122, 167-168, 175, 190, 290, 338-339, 349, 398; Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapıları, Ankara 1991, s. 38-39, 41-44, 123-125; M. Winter, Egyptian Society Under Ottoman Rule: 1517-1798, New York 1992, s. 24, 39, 57, 195; D. Behrens-Abouseif, Egypt’s Adjustment to Ottoman Rule, Institutions, Waqf and Architecture in Cairo (16th and 17th Centuries), Leiden 1994, s. 79, 81, 159, 182; G. J. Koury, “The Ottoman Administration of the Province of Damascus at the end of the Eighteenth Century”, Studies in Islam, X/1-2, New Delhi 1973, s. 7, 14; Pakalın, II, 140, 251-255; Dihhudâ, Luġatnâme, XXII-A, s. 386, 389-392; Cl. Huart, “Kâhya”, İA, VI, 101; a.mlf., “Kelânter”, a.e., VI, 545.

Mehmet Canatar