KÂZERÛNÎ

(كازرونى)

Ebû İshâk İbrâhîm b. Şehriyâr Kâzerûnî (ö. 426/1035)

Kâzerûniyye tarikatının kurucusu.

352’de (963) İran’ın Fars bölgesinde bulunan Kâzerûn kasabasında doğdu. Bu dönemde Kâzerûn halkının önemli bir kısmı henüz Mecûsî idi. Anne ve babası onun doğumundan kısa süre önce müslüman olmuş, baba tarafından dedesi Zâdânferruh atalarının dininden vazgeçmeyerek Mecûsî olarak ölmüştü.

Yoksul bir ailenin çocuğu olan Kâzerûnî aile bütçesine katkıda bulunabilmek için ticarete yönelmek zorunda kaldı. Ancak içinde Kur’an tahsiline yönelik hararetli bir istek uyanınca babası ilk anda karşı çıkmakla birlikte daha sonra sabahleyin işe gitmeden önce mektepte Kur’an derslerine katılmasına izin verdi (Mahmûd b. Osman, s. 14). On üç yaşında hâfız olan Kâzerûnî, bu dönemde mânevî hayatını geliştirmeye karar vererek Hâris el-Muhâsibî, Ebû Amr b. Ali Kâzerûnî ve İbn Hafîf’in görüşlerine ilgi duymaya başladı. Doğumundan bir asır önce vefat eden Muhâsibî ve kendisi altı yaşındayken ölen Ebû Amr’ın tasavvuf anlayışlarını inceledikten sonra henüz hayatta olan İbn Hafîf’in Şîraz’daki öğretim halkasına katıldı. Tarikat hırkasını, şeyhin 371 (982) yılında vefatı üzerine halifelerinden biri olan Hüseyin-i Ekkâr’dan giydi. Ekkâr’ın onu Kâzerûn’dan Şîraz’a getirttiği ve burada hem tasavvuf yoluna girmesini sağladığı hem de kendisine hadis dersleri verdiği kaydedilmektedir (Cüneyd-i Şîrâzî, s. 49).

Kâzerûn’da Ebû İshak’ın çevresinde kalabalık bir mürid topluluğu oluşmaya başladı. Şîraz’dan dönüşünden sonra görüşlerinin tesiri daha geniş bir alana yayıldı. Bir mescidde vermeye başladığı derslerine devam edenlerin sayısı giderek artınca onların da yardımıyla 370 (980) yılı civarında kendi mescidini inşa etmeye karar verdi. Ancak mescidin ilk inşa edilen kısmı, Kâzerûn’da çoğunluğu oluşturan ve idarecilerden destek alan Mecûsîler tarafından yıkıldı. Ardından inşaata tekrar başlandı ve mescidin yapımı dört yılda tamamlandı (Mahmûd b. Osman, s. 26-31). Ebû İshak’ın yaşadığı dönemde birkaç defa genişletilen mescid Kâzerûn’un çekirdeği ve şehirde gittikçe yükselen İslâm’ın bir sembolü haline gelmiştir.

Kâzerûnî’nin faaliyetleri sayesinde, aralarında Mûsevî ve Mecûsîler de olmak üzere şehir ve çevresinde yaşayan 24.000 kişi müslüman oldu (Attâr, s. 776; Mahmûd b. Osman, s. 30-31). Şeyhin şehri İslâmlaştırma faaliyeti, o dönemde bölgeye hâkim olan Büveyhîler tarafından Kâzerûn’a vali tayin edilen Hurşîd ile ihtilâfa yol açtı. Bir Mecûsî olan Hurşîd, Kâzerûnî’yi Büveyhîler’in Şîraz’daki nâibi Fahrülmülk’e şikâyet etti. Bir başka Mecûsî olan Deylem-i Mecûsî ile yaşanan ihtilâf, müslümanlarla Mecûsîler arasında geniş çaplı çatışmalara sebep oldu. Kâzerûnî, durumu anlatmak için Şîraz’daki Büveyhî idarecilerini ziyaret etmek zorunda kaldı. Mecûsîler birkaç defa şeyhi öldürmek için suikast düzenledilerse de başarılı olamadılar. Şehzur b. Harbam adlı Mecûsî’nin onu öldürmek için attığı ok odasının kapısına saplanınca Şehzur pişmanlık duyup tövbe ederek önce müslüman oldu, ardından da şeyhe intisap etti. En sonunda Kâzerûnî’nin de gönülsüzce katıldığı müridlerinin bedduası neticesinde Vali Hurşîd feci şekilde öldü (Mahmûd b. Osman, s. 154). Mecûsîler’in saldırılarına karşı şeyhin müridleri kendilerini savunmak için önlemler aldılar, ayrıca Kâzerûn ve çevresinde Mecûsîler’in oturduğu yerlere baskın düzenleyen silâhlı gönüllülerden oluşan bir grup kurdular.

Mecûsîler’e karşı yürüttüğü başarılı mücadelenin ardından müridlerini Bizans’a karşı ilân edilen cihada katılma konusunda teşvik eden ve onları her yıl tarikatının sancağı ile birlikte cepheye gönderen Kâzerûnî’nin (a.g.e., s. 154) vaaz ederken müridlerinden birinin kılıcını aldığı ve o güne kadar bir serçe dahi öldürmemesine rağmen o anda, “Allah üçün biridir” diyen bir kimseyle (hıristiyanla) karşılaştığı takdirde onu öldüreceğini söylediği rivayet edilmektedir (a.g.e., s. 168, 198). Müridlerini cihada teşvik etmesi sebebiyle ona Şeyh-i Gāzî lakabı verilmiştir.

Kâzerûn ve çevresinde meydana gelen olaylarla çok yakından ilgilenen şeyh, bu bölgeyi 388 (998) yılında hac vazifesini ifa etmek üzere sadece bir defa terketmiş, Mekke’de kalmayı düşünmüş, ancak Mekkeliler’in dünyaya fazla düşkün oldukları düşüncesi ve kendisiyle yolculuk yapan Hüseyin-i Ekkâr’ın tavsiyesiyle bundan vazgeçmiştir (a.g.e., s. 122-123). Kâzerûnî 8 Zilkade 426 (14 Eylül 1035) tarihinde vefat etti. Vasiyeti uyarınca, tövbe etmelerine vesile olduğu müslümanlarla İslâm’a girmelerine önderlik ettiği 24.000 gayri müslimin isimlerinin yazılı olduğu bir liste ve suikast için kendisine atılan okla birlikte defnedildi.

Kâzerûnî’nin şöhret ve etkisinin kendi hayatında İran sınırlarını aşmadığı anlaşılmaktadır. Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr ve İbn Sînâ gibi çağdaşlarıyla mektuplaştığı veya görüştüğüne dair rivayetler sonradan uydurulmuştur (DMBİ, V, 172). Yine sonraki dönemlere ait bir kaynakta, Abbâsî halifelerinin ona zekât gelirlerinden gönderdikleri ve bunu Selmân-ı Fârisî’nin mensubu bulunduğu kabile arasında taksim etmesini istedikleri ileri sürülmektedir (Hasan-ı Fesâî-yi Şîrâzî, s. 249). Kâzerûnî’nin şöhreti vefatından sonra da devam etmiş, toprağının hastalıktan koruyucu ilâç etkisi olduğuna inanılan türbesi önemli ziyaret yerlerinden biri haline gelmiştir. Kurduğu hankah 909’da (1503) Safevîler tarafından yıkılmış, ancak Kâzerûn’un Gencâbâd bölgesinde bulunan türbesi (Fursat - Şîrâzî, s. 326-327; Behrûzî, s. 161-163) saldırılara rağmen yok olmamış ve sonraları tekrar inşa edilmiştir.

Kâzerûn’da şeyhin mescidine bitişik, İran’da benzeri kurumların ilklerinden olan hankahı sadece müridlerin ikamet yeri değil, aynı zamanda yiyecek maddelerinin gayri müslimler dahil olmak üzere muhtaçlara ücretsiz olarak dağıtıldığı bir hayır kurumu olarak faaliyet gösteriyordu. Yoksullara hizmet müridlerin başlıca görevlerinden biriydi (Mahmûd b. Osman, s. 105). Bu faaliyetler için gerekli kaynak, Kâzerûnlu zenginlerin katkılarını istemediği için esas itibariyle cami cemaatinden toplanırdı. Şeyhin müridleri İran’da altmış civarında hankah kurmuşlar ve bunlar merkezî idareyle Kâzerûn’dan yönetilmiştir. Kâzerûnî’nin gazaya verdiği önemle fakirlere gösterdiği ilgi adını taşıyan tarikatın belirgin özelliklerini oluşturmaktadır.

Kâzerûnî’nin İshâkıyye, Mürşidiyye veya Kâzerûniyye isimleriyle anılan tarikatının tasavvuf anlayışı esas olarak dinî hayatın tam anlamıyla yaşanmasına, Allah’a tam tevekküle ve hayattan çekilmeyi gerektiren riyâzete dayanır. Bu sebeple Kâzerûnî et hatta hurma yemeyi bile terketmiş ve hiç evlenmemiştir. Bununla birlikte bazı kadın müridleri de olmuş, bunlardan Sitti Kârziyâtî’nin hankah kurmasına izin vermiştir. Kendisinden sonra yerine Hatîb Ebü’l-Kāsım Abdülkerîm’i halife tayin eden Kâzerûnî kendine mahsus bir zikir, evrad veya dua öğretmemiş, Kâzerûn lehçesiyle yazdığı birkaç beyit dışında eser bırakmamıştır (bu beyitler için bk. a.g.e., s. 149). Görüşlerinin yazıya geçirilmesi


tarikatın üçüncü şeyhi Hatîb Ebû Bekir (ö. 502/1109) dönemine rastlar. Hatîb Ebû Bekir’in Kâzerûnî’nin hayatı hakkında kaleme aldığı ve şimdi kayıp olan Arapça eser, 728 (1328) yılında Mahmûd b. Osman tarafından Firdevsü’l-mürşidiyye fî esrâri’ś-śamediyye (nşr. Fritz Meier, Leipzig 1948; nşr. Îrec Efşâr, Tahran 1358 hş./1979) ve bir asır sonra Alâ b. Sa‘d Muhammed el-Kâzerûnî tarafından Marśadü’l-aĥrâr ilâ siyeri mürşidi’l-ebrâr (bk. Arberry, III [1950], s. 163-182) başlığı ile iki defa Farsça’ya tercüme edilmiş ve Envârü’l-mürşidiyye fî esrâri’ś-śamediyye adıyla bir özeti hazırlanmıştır. Firdevsü’l-mürşidiyye, Kadı Ahmed oğlu Çömezzâde Mehmed Şevki tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2429).

BİBLİYOGRAFYA:

Ebü’l-Abbas Ahmed, Şîrâznâme, Tahran 1350 hş., s. 106; Ferîdüddin Attâr, Teźkiretü’l-evliyâǿ (nşr. Muhammed İsti‘lâmî), Tahran 1360 hş., s. 764-776; Cüneyd-i Şîrâzî, Şeddü’l-izâr (nşr. Muhammed-i Kazvînî - İkbâl-i Âştiyânî), Tahran 1328 hş., s. 49; Câmî, Nefeĥât (nşr. Mahmûd Âbidî), Tahran 1370 hş., s. 260-261; Mahmûd b. Osman, Firdevsü’l-mürşidiyye (nşr. F. Meier), Leipzig 1948, s. 14, 26-31, 105, 122-123, 149, 154, 168, 198, 410, 417; a.e. (nşr. Îrec Efşâr), Tahran 1358 hş.; Hasan-ı Fesâî-yi Şîrâzî, Fârsnâme-i Nâśırî (nşr. Ali Kuli Muhbirüddevle), Tahran 1313 hş., s. 249; Fursat - Şîrâzî, Âŝâr-ı ǾAcem, Tahran 1314 hş., s. 326-327; P. Schwarz, Iran im Mittelalter nach den arabischen Geographen, Leipzig 1929, s. 52; M. Cevâd Behrûzî, Şehr-i Sebz yâ Şehristân-ı Kâzerûn, Şîraz 1346 hş., s. 161-163; Abdülhüseyin Zerrînkûb, Dünbâle-i Cüstücû der Taśavvuf-i Îrân, Tahran 1357 hş., s. 217-219; Mustafa Kara, Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler, Bursa 1993, II, 11-28; Fuad Köprülü, “Abū Ishāķ Kāzrūnî ve Anadolu’da Ishâķî Dervişleri”, TTK Belleten, XXXIII/130 (1969), s. 225-236; A. J. Arberry, “The Biography of Shaikh Abū Isĥāq al-Kāzarūnī”, Oriens, III (1950), s. 163-182; H. Algar, “Kāzarūnī”, EI² (İng.), IV, 851-852; B. Lawrence, “Abū Esĥāq Kāzarūnī”, EIr., I, 274-275; Iraj Afşār, “Ferdaws al-Moršedīya”, a.e., IX, 511-512; Mînâ Hafîzî, “Ebû İsĥâķ Kâzerûnî”, DMBİ, V, 171-173.

Hamid Algar