KEMALPAŞAZÂDE

(ö. 940/1534)

Osmanlı şeyhülislâmı ve tarihçisi.

Asıl adı Şemseddin Ahmed’dir. Şehzade Bayezid’e (II. Bayezid) lalalık yapan büyükbabası Kemal Paşa’ya nisbetle Kemalpaşazâde, Kemalpaşaoğlu veya İbn Kemal diye anılır. 3 Zilkade 873’te (15 Mayıs 1469) dünyaya geldi. Bazı kaynaklarda Tokat’ta, bazılarında Edirne’de doğduğu kaydedilmekte, Amasyalı olduğu da ileri sürülmektedir (Amasya Tarihi, III, 224). İstanbul’un fethinde bulunan babası Süleyman Çelebi’nin 879’da (1474) Amasya muhafızlığına tayin edildiği ve Şehzade Bayezid’in maiyetinde bulunduğu anlaşılmaktadır. 883’te (1478) Tokat sancak beyliğine nakledilen Süleyman Çelebi İstanbul’da vefat etmiş ve babası Kemal Paşa’nın Eski Odalar civarındaki türbesine defnedilmiştir. Kemalpaşazâde’nin annesi, İran’dan gelip Tokat’a yerleşen Fâtih Sultan Mehmed dönemi kazaskerlerinden Küpelioğlu Muhyiddin Mehmed’in kızıdır (Mecdî, s. 215).

Kur’ân-ı Kerîm’i ezberledikten sonra Amasya ulemâsından Arap dili ve edebiyatı, mantık ve Farsça öğrenimi gören Şemseddin Ahmed önce askerî sınıfa girdi ve altı bölük sipahisi olarak II. Bayezid’in seferlerine katıldı. Kendisinden naklen Taşköprizâde, onun, Sadrazam Çandarlı İbrâhim Paşa’nın bir meclisinde 30 akçe ile Filibe müderrisi olan Molla Lutfî ünlü akıncı kumandanı Evrenosoğlu Ahmed’in üst tarafına oturunca ulemânın ümerâdan daha çok itibar gördüğüne kani olduğunu ve ilmiye sınıfına geçmeye karar verdiğini belirtir (eş-Şeķāǿiķ, s. 377). Önce Edirne’de Molla Lutfî’nin derslerine devam eden Şemseddin Ahmed ardından Kestelî Muslihuddin Mustafa, Hatibzâde Muhyiddin Efendi, Muarrifzâde Sinâneddin Yûsuf, Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi gibi âlimlerden ders alarak tahsilini tamamladı.

İlk olarak Anadolu Kazaskeri Müeyyedzâde Abdurrahman’ın desteğiyle 30 akçe yevmiyeli Edirne’deki Ali Bey (Taşlık) Medresesi müderrisliğine tayin edildi. Bu arada kendisine 33.000 akçe ihsan edilip Türkçe bir Osmanlı tarihi yazmakla görevlendirildi. Ardından 40 akçe ile Üsküp’teki İshak Paşa Medresesi’ne gönderildiyse de (911/1505) bir yıl sonra Edirne’ye dönüp Halebiye ve Üç Şerefeli medreselerinde çalıştı. Bir ara İstanbul’da Sahn-ı Semân’da ders veren Kemalpaşazâde (914/1508) tekrar Edirne’ye döndü ve buradaki Sultan Bayezid Medresesi müderrisliğine tayin edildi (917/1511).

Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı kamuoyunu Safevîler’e karşı hazırlamak amacıyla yazdığı risâlede Şah İsmâil’i ve akîdesini eleştirerek Şiîler’le yapılacak savaşın cihad sayılacağını belirtmesiyle şöhreti artan Kemalpaşazâde 921’de (1515) Edirne kadılığına, 14 Şâban 922’de (12 Eylül 1516) Anadolu kazaskerliğine getirildi. Bu görevde iken katıldığı Mısır seferinde padişahtan büyük itibar gördü ve beylerbeyi olarak tayin edilen Hayır Bey’e yardımcı sıfatıyla Mısır’ın tahririnde görev aldı. Bu sefer dönüşünde atının ayağından sıçrayan çamurun padişahın kaftanını kirletmesi üzerine Yavuz Sultan Selim’in, “ulemâ ayağından sıçrayan çamurların medâr-ı zînet ve bâis-i mefharet” olacağını söyleyerek kaftanının ölümünden sonra sandukası üzerine örtülmesi vasiyetinde bulunduğu rivayet edilir. Bu arada 21 Rebîülevvel 923’te (13 Nisan 1517) azledildiyse de 5 Rebîülâhir 923’te (28 Nisan 1517) tekrar vazifesine iade edildi (Feridun Bey, I, 454, 489). 924’te (1518) Karaman’ın tahririyle görevlendirilen Şemseddin Ahmed (Barkan, s. 39) ertesi yıl kazaskerlikten alındı ve 926 (1520) yılı başlarında 100 akçe yevmiye ile önce Edirne Dârülhadisi’ne, 928’de de (1522) buradaki Sultan Bayezid Medresesi’ne müderris tayin edildi. 930’da (1524) İstanbul’a gelerek Fâtih Medresesi’nde görevini sürdürdü. Nihayet Zenbilli Ali Efendi’nin yerine Şâban 932’de (Mayıs 1526) şeyhülislâmlığa getirildi. Bu makamda iken 2 Şevval 940 (16 Nisan 1534) tarihinde vefat etti ve Edirnekapı dışındaki Mahmud Çelebi Zâviyesi hazîresine defnedildi. 1971’de Haliç çevre yollarının yapımı sırasında parseller tamamen ortadan kaldırılırken Kemalpaşazâde’nin türbesi başka yere nakledilmiştir. Ölümü için tarih olarak düşürülen, “İrtehale’l-ulûmu bi’l-Kemâl” (Kemal’le birlikte ilimler de öldü) ibaresi onun ilmî kişiliğinin bir ifadesidir. Kemalpaşazâde’nin Edirne’de çiftliği ve değirmeni, dedesinin türbesi yanındaki mescide vakıfları vardır (Gökbilgin, s. 524).

Dönemlerinde yaşadığı üç padişahın sevgi ve saygısını kazanan Kemalpaşazâde hadis, tefsir, fıkıh gibi dinî ilimler başta olmak üzere tarih, edebiyat, felsefe, dil ve tıp alanlarında eser vermiş çok yönlü bir âlimdir. Birçok ilme olan vukufu ve bu alanlarda verdiği eserlerle XVI. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı ilim ve kültürünün en büyük temsilcilerinden biri olarak görülmektedir. Muhyiddin Mehmed b. Pîr Mehmed, Sa‘dî Sâdullah Efendi, Muslihuddin Mustafa, Celâlzâde Sâlih Çelebi ve Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi onun yetiştirdiği âlimlerden bazılarıdır. Taşköprizâde, Kemalpaşazâde’nin kendisinden önceki âlimleri unutturduğunu ve ilmin kaidesini çöktükten sonra yeniden ihya ettiğini söyler (eş-Şeķāǿiķ, s. 379). Kemalpaşazâde, daha genç yaşında Sa‘deddin et-Teftâzânî ve Seyyid Şerîf el-Cürcânî gibi âlimlerle mukayese edilmiş, Osmanlı ulemâsı arasında ilmî kudretinden dolayı “el-muallimü’l-evvel” unvanıyla anılmıştır. Talebesi Ebüssuûd Efendi de “el-muallimü’s-sânî” kabul edilmiştir. Takıyyüddin et-Temîmî onu, telifatının çokluğu ve çeşitli ilimlere olan vukufunun genişliği bakımından Celâleddin es-Süyûtî’ye benzetmekle birlikte meseleleri kavrayışı, muhakeme ve cedeldeki mahareti açısından Süyûtî’den üstün görür (eŧ-Ŧabaķātü’s-seniyye, I, 357). Kemalpaşazâde ilmiye mesleğine intisap ettikten sonra müderrislik, kadılık, kazaskerlik ve şeyhülislâmlık makamlarını elde etmiş, çok kısa süren bir mâzuliyet dönemi dışında devlet kademelerinde devamlı bir yükseliş göstermiştir. İlmî ihatası, muhakeme ve


münazara kudreti, şer‘î meseleleri çözme ve fetva verme konusundaki kabiliyetinden dolayı da “müfti’s-sakaleyn” (insanların ve cinlerin müftüsü) lakabıyla anılmıştır.

Eser verdiği hemen her ilim dalında karmaşık konuları cesaretle tartışan Kemalpaşazâde en muktedir âlimleri ehliyetle tenkit ederdi. Mısır’ın alınmasından sonra şöhretini duyan Mısır ulemâsı kendisini denemek istemişse de sonunda onun ilmî kudretini kabul etmek zorunda kalmıştır. Bizzat kendisi de bu kabiliyetinin farkında olarak Farsça hakkında yazdığı risâlesinde kendini, Arapça’ya dair kitabını Harem-i şerif’te eline alıp Araplar’a, “Gelin, atanızın dilini benden öğrenin” diyen Zemahşerî’ye benzetir.

Kemalpaşazâde, verdiği fetva ile İran’a yapılan seferin dinî ve hukukî gerekçelerini hazırlayarak bu savaşa rızâ göstermeyip çekimser kalan devlet adamlarına karşı padişahı güçlendirmiştir. Kanûnî Sultan Süleyman zamanında da hükümdarı Safevîler’e karşı mücadeleye teşvik etmiş, padişahın Şah Tahmasb’a gönderdiği mektupları bizzat kaleme almıştır. Felsefeciler yanında kelâmcıların da görüşlerini yakından bilen ve felsefî düşünce alanında Fahreddin er-Râzî ekolünü takip eden Kemalpaşazâde, tasavvufa karşı olmamakla birlikte şeriatın belirlediği çerçevenin dışına çıkan fikir ve uygulamalara karşı mücadele etmiş, bazı sûfîlerin yaptığı raks, semâ ve devranın haram olduğunu ileri sürmüştür. Muhyiddin İbnü’l-Arabî hakkında verdiği olumlu fetva Yavuz Sultan Selim üzerinde etkili olmuş, padişah, Mısır dönüşünde dört ay kadar kaldığı Dımaşk’ta Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin kabri üzerinde bir türbe ve yanında bir cami ile imaret yaptırmıştır. Kemalpaşazâde, birçok İslâm âlimi gibi tasavvufun asıl istikametinden sapmasını hoş karşılamamış, toplumun düzenini ve devletin bekasını tehdit edecek hareket ve davranışların ortaya çıkmasını engellemeye çalışmıştır. Vasiyetnâmesinde cenazesinin dervişane bir şekilde kaldırılmasını ve kabri üzerine türbe yapılmayıp sadece bir taş dikilmesini istemesi de onun sade bir dinî yaşayışı tercih ettiğini göstermektedir.

Tarihçiliği. Kemalpaşazâde’nin tarih alanındaki başlıca eseri II. Bayezid’in arzusuyla kaleme aldığı Tevârîh-i Âl-i Osmân’dır. II. Bayezid, İdrîs-i Bitlisî’ye Farsça bir Osmanlı tarihi yazma görevini verirken Kemalpaşazâde’den de herkesin anlayabileceği Türkçe bir tarih yazmasını istemiş ve kendisine 30.000 akçe ihsan etmiştir. 30 akçe yevmiyeli genç bir müderrise böyle bir görevin verilmesinde yine Kazasker Müeyyedzâde Abdurrahman’ın rolü olmuştur.

Her padişah dönemi için ayrı bir cilt (defter) yazan Kemalpaşazâde, 916 (1510) yılı olaylarına kadar getirdiği sekiz ciltlik tarihini II. Bayezid’e sunmuştur. Daha sonra Kanûnî Sultan Süleyman’ın isteğiyle eserini kaldığı yerden devam ettirerek Mohaç seferi sonuna, yani 933 (1527) yılına kadar getirmiştir. Böylece Tevârîh-i Âl-i Osmân, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 1527 yılına kadar gelen on ciltlik büyük bir eser niteliği kazanmıştır. Ancak IX ve X. defterlerin mevcut nüshaları bu devre olaylarının toptan kaleme alınmadığını göstermektedir. Yavuz Sultan Selim dönemine ait defter de onun saltanatının bütün olaylarını ihtiva etmeyip Çaldıran seferinden Amasya’ya dönüşü ile sona ermektedir. Kanûnî devrine ayrılan defterde de eksik konular vardır. Kemalpaşazâde eserinin son bölümü olan Mohaç seferine özel bir önem verdiğinden bu bölümün istinsahları Mohaçnâme diye tanınmıştır. Aynı şekilde Fâtih dönemine ait VII. defterin İstanbul’un fethi bölümünün istinsahları da onun Târîh-i Feth-i Kostantiniyye adlı ayrı bir eseri olduğu zannını uyandırmıştır (TCYK, s. 125).

Tevârîh-i Âl-i Osmân’ın VII. defteri dışında doğrudan müellifinin kaleminden çıkan nüshalarından hiçbiri günümüze ulaşmamıştır. Mevcut nüshalar genellikle XVII. yüzyıldan bu yana yapılmış istinsahlardır. Eserin Çelebi Mehmed devrini ihtiva eden V. defteriyle II. Murad dönemine ayrılan VI. defterinin 847 (1443) yılına kadar olan kısmı ve Yavuz Sultan Selim zamanına ait IX. defterin Mısır seferi bölümü mevcut değildir. Tevârîh-i Âl-i Osmân’ın İstanbul kütüphaneleri dışında Avrupa ve Mısır’daki nüshalarının en önemlisi Paris Bibliothèque Nationale’de kayıtlı olanıdır. II. Murad, Fâtih, II. Bayezid ve Yavuz dönemlerine ait çeşitli bölümlerden oluşan bu karma nüsha, tahtı oğlu Mehmed’e bırakıp Manisa’ya çekilmesinden (1444) ölümüne kadar II. Murad dönemi olaylarını da ihtiva etmektedir ki VI. defterin bilinen tek kısmı budur (Blochet, I, 157).

Benzeri Osmanlı tarihleri gibi Tevârîh-i Âl-i Osmân da siyasî olayların ağırlıklı olduğu bir eserdir. Kitapta teşkilât ve kültür tarihine ait birçok kayıt varsa da bunlar satır aralarına serpiştirilmiştir. Olaylar kronolojik sırayla anlatılmıştır. Kemalpaşazâde eserini yazarken kullandığı kaynaklarından sadece üçünün adını verir. Ancak Neşrî, Rûhî, Şükrullah, Nişancı Mehmed Paşa, Tursun Bey gibi kendinden önceki tarihçilerin eserlerini ve anonim Tevârîh-i Âl-i Osmân’lar ile Târihî Takvimler’i de kullandığı anlaşılmaktadır. Onun önemli şifahî râvileri arasında ise Çandarlı İbrâhim Paşa, Kırım Hanı Mengli Giray, Uzguroğlu Îsâ ve Otranto seferine katılan bir sipahi bulunmaktadır. Kemalpaşazâde, kaynaklarını aynen aktarma yoluna gitmeyip edindiği bilgileri karşılaştırarak bir senteze varmak istemiştir. Kaynakların birbirini tutmadığını görünce de doğru olduğuna kanaat getirdiği rivayetlere yer vermiş, diğer kayıtlara sadece işaret etmekle yetinmiştir. Bir hânedan tarihi yazmakla görevlendirilmiş olduğu halde yer yer olayları eleştirmekten çekinmemiştir. Ancak bu tür eleştirilerin Fâtih dönemine ilişkin olması ve Şehzade Cem etrafında yoğunlaşması dikkati çekmektedir. Bunun da Bayezid-Cem mücadelesinin tabii bir yansıması olduğu anlaşılmaktadır.

Öte yandan Kemalpaşazâde, Osmanlı Devleti’nin hızla gelişmesinin sebepleri üzerinde de durmuştur. Ona göre Osmanlılar Sâmânîler, Gazneliler, Selçuklular ve Hârizmliler gibi metbûlarına karşı isyan etmemiştir ve Osmanlı Devleti’nde


herkes kanun ve nizamlara uymuştur. Devletin sürekliliğini sağlayan unsurlar para ve asker olmuş, fakat Osmanlı zenginliği zulümle toplanan paralara dayanmayıp Anadolu’nun zenginliğinden kaynaklanmıştır. Daima Batı’ya Bizans’a doğru genişlemeye çalışma ve “gazilerin ayağının bağı” olmadıkları sürece Anadolu’daki Türk beyliklerine karşı savaşa girmeme gibi akıllıca bir siyaset güdülmüştür. Padişahlar başşehirlerinden uzun süre ayrı kalmamaya özen göstermişler, sefere çıktıklarında da yerlerine güvenilir bir vekil bırakmışlardır. Aristokrat zümreye yer verilmeyen Osmanlı düzeninde yöneticiler genellikle devşirme (gılman) sınıfından yetiştirilmiş, böylece hiç kimse “meydân-ı saltanatta cevelân etmeye mecal” bulamamıştır.

Kemalpaşazâde’nin tarihçiliğinde belirtilmesi gereken bir başka nokta Türk ve Türklük anlayışıdır. Müellif bu kavramları aşağılamamakta, “kaba Türk, Etrâk-i bî-idrak” gibi nitelemelere yer vermemektedir. Ordudan söz ederken de genellikle “Türk, Türk askeri” demektedir. Ayrıca Türk ile Türkmen’i birbirinden ayırmakta, Osmanlılar’ı Türk, Akkoyunlular’ı Türkmen saymakta, Moğollar’ı ise “hilâf-ı cins” kabul etmektedir. Ertuğrul Gazi’nin Anadolu içlerine doğru ilerlerken rastladığı savaşta Selçuklular’a yardım etmesi karşılığında Karacadağ yöresine yerleştirildiği rivayetini naklederken gösterdiği gerekçe de bunu kanıtlamaktadır. Bayatlı Hasan bunu din gayretine, Neşrî mertliğe bağlarken Kemalpaşazâde kavmiyet gayretine dayandırmaktadır.

Eserini II. Bayezid’in emri gereği Türkçe yazan, hatta buna uymak için özellikle Türkçe kelimelere geniş yer veren Kemalpaşazâde Arapça ve Farsça’nın etkisinden de kurtulamamıştır. Ayrıca seciye dikkat ettiği için Tevârîh-i Âl-i Osmân edebî bir nitelik kazanmıştır. Bu önemli yanlarına rağmen Tevârîh-i Âl-i Osmân XIX. yüzyıla kadar ismen bilinen, fakat kaynak olarak kullanılmayan bir eser olarak kalmıştır. Bunda Âyîne-i Zurefâ müellifi Cemâleddin Mehmed’in belirttiği gibi (s. 20) onun Çağatayca muhtasar bir kitap sanılması başlıca etken olmuştur. Eserden geniş ölçüde ilk yararlanan kişi Hayrullah Efendi’dir. Şimdiye kadar Mohaçnâme adıyla anılan bölümü 1859’da Fransızca tercümesiyle birlikte Pavet de Courteille tarafından yayımlanmış, bunu eserin Osman ve Orhan Bey ile Fâtih Sultan Mehmed dönemlerine ait I, II ve VII. defterleri takip etmiştir (nşr. Şerafettin Turan, VII. defter, tıpkıbasım 1954, transkripsiyon 1957; I. Defter, eski harflerle 1970; II. defter, eski harflerle 1983). Eserin VIII. defterinin Kanûnî’nin emriyle yazılan kısmı ile IX. defterini Ahmet Uğur hazırlamıştır (Berlin 1985). Ayrıca VIII. defterin tamamı yine Ahmet Uğur tarafından yayımlanmıştır (Ankara 1997). X. defterin tamamını Şefaettin Severcan (Ankara 1996), IV. defteri de Koji Imazawa (Ankara 2000) neşretmiştir. Kemalpaşazâde’nin Mısır’da iken İbn Tağrîberdî’nin en-Nücûmü’z-zâhire adlı tarihini Türkçe’ye çevirdiği belirtilirse de (Keşfü’ž-žunûn, II, 1933) bunun herhangi bir nüshasına rastlanmamıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Külliyyât-i Dîvân-i Kabulî (nşr. İsmail Hikmet Ertaylan), İstanbul 1948, s. 206; Sehî, Tezkire, s. 43; Taşköprizâde, eş-Şeķāǿiķ, s. 377-379; Latîfî, Tezkire, s. 79; Feridun Bey, Münşeât, I, 454, 489; Mecdî, Şekāik Tercümesi, s. 215, 381-385; Âlî Mustafa, Künhü’l-ahbâr, Nuruosmaniye Ktp., nr. 3407, vr. 265a-266a; Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-tevârîh, İstanbul 1280, II, 615; Temîmî, eŧ-Ŧabaķātü’s-seniyye, I, 357; Peçuylu İbrâhim, Târih, I, 50, 124 vd.; Keşfü’ž-žunûn, II, 1933; a.mlf., Süllemü’l-vüśûl ilâ ŧabaķāti’l-fuĥûl, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1887, vr. 20b; Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, Süleymannâme, Bulak 1248, s. 204 vd.; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 180; Cemâleddin, Âyîne-i Zurefâ, İstanbul 1314, s. 19-20; Devhatü’l-meşâyih, s. 16 vd.; Hammer-Purgstal, “Über ein Chronogramm zur Bewillkommung Kemal Efendi’s”, Sitzungsberichte der philosophisch-historischen Classe der Akademie der Wissenschaften, Wien 1851, VI, 326-328; Leknevî, el-Fevâǿidü’l-behiyye, s. 21-22; İlmiyye Salnâmesi, s. 346 vd.; Amasya Târihi, III, 224, 227, 230; Cemîl el-Azm, ǾUķūdü’l-cevher fî terâcimi men lehüm ħamsûne taśnîfen femiǿe feekŝer, Beyrut 1326, I, 217 vd.; Blochet, Catalogue-Suppl., I, 157; Barkan, Kanunlar, s. 39; Brockelmann, GAL, II, 449-453; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, 668-671; TCYK, s. 120-125; Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livâsı, s. 19, 22-23, 272, 332-333, 479, 524; Levend, Gazavatnâmeler, s. 4, 17-18, 43-45, 170, 173; Karatay, Türkçe Yazmalar, I, 593; II, 26, 248, 326, 347-348, 353; R. Brunschvig, “Kemâl Pâshâzâde et le Persan”, Mélanges d’orientalisme offerts à Henri Massé, Téhéran 1963, s. 48-64; Babinger (Üçok), s. 54, 68-71; a.mlf., “Kemāl Paѕћa Zāde”, EI, IV, 851-852; R. C. Repp, The Müfti of Istanbul, Oxford 1986, s. 224-239; Ahmet Uğur, İbn-i Kemal, İzmir 1987; a.mlf., “Dresden’de Kemal Paşazâde’ye Atfedilen Yazma Eserler”, AÜ İlâhiyat Fakültesi İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, sy. 3, Ankara 1977, s. 315-343; a.mlf., “Kemal Paşazâde’nin VIII. Defteri”, EÜ İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 3, Kayseri 1986, s. 89-110; a.mlf., “Kemal Paşazâde’nin VIII. Defteri”, EÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sy. 3, Kayseri 1989, s. 197-208; Şerafettin Turan, “İbn Kemâl’in Tarihçiliği ve Tarih Metodolojisi”, Şeyhülislâm İbn Kemâl Sempozyumu (haz. S. Hayri Bolay v.dğr.), Ankara 1989, s. 120-126; a.mlf., “İbn Kemâl’in Kanûnî Süleyman’a Bir Mektubu”, TV, II/17 (1958), s. 221-224; M. A. Yekta Saraç, Şeyhülislam Kemal Paşazade: Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri ve Bazı Şiirleri, İstanbul 1995; Mehmed Ârif, “Sultan Selim Han-ı Evvel ile İbn Kemâl’in Bir Musahabesi”, TOEM, IV/22 (1913), s. 1411 vd.; V. L. Ménage, “An Autograph of Kemalpashazade’s Tevarikh-i Âl-i Othman, Book VII”, BSOAS, XXIII (1960), s. 250-264; a.mlf., “Kemāl Paѕћazāde”, EI² (İng.), IV, 879-881; Atsız, “Kemalpaşaoğlu’nun Eserleri”, ŞM, VI (1966), s. 71-112; VII (1972), s. 83-135; Reşat Öngören, “Şeriatin Kestiği Parmak: Kanûnî Sultan Süleyman Devrinde İdam Edilen Tarikat Şeyhleri”, İLAM Araştırma Dergisi, I/1, İstanbul 1996, s. 123-131; İsmet Parmaksızoğlu, “Kemâl Paşazâde”, İA, VI, 561-566.

Şerafettin Turan




Fıkhî Görüşleri. Kemalpaşazâde birçok medresede görev alıp İslâm hukuku alanında ders vermesi yanında kadı, kazasker ve şeyhülislâm olarak uzun süre yasama ve yargı alanlarında faaliyet göstermiş, İslâm hukukunun usul ve fürûuna dair çeşitli eserler kaleme almıştır. Türk âlimlerinden başka Zeynüddin İbn Nüceym, Alâeddin el-Haskefî, İbn Âbidîn gibi Arap ulemâsı da eserlerinde Kemalpaşazâde’nin görüşlerine yer vermiş ve zaman zaman onu eleştirmiştir.

Kemalpaşazâde’nin İslâm hukuk literatürüne en önemli katkılarından biri şüphesiz fakihlerin sınıflandırılmasına yönelik çalışmasıdır. Klasik literatürde genellikle fakihlerin ictihad ehliyetine göre sınıflandırılmasında “müstakil-gayri müstakil”, “mutlak-müntesib”, “mutlak-mukayyed” veya “şeriatta müctehid-mezhepte müctehid” şeklindeki ikili tasnif benimsenmişken Kemalpaşazâde Risâle fî duħûli veledi’l-bint fi’l-mevķūfi Ǿalâ evlâdi’l-evlâd adlı risâlesinde çocukların çocuklarına yapılan vakıflara kızın çocuklarının da dahil edilmesi meselesini tartıştıktan sonra bu problemin Hanefî mezhebi içinde ileri sürülen görüşlerin tartışmada taraf olan âlimleri derecelendirmek suretiyle aşılabileceği kanaatine varır ve fakihleri dinî konulardaki yetkinliklerine göre şu yedi sınıfa ayırır: Şeriatta müctehid, mezhepte müctehid, mesâilde müctehid, ashâbü’t-tahrîc, ashâbü’t-tercîh, ashâbü’t-temyîz ve mukallid. Adı geçen risâlenin eki mahiyetinde olan bu kısım asıl metinden ayrılıp müstakil bir risâle gibi çoğaltıldığından kütüphane kataloglarında ve pek çok kaynakta müellifin ayrı bir eseri gibi gösterilmiştir. Bu tasnif çalışması daha sonraki Hanefî literatürü


üzerinde etkili olmuş ve birçok eserde aynen veya özet olarak iktibas edilmiştir (meselâ bk. Temîmî, I, 32-34; İbn Âbidîn, I, 77). Temîmî gibi pek çok âlim tarafından takdirle karşılanan tasnifi Kazanlı âlim Şehâbeddin el-Mercânî şiddetle eleştirmiştir. Bu sınıflamanın daha önce hiç kimse tarafından yapılmadığını söyleyen Mercânî, büyük fakihlerin ve ulemânın ileri gelenlerinin tamamlanmış bir halka gibi oldukları için uçları tesbit edilemeyeceğinden onlara nisbetle böyle bir genel kural koymanın neredeyse imkânsız olduğunu vurgular. Ayrıca Kemalpaşazâde’nin her sınıfı tanımlayan ifadelerini yine onun kendisinin verdiği örneklerden hareketle eleştirir, ashâbü’t-tercîh ile ashâbü’t-temyîz arasındaki farkı ortaya koyamadığını ileri sürer ve geçmiş ulemâyı çok iyi tanımadığı halde onları sınıflandırıp derecelendirmeye kalkıştığını söyler (Nâžûratü’l-ĥaķ, s. 58-65).

Bir mezhebe mensup olmayı müslüman için esas kabul eden Kemalpaşazâde, Hanefî mezhebinin diğerlerinden üstün olduğunu, bu mezhep dışındaki mezhepleri bâtıl sayan kişiye bir şey yapılmayacağını belirtmekle birlikte kendisi diğer mezheplere olumlu yaklaşmakta, Hanefî mezhebinde câiz olmayan bir hususta bir başka mezhebin taklit edilebileceğini kabul etmektedir. Meselâ kocası kaybolduğu için nafakasını temin edemeyen bir kadının Şâfiî mezhebine geçerek Şâfiî kadısı tarafından boşanmasına hükmedilip bir başkasıyla evlenmesi halinde daha sonra çıkıp gelen eski kocası tarafından nikâhlanamayacağına dair fetva vermiş, ancak Ebüssuûd Efendi, Diyârırûm’da Şâfiî mezhebine geçmenin sultan tarafından yasaklandığını belirterek Kemalpaşazâde’ye karşı çıkmıştır (Düzdağ, s. 67). Kemalpaşazâde, namazda bir başka mezhepten imama uymayı ise imamın Hanefî mezhebine göre namazı bozan bir şey yapmaması şartına bağlar (mezhep anlayışını yansıtan fetvaların metinleri için bk. Lâlî Ahmed Efendi Saruhânî, vr. 21b, 29a; Ökten, s. 101).

Kemalpaşazâde, Osmanlı kanunnâmelerinin hazırlanmasında etkin olmuş isimlerdendir. Anadolu kazaskerliği görevinde iken 924 (1518) yılında Karaman eyaletinin defter emini olarak vazife yaptığı gibi Mısır alındıktan sonra Hayır Bey ile birlikte Mısır arazisinin tahririyle de görevlendirilmiş, Mısır kanunnâmesinin hazırlanmasında önemli rol oynamıştır. Osmanlı kanunnâmelerinin şer‘î hukuka uygunluğunu sağlamada büyük gayretleri olduğu da anlaşılmaktadır. Nev‘îzâde Atâî, onu kanunnâmeleri şer‘î hukuka tatbik gayretinden dolayı muallim-i evvel, Ebüssuûd Efendi’yi ise muallim-i sânî olarak zikreder (Zeyl-i Şekāik, s. 185). Kâtib Çelebi de her iki şeyhülislâmın kanunların çoğunu şer‘î hukuka uygulayıp makam ve mevkilerdeki aksaklıkları ıslah ederek devlet işlerine gereği gibi nizam verdiklerini belirtir (İslâm’da Tenkid ve Tartışma Usûlü, s. 133). Gerçekten de kanunnâmelerdeki maddelerle Kemalpaşazâde’nin bazı fetvaları karşılaştırıldığında görülen yakınlık, bilhassa Fâtih Sultan Mehmed ve II. Bayezid kanunnâmelerinde mevcut olmayan bazı kanunların Yavuz Sultan Selim ve Kanûnî Sultan Süleyman kanunnâmelerinde yer alması, Nev‘îzâde Atâî ve Kâtib Çelebi’nin ifadeleri de göz önüne alınınca kesin olmasa bile kanunların bu fetvalara uygun olarak çıkarıldığı şeklinde yorumlanabilir (örnekler için bk. Ökten, s. 83-85). Birçok fetvasında örfî hukuka karşı şer‘î hukuku savunan Kemalpaşazâde, ehl-i örfün şer‘î hukuka aykırı tasarruflarının geçersiz olduğuna ve şer‘î hukuka aykırı olan örfî hukuka göre idam cezasına çarptırılanların asılması için ehl-i örfe hüccet veren kadının günahkâr olacağına dair fetva vermiştir (Selle, s. 18). Buna karşılık bir fetvasında kâfir esir alıp satmanın câiz olmakla birlikte padişah tarafından yasaklandığını belirtmesi (Lâlî Ahmed Efendi es-Saruhânî, vr. 33a), şeriatın izin verdiği konularda padişahın yasaklama getirebileceğini kabul ettiğini göstermektedir.

Yazdığı müstakil risâleler ve verdiği fetvalarla Kemalpaşazâde Osmanlı toplumunda birçok uygulamanın yerleşmesine öncülük etmiştir. XVI. yüzyılda Osmanlı ulemâsı arasında yoğun bir şekilde tartışılan para vakıflarının meşruiyetine dair tesbit edilebilen ilk müstakil çalışmayı ortaya koyan Kemalpaşazâde (Risâle fî cevâzi vaķfi’d-derâhim ve’d-denânîr), bu eserinde Hanefî âlimlerinin konuyla ilgili leh ve aleyhteki görüşlerini değerlendirip sonuçta para vakıflarının câiz olduğu kanaatini benimseyerek bu husustaki resmî görüşü belirlemiş, uygulamanın nasıl yapılması gerektiği konusunda genel çerçeveyi tayin etmiş ve kendisinden sonra konuyu ele alıp inceleyen Sofyalı Bâlî Efendi, Ebüssuûd Efendi gibi meşruiyet taraftarlarına öncülük etmiştir. Ayrıca muâmele-i şer‘iyyenin cevazına karşı çıkarak bu tür muamelenin hile olduğunu ve bundan hâsıl olan kârın haramlığını savunan kimselerin kâfir olup imanlarını yenilemeleri gerekeceğini, bu inançtan dönmedikleri takdirde idam edilmeleri lâzım geleceğini ileri sürmüştür (Lâlî Ahmed Efendi Saruhânî, vr. 30b, 36a). Daha önceki birçok fakihin aynı gerekçelerle bu muameleye karşı çıktığı bilindiğine göre Kemalpaşazâde’nin bu kadar sert bir fetva vermesinin sebebi toplumsal düzeni koruma amacına yönelik olmalıdır.

Kemalpaşazâde’nin fetvaları o günkü Osmanlı toplumunun dinî, ahlâkî ve hukukî yapısı yanında siyasî ve içtimaî hayatı yansıtması bakımından da oldukça önemli belgelerdir. Şah İsmâil ile Şiîler’e karşı açılacak savaşlarda diğer din düşmanlarıyla yapılacak savaşlar gibi cihad hükümlerinin geçerli olacağı, onların kestiklerinin yenmez ve nikâhlarının bâtıl olduğu şeklindeki fetvası İran’a yapılan seferin dinî zeminini ve gerekçelerini hazırlamış, Hersekzâde Ahmed Paşa ve Pîrî Mehmed Paşa gibi vezirlerin muhalefetine rağmen Mısır seferine çıkılması yönünde görüş bildirmiştir. İstanbul’a gelerek Hz. Îsâ’nın Hz. Muhammed’den üstün olduğunu savunan Molla Kābız ile önce ilmî tartışma yapmış, kendisini ilzam ettikten sonra da onun görüşlerinde ısrar etmesi üzerine katline fetva vermiştir. Yine mânen belli bir seviyeye yükselenlerden şer‘î yükümlülüklerin kalktığı ve haramla helâl arasında fark kalmadığı gibi bazı düşüncelere sahip olan Bayramî-Melâmî şeyhlerinden İsmâil Ma‘şûkī ile bir kısım müridlerinin idam fetvalarını Kemalpaşazâde’nin verdiği de bazı müelliflerce belirtilmektedir (Atâî, s. 88-89). Kemalpaşazâde fetvalarında bid‘atlarla da mücadele etmiş, meselâ hastaların Karacaahmet Zâviyesi’nde veya patrikhânede şifa aramalarını dinen çok sakıncalı bulmuştur (Lâlî Ahmed Efendi Saruhânî, vr. 27b, 34a; Kılıçer, Şeyhülislâm İbn Kemal Sempozyumu, s. 193).

Onun fetvaları arasında tasavvuf ve mutasavvıflarla ilgili olanları oldukça önemli bir yekün tutmaktadır. Kendisi tasavvuf yolunun sahih olduğunu (Lâlî Ahmed Efendi Saruhânî, vr. 7a), evliyanın hallerine inanılması gerektiğini ve onların ruhaniyetinden medet ummanın önemli olduğunu belirterek dualarını almayı tavsiye etmiştir (Muhyî-i Gülşenî, s. 394-396, 422). Ancak tasavvufun sahih


bir yol olmasını meşrû sınırları aşmaması şartına bağlayarak âlimlerin fetvalarını ve sözlerini dinlemeyip, “Şeyhim böyle söyledi” demenin tasavvuf sayılamayacağını belirtmiş, zikir esnasında yapılan devran, raks, semâ âyiniyle ilgili fetvalarında bunlara karşı tepkisini sert şekilde ortaya koymuş, hatta bu konuda oldukça ileri giderek raks ve devranı helâl sayanların kâfir olacağını ileri sürmüşse de (fetva metinleri için bk. Lâlî Ahmed Efendi Saruhânî, vr. 4a-7a; Özer, s. 330-332) devranın cevazına dair bir fetvası da bulunmaktadır (metni için bk. Atâî, s. 171). Zikir esnasında edepli şekilde dönmenin semâ diye adlandırılacağını belirtirken (Lâlî Ahmed Efendi Sarûhânî, vr. 5) aslında devranın ibadet niyetiyle yapılanına karşı çıktığını vurgulamaktadır.

Kemalpaşazâde, Muhyiddin İbnü’l-Arabî hakkında kaleme aldığı, Fîrûzâbâdî’nin fetvasıyla birlikte İbnü’l-Arabî’nin türbesine yazılan Arapça fetvada ona karşı çok saygılı ifadeler kullanarak zâhir ehlinin anlayamayacağı meseleler içerdiğini söylediği Fuśûśü’l-ĥikem ile el-Fütûĥâtü’l-Mekkiyye’yi savunmakta (bu fetvaya karşı Ârif Mehmed b. Fazlullah el-Hüseynî’nin yazdığı reddiye için bk. Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 2680), Türkçe bir fetvasında ise Fuśûśü’l-ĥikem’in müslümanları dinden çıkarmak için yahudilerce yazıldığını ve bu kitaba inananın kâfir olacağını söyleyen kişinin tövbe etmesi gerektiğini belirtmekle birlikte (Ökten, s. 113) İbnü’l-Arabî’nin savunduğu bilinen vahdet-i vücûd anlayışı ve Firavun’un âhirete imanla gittiği iddiası gibi bazı tasavvufî görüşlere karşı sert fetvaları da bulunmaktadır (a.g.e., s. 114; Lâlî Ahmed Efendi Saruhânî, vr. 27b). Yine aleyhte karar çıkarmak isteyen Sadrazam İbrâhim Paşa’nın arzı ve Kanûnî Sultan Süleyman’ın emriyle İbrâhim Gülşenî’nin Ma‘nevî adlı eserini inceleyen Kemalpaşazâde zâhir ehlinin bunun mânasına vâkıf olamayacağını, eserin birçok ilâhî sırrı içerdiğini, bu kitabın çoğunlukla Kur’an’ı tefsir edip hadisleri açıkladığını belirtir (Muhyî-i Gülşenî, s. 420-422).

Kemalpaşazâde zaman zaman klasik Hanefî doktrinine aykırı fetvalar da vermiştir. Meselâ bir erkek karısını hayız durumunda veya hamile iken yahut kendisiyle zifafa girmeden üç talâkla boşadığında bununla bir talâk gerçekleşeceği görüşü İbn Âbidîn tarafından bâtıl bir olarak nitelendirilmiştir (Minĥatü’l-ħâliķ, VII, 13). Öte yandan Kemalpaşazâde’den birbiriyle çelişen fetvalar da nakledilmektedir. Nitekim esrarla ilgili olarak verdiği üç ayrı fetvadan anlaşıldığına göre kişinin hal ve tavırlarını değiştirip ona hezeyan söyletecek mertebeye vardırmayan esrar haram olmaz. Ona göre müteahhir Hanefî âlimlerinin esrarın azının ve çoğunun haramlığına fetva verdikleri ve helâlliğine fetva verenin bid‘atçı ve zındık olduğu yolundaki rivayet âlimlere yakışan bir söz değildir (Lâlî Ahmed Efendi Saruhânî, vr. 44a-b; Düzdağ, s. 229). Ancak bir başka fetvasında az veya çok olsun es-rarın keyif için yenmesinin haram olacağını açıkça belirtmektedir (Lâlî Ahmed Efendi Saruhânî, vr. 40b). Bu son görüşe katılan ve helâl sayıp esrar yiyenlerin mürted olacağını savunan Ebüssuûd Efendi de konuya açıklık getirerek Kemalpaşazâde’nin fetvasında, “keyif için yemek helâldir” diyenin tövbe etmesi gerektiğini ve bu sözle dinden çıkılmayacağını söylemesinin halkın çoğunluğu tarafından helâl şeklinde anlaşıldığını kaydeder (Düzdağ, s. 229-230). Bu farklı fetvalar onun kanaat değiştirdiği şeklinde yorumlanabileceği gibi çeşitli sebeplerden kaynaklanan yanlışlıklar da söz konusu olabilir. Nitekim bir rivayete göre aynı hafta içinde verdiği beş fetvada hata ettiğini daha sonra anlayınca fetva verdiği kimseleri bulup hatasını bildirmek istemişse de bu mümkün olmamış, bunun üzerine fetva verdiği konulardaki hatasını itiraf ederek doğru görüşü yaymaya çalışmıştır (Atâî, s. 350).

Eser telif etmekle de meşgul olan Kemalpaşazâde’nin günde 1000 kadar soru için fetva verdiği nakledilirse de bu rivayet onun çok fetva verdiği şeklinde anlaşılmalıdır. Sade bir Türkçe ile yazılan fetvalar son derece kısa olup devrin şairlerinden Ârifî Hüseyin Çelebi’nin bunu dile getiren, “İmâm-ı dîn ü millet a‘nî müftî / Ki yoktur ana benzer ehl-i âdem / Şu denlü ihtisâr eyler cevâbı / ‘Olur’, ‘olmaz’ yazar vallâhu a‘lem” kıtası Kemalpaşazâde’nin de hoşuna gitmiştir (Latîfî, s. 236-237).

BİBLİYOGRAFYA:

Kemâlpaşazâde, Fetâvâ, Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 270, tür.yer.; İbn Nüceym, el-Baĥrü’r-râǿiķ, VII, 40, 86, 87, 99, 214; Latîfî, Tezkire, s. 236-237, 277; Temîmî, eŧ-Ŧabaķātü’s-seniyye, I, 32-34, 355-357; Lâlî Ahmed Efendi Saruhânî, Mecmau’l-mesâili’ş-şer‘iyye fi’l-ulûmi’d-dîniyye (İsmail Erünsal koleksiyonu), tür.yer.; Muhyî-i Gülşenî, Menâkıb, s. 394-396, 420-422, 434; Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 50-51, 88-89, 134, 171, 185, 314, 350; Gazzî, el-Kevâkibü’s-sâǿire, II, 107-108, 217; Kâtib Çelebi, Mîzânü’l-hak: İslâm’da Tenkid ve Tartışma Usûlü (s.nşr. Süleyman Uludağ - Mustafa Kara), İstanbul 1990, s. 133; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr, I, 77; ayrıca bk. tür.yer.; a.mlf., Minĥatü’l-ħâliķ Ǿale’l-Baĥri’r-râǿiķ (İbn Nüceym, el-Baĥrü’r-râǿiķ içinde), II, 155, 370; VII, 8, 13, 86, 89, 147, 164, 173; Şehâbeddin el-Mercânî, en-Nâžûratü’l-ĥaķ fî farżıyyeti’l-Ǿişâ ve in lem yeġibi’ş-şafaķ, Kazan 1281/1864, s. 57-65; F. Selle, Prozessrecht des 16. Jahrhunderts im osmanischen Reich, Wiesbaden 1962, tür.yer.; E. Eberhard, Osmanische Polemik gegen die Safawiden im 16. Jahrhundert nach arabischen Handschriften, Freiburg 1970, s. 255 (İndeks); Hüseyin Atay, “İlmî Bir Tenkit Örneği Olarak İbn Kemal Paşanın Muhyiddin b. Arabi Hakkındaki Fetvası”, Şeyhülislâm İbn Kemâl Sempozyumu (haz. S. Hayri Bolay v.dğr.), Ankara 1986, s. 263-277; M. Esad Kılıçer, “Fıkıhcı Olarak İbn Kemal”, a.e., s. 189-200; a.mlf., “Kemâlpaşazâde’nin Âile Hukuku ile İlgili Bazı Fetvaları”, AÜİFD, XIX (1973), s. 83-95; Salim Özer, İbn Kemal’in İslâm Hukuku Alanındaki Arapça Yazma Risaleleri (yüksek lisans tezi, 1991), EÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; İsmail Safa Üstün, Heresy and Legitimacy in the Ottoman Empire in the Sixteenth Century (doktora tezi, 1991), Manchester University, tür.yer.; Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukuki Tahlilleri, İstanbul 1991-92, III, 5, 7, 203, 305-308, 310; IV, 83-84, 271; M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’nin Fetvalarına Göre Kanunî Devrinde Osmanlı Hayatı, İstanbul 1994, s. 67, 85, 229-230, 276, 302; Ertuğrul Ökten, Ottoman Society and State in the Light of the Fatwas of İbn Kemal (yüksek lisans tezi, 1996), Bilkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; M. C. Şehabeddin Tekindağ, “Yeni Kaynak ve Vesîkaların Işığı Altında Yavuz Sultan Selim’in İran Seferi”, TD, XVII/22 (1968), s. 53, 55, 77-78; Tahsin Özcan, “İbn Kemâl’in Para Vakıflarına Dair Risâlesi”, İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. 4, İstanbul 2000, s. 31-41.

Şükrü Özen




Kelâma Dair Görüşleri. Kemalpaşazâde, İslâm düşüncesinin çeşitli alanlarında eleştiriye ve analize dayanan eserler yazmış olup bunlarda sonuç olarak kelâm, felsefe ve tasavvufun sentezini yapmayı ve Ehl-i sünnet doktrinini aklî bakımdan temellendirmeyi hedeflemiştir. Çalışmalarıyla Anadolu’da yayılma eğilimi gösteren Bâtınî ve Safevî-Şiî propagandalarının önüne geçmeyi düşünmüştür. Bu çerçevede Hz. Îsâ’nın Hz. Muhammed’den üstün olduğunu iddia eden Molla Kābız, hulûl inancını savunan Bünyâmin Ayâşî, Pîr Ali Aksarâyî, İsmâil Ma‘şûkī, Muhyiddin Karamânî gibi Melâmî şeyhleriyle Şîa aleyhinde fetvalar vermiştir.

Kemalpaşazâde kendisinden önce Dâvûd-i Kayserî, Kutbuddin İznikî, Molla Fenârî,


Hızır Bey, Sinan Paşa ve Molla Lutfî gibi Osmanlı düşünce geleneğini temsil eden ilim adamlarının devam ettirdiği Fahreddin er-Râzî ekolüne bağlı bir düşünürdür. Felsefî-kelâmî meseleleri mantıkî-gramatik formda ele alan Kemalpaşazâde bunları, her birinin belli neticesi bulunan çift önermeli kıyas formuna (dilemma) sokarak şıklara ayırmakta, her bir şıkkı ayrı ayrı incelemekte ve kaynaklara inip meseleleri çözmeye çalışmaktadır. Kemalpaşazâde, görüşlerini döneminin yaygın telif yöntemi olan şerh ve hâşiyeler yerine müstakil risâleler yazarak ifade etmiş, çalışmalarında Hakîm es-Semerkandî, Bâkıllânî, Abdülkāhir el-Bağdâdî, Gazzâlî, Şehristânî, Fahreddin er-Râzî, Seyfeddin el-Âmidî, Şemseddin el-İsfahânî, Adudüddin el-Îcî, Teftâzânî ve Seyyid Şerîf el-Cürcânî gibi kelâmcıların eserlerine sık sık atıflarda bulunmuştur. Kullandığı kaynakların sağlamlığı, ilk elden oluşu, üslûp ve ifadesinin akıcılığı, Arap dilinin inceliklerine vukufu ve çok yönlülüğüyle dikkat çeken Kemalpaşazâde’nin İslâm düşüncesinin temel konularına ilişkin görüşleri şöylece özetlenebilir:

Bilgi ve Varlık Anlayışı. Kemalpaşazâde kelâm literatüründe söz konusu edilen bilgi vasıtalarını kabul eder. Aklın araz değil cevher ve Allah’tan sudûr eden ilk şey olduğunu söyleyerek filozofların akıl teorisine yaklaşır (TaǾrîfü’l-Ǿaķl, vr. 99a-101b; Risâle fî enne’l-Ǿaķle mâ hüve, vr. 92a-98b). Bilgi edinmede aklın öneminin duyu organlarından daha fazla olduğunu belirtir ve akıl sahiplerini üstün bir sezgi gücüne mâlik olanlar ve tâlime muhtaç bulunanlar diye ikiye ayırır. Aklın matematikteki kullanımı ile metafizikteki kullanımı arasında fark olduğunu belirten Kemalpaşazâde fizik dünya gibi metafizik âlemin de bilgiye konu olabileceğini söyler ve beş duyu aracılığıyla fizik dünyadan, iç duyular vasıtasıyla da metafizikten haberdar olunabileceğini belirtir (Risâletü’l-ferâǿiż, II, 272). Bu yaklaşımı ile kelâmî epistemolojiden uzaklaşarak tasavvufa yaklaşır.

Kemalpaşazâde varlıkları hâricî ve zihnî olmak üzere ikiye ayırır ve daha çok zihnî olanlar üzerinde durur; felsefecilerin görüşüne katılarak dış dünyada karşılığı bulunmayan zihnî varlıkların mevcudiyetini savunur. Onun önem verdiği hususlardan biri de imkân meselesidir. Bu konuda dört ayrı risâle kaleme alarak imkân kavramının varlığı, mahiyeti, varlığa ve yokluğa delâleti, varlıkmahiyet ilişkisi gibi yönleri üzerinde durmuş, imkânı mümkin varlığın mahiyetinin ayrılmaz niteliği olarak düşünmüştür (Risâle fî taĥķīķi lüzûmi’l-imkân li-mâhiyyeti’l-mümkin, vr. 356a). Yine varlığın mahiyet üzerine zâit olduğunu söylemiş (Risâle fî ziyâdeti’l-vücûd Ǿale’l-mâhiyye, vr. 49a), illet-ma‘lûl ilişkisini belirlemiş, zaman bakımından illet ile ma‘lûl arasında beraberliğin söz konusu olduğunu savunan filozofları eleştirip kelâmcılar gibi hem zat hem zaman bakımından illetin ma‘lûlden önce bulunduğunu vurgulamış, dolayısıyla kıdem-i âlemin bahis konusu edilemeyeceğini belirtmiştir (Risâle fî teķaddümi’l-Ǿilleti’t-tâmme Ǿale’l-maǾlûl, vr. 36a-48a). Âlemin Tanrı’nın icadı ve hakikat olan nurunun zuhuru durumunda bulunup ezelî ve ebedî olmadığını, varlığının da fenâsının da Allah’ın iradesine bağlı bulunduğunu savunmuş ve Allah’ın tab‘an değil irade ile fiil gerçekleştirdiğini söylemiştir (Risâle fî taĥķīķi murâdi’l-ķāǿilîn bi-enne’l-vâcib teǾâlâ mûcibun bi’ź-źât, vr. 127b-135b; Risâle fî taĥķīķi vücûbi’l-vâcib, vr. 55-68). Kelâm, felsefe ve tasavvufun varlık anlayışlarını mukayese eden Kemalpaşazâde, bu konuda filozoflarla mutasavvıfların birbirine daha yakın olduğunu belirtir. Zorunluluğun, biri güneşin aydınlatması ve ateşin yakması, diğeri fiilleri yapıp yapmamada muhtar olmakla beraber hikmet gereği yapma şeklinde olmak üzere ikiye ayrıldığını bildirir; ikinci görüşü benimseyen İslâm filozoflarının bu görüşleri sebebiyle tekfir edilemeyeceğini kaydeder ve fiillerin Allah’tan zorunlu olarak değil kendi isteğiyle sâdır olduğunu belirtir (Risâle fî taĥķīķi ennemâ yaśdüru bi’l-ķudreti ve’l-iħtiyâr lâ bi’l-kerh ve’l-ıżŧırâr, vr. 257-258). A‘râf sûresinde geçen (7/54) “halk” ve “emr” kelimelerinden hareketle mümkin varlıkları emir ve halk âlemi olmak üzere ikiye ayırır. Halk âlemindeki oluşların vasıtalı, emir âlemindeki oluşların ise doğrudan Allah’ın “ol” hitabıyla vücut bulduğunu ve ruh, akıl, kalem-i ilâhî, levh-i mahfûz, arş, kürsî, cennet, cehennem gibi gaybî varlıkların bu âlemin çerçevesine girdiğini kaydeder; yaratılmış statüsünde bulunan bu varlıkların fâni değil ebedî olduğunu söyler. Ona göre emir âleminde ilk olarak zuhur eden varlık Hz. Muhammed’in nurudur. O, varlık alanına çıkmış ve çıkacak olan her şeyin özüdür. Onunla varlık arasındaki ilişki bütünle parça arasındaki ilişkiye benzer. Diğer peygamber ve velîlerde bulunan kemâlât onun nurunun yansımasından başka bir şey değildir. Âdem’e üflenen ruh da onun ruhudur, Âdem insanların bedeninin, Hz. Muhammed ise ruhunun babasıdır. Kemalpaşazâde, bu yaklaşımıyla Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin “hazarât-ı hams” diye adlandırdığı varlık mertebelerinin ikincisini teşkil eden “taayyün-i evvel” görüşünü benimsemiş olur.

Ulûhiyyet. Varlıkları zorunlu ve mümkin olmak üzere ikiye ayıran Kemalpaşazâde zorunlu varlığın (Allah) ispatını hudûs, imkân, gaye ve nizam gibi klasik delillerle yapar. Allah’ı tanımak için varlığını ve birliğini bilmek kadar isim ve sıfatlarını bilmenin de gerekli olduğunu söyler. Allah Teâlâ’ya Arapça olmayan isimler verilip verilemeyeceği konusunda lafızdan değil anlamdan hareket etmek gerektiğini belirten Kemalpaşazâde “hudâ” ve “çalap” kelimelerini örnek verir ve Türkçe’de Hudâverdi, Çelebi gibi isimlerin kullanıldığına dikkat çeker (Risâle fî taĥķīķi lafžı Çelebî, vr. 259b). Allah’ın kelâm sıfatının ezelî olmasının kelâmı oluşturan lafızların değil bunların delâlet ettiği mânanın ezelî olmasını gerektirdiğini kaydeder. Kemalpaşazâde, Mu‘tezile’ye karşı bu savunmayı yaparken Kur’an’ın lafzının da gayri mahlûk olduğunu söyleyen Haşviyye ve Hanbelîler’in görüşlerine de katılmadığını ilân eder (Risâle fîmâ yeteǾallaķu bi-ħalķi’l-Ķurǿân, vr. 251b-252b). Allah’ın bilgisinin hem kendine hem kendi dışındaki varlıklara taalluk ettiğini, bu taallukun filozofların iddia ettiği gibi sadece değişken olmayanları değil küllî-cüz’î bütün varlıkları kapsadığını söyler.

Kader. Kemalpaşazâde, kader meselesinde en önemli faktör olarak göze çarpan zaman konusuna önem verir. Ona göre Allah’ın ezelî ilminin nesne ve olaylara nisbeti zaman dışı olup Allah her şeyi geçmiş ve gelecek söz konusu edilmeden “şimdi” olarak bilir, dolayısıyla O’nun için zaman kavramı geçerli değildir. Allah’ın zaman dışı oluşu mekân dışı oluşuna benzer, O’nun için uzak ile yakın gibi geçmiş ile gelecek de birdir. Müellif ilâhî ilmin ezelîliği ve zamanla mukayyet olmayışı üzerinde hassasiyetle durur; takdirin ilme, ilmin ise mâlûma tâbi olduğunu, dolayısıyla kaderin zorlayıcı bir yönünün bulunmadığını ve cüz’î iradeyi ortadan kaldırmadığını belirtir. Mutlak cebrin İbâhîlik ve zındıklığa, mutlak hürriyetin ise Mecûsîlik ve Senevîliğe yol açacağını söyleyen Kemalpaşazâde ikisi arasında bir yerde durur ve nasların çizdiği çerçevenin


dışına çıkmamak şartıyla kader konusunda konuşmanın müstehap, hatta yetkili kişiler için vâcip olduğunu söyler. Kader çerçevesinde gayb meselesine de temas eder ve mutlak gayb olarak adlandırdığı “beş gayb”ın (Lokmân 31/34) Allah’a mahsus olduğunu, bunların dışında kalan gaybların izâfî statüsüne girdiğini kaydeder. Peygamberin gayba dair bilgisinin Allah’ın iznine tâbi olup her çeşit gaybı kapsamadığını da açıklamalarına ekler (Risâle fî istiŝnâǿi’llâhi teǾâlâ mimmen fi’s-semâvâti ve’l-arż ve taĥķīķih, I, 186-200). Ecel konusunda ise ecel-i kazâ ve ecel-i müsemmâ ayırımına gider, birincisinin muvakkat ve muallak, ikincisinin kesin olduğunu belirtir. Allah’ın insana süresi tayin edilmiş bir ecel tesbit ettiğini kabul eder, sadaka ve sıla-i rahim gibi amellerin ömrü uzattığına dair rivayetleri Allah’ın bilgisinde bir değişmeye meydan vermeyecek şekilde yorumlar (Risâle fi’l-cebr ve’l-ķader, I, 158-185).

Nübüvvet. Kemalpaşazâde, Hz. Îsâ’nın son peygamberden üstün olduğunu iddia eden Molla Kābız’a cevap vermek üzere tafdîl meselesini, zındıkları ve mehdîlik iddiasında bulunan sahte sûfîleri reddetmek üzere de mûcize konusunu ele alır. Tafdîl meselesinde Hz. Muhammed’in bütün peygamberlerden, onların da meleklerden üstün olduğunu söyler (Risâle fî tafżîli’l-enbiyâǿ Ǿale’l-melâǿike, I, 117-124; Efđaliyyetü Muĥammed Ǿaleyhi’s-selâm Ǿalâ sâǿiri’l-enbiyâǿ, vr. 36-43). Mûcizenin, nübüvveti inkâr edenleri acze düşürme ve mûcizeye konu olan şeyleri yapmaktan alıkoyma şeklinde iki rüknünün bulunduğunu belirtir. Bir kısım mûcizelerin peygamberden sâdır olduğunu, bazılarının ise onda zâhir olduğunu ve Kur’ân-ı Kerîm’in ikinci tür mûcize grubuna girdiğini kabul eder. Kur’an’ın, benzerini meydana getirmekten insan kudretinin özel olarak alıkonduğu (sarfe) türden bir mûcize teşkil ettiği görüşüne olumlu bakar (Risâle fî ĥaķīķati’l-muǾcize ve delâletihâ Ǿalâ śıdķı men iddeǾa’n-nübüvve, I, 137-148).

Âhiret. Kemalpaşazâde âhirette sadece mükellef olanların diriltileceğini söyler, aksini beyan eden âhâd haberlerin bu konuda delil olamayacağını savunur, cismanî haşrin aklen değil naklen vâcip olduğunu bildirir. Dirilişin cismanî olacağına ilişkin pek çok âyetin bulunduğunu hatırlatarak hak ehlinin cismanî haşrin vukuunda ittifak ettiğini, bunun, dağılan bedenin parçalarını bir araya getirmek suretiyle mi yoksa yeniden yaratma şeklinde mi olacağında ise ihtilâfa düştüğünü bildirir; bedenlerin aynıyla değil benzerleriyle diriltilebileceğini kabul eder (Risâle fî ĥaķīķati’l-meǾâd, vr. 42b-43b); ayrıca mîzanın “adalet” anlamına yorumlanamayacağını savunur (Risâle fî ĥaķīķati’l-mîzân, II, 381-383).

Tasavvuf. Kemalpaşazâde bazı risâle ve fetvalarında raks, semâ, devran gibi tasavvufî ritüellere karşı çıkıp heterodoks sûfî grupları aleyhinde fetvalar verirken Muhyiddin İbnü’l-Arabî hakkındaki fetvası ve ruhla ilgili risâlelerinde tasavvufa olumlu bakar. Tasavvufun genel çizgileriyle İslâm’ın sınırları içinde olduğunu kaydeder ve bu yola giren kişinin meşrû olmayan işleri yapmaktan kaçınması gerektiğini belirtir. Raks, semâ, devran gibi ritüellere başvuran ve dinin haram kıldığı işleri öven sûfîlerin şiddetle cezalandırılmasını ister. Bu kişilerin imâmetinin sahih olmadığını, onlara selâm verilemeyeceğini, tecdîd-i imanda bulunmaları gerektiğini bildirir (Risâle fî fetva’r-raķś, tür.yer.). Öte yandan Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye dair fetvasında ondan kâmil bir müctehid, erdemli bir mürşid ve kendisinden olağan üstü haller zuhur eden bir sûfî olarak söz eder. Ona karşı çıkanın hata etmiş, bu tutumunda ısrar edenin ise sapıtmış olacağını söyler ve yönetimin böylesini bu inancından döndürmesini ister. İbnü’l-Arabî’nin eserlerindeki ifadelerin bir kısmını herkesin, bir kısmını ise ancak keşif ehlinin anlayabileceğini, anlayamayanların susması gerektiğini ileri sürer (Fetvâ fî ĥaķķı İbn ǾArabî, bk. bibl.).

BİBLİYOGRAFYA:

Kemalpaşazâde, Risâle fî ĥaķīķati’l-meǾâd, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 5340, vr. 42b-43b; a.mlf., Risâle fî tafżîli’l-enbiyâǿ Ǿale’l-melâǿike (Resâǿilü İbn Kemâl [nşr. Ahmed Cevdet] içinde), İstanbul 1316, I, 117-124; a.mlf., Risâle fî ķıdemi’l-Ķurǿân (a.e. içinde), I, 131-136; a.mlf., Risâle fî ĥaķīķati’l-muǾcize ve delâletihâ Ǿalâ śıdķı men iddeǾa’n-nübüvve (a.e. içinde), I, 137-148; a.mlf., Risâle fi’l-cebr ve’l-ķader (a.e. içinde), I, 158-185; a.mlf., Risâle fî istiŝnâǿi’llâhi teǾâlâ mimmen fi’s-semâvâti ve’l-arż ve taĥķīķih (a.e. içinde), I, 186-200; a.mlf., Risâletü’l-ferâǿiż (a.e. içinde), II, 272-274; a.mlf., Risâle fî ĥaķīķati’l-mîzân (a.e. içinde), II, 381-383; a.mlf., Efđaliyyetü Muĥammed Ǿaleyhi’s-selâm Ǿalâ sâǿiri’l-enbiyâǿ, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3618, vr. 36-43; a.mlf., Risâle fî taĥķīķi lüzûmi’l-imkân li-mâhiyyeti’l-mümkin, İÜ Ktp., AY, nr. 1589, vr. 356a-373a; a.mlf., Risâle fî taĥķīķi lafžı Çelebî, Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, nr. 2041, vr. 259b; a.mlf., Risâle fî-mâ yeteǾallaķu bi-ħalķi’l-Ķurǿân, Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, nr. 2041, vr. 251b-252b; a.mlf., TaǾrîfü’l-Ǿaķl, Süleymaniye Ktp., Tırnovalı, nr. 1864, vr. 99a-101b; a.mlf., Risâle fî enne’l-Ǿaķle mâ hüve, Süleymaniye Ktp., Tırnovalı, nr. 1864, vr. 92a-98b; a.mlf., Risâle fî taĥķīķi murâdi’l-ķāǿilîn bi-enne’l-vâcib teǾâlâ mûcibun bi’ź-źât, Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. 1028, vr. 127b-135b; a.mlf., Risâle fî taĥķīķi vücûbi’l-vâcib, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3618, vr. 55-68; a.mlf., Risâle fî taĥķīķi ennemâ yaśdüru bi’l-ķudreti ve’l-iħtiyâr lâ bi’l-kerh ve’l-ıżŧırâr, Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, nr. 2041, vr. 257-258; a.mlf., Risâle fî teķaddümi’l-Ǿilleti’t-tâmme Ǿale’l-maǾlûl, Süleymaniye Ktp., Süleymaniye, nr. 1049, vr. 36a-48a; a.mlf., Risâle fî ziyâdeti’l-vücûd Ǿale’l-mâhiyye, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 4794, vr. 49a; a.mlf., Risâle fî fetva’r-raķś, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 696, vr. 36-39; a.mlf., Fetvâ fî ĥaķķı İbn ǾArabî, Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 430, vr. 108a; Esad Efendi, nr. 1694, vr. 11a-b; Ahmet Arslan, Kemalpaşazâde Tehâfüt Haşiyesi’nin Tahlili, İstanbul 1987, s. 207-208, 522; a.mlf., “Kemal Paşazade’nin Felsefî Görüşleri”, Şeyhulislâm İbn Kemâl Sempozyumu (haz. S. Hayri Bolay v.dğr.), Ankara 1989, s. 75-105; M. Sait Yazıcıoğlu, “Kelamcı Olarak İbn Kemal”, a.e., s. 149-155; Sayın Dalkıran, İbn-i Kemal ve Düşünce Tarihimiz, İstanbul 1997; Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15-17. Yüzyıllar), İstanbul 1998, s. 348; Şamil Öçal, Kemal Paşazâde’nin Felsefî ve Kelâmî Görüşleri, Ankara 2000, s. 53-61; a.mlf., “Kemal Paşazâde’nin Eserlerinde Akıl ve Aklın Önemi”, Bilig: Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, sy. 9, Ankara 1999, s. 133-143; Kemal Sözen, İbn Kemal’de Metafizik, Isparta 2001, s. 92-95; Mahmut Kaya, “İbn Kemalin Düşünce Tarihimizdeki Yeri ve Varlık Anlayışı”, Sosyoloji Dergisi, III/1, İstanbul 1989, s. 223-229.

İlyas Çelebi




Edebî Şahsiyeti. Değişik konularda pek çok eser vermiş olan Kemalpaşazâde nesir yanında nazmı da başarıyla kullanmış, divanının dışındaki hemen her eserinin gerekli gördüğü kısımlarında Arapça, Farsça ve Türkçe manzumelere yer vermiştir. Tezkireler onun edebî yönünden ziyade ilmî yönü üzerinde durur ve nesrinin nazmından üstün olduğu görüşünde birleşir. Bunun başlıca sebebi, onun her an telif ve tedrîs ile meşgul olan bir âlim ve halkın dinî meseleleri için fetva veren bir müftü olması dolayısıyla devlet adamı ve âlim kişiliğinin sanatçı ve şair kişiliğini arka plana itmesidir. Bundan dolayı ilmî seviyesinin yüksekliğine göre edebî yönü daha zayıftır. Buna bağlı olarak şiirlerinde derin hayallere, bol çağrışımlı edebî sanatlara pek rastlanmaz. Şiiri hikmetli söz olarak görür ve bir fayda sağlamasını ister. Aşka ve hikemî konulara daha çok önem verir, tasavvufî yorumdan uzak beyitler üzerinde yoğunlaşır. Duygu ve hayal yerine akla, mücerredden ziyade müşahhasa meyli bu yüzdendir. Bu özellik Kemalpaşazâde’nin günlük hayata ve devrine ışık tutan beyitlerinde de görülür.


Dili sade, ifade yapısı sağlamdır. Gerek atasözlerini ve deyimleri sıkça kullanması, gerekse cinas sanatını başarılı bir şekilde uygulaması Bursalı Ahmed Paşa, Necâtî Bey, Kabûlî gibi şairlerin eserlerinden etkilenmesine bağlanabilir. Özellikle kasidelerinde yaşadığı dönemi canlandıran imajlara önem vermiş, yer yer orijinal anlatımlar yakalamıştır. Herhalde Arap edebiyatına olan yakınlığı dolayısıyla diğer divan şairlerinin aksine hiçbir şiirinde mahlas kullanmamıştır. Yine aynı tesir vezin ve kafiye anlayışına da hâkimdir. Manzum şiir tercümelerinde de şekil yönünden divan şiiri için yerli, orijinal ve farklı tecrübeleri olmuştur. Nesri hakkında, Türk yazı dilinin halk dilinden uzaklaşmasında etkili olduğu yahut ağır ve tumturaklı bir üslûp kullandığı şeklindeki hükümler gerçeği yansıtmaz. Sadelik ve akıcılık özelliklerini muhafaza eden sanatkârane nesri kendi döneminden itibaren takdir edilmiştir.

Kemalpaşazâde, başta Tevârîh-i Âl-i Osmân’ı olmak üzere eserlerini kaleme alırken edebiyatçı ve şair kimliğinin birikiminden yararlanmış, yazdıklarında özellikle secie çok önem vermiş, zaman zaman inşa örneği sayılacak edebî tasvirlerde bulunmuş, üç dilde edebî kudreti olduğunu gösterecek şekilde olaylar arasına Türkçe, Arapça ve Farsça hikemî tarzda şiirler serpiştirmiştir. Divanının, yazmalarından başka (İÜ Ktp., nr. 1942, 2921, 3497) yayımlanmış matbu bir nüshası da vardır (İstanbul 1313). İçinde kendisine ait olmayan bazı şiirlerin de yer aldığı bu eksik neşir onun divanıyla ilgili yetersiz değerlendirmelere sebep olmuş, bu hususta yanlış sonuçlara varılmıştır. M. A. Yekta Saraç tarafından yeniden neşre hazırlanan ve henüz basılmamış olan divanı münâcât, Hz. Peygamber ve Hulefâ-yi Râşidîn için söylenmiş na‘tlar, padişah için yazılmış iki kaside, ahlâkî konulu mesnevi tarzında manzumeler, 400’den fazla gazel ve çok sayıda mukatta‘ ve müfredden meydana gelmekte olup tam bir divan münderecatına sahiptir. Kemalpaşazâde’nin Yûsuf ile Zelîha mesnevisi kendisinden önce aynı konuyu işleyen diğer mesnevilere göre daha sanatkârane bulunmuştur (Âşık Çelebi, vr. 254a). Dil ve edebiyata dair eserleri içinde Kāfiye Risâlesi, mesnevi tarzında olup darbımeselleri ihtiva eden Usulnâme, Bûsîrî’nin Ķaśîdetü’l-bürde’sinin manzum tercümesi, Muînüddin et-Tantarânî’nin Nizâmülmülk için yazmış olduğu otuz beş beyitlik el-Ķaśîdetü’ŧ-Ŧanŧarâniyye’sinin manzum tercümesi, bazı Farsça eş anlamlı kelimeler arasındaki anlam nüanslarına dair Dekāiku’l-hakāik, Farsça bir gramer ve sözlük olan, ayrıca edebî terimleri de ele alan CâmiǾu’l-Fürs, Gülistân’a nazîre olarak Farsça yazılan Nigâristân, Arapça’dan Farsça’ya bir sözlük olan Muĥîtü’l-luġa ile Mısır seferi esnasında Yavuz Sultan Selim’in isteği üzerine tercüme ettiği söylenen İbn Tağrîberdî’nin en-Nücûmü’z-zâhire adlı eseri (Âşık Çelebi, vr. 87a; Keşfü’ž-žunûn, II, 1233) anılabilir.

Bazı kaynaklarda Kemalpaşazâde’nin, Tîfâşî’nin (ö. 651/1253) RücûǾu’ş-şeyħ ilâ śıbâh fi’l-ķuvveti Ǿale’l-bâh adlı bahnâmesini padişahın isteği üzerine Türkçe’ye çevirdiği belirtilmekle birlikte (Keşfü’ž-žunûn, I, 835) eldeki nüshalarda bu tercüme Kemalpaşazâde’ye ait görünmediğinden, esere meşruiyet kazandırılmak amacıyla ona atfedilmiş olması muhtemeldir.

Bu zeki, müttaki, kinsiz ve garezsiz, meseleleri ferâsetle değerlendiren, münazara ve münakaşadan hoşlanan, hoşsohbet ve nüktedan âlim, tıpkı vasiyetnâmesinde cenazesinin dervişane kaldırılmasını ve türbe yapılmayıp başına sadece bir taş dikilmesini isteyen yalın şahsiyeti gibi edebiyatta da tasannudan uzak durmuş ve halkın daha iyi anlayabileceği bir üslûpla eser vermeyi tercih etmiştir. Tefsir, hadis, fıkıh, tasavvuf, felsefe, tarih, dil ve tıp gibi pek çok alanda eser vererek yalnızca devrinin değil bütün bir Osmanlı medeniyetinin en seçkin âlimleri arasında yer almış, bu eserlerde dil yönünden de başarılı olmuştur. Kemalpaşazâde yanlış gördüğü bazı icraatları da cesaretle tenkit etmesini bilmiş, hocası Molla Lutfî’nin ilhâd ve zındıklıkla itham edilerek öldürülmesi hadisesinde devlet ileri gelenlerini karşısına alacak şekilde bir şiir yazarak bunu ehl-i hasedin işi olarak değerlendirmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Sehî, Tezkire (Kut), s. 154; Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 39a, 87a, 254a; Latîfî, Tezkire, s. 79; Mecdî, Şekāik Tercümesi, s. 197; Ahdî, Gülşen-i Şuarâ, İÜ Ktp., TY, nr. 2604, vr. 19a; Beyânî, Tezkire, İÜ Ktp., TY, nr. 1560, vr. 10a; Âlî Mustafa, Künhü’l-ahbâr, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 4225, vr. 29b; Kınalızâde, Tezkire, I, 126; Riyâzî, Riyâzü’ş-şuarâ, Nuruosmaniye Ktp., nr. 3724, vr. 19b; Keşfü’ž-žunûn, I, 835; II, 1233; Cemâleddin, Âyîne-i Zurefâ, İÜ Ktp., TY, nr. 261, vr. 15b; Ahmed Bâdi Efendi, Riyâz-ı Belde-i Edirne, Beyazıt Devlet Ktp., nr. 10392, vr. 129a; Hamîd Vehbi, Meşâhir-i İslâm, İstanbul 1301, s. 1552; Fâik Reşâd, Eslâf, İstanbul 1311, I, 6; a.mlf., Târîh-i Edebiyyât-ı Osmâniyye, İstanbul, ts., s. 256-258; Köprülüzâde Mehmed Fuad - Şehâbeddin Süleyman, Yeni Osmanlı Târîh-i Edebiyyâtı, İstanbul 1332, s. 258; Osmanlı Müellifleri, I, 223; Mustafa Demirel, Kemal-Paşazade’nin Yusuf u Zeliha’sı ve Dil Hususiyetleri (doktora tezi, 1979), İÜ Ed. Fak.; Mustafa Çiçekler, Kemal Paşazade ve Nigâristan’ı (doktora tezi, 1994), İÜ Ed. Fak.; M. A. Yekta Saraç, Şeyhülislam Kemal Paşazade: Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri ve Bazı Şiirleri, İstanbul 1995.

M. A. Yekta Saraç




Eserleri. Velûd bir müellif olan Kemalpaşazâde birçok alanda Türkçe, Arapça ve Farsça eserler yazmıştır. Çalışmalarının sayısı konusunda kesin bir rakam vermek güçtür. Cemîl el-Azm kendisine 214, Brockelmann 179, Nihal Atsız 209, Şamil Öçal 226 eser nisbet etmektedir. Bunların bir kısmı müstakil teliflerden, bir kısmı diğer eserlerinin bölümlerinden, aynı eserin değişik isimle kaydedilmiş şeklinden, şerh ve hâşiyelerden oluşmaktadır. Başlıca eserleri şunlardır:

A) Tarih, Dil ve Edebiyat. 1. Tevârîh-i Âl-i Osmân. On ciltten (defter) meydana gelen bir eser olup Çelebi Mehmed devrini içeren V. defterle II. Murad devrine ayrılan VI. defterin 847 (1443) yılına kadar olan kısmı ve Yavuz Sultan Selim devrine ait IX. defterin Mısır seferi bölümü mevcut değildir. Mohaç seferine dair kısmın müstakil istinsahları Mohaçnâme, Fâtih Sultan Mehmed dönemine ait VII. defterin İstanbul’un fethiyle ilgili kısmının müstakil istinsahları ise Târîh-i Feth-i Kostantiniyye adıyla anılır. Osman Bey, Orhan Bey ve Fâtih devirlerine ait I, II ve VII. defterler Şerafettin Turan, VIII ve IX. defterler Ahmet Uğur, IV. defter Koji Imazawa, X. defter Şerafettin Severcan tarafından yayımlanmıştır (yk. bk.). 2. Divan. Münâcât, na‘tlar, iki kaside, mesnevi tarzında manzumeler, 400’den fazla gazel ve çok sayıda mukatta‘ ile müfredden meydana gelen eserin İstanbul’da yapılan eksik baskısından (1313) sonra tenkitli neşrini Mustafa Demirel gerçekleştirmiş (İstanbul 1996), son olarak da M. A. Yekta Saraç tarafından neşre hazırlanmıştır. 3. Yûsuf ile Züleyhâ. 7777 beyitten oluşan bu mesnevi üzerine Mustafa Demirel İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde doktora tezi yapmıştır (1979). 4. Kasîde-i Bürde Tercümesi. Bûsîrî’nin eserinin çevirisi olup M. A. Yekta Saraç tarafından neşredilmiş (İslâmî Edebiyat, sy. 24 [İstanbul 1994], s. 65-70), Yusuf Turan Günaydın üzerinde yüksek lisans tezi hazırlamıştır (1995,


AÜ İlâhiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü). 5. el-Felâĥ şerĥu’l-Merâĥ (İstanbul 1289, 1304). 6. Resâǿilü İbn Kemâlbâşâ el-luġaviyye (nşr. Nâsır Sa‘d er-Reşîd, Riyad 1401/1980). 7. Risâletü meziyyeti’l-lisâni’l-Fârisî Ǿalâ sâǿiri’l-elsine mâ ħala’l-ǾArabiyye (nşr. Hüseyin Ali Mahfûz, Tahran 1952). 8. Risâle fî taĥķīķi taǾrîbi’l-kelimâti’l-AǾcemiyye (nşr. Muhammed Sevâî, Dımaşk 1991). 9. et-Tenbîh Ǿalâ ġalaŧi’l-câhil ve’n-nebîh (İstanbul 1289; nşr. Muhammed Sevâî, Dımaşk 1994). 10. Risâle-i Kāfiye (nşr. M. A. Yekta Saraç - Mustafa Çiçekler, TDED, XXVIII [1998], s. 445-477). 11. Dekāiku’l-hakāik*. Farsça’daki bazı eş anlamlı ve eş sesli kelimeler arasında bulunan farklara dair Türkçe bir eserdir. 12. Nigâristân. Sa‘dî-i Şîrâzî’nin Gülistân’ına nazîre olup ahlâkî ve tasavvufî bir muhteva taşır. Şeyhülislâm Yahyâ Efendi’nin Türkçe’ye çevirdiği ve Mehmed Vesim’in Türkçe şerhettiği eser üzerine Mustafa Çiçekler İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde bir doktora tezi hazırlamıştır (1994).

B) Akaid ve Kelâm. 1. Risâletü’l-münîre (Münîretü’l-İslâm) (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 1684; Esad Efendi, nr. 1197). 2. ǾAķāǿid-i İslâm (Süleymaniye Ktp., Çelebi Abdullah Efendi, nr. 135). İslâm dininin iman, ibadet ve ahlâk esaslarının ele alındığı eserde bu esaslar içindeki tasavvuf onaylanır; İslâm’da raks, devran, cehrî zikir gibi uygulamalara ve şathiye türü sözlere yer olmadığı kaydedilir. Kitap 1890’da Matbaa-yı Cemîl’de basılmıştır. 3. Risâle fi’l-îmâni’ş-şerǾî (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 3711). 4. Risâle fî taĥķīķi’l-îmân (Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 1049). Müellif bu risâlelerinde imanın tasdikten ibaret olduğunu söyler ve ikrarı imanın gerçekleşmesinin şartlarından saymaz. Ameli imandan cüz kabul eden Hâricîler’i, Mu‘tezile’yi ve ehl-i hadîsi eleştirir. 5. Risâle fî vücûdi’l-vâcib (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 4794). 6. Risâle fî ķıdemi’l-Ķurǿân (Resâǿilü İbn Kemâl, I, 131-136). 7. Risâle fî elfâži’l-küfr (Süleymaniye Ktp., Kasîdecizâde Süleyman Sırrı, nr. 677). Üç bölümden oluşan risâlenin birinci bölümünde küfrü gerektiren söz, işaret ve davranışlar, ikinci bölümde küfrü gerektirip gerektirmediği ihtilâflı olan sözler, üçüncü bölümde de küfür olmasından korkulan sözler ele alınır. 8. Risâle fi’s-seb (Süleymaniye Ktp., Kasîdecizâde Süleyman Sırrı, nr. 710; Yazma Bağışlar, nr. 1398). Bu risâle de üç bölümden meydana gelmekte, birinci bölümde Allah’a ve peygamberlere söven veya onlarla alay eden müslümanların, ikinci bölümde zimmîlerin durumu ele alınmakta, üçüncü bölümde Hz. Peygamber’e seb anlamına gelen kelimeler ve bunları kullanmanın hükmü açıklanmaktadır. 9. Risâle fîmâ yeteǾallaķu bi-lafži’z-zındîķ (Resâǿilü İbn Kemâl, II, 240-249). 10. Efđaliyyetü Muĥammed Ǿaleyhi’s-selâm (nebiyyinâ) Ǿalâ sâǿiri’l-enbiyâǿ (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3551, 3618; Lâleli, nr. 3698; Düğümlü Baba, nr. 351). Hz. Îsâ’nın Hz. Muhammed’den üstün olduğunu iddia eden Molla Kābız’a cevap vermek üzere yazılmıştır. 11. Risâle fî tafżîli’l-enbiyâǿ Ǿale’l-melâǿike (Resâǿilü İbn Kemâl, I, 117-124); 12. Risâle fî haķķı ebeveyi’n-nebî (a.g.e., I, 87-91). 13. Risâle fî taĥķīķi’l-muǾcize ve delâletihâ Ǿalâ śıdķı men iddeǾa’n-nübüvve (a.g.e., I, 137-148). 14. Risâle fi’l-cebr ve’l-ķader (a.g.e., I, 158-185). 15. Risâle fî beyâni’l-ĥikme li-Ǿademi nisbeti’ş-şer ila’llāhi teǾâlâ (Süleymaniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 65, vr. 135-138; Resâǿilü İbn Kemâl, I, 125-130). 16. Ĥaķīķatü’r-rûĥ ve’n-nefs (Süleymaniye Ktp., Tırnovalı, nr. 1864). Bu risâle Süleymaniye Kütüphanesi’nin Dârülmesnevî (nr. 55-9) ve Fâtih (nr. 5337-4) bölümlerinde Risâle fî’r-rûĥ; Esad Efendi (nr. 3523-20, 3787-6) ve Hasan Hüsnü Paşa’da (nr. 135-3) Risâle fî beyâni’r-rûĥ; Köprülü Kütüphanesi’nde (Fâzıl Ahmed Paşa, nr. 836) Risâle fî keyfiyyeti’l-cismi’l-insânî ve heykelihî ve nefsihî; Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’nde (Kemankeş, nr. 556-23) Risâle fî beyâni mâhiyyeti’n-nefs; ayrıca Süleymaniye (Mihrişah Sultan, nr. 203-205) ve Nuruosmaniye (nr. 4356) kütüphanelerinde Risâle fî beyâni’n-nefs ve’r-rûĥ; Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Lâleli, nr. 3646; Osman Huldi Öztürkler, nr. 27-18) Risâle fî beyâni’n-nefs ve’r-rûĥ ve’l-beden adlarıyla kayıtlıdır. Emrullah Yüksel, Atsız’ın makalesinde Risâle fî taĥķīķi’r-rûĥ, Heykelü’l-insânî, Şaħśü’l-insânî, Rûĥ, Tevriye, en-Nefs ve’r-rûĥ, Risâle fî taĥķīķi’l-heykeli’l-maħśûśi’l-insânî adlarıyla kaydedilen risâlelerin bu eserden ibaret olduğunu belirtmektedir (Şeyhülislâm İbn Kemâl Sempozyumu, s. 214). Risâlede insanın biyolojik yönünü oluşturan beden, melekî yönünü oluşturan ruh ve insanî yönünü oluşturan nefis olmak üzere üç yapıdan meydana geldiği anlatılmakta, bu arada ruh göçünün bâtıl olduğu bildirilmektedir. 17. İħtilâfü’l-Mâtürîdiyye ve’l-EşǾariyye. Zeynüddin İbn Nüceym’in dört risâlesiyle birlikte Ħams resâǿil adıyla basılmıştır (İstanbul 1304). Kemalpaşazâde’nin akaid ve kelâma dair diğer risâleleri de şunlardır: Risâle fî taĥķīķi enne esmâǿe’llāhi tevķīfiyye (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 4794); Risâle fî taĥķīķi lafžı Çelebî (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2041); Risâle fîmâ yeteǾallaķu bi-ħalķi’l-Ķurǿân (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2041); Risâle fî taĥķīķi’l-ķavli’l-ķāǿilîn bi’l-ĥâl (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 4820; Hasan Hüsnü Paşa, nr. 121); Risâle fî taĥķīķi ennemâ yaśdüru bi’l-ķudreti ve’l-iħtiyâr lâ bi’l-kerhi ve’l-ıżŧırâr (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2041); Risâle fî tekfîri’r-Revâfıż (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 4794; Pertev Paşa, nr. 621); Risâle fî beyâni küfri FirǾavn (MÜİF Ktp., Yazmalar, nr. 252; Âtıf Efendi Ktp., nr. 2785); Risâle fî ĥaķīķati’l-meǾâd (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 5340); Risâle fî ĥaķīķati’l-mîzân (Resâǿilü İbn Kemâl, II, 381-383); Ĥâşiye Ǿalâ evveli’l-ilâhiyyât min Şerĥi’l-Mevâķıf (Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 828; Kılıç Ali Paşa, nr. 1028); Ĥâşiye Ǿalâ Ĥâşiyeti’l-Celâl Ǿale’t-Tecrîd (Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 1256).

C) Felsefe. 1. Ĥâşiye Ǿalâ Tehâfüti’l-felâsife li-Ħocazâde (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 1391; Ayasofya, nr. 2292; Hasan Hüsnü Paşa, nr, 1235). Ahmet Arslan’ın Türkçe’ye çevirdiği eser Tehâfüt Hâşiyesi (Haşiye alâ Tehâfüt al-Falâsifa) adıyla yayımlanmıştır (Ankara 1987). 2. Risâle fî beyâni’l-vücûd (Resâǿilü İbn Kemâl, I, 149-157). 3. Risâle fî taĥķīķi lüzûmi’l-imkân li-mâhiyyeti’l-mümkin (İÜ Ktp., AY, nr. 1589). 4. TaǾrîfü’l-Ǿaķl (Süleymaniye Ktp., Tırnovalı, nr. 1864). 5. Risâle fî beyâni’l-Ǿaķl (nşr. Ömer Mahir Alper, İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. 3 [1999], s. 235-243). 6. Nesâyih (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1781). On beş bölümden meydana gelen eserde âyet, hadis, kelâmıkibar, şiir ve meşhur kişilerin sözlerine yer verilerek akıl, ilim, konuşma âdâbı, dünya malı tutkusu, dostluk, çocukların eğitimi, insanları yönetme, iyiliği emredip kötülükten sakındırma gibi konular ele alınmaktadır. 7. Fî Taĥķīķi murâdi’l-ķāǿilîn bi-enne’l-vâcib teǾâlâ mûcib bi’ź-źât (Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. 1028). 8. Risâle fî ĥaķīķati’l-cism (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 4794). Müellif burada cismin kelâmcılara göre atomlardan, Nazzâm’a göre bölünebilen sonsuz parçalardan, Şehristânî’ye göre potansiyel parçalardan


ve filozoflara göre sonsuz sayıda bölünebilir parçalardan oluştuğunu kaydeder ve bu görüşler hakkında değerlendirmelerde bulunur. Risâle Nazzâm’ın tafra teorisine genişçe yer verildiği için Risâle fî taĥķīķi ĥaķīķati’ŧ-ŧafra diye de adlandırılmıştır. 9. Risâle fî maǾne’l-caǾl ve mecǾûliyyeti’l-mâhiyye (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3618). Yaratmayı, yaratmanın çeşitlerini ve mahiyetini konu edinir. 10. Risâle fî taĥķīķi maǾne’l-eys ve’l-leys (Süleymaniye Ktp., Düğümlü Baba, nr. 351). Varlıkyokluk meselesi ve varlıkmahiyet ilişkisine dairdir. 11. Risâle fî beyâni enne’l-vücûd Ǿaynü mâhiyyetih ev ġayruhâ (Süleymaniye Ktp., Ayasofya nr. 4820). 12. Risâle fî vücûdi’ź-źihnî (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 4820). 13. Risâle fi’l-faķr (İÜ Ktp., AY, nr. 1589). “Fakirlik benim övüncümdür” hadisiyle, “Fakirlik her iki âlemde de yüz karasıdır” hadisinin mukayesesiyle başlayan eserde fakr kelimesine imkân anlamı yüklenir ve mümkin varlığın çeşitli yönlerinden söz edilir. 14. Risâle fî ziyâdeti’l-vücûd Ǿale’l-mâhiyye (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 4794). 15. Risâle fî enne’l-mümkin lâ yekûnü aĥade’ŧ-ŧarafeyn (Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, nr. 653; Ayasofya, nr. 4794). 16. Risâle fî iĥtiyâci’l-mümkin (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3618). 17. Risâle fî Ǿulûmi’l-ĥaķāǿiķ ve ĥikmeti’t-deķāǿiķ (İÜ Ktp., AY, nr. 3726). 18. Risâle fî hel yecûz en yestenide’l-ķadîm ile’l-müǿeŝŝir em lâ (Süleymaniye Ktp., Ayasofya nr. 4794). 19. Risâle fî teķaddümi’lilleti’t-tâmme Ǿale’l-maǾlûl (Süleymaniye Ktp., Süleymaniye, nr. 1049). 20. Risâle fî ŝübûti’l-mâhiyye (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2041).

D) Fıkıh ve Fıkıh Usulü. 1. Taġyîrü’t-Tenķīĥ (İstanbul 1309). Müellif, Sadrüşşerîa’nın Tenķīĥu’l-uśûl adlı eserini yeniden oluşturarak metni şerhetmiş ve Sadrüşşerîa’dan ayrıldığı hususları sayfa kenarlarında zikretmiştir. Kâtib Çelebi bu çalışmaya iltifat edilmediğini ve asıl eserin revaçta kalmayı sürdürdüğünü belirtir (Keşfü’ž-žunûn, I, 499). 2. Ĥâşiye Ǿale’t-Telvîĥ. Teftâzânî’nin eseri üzerine yaptığı bu hâşiyede kendisinden önce aynı esere hâşiye yazan Molla Hüsrev ile Hasan Çelebi’yi birçok konuda isim vermeden eleştirmiş, eleştirdiği diğer kişileri sayfa kenarlarında belirtmiştir. 3. Iślâĥu’l-Viķāye. Kemalpaşazâde, Tâcüşşerîa’nın Viķāyetü’r-rivâye adlı eserinin yanlışlarını düzeltmek üzere önce bu eseri kaleme almış, ardından bunu el-Îżâĥ (Îżâĥu’l-Iślâĥ) adıyla şerhetmiştir. İstanbul kütüphanelerinde bulunan yazma nüshalarının çokluğu (Atsız, VII [1972], s. 96-98) ve Hacıhasanzâde Mehmed Şah, Hürremzâde Şah Mehmed, Celâlzâde Sâlih (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 1274), Molla Uzun Bâlî, Gazâlîzâde Abdurrahman ve Birgivî (Süleymaniye Ktp., Serez, nr. 3897) gibi âlimlerin ta‘lîkat yazmış olmaları (Keşfü’ž-žunûn, I, 109) dikkate alınırsa Osmanlı döneminde bu esere oldukça önem verildiği söylenebilir. Niğdeli Molla Kāsım b. Süleyman el-Viķāye’ye yazdığı et-Taŧbîķ adlı şerhte ve Hüseyin adlı bir âlim Sadrüşşerîa’nın şerhine yazdığı hâşiyede Kemalpaşazâde’nin eleştirilerine Sadrüşşerîa tarafını tutarak cevap vermiştir. Tâceddin İbrâhim b. Abdullah el-Hamîdî de müellifin şerhine yazdığı hâşiyede Kemalpaşazâde’nin görüşlerini çürütmeye çalışmış, bu davranışı Sadrazam Rüstem Paşa tarafından tepkiyle karşılanmıştır (Atâî, s. 50-51; Keşfü’ž-žunûn, II, 2022). Birgivî ise hâşiyesinde Bahâeddinzâde Molla Muhyiddin Mehmed’in Kemalpaşazâde’ye yönelttiği eleştirileri dikkate alarak her ikisi arasında hakemlik yapmıştır. Şeyhülislâm Kadızâde Ahmed Şemseddin de Muĥâkemât beyne SadrişşerîǾa ve İbn-i Kemâlpaşa fî Şerĥi’l-Viķāye adıyla bir eseri kaleme almıştır (Gazzî, III, 109). 4. Ĥâşiye Ǿale’l-Hidâye. Mergīnânî’ye ait eserin tahâret, zekât, oruç, hac, nikâh ve büyû‘ bölümlerinin hâşiyesidir (yazmaları için bk. Atsız, VII [1972], s. 96). 5. Fetâvâ. Kemalpaşazâde’nin Türkçe fetvalarını içeren bu eser müstakil mecmualarda yer aldığı gibi (yazmaları için bk. a.g.e., VI [1966], s. 77) bir kısım fetvaları Lâlî Ahmed Efendi b. Mustafa es-Saruhânî, İskilipli Veli Yegân ve İbnü’l-Edhemî diye bilinen Manisalı Sa‘dî b. Hüsâmeddin tarafından derlenen, devrin ünlü şeyhülislâmlarının fetvalarından seçmelerin yer aldığı mecmualarda da bulunmaktadır. 6. Mühimmâtü’l-müftî. Arapça olan bu eser hakkında Birgivî, “Ortada dolaşan boş şeyler cümlesindendir” ifadesini kullanmışsa da (Keşfü’ž-žunûn, II, 1916) fıkıh kitapları tertibinde düzenlenen, meselelerin sonlarında kaynaklarına yer verilen eser müftülerin kullanımı için pratik bir değer taşımaktadır (yazmaları için bk. Atsız, VII [1972], s. 95). 7. Eşkâlü’l-ferâǿiż (Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 3924). Müellif bu eserde önce Secâvendî’nin ferâiz metnini tashih etmiş, ardından bunu Şerĥu’l-Ferâǿiżi’s-Sirâciyye adıyla şerhetmiştir (yazmaları için ayrıca bk. a.g.e., s. 99-100; DİA, XII, 368). Kemalpaşazâde’nin fıkha dair risâlelerinin bir kısmı Resâǿilü İbn Kemâl adlı mecmuada yayımlanmış (İstanbul 1316), burada yer almayan fıkhî risâleleri de Salim Özer tarafından İbn Kemâl’in İslâm Hukuku Alanındaki Arapça Yazma Risaleleri adlı yüksek lisans tezinde tahkik edilmiştir (bk. bibl.).

E) Tasavvuf. Risâle fî fetva’r-raķś (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 696); Fetvâ fî ĥaķķı İbn ǾArabî (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1694; nr. 3477; nr. 3548; Âşir Efendi, nr. 430; Reşid Efendi, nr. 443; Lâleli, nr. 3720). Birinci risâlede semâ, raks ve devran gibi ritüellerin İslâm’da yasak olduğu belirtilmekte, ikinci risâlede Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin kâmil bir müctehid, fâzıl bir mürşid ve kendisinden olağan üstü haller zuhur eden bir kişi olduğu, ona karşı çıkanların hata etmiş, tutumunda ısrar edenlerin ise sapıtmış olacakları, sultanın bunları görüşlerinden döndürmesi gerektiği bildirilmektedir (ayrıca bk. Hüseyin Atay, “İlmî Bir Tenkit Örneği Olarak İbn Kemal Paşa’nın Muhyiddin b. Arabi Hakkındaki Fetvası”, Şeyhülislâm İbn Kemal Sempozyumu, Ankara 1986, s. 263-277).

F) Tefsir. Risâle fî tefsîri Fâtiĥati’l-kitâb (Resâǿilü İbn Kemâl, I, 2-16); Risâle fî tefsîri sûreti’l-Fecr (a.g.e., I, 17-21); Risâle fî istiŝnâǿi’llâhi teǾâlâ mimmen fi’s-semâvâti ve’l-arż ve taĥķīķih (a.g.e., I, 186-200); Risâle fî tefsîri sûreti’l-Mülk (a.g.e., I, 22-32); Risâle fî sûreti’n-Nebeǿ (a.g.e., I, 33-40); Ķıśśatü Hârût ve Mârût min Tefsîri Ebi’s-SuǾûd (Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. 1028).

BİBLİYOGRAFYA:

Kemalpaşazâde, Resâǿilü İbn Kemâl (nşr. Ahmed Cevdet), İstanbul 1316, I-II, tür.yer.; Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 50-51; Gazzî, el-Kevâkibü’s-sâǿire, II, 108; III, 109; Keşfü’ž-žunûn, I, 105, 109, 499; II, 1219-1220, 1247-1248, 1916, 2021-2023; Cemîl el-Azm, ǾUķūdü’l-cevher fî terâcimi men lehüm ħamsûne taśnîfen fe-miǿe fe-ekŝer, Beyrut 1326, I, 217 vd.; Brockelmann, GAL, II, 597-602; Suppl., II, 668-673; III, 1306; Emrullah Yüksel, “Risâle fî Tahkîki’r-rûh li Mevlânâ Kemal Paşazade”, Şeyhülislâm İbn Kemâl Sempozyumu (haz. S. Hayri Bolay v.dğr.), Ankara 1989, s. 214; Salim Özer, İbn Kemal’in İslâm Hukuku Alanındaki Arapça Yazma Risaleleri (yüksek lisans tezi, 1991), EÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Şamil Öçal, Kemal Paşazâde’nin Felsefî ve Kelâmî Görüşleri, Ankara 2000, s. 24-51; Atsız, “Kemalpaşaoğlu’nun Eserleri”, ŞM, VI (1966), s. 71-112; VII (1972), s. 83-135 (ihtiyatla kullanılmalıdır); Ferhat Koca, “el-Ferâizü’s-sirâciyye”, DİA, XII, 368.

İlyas Çelebi