KEMAHLI İBRÂHİM HAKKI

(1859-1924)

Mevlevî şeyhi.

Erzincan’ın Kemah ilçesinin Müşekrek (şimdi Parmakkaya) köyünde doğdu. Hayatı hakkındaki bilgilerin bir kısmı divanının sonunda (s. 82-84) yer alan hal tercümesiyle Şemsü’l-irşâd adlı eserinde


(s. 4-5) verdiği bilgilere dayanmaktadır. Künyesindeki Arabî nisbesinden Arap asıllı olduğu anlaşılan İbrâhim Hakkı öğrenimine Hacı Feyzullah Efendi adlı bir hocanın yanında başladı. Hocasının Erzincan’a yerleşmesi üzerine kendisi de oraya gitti. Bir süre onun derslerine, ardından İstanbul’dan icâzet alarak dönen oğlu Mustafa Zindî Efendi’nin derslerine devam ederek icâzet aldı. Kitap yazacak seviyede Arapça ve Farsça öğrendi. Hal tercümesinde ilk olarak 1299 senesi Ramazanında (Temmuz-Ağustos 1882) İzmir’den hareketle hacca gittiği, menâsik-i hacca dair verdiği bilgilerin Mekke ulemâsını hayretler içinde bıraktığı belirtilmekte, ancak Erzincan’dan ne zaman ve niçin ayrıldığı, İzmir’de ne ile meşgul olduğu hususunda bilgi verilmemektedir. Daha sonraki yıllarda birçok defa hacca giden İbrâhim Hakkı Efendi bu yolculukları sırasında Şam ve Mısır ulemâsından ilim tahsil ederek tefsir, hadis ve tasavvuf sahalarında kendini yetiştirdi. Erzincan’da da ikamet etmekle birlikte vaaz etmesi için ramazan aylarında İzmir, Bursa, Sivas ve Trabzon gibi şehirlere davet edildi. 1896’da Konya’yı ziyaretinde kendisine Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî tarafından mânen sikke ve hil‘at giydirildiği, bu olaydan altı yıl sonra 120 seneden beri terkedilmiş vaziyette bulunan Erzincan Mevlevîhânesi’ni tamir ve ihya etmeye giriştiği, yanına bir de dârülmesnevî yaptırdığı ve dergâhın şeyhliğine tayin edilerek irşad faaliyetine başladığı kaydedilmekteyse de bir Mevlevî şeyhine intisap edip seyrü sülûkünü tamamladığına dair bilgi bulunmamaktadır.

İbrâhim Hakkı, II. Meşrutiyet’in ilânının ardından Erzincan Mevlevîhânesi’nin vakıflara dair işlerini takip etmek için 1910’da İstanbul’a gitti. Aynı yılın eylül ayında bir cuma günü namazdan sonra devrin padişahı Mehmed Reşad ve Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım Efendi, devlet ricâli ve ulemânın huzurunda Beşiktaş Sinan Paşa Camii’nde Meŝnevî’nin bir beytini şerhetti. 1911 yılının ilk günlerinde yayımladığı Şemsü’l-irşâd li-Sultan Reşâd adlı risâlesi Meşrutiyet idaresi aleyhinde ifadeler ihtiva ettiği gerekçesiyle toplatıldı ve İbrâhim Hakkı’nın 5 Nisan 1911’de Dîvân-ı Harb-i Örfî tarafından müebbeden Kemah’a sürgün edilmesine karar verildi. Harbiye Nezâreti mahkeme kararını Dahiliye Nezâreti’ne göndererek gereğinin yapılmasını istedi. Ayrıca Emniyyet-i Umumiyye Müdüriyeti ile merkez kumandanlığına durum bildirildi (Birinci, sy. 110 [1996], s. 5). Kemahlı’nın Şemsü’l-irşâd’daki ifadelerinden (s. 5) on beş yıl önce de İstanbul’a gittiği ve yine Sinan Paşa Camii’ndeki bir vaazından dolayı Erzincan’a sürgün edildiği anlaşılmaktadır.

Kemah’a gittikten bir ay sonra kaymakamlığa bir dilekçe veren İbrâhim Hakkı bazı işlerini takip etmek üzere Erzincan’a gitmek için izin istedi. Bu isteği olumlu karşılayan Kemah kaymakamının konuyla ilgili yazısını Erzincan mutasarrıfı Erzurum valiliğine gönderdi. Ancak vali isteği uygun bulmadığı gibi şeyhin Kemah’ta kalmasının doğru olmadığını, Mevlevî Dergâhı postnişinliği sırasında birçok kişiyle dostluk kurmuş olması yüzünden Erzincan’a gelmesinin de sakıncalı bulunduğunu, başka bir vilâyete sürgün edilmesinin gerektiğini Dahiliye Nezâreti’ne bildirdi (Haziran 1911). Ancak İbrâhim Hakkı, bu olaydan kısa bir süre sonra kefaletle Erzincan’a gelmesine izin verilmesini, artık postnişin olmadığı için geçimini temin etmek zorunda olduğunu, eğer kalebent ise ailesinin geçimini hükümetin sağlaması gerektiğini ifade eden bir dilekçe daha verdi. Vali bu dilekçeyi de reddederek durumu Dahiliye Nezâreti’ne arzetti. Valinin bu tavrına karşılık âlim, şeyh ve tüccarlardan oluşan bir grup İbrâhim Hakkı’nın Meşrutiyet aleyhtarı olmasının söz konusu olmadığını, Erzincan halkı adına affedilmesi konusunda yardımda bulunulmasının istirham olunduğunu belirten bir dilekçeyi sadârete gönderdiyse de bir cevap alamadı. Bunun üzerine 22 Temmuz’da Dahiliye Nezâreti’ne, bir sûreti de meşihat makamına gönderilen bir telgraf daha çekilerek aynı istekler bu defa “iyd-i millî” (23 Temmuz bayramı) adına ve Erzincan’da kimsesiz çocukların dilinden tekrarlandı. İbrâhim Hakkı, Erzincan halkının bu girişimleri sonucunda bir süre sonra affedilerek Erzincan’a döndü. I. Dünya Savaşı sırasında cihâd-ı mukaddes ilânının (14 Kasım 1914) ardından cihad davetine katılarak 11 Ocak 1915’te Kanal seferine iştirak etmek üzere mevlevîhâneden Mevlevî gönüllüleriyle birlikte hareket etti. Onun başkanlığında Arapkir, Malatya, Antep, Kilis ve Halep’ten geçerek 1915 Şubatında Şam’a ulaşan Mevlevî gönüllülerinin bu sefer sırasındaki faaliyetleri ve sefer dönüşü muhtemelen Erzincan’a gelen İbrâhim Hakkı Efendi’nin Millî Mücadele esnasındaki tavrı hakkında bilgi bulunmamaktadır (a.g.e., s. 5-7).

14 Ekim 1924’te Erzincan’da vefat eden İbrâhim Hakkı’nın kabri Terzibaba Mezarlığı’ndadır. Ölümünden önce idam talebiyle mahkemeye verildiği, rüyasında Hz. Peygamber’i görerek hazırladığı savunmasını okumaktan vazgeçtiğini çevresindekilere söylediği ve ertesi gün vefat ettiği, ölümünden emin olunmak için mezarının açılıp kontrol edildiği rivayet edilmektedir (Şahin, II, 274-275). 1926’da İstiklâl mahkemeleri tarafından hayatında ele geçirilemediği için cesedinin mezarından çıkarılıp asıldığına dair görüşlerin (Ceylan, s. 31-34) gerçekle bağdaşmadığı belirtilmektedir (Birinci, sy. 110 [1996], s. 7).

Eserleri. 1. Şemsü’l-irşâd li-Sultan Reşâd (İstanbul 1329). Sultan Mehmed Reşad’a hitaben yazılmış nasihatnâme türünde bir risâledir. Müellif eserinde dinî hükümlere uymanın ve âdil olmanın önemini vurguladıktan sonra bir hadise dayanarak müslümanların yedi dönem geçireceklerini, Sultan Mehmed Reşad devrinde dördüncü dönem olan zorbalık devrinin başladığını söyler. Tasavvufî ve siyasî anlamda halife ve hilâfet kavramları üzerinde durur, ayrıca siyasî, içtimaî ve hukukî konularda tavsiyelerde bulunur. Müellifin daha önce Sırât-ı Müstakîm’de yayımlanan mektubunda da bu konuya temas ettiği görülmektedir. Risâlenin ikinci basımının (İstanbul 1339) etkisi konusunda bilgi bulunmamaktadır. 2. Dîvân-ı Ebü’l-Kemâl Kemâhî (İstanbul 1324). Biri Arapça, ikisi Farsça seksen sekiz şiir ihtiva eden eserin önemli bir bölümü na‘tlardan meydana gelir. Şairin alfabe sırasına göre her harf için bir na‘t yazması dikkat çekmektedir. 3. Miftâĥu’l-maǾârif (İstanbul 1326). İbrâhim Hakkı, Erzincan’da Mevlevî Dergâhı postnişini olduğu 1902 yılında kaleme aldığı bu Arapça eserinde nefis, Allah, dünya ve âhiret konularını dinî ve tasavvufî açılardan ele alarak incelemiştir. Müellif burada Seyfü’s-sâlikîn (s. 24) ve Makālîdü’l-akāid (s. 35) adlı iki eserini zikreder.


4. Tuhfetü’r-Reşâd fî fezâili’l-cihâd. Kanal seferi sırasındaki yolculuğunu anlattığı on bir sayfalık bir risâledir. “Cennetü’l-mücâhidîn” adlı Arapça ve Türkçe iki kısımdan ibaret risâlenin üzerinde basım tarihi ve yeri bulunmamakta, hurufat şeklinden Şam veya Halep’te basılmış olabileceği tahmin edilmektedir (Birinci, sy. 110 [1996], s. 7). 5. Pend-i Pesendîde der Feżâǿil-i Rûze (İstanbul 1326). Farsça manzum bir risâledir.

BİBLİYOGRAFYA:

Kemahlı İbrâhim Hakkı, Dîvan, İstanbul 1324, s. 82-84; a.mlf., Şemsü’l-irşâd li-Sultan Reşâd, İstanbul 1329; a.mlf., “Rûhu’l-İslâm”, SM, V/126 (1326), s. 366; Vehbi Cem Aşkın, Terzi Baba ve Erzincan Şairleri, Balıkesir 1956, s. 53-54; Tahir Erdoğan Şahin, Erzincan Tarihi, Erzincan 1987, II, 274-276; Hasan Hüseyin Ceylan, Cumhuriyet Dönemi Din ve Devlet İlişkileri, Ankara 1991, s. 31-34; Ömer Menekşe, Kemah Âlimleri, İstanbul 1996, s. 55-56; Faruk Tuncer, Kemahlı İbrahim Hakkı Efendi, İstanbul 1999; Ali Birinci, “Kemahlı Şeyh İbrahim Hakkı’nın Serencâmı”, TY, sy. 110 (1996), s. 4-7.

Nihat Azamat