KAYSERİ

İç Anadolu bölgesinde şehir ve bu şehrin merkez olduğu il.

Erciyes dağının kuzey etekleriyle kuzeyindeki ovanın temas sahasında içkale ve surlar çekirdek olmak üzere kurulmuştur. Doğu-batı ve kuzey-güney ticaret yolları, orta kol ordu ve menzil güzergâhı üzerinde yer alan şehir antik dönemde Mazaka, Roma zamanında Caesarea, İslâm fethinden ve Türkler’in idaresine girdikten sonra Kaysâriye, Kayseriye imlâsıyla ve nihayet Cumhuriyet döneminde Kayseri şeklinde yazılmaya başlanmıştır. Selçuklular ve bazı beylikler döneminde merkez olduğundan şehre ayrıca Ortaçağ geleneğine göre “dârülmülk” ve sefere çıkış merkezi olduğundan “dârülfeth” unvanları verilmiştir.

Tarih. Kayseri çevresi Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden biri olup şehrin 22 km. kuzeydoğusunda Kültepe’de ele geçen arkeolojik buluntular ve çivi yazılı tabletler iskânın milâttan önce 3500’lere kadar indiğini, burada Asur ticaret kolonilerinin oluştuğunu gösterir. Daha sonra Hitit, Frigya devrinde ve Helenistik dönemlerde bir ticaret şehri olarak gelişti. Kapadokya ülkesini Roma eyaleti yapan Tiberius (ö. 37) tarafından Augustos’un hâtırasına Caesarea adı verilen şehir, VII. yüzyıl başlarında Sâsânî hükümdarı II. Hüsrev zamanında Bizans’tan alındıysa da İmparator Herakleios 611’de burayı yeniden ele geçirdi.

Kayseri, diğer Anadolu şehirleri gibi VII. yüzyılın sonlarından itibaren İstanbul’u fethetmek üzere harekete geçen müslüman Arap ordularının yolu üzerinde olduğundan onların akınlarına mâruz kaldı. İlk olarak Hz. Osman zamanında Muâviye idaresindeki ordu Kayseri’ye gelip bura-yı ele geçirmiş, ardından geri çekilmişti (26/647). 71 (690-91) yılında Abdülmelik b. Mervân, 108’de (726) Mesleme b. Abdülmelik tarafından fethedildi. 111 (729) yılında Saîd b. Hişâm ve 114’te (732) Süleyman b. Hişâm buraya birer akın düzenlediler (Taberî, VII, 67, 90). XI. yüzyıl ortalarında Anadolu’ya yönelik Türkmen akınları sırasında muhtemelen 459’dan (1067) sonra Türkler’in eline geçti. Dânişmendliler’in önemli bir merkezi oldu ve burada Ulucami (Sultan Camii, Câmi-i Kebir) başta olmak üzere birçok eser meydana getirildi. Dânişmendli Beyi Emîr Gazi’nin (Melik Gazi) Kayseri’yi ele geçirmesi üzerine büyük oğlu Melik Muhammed şehri tamir ettirerek burayı merkez yaptı, daha önceki akınlarda harap olan şehrin imarına çalıştı; 537’de (1143) Kayseri’de vefat ederek Ulucami’nin kıble tarafındaki türbesine gömüldü. Kendisinden sonra iki defa hükümdar olan (1143, 1172-1175) Zünnûn zamanında Kayseri yeniden karışıklıklar içine düştü. Dânişmendli hâkimiyetinin zayıflaması üzerine Selçuklu Sultanı II. Kılıcarslan Kayseri ve civarını 564’te (1169) Selçuklu topraklarına kattı. 570’te (1175) Anadolu’da birliğin sağlanması üzerine Kayseri Selçuklular’ın önemli bir merkezi oldu, sultanların ve hanımların ikametgâhı haline geldi. Kılıcarslan, uzun hükümdarlığının ardından ülkeyi oğulları arasında taksim edince Kayseri’yi Nûreddin Mahmud Sultanşah’a verdi. Şehirde Sultan II. Kılıcarslan’ın büyük oğlu Kutbüddin Melikşah adına 593’te (1197) gümüş sikke bastırıldı. Yine bu dönemde kardeşi Nûreddin Mahmud Sultan Şah tarafından 589’da (1193) Anadolu’nun bilinen ilk medresesi (Hoca Hasan) yapıldı. Kayseri I. Gıyâseddin Keyhusrev, I. İzzeddin Keykâvus, I. Alâeddin Keykubad zamanlarında ticarî canlılığı olan, birçok imar faaliyetinin yapıldığı, sikkelerin bastırıldığı bir merkez oldu. Moğol istilâsından kaçan birçok âlim ve sanatkâr Kayseri’ye yerleşti. 612’de (1215) şehri gezen Ebü’l-Hasan el-Herevî, güneyde ilk yerleşim bölgesinde bulunan Battal Gazi Camii’nden ve Hz. Ali’nin oğluna atfedilen mezardan bahsetmiş, Câhiliye devri şairi İmruülkays’ın mezarının Kayseri’de Asib tepesinde olduğunu yazmıştır.

1243’teki Kösedağ Savaşı’ndan sonra Kayseri on günlük bir direnişin ardından Moğollar’ın eline geçti ve büyük tahribata uğradı. 1253-1254 yıllarında Moğol yağmasının harap ettiği şehri gezen seyyah William Rubruck, istilâ ve yağma sırasında diğer eserler gibi kiliselerin de tahrip edildiğini yazar.

Bundan sonra çeşitli karışıklıklara sahne olan şehre, 675’te (1277) Moğol zulmünü bertaraf etmek için Selçuklu emîrlerince davet edilen Memlük Sultanı Baybars gelerek bir hafta kadar kaldı. Baybars Anadolu’ya gelirken birçok tarihçi ve ilim adamını beraberinde getirmiş, bunlardan biri olan Kadı İbn Abdüzzâhir, tuttuğu günlükte Kayseri hakkında önemli gözlemlerde bulunarak Moğol yağmasının korkunç tahribatına temas etmiş ve Baybars’ın Kayseri’deki bir haftalık ikametini etraflıca anlatmıştır. Ona göre 16 Zilkade 675’te (21 Nisan 1277) Kayseri’ye gelen Baybars Selçuklu nevbeti çalınarak


şenliklerle karşılanmış, iki gece Keykubâdiye Sarayı’nda kalmış, cuma namazını Ulucami’de kılmıştır. İbn Abdüzzâhir, Kayseri’de o sırada yedi camide (Sultan, Huand, Hacı Kılıç, Lala, Kölük [Gülük], Hoca Hasan, Nizâmeddin Müstevfî) cuma namazı kılındığını belirtmekte, şenlik sırasında okunan Kur’an’ın ardından Farsça konuşulup şiirler söylenmesini yadırgadığını ifade etmektedir.

Kayseri bir süre sonra, İlhanlılar’ın genel valisi olarak Anadolu’da bulunan ve ardından Sivas merkez olmak üzere müstakil bir devlet kuran Emîr Eretna’nın eline geçti (744/1343). Alâeddin Eretna’nın hanımlarından Toga Hatun Kayseri’de oturmuş ve kocası adına hüküm sürmüştü. Eretna’nın henüz İlhanlı genel valisi olarak görev yaptığı sıralarda 732’de (1332) şehri gören İbn Battûta burayı Anadolu’nun büyük beldelerinden biri olarak tanımlar ve Toga Hatun’un burada bulunduğunu, onunla görüştüğünü yazar. İbn Battûta ayrıca Ahîler’le beraber olmuş ve onlardan övgüyle söz etmiştir (Seyahatnâme, I, 325).

Eretnalılar ile Karamanoğulları arasındaki mücadelede başlıca hedef haline gelen Kayseri bir süre sonra Kadı Burhâneddin’in hükümranlığı altına girdi. Onun vefatı üzerine Yıldırım Bayezid burayı Osmanlı topraklarına kattı (800/1398). Ankara bozgununun ardından Karamanoğlu Emîr Şeyh Çelebi şehre yerleşti.

XV. yüzyılda Kayseri Dulkadıroğlu Hasan Bey, Ramazanoğlu İbrâhim Bey, Karamanoğlu İbrâhim Bey arasındaki mücadeleye sahne oldu ve birkaç defa el değiştirdi. 877’de (1472) Akkoyunlular tarafından yapılan kuşatma başarılı olmadı. 879’da (1474) Gedik Ahmed Paşa Karamanoğulları Beyliği’ni ortadan kaldırdıktan sonra Kayseri’de Osmanlı idaresi kuruldu, burası Karaman beylerbeyiliğine bağlı bir sancak merkezi haline geldi ve tahriri yapıldı.

Yavuz Sultan Selim Çaldıran seferine giderken 22 Rebîülâhir 920’de (16 Haziran 1514) Kayseri’ye geldi ve dört gün kaldı. Dönüşte Kayseri’den Kırım hanına ve sancak beyi olan oğlu Süleyman Şah’a fetihnâmeler gönderdi. XVI. yüzyılın sonlarına kadar Kayseri’de önemli bir olay cereyan etmedi. XVII. yüzyıl başlarında Celâlî isyanları burayı da etkiledi. Celâlî Karayazıcı Abdülhalim Kayseri’yi baskı altında tuttu. Bunun ardından şehre yönelik Celâlî baskın ve yağmaları arttı. XVII ve XVIII. yüzyıllarda Kayseri’de bu defa bazı devlet görevlilerinin baskısı ve haksız para talepleri görüldü. XVIII. yüzyılda birbiri ardınca Kalaycıoğlu, Emîr Ağaoğulları ve Zennecioğlu, yüzyılın sonuna doğru da Çapanoğulları’nın şehir mütesellimliği ve âyanlığını ele geçirme mücadelesi halkı rahatsız etti. Özellikle yeniçeri grupları şehirde karışıklıklara yol açtılar. 1821’de yeniçeri reislerinden Akbıyıkoğlu Hasan Ağa Kayseri’yi basarak bazı nüfuzlu ve zengin eşrafa baskı yaptı. Ardından üzerine gönderilen hükümet kuvvetlerince yakalanıp Kayseri’de idam edildi. Kavalalı Mehmed Ali Paşa isyanı sırasında Anadolu’ya gelen Mısır askerleri Kayseri’de denetimi ele geçirdilerse de Kütahya Antlaşması’ndan sonra geri çekildiler. XX. yüzyıl başlarındaki savaş ortamı Kayseri’de sosyal çalkantılara sebep oldu. Millî Mücadele yıllarında işgal tehdidi Kayseri’de bazı örgütlenmelere yol açtı.

Ekonomi, Nüfus, Fizikî ve Kültürel Yapı. Kayseri, ticarî ve kültürel zenginliğiyle Anadolu’nun en önemli merkezlerinden biri olmuştur. Antikçağ’lardan beri ticarî faaliyetiyle bilinen şehir, Erciyes dağı eteğinde doğu-batı ve güney-kuzey istikametinde ticaret yollarının buluşma noktasında, civardaki yerleşme yerleriyle rahat ulaşım imkânı olan, yer altı su zenginliği, düz ovası ve halkının atasözlerine konu olan ticarî yeteneğiyle üstün konumunu her zaman korudu. Kale etrafında gelişen şehirde farklı özellik ve işlevlere sahip dört bölge ortaya çıkmıştır. Bir hilâl biçiminde inşa edilen surların ağzında iç kale, cami, saray, devlet daireleri, su depoları, ambarlarıyla mükemmel müstahkem bir iskân ünitesi oldu. Surların çevrelediği yerleşim birimine “içeri-şehir” adı verildi. Burası ulucamisi, bedesten ve çarşısı, hanları, hamamları, yüzlerce çeşme ve kuyusu, kısacası sanayi tesisleri dışında her türlü dinî, ticarî ve kültürel faaliyetin yürütülüp ihtiyaçların karşılanabileceği bir özelliğe sahipti. Selçuklu idaresinde şehirdeki Türk ve gayri müslim unsurlar farklı yerlerde iskân edildi. Güvenlik açısından Rum ve Ermeniler’in genellikle sur dışında iskânları tercih edildi. Rumlar, Kiçikapı dışında bugün Rum Kilisesi’nin bulunduğu bölgede, Ermeniler ise günümüzde Ermeni Kilisesi’nin bulunduğu mahallelerde yerleşmişlerdi. Surun Sivaskapısı ile Kiçikapı arasında hiçbir İslâmî eserin bulunmaması, buna karşılık Selçuklu döneminde mevcut olan Ayavasil Kilisesi’nin Kiçikapı civarında olması bu durumun bir göstergesidir. Osmanlı öncesi dönemde Türk nüfusun ağırlıklı olarak Oğuz boylarından olduğu mimari eserler üzerindeki damgaya benzeyen işaretlerden anlaşılmakta ve bu husus Kayseri’deki Oğuz nüfusunun yaygınlığına işaret etmektedir. Ayrıca şehirde Alâeddin Eretna ve kardeşleri gibi Orta Asya kökenli gruplar, Uygur, İranlı (İlhanlılar’la gelen İranlı ulemâ), Âzerî nüfus da bulunmaktaydı. Hemen her yönde gelişmiş olan dışarı şehir ise yine benzer dinî, kültürel ve sosyal birçok âbidevî tesisi içermekteydi. Bunun dışında kalan kısımlar, Antikçağ’lardan beri Erciyes eteklerinde ve Erkilet altında özellikle Selçuklu


döneminden beri bağları, bazı sanayi tesisleri, tarla ve bostanlarıyla büyük şehri oluşturmaktaydı.

Kayseri’nin mahalleleri ve nüfusuyla ilgili ilk ayrıntılı bilgiler 906 (1500) tarihli tahrir defterinde yer alır. Bu sayıma göre şehirde tamamında müslümanların oturduğu otuz beş mahalle bulunmaktaydı; en kalabalıkları sur dışında Lala Camii (204 hâne, otuz bekâr, altmış iki muaf), Mescid-i Kölük (211 hâne) ve Tabbâgîn (119 hâne) mahalleleriydi. Köşk medrese (üç hâne), Varsak (yedi hâne), Ekmel ise (yedi hâne) en küçük mahallelerdi. Bu dönemde gayri müslimler için müstakil mahalle adları deftere kaydedilmemiştir. Bunlar cemaat halinde genellikle Sivaskapısı, Kiçikapı ve Boyacıkapısı semtlerinde oturmaktaydılar. Ermeni ve Rumlar arasında Emîr, Bülbül, Yâdigâr, Yûsuf, İskender, Dursun, Yahşi vb. isim taşıyanlar bulunmaktadır. Bu sayımda şehirde 7000 dolayında müslüman (1249 hâne), 1600 civarında hıristiyan (330 hâne) olmak üzere yaklaşık 8600 nüfus vardı. 926 (1520) tarihli deftere göre mahalle sayısı otuz sekize, hâne sayısı 1752’ye yükselmişti. Bunun 1352 hânesi müslümanlara, 400 hânesi gayri müslimlere ait olup toplam nüfus miktarı bir önceki tarihtekiyle hemen hemen aynıdır.

950 (1543) yılına ait kayıtlarda Kayseri’de mahalle sayısının elli altıya yükseldiği, nüfusun da artarak iki katına yaklaştığı dikkati çeker (2870 müslüman, 580 Ermeni, 80 Rum olmak üzere 3530 erkek nüfus, toplam 11.000 kişi). Bu artış eğilimi XVI. yüzyılın sonlarına doğru da sürdü. Nitekim 991 (1583) tesbitlerine göre şehirde toplam 6015 hâne vardı. Buna göre şehir nüfusu 30.000 dolayını bulmuştu. Mahalle sayısı ellisi müslümanlara, on üçü hıristiyanlara ve dokuzu karışık olmak üzere yetmiş ikiye çıkmıştı. Burada toplam nüfus artışı kadar müslüman, gayri müslim oranları da önemlidir. 906’da (1500) % 86 müslüman, % 14 gayri müslim olan oran 926’da (1520) % 81 ve % 19, 991’de (1583) % 78 ve % 22 şeklinde bir değişim göstermektedir. Yüzyılın sonundaki nüfus artışı ve özellikle gayri müslim oranındaki yükselme, ayrıca 906’da (1500) 443 olan vergi muafı sayısının 926’da (1520) yirmi yediye düşmesi dikkati çeken diğer noktalardır.

Kayseri, Karaman eyaleti içinde 926’da (1520) % 19, 991’de (1583) % 22 ile en fazla hıristiyan nüfusu barındıran yerdir. Eyaletin diğer sancaklarında bu oran daha düşüktür (% 9’un altında). Osmanlı döneminde Kayseri’de daima Ermeni nüfus Rum nüfustan fazla olmuştur. Rumlar Sivaskapısı, Boyacıkapısı ve Kiçikapı semtlerine tâbi olarak kaydedilmiş, Ermeniler için mahalle veya semt belirtilmemiştir. Kayseri, XVI. yüzyıl sonlarında 35.000 nüfusuyla sadece Anadolu’da değil Akdeniz dünyası ölçeğinde de büyük bir şehir konumundadır (Faroqhi, s. 301-302). XVII ve XVIII. yüzyıllarda Kayseri XVI. yüzyıl sonlarındaki fizikî özelliklerini ve nüfus yapısını korumuş olmalıdır. 1617 yılı civarında şehre gelen Polonyalı Simeon, iki kat surla çevrili olan Kayseri’de 500 hâne kadar Ermeni bulunduğunu ve bunların Türkçe’den başka bir dil bilmediklerini yazar. Evliya Çelebi 1059’da (1649) sadece kale içinde 600 ev olduğunu belirtir. XVIII. yüzyılın sonlarında burada 6000 hâne Türk, 2000 hâne Ermeni ve 1500 hâne Rum’un yaşadığının ifade edilmesi toplam nüfusun 40.000 dolayına eriştiğini gösterir.

XIX. yüzyılın ortalarına doğru gerçekleştirilen temettuât sayımlarına göre 1834’te Kayseri’de elli bir mahalle bulunmakta olup on üç mahalle cemaatlerden oluşmaktaydı. Toplam hâne sayısı 4749, erkek nüfus sayısı 24.965, gelir ve mal yekünü ise 2.840.236 kuruş idi. Burada dikkati çeken husus cemaat yapısının çok yaygın olmasıdır. Meselâ Huand mahallesi 388 hâne olup Yanikoğlu, Kalpaklızâde, Halaczâde ve Mollazâde cemaatlerinden, Hacıkılıç mahallesi 422 hâne olup dört cemaatten, Hasbek mahallesi 239 hâne olup sekiz cemaatten oluşmaktaydı. Bu tesbitten hareketle şehrin zengin, orta halli ve fakir mahallelerini belirlemek mümkündür. Defterde elli iki zenaat zümresi zikredilmiştir. Bundan biraz önce 1831’de yapılan sayımda toplam nüfusun 27.000 dolayına eriştiği hesaplanmıştır. Yabancı seyyahlar ise 1813-1838 yılları arasında Kayseri’nin nüfusunu 18-25.000 arasında gösterirler. 1835 yılındaki deprem şehirde bazı evlerin yıkılmasına ve 665 kişinin ölümüne yol açtıysa da nüfus yapısında önemli bir değişme olmadı. 1848’de 3000 kişinin hayatına mal olan kolera salgınının ardından 1849’da burayı gören Andreas David Mordtmann erkek nüfusu 12.344 müslüman, 5002 Ermeni ve 1067 Rum olmak üzere toplam 18.413 olarak verir. Bu da yaklaşık 36.000 dolayında nüfusa işaret eder. XIX. yüzyılın sonlarına doğru şehrin nüfusu giderek artmış, 1892’de 50.000’e yaklaşmış, 1907’de 54.011 kişi tesbit edilmiştir.

Kayseri tarih boyunca hemen her dönemde yoğun bir ticarî faaliyete sahne olmuş, ayrıca belli üretim dallarında isim yapmıştır. Boya sanayiinde şehir önde gelmekte ve pek çok boyahane bulunmaktaydı. Kayseri’de boyahaneler ve debbağhâneler çok önemli iki sektördü. XVII. yüzyıl başında Celâlî baskınları sırasında boya sıkıntısı çekildiğinden boyahane bir süre kapatılmış, yeniden açıldığında uzun süre eski seviyesine gelememişti. Kayseri Boyahanesi Karaman beylerbeyinin hassı idi. Boyahaneyi iltizama tutan kimse, Konya’da oturan beylerbeyinin bir adamına aylık taksitleri Kayseri kadısı huzurunda teslim ederdi (a.g.e., s. 184). Tabii boya imali için yetiştirilen çehri Kayseri çevresinde yetişen başlıca bitkilerdendir. Sarı çehri özellikle XIX. yüzyılda halkın başlıca gelir kaynağı oldu. Elde edilen sarı boya ipekli ve pamuklu kumaş dokumasında kullanılıyordu; bu boyanın başlıca alıcısı İngilizler’di. 1840’larda Kayseri ve civarında 450 ton çehri yetiştirilmiştir. 1843 tarihli Kayseri temettuât tesbitinde yüzlerce ailenin çehrilik sahibi olduğu görülmektedir. Deri sanayiinin de Kayseri’de temel bir sektör olduğu, sur dışında çok kalabalık bir


Debbağlar mahallesinin mevcudiyetinden anlaşılmaktadır. Bunlar ahî geleneğine göre teşkilâtlanmışlardı. Halk deri ve sahtiyan işlemede ustaydı. XVII. yüzyılda Evliya Çelebi ve Kâtib Çelebi, Kayseri sarı sahtiyanının şöhretinden bahsetmektedir. 1900’lerde hâlâ üretim ve kalite bakımından Kayseri sarı sahtiyanının meşhur olduğu görülmektedir. Kayseri ovasının zengin güherçile yataklarına sahip olduğunu ve bunun fabrikada işletilerek barut imalinde kullanıldığını 1840’lı yıllara ait İngiliz konsolusluk raporları belirtmektedir. 1844’te fabrikadan elde edilen güherçile 140.000 okka idi ve okkası 112 paradan satılıyordu. 1864’te Hacı Kılıç Camii yakınında kurulan baruthane uzun yıllar çalışmıştır. Şehirde halı ve kilim imali de çok önemliydi. XIX. yüzyılda 3000’in üzerinde halı tezgâhının bulunduğu ve halı dokumacılığının halk için önemli bir gelir kaynağı olduğu bilinmektedir. Çok değişik geleneksel motiflerin kullanıldığı bu halı ve kilimler ayrıca ihraç edilip büyük miktarda gelir sağlanmaktaydı. Sucuk ve pastırma imali Kayseri’nin yüzyıllardır bilinen meşguliyetiydi. Evliya Çelebi Kayseri pastırmasının şöhretinden söz etmektedir. Bu sebeple birçok hayvan kesim ve et işleme tesisi mevcuttu. Bazı XIX. yüzyıl seyyahları şehirde yaygın olarak görülen mezbahalar, işlikler (et işleme tesisleri), deri sanayii ve tabakhâneler sebebiyle genel bir kirlilikten bahsetmektedir.

Selçuklu döneminden beri şehri gezen seyyahlar buradaki ticarî faaliyet hakkında önemli bilgiler vermişlerdir. II. Bayezid devrinde Kayseri sancak beyi Mustafa Bey, 902’de (1497) sur içinde bugün Halıcılar Çarşısı olarak hizmet veren bedestenle yakınında çeşitli dükkânlardan oluşan çarşıyı inşa ettirmiş, burası o dönemde şehrin ticarî merkezi özelliği kazanmıştı. Bedestenin yanında Kayseri’nin 792 (1390) tarihli en eski âbidevî çeşmesi olan Şeyh Müeyyed Çeşmesi ve hemen karşısında Şah Hatun tarafından yaptırılan Pamuk, Pembe veya Kapan Hanı adlarıyla bilinen han yer almaktaydı. Halk, ticaret için başta İstanbul ve diğer belli başlı şehirler olmak üzere pek çok yere giderek faaliyette bulunmaktaydı. XIX. yüzyılda iç ve dış sebeplerle Anadolu’da ticarî hayatın iyice gerilemesine rağmen Kayseri tüccarı çevresiyle ticareti kesmeden yürüttü. Vital Cuinet, durgunluğa rağmen Kayseri’den büyük miktarda işlenmemiş deri, hayvan postu, çehri, badem ve kuru meyvenin İstanbul’a gönderildiğini yazmaktadır. Yine aynı dönemde Kayseri’den halı, sarı çehri, kitre zamkı ihraç ediliyordu. Ayrıca dışarıdan çeşitli mallar Kayseri’ye geliyordu. 906 (1500) ve 926’daki (1520) tesbitlere göre Kayseri’de elde edilen resmî gelirler pazardan, giren çıkan mallardan, tartıya giren metâdan alınan vergilerle mum imalâthânesi, bekçilik ve koruma hizmeti, kovan ve ganem resimleri; bağ, meyve, bostan ve sebze öşürleri; cendere, boyahane, meyhane ve bozahane işletmesi olarak on yedi ayrı kalemde toplanmıştı ve 906’da (1500) 537.170 akçeye ulaşıyordu (İnbaşı, s. 73). Bunların içerisinde en büyük vergi gelir dilimini pazarlara getirilen mallar ve kasaplıktan sağlanan gelirler teşkil ediyordu.

Gündelik hayatta erkeklerin yanında kadınların da faal olduğu çeşitli tesbitlerden anlaşılmaktadır. 1084-1096 (1673-1685) yıllarına ait beş Kayseri sicilinde toplam 1324 davadan 266’sı (% 22) kadınlara ait olup bunların 209’u müslüman, elli yedisi gayri müslimdi. 266 davadan 114’ünde kadın doğrudan mahkemede bulunmuş, 148’inde kadını vekili temsil etmişti. Bu davalar gayri menkul alım satımı, miras talebi ve taksimi, zina suçu, vasî tayini, mehir talebi, boşanma, nafaka talebi gibi hususlara aitti. Kayseri’deki nişan, nikâh, evlilik merasim ve geleneği kültür tarihi açısından çok zengindir (Yuvalı, s. 369-370). Nitekim XIX. yüzyılda Kayseri’de çeyiz ve peşin ödenen mehir büyük sıkıntılara sebep oluyordu. İleri gelenler çözüm için Kayseri’de üç çeşit düğün, mehir ve çeyiz belirlemişlerdi. Varlıklı ailelerin 5000 kuruş mehir ve yirmi kat elbise, orta hallilerin 3000 kuruş mehir ve on beş kat elbise, dar gelirlilerin 500 kuruş mihr-i muaccel ile beş kat elbise çeyiz vermeleri benimsenmiş, kumaş ve elbise türleri etraflıca anlatılmıştır (Çadırcı, s. 326-327).

Kayseri tarihî âbideler bakımından da önemli bir yere sahiptir. Bu tür binaların en eskileri XII ve XIII. yüzyıllarda Dânişmendliler ve Selçuklular döneminde yapılmıştır. Bunlara Osmanlı hâkimiyeti sırasında yenileri eklenmiş ve Kayseri klasik bir Türk-İslâm şehri hüviyetine bürünmüştür. Mevcut eserler içinde en eski dinî mâbed Dânişmendliler devrinden kalma Ulucami’dir (Câmi-i Kebîr, Sultan Camii). XII. asrın ikinci yarısında Melik Muhammed Gazi tarafından yapıldığı tahmin edilen cami 602’de (1205-1206) esaslı bir şekilde onarılmış, bir diğer önemli tâdilât ise 1135’te (1723) gerçekleştirilmiştir. Diğer eski cami aynı zamanda bir mahalleye adını veren Kölük (Gülük) Camii’dir. VI. yüzyılda yapıldığı sanılan ve 607’de (1210) tamir gören bu mâbed, burayı 735’te (1334-35) yeniden ihya eden Kölük (Gülük) Şemseddin b. Alameddin’in adını taşır. Bunların dışında I. Gıyâseddin Keyhusrev’in, kız kardeşi Gevher Nesibe’nin vasiyeti üzerine 602’de (1205-1206) inşa ettirdiği, biri tıp medresesi olan Çifte medreseler (Gıyâsiye ve Şifâiye), I. Alâeddin Keykubad’ın zevcesi Mahperi Sultan tarafından yaptırılan Huand Hatun Medresesi (635/1238), Hacı Kılıç Camii ve Medresesi (647/1249), Fahreddin Sâhib Ata tarafından inşa ettirilen Sâhibiye Medresesi (665/1267) Selçuklu dönemine aittir. Osmanlı devrinde yapılan binalar içinde en önemlisi Hacı Ahmed Paşa’nın inşa ettirdiği Kurşunlu Cami olup (994/1586) bunun planlarını Mimar Sinan’ın hazırladığı belirtilir. Kayseri’de Osmanlı döneminde de mevcut olan medreseler faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. 1860’ta yapılan bir tesbite göre şehirde kırk iki medrese bulunmaktaydı. Bunlardan yirmi ikisi tedrîsata devam


etmekte ve buralarda 607 talebe okumaktaydı. Talebenin üçte ikiden fazlasının Yozgat, Niğde, Maraş, Adana, Kırşehir’den gelmiş olması, Kayseri’nin sadece ticarette değil eğitimde de önemli bir merkez olduğunu göstermektedir. XIX. yüzyılın ikinci yarısında Kayseri’ye yeni eğitim kurumları yapılmıştır. 1898-1899’da idâdî açılmış, iki rüşdiye ve birçok ibtidâiye yapılmıştır. 1900 tesbitine göre otuz dokuz medreseden başka bir idâdî, üç rüşdiye (1903), elli sekiz sıbyan mektebi vardı. Bu dönemde diğer Anadolu şehirleri gibi yoğun bir misyoner çalışmasının Kayseri’de de etkili olduğu ve okullarının açıldığı dikkati çekmektedir. Şehrin ve halkın dinî, kültürel hayatında Kayseri ulemâsının önemli katkısı olmuştur. Osmanlı biyografi lugatlarında Kayseri kökenli birçok âlim görülmektedir. Şehirde ilk gazete Erciyes adıyla 1910’da çıkmaya başlamış, daha sonra değişik gazeteler yayımlanmıştır.

İdarî yapı olarak Kayseri, XV. yüzyılın sonu ile XVI. yüzyıl başında Karaman eyaletine bağlı bir sancağın merkezi oldu. Kayseri kazası XVII. yüzyılda arpalık olarak büyük mevâliye verilip çok defa nâiblerle idare edilmekteydi. XVIII. yüzyılda âyanlar idarede söz sahibi oldular. 1720-1741 arasında Kalaycıoğlu Mustafa, 1742-1762 arasında Zennecioğlu Mustafa, Mehmed ve Ahmed mütesellimlik yapmış, 1775’ten sonra Çaparzâde Süleyman Kayseri mütesellimliğini almayı başarmıştı. Kargaşanın yaşandığı 1820 başlarında Kayseri’ye dirayetli bir valinin tayini, Bozok sancağının Kayseri’ye ilhak edilerek Hüseyin Paşa’ya verilmesi hakkında padişaha telhis sunulmuştur (BA, HH, nr. 48711). Kayseri’nin vezir masrafını karşılamadığından ya mütesellimle idare edilmesi veya başka sancağın buraya ilhakı da talep edilmiştir (BA, HH, nr. 17402). Tanzimat’tan sonra Bozok’a bağlı bir sancak merkezi olan Kayseri 1867 vilâyet nizamnâmesiyle Ankara’ya bağlı bir sancağın, 1914’te ise müstakil hale getirilen bir sancağın merkezi olmuştur.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, HH, nr. 17402. O, sene 1242; nr. 48711, sene 1237; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), VI, 71; VII, 43, 67, 90; İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-Alâiyye: Selçuknâme (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 1996, I-II, bk. İndeks; Ebü’l-Ferec, Târih, I, 180; ayrıca bk. İndeks; Aksarâyî, Müsâmeretü’l-aħbâr, s. 30, 37, 62, 90, 101, 114, 121, 146, 154, 247, 253, 312; İbn Battûta, Seyahatnâme, I, 325-326; Esterâbâdî, Bezm ü Rezm (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 1990, bk. İndeks; Kâtib Çelebi, Cihannümâ, s. 620; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, III, 186-189; Ankara Vilâyeti Salnâmesi (1325), Ankara 1325, s. 214 vd.; Kayseri’de İlk Nüfus Sayımı: 1831 (haz. Hüseyin Cömert), Kayseri 1993; Kayseri Temettuat Defteri (haz. İsmet Demir), Kayseri 1998; J. M. Kinneir, Journey Through Asia Minor, London 1818, s. 95-106; W. Hamilton, Researches in Asia Minor, Pontus and Armenia, London 1842, II, 246, 255, 258, 263; Cuinet, I, 307 vd.; H. Barkley, A Ride Through Asia Minor and Armenia, London 1891, s. 142; E. Naumann, Von Goldenen Horn zu den Quellen des Euphrat, München-Leipzig 1893, s. 205 vd.; Düstur, İkinci tertip, İstanbul 1334, VI, 511; Halil Edhem [Eldem], Kayseriye Şehri, İstanbul 1334; Ch. Texier, Küçük Asya (trc. Ali Suad), İstanbul 1340, III, 54-60; Ahmed Nazif, Kayseri Tarihi: Mir’at-i Kayseriyye (s.nşr. Mehmet Palamutoğlu), Kayseri 1987; a.mlf., Kayseri Meşhurları: Kayseriyye Meşâhiri (s.nşr. Meserret Diriöz - Haydar Ali Diriöz), Kayseri 1991; A. D. Mordtmann, Anatolien, Skizzen und Reisebriefe aus Kleinasien: 1850-1859 (ed. Fr. Babinger), Hannover 1925, s. 142, 145, 147; W. Rubruck, “Consisting of the Travel Records to the Eastern Parts of the World of William of Rubruck 1253-1255”, Contemporaries of Marco Polo (ed. M. Komrof), London 1943, s. 206-207; M. Tayyib Gökbilgin, “XVI. Asır Başlarında Kayseri Şehri ve Livası”, Zeki Velidi Togan’a Armağan, İstanbul 1950-55, s. 93-108; Necibe Çakıroğlu, Kayseri Evleri, İstanbul 1952; H. von Moltke, Türkiyedeki Durum ve Olaylar Üzerine Mektuplar: 1835-1839 (trc. Hayrullah Örs), Ankara 1960, s. 246; Polonyalı Simeon’un Seyahatnamesi: 1608-1619 (trc. H. D. Andreasyan), İstanbul 1964, s. 158-161; N. Elisséeff, Nūr ad-Dīn, Damas 1967, II, 500; Cl. Cahen, Pre Ottoman Turkey, London 1968, bk. İndeks; Strabon, Coğrafya: Geographika, Kitap XII (trc. Adnan Pekman), İstanbul 1969, s. 10-13; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971, bk. İndeks; Mehmed Zeki Koçer, Kayseri Uleması, İstanbul 1972; Ali Rıza Önder, Kayseri Basın Tarihi (1910-1960), Ankara 1972; G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1981, s. 78, 108, 146, 318; I. Kayseri Kültür ve Sanat Haftası Konuşmaları ve Tebliğleri (7-13 Nisan 1987), Kayseri 1987; Abdullah Satoğlu, Kayseri Şairleri, Kayseri, ts.; Emir Kalkan, Çağlar Boyunca Kayseri Şairleri, Kayseri 1988; M. Fatih Köksal, Kayserili Divan Şairleri, Kayseri 1998; Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapıları, Ankara 1991, s. 326-327; Kemal Göde, Tarih İçinde Kayseri, Kayseri 1991; Vacit İmamoğlu, Geleneksel Kayseri Evleri, Ankara 1992; Ömer Yörükoğlu, Kayseri Çeşmeleri, Kayseri, ts.; Mehmet İnbaşı, XVI. Yüzyıl Başlarında Kayseri, Kayseri 1992; Sema Demircan (Özırmak), Kayseri Vakıfları, Kayseri 1992; S. Faroqhi, Osmanlı’da Kentler ve Kentliler (trc. Neyyir Kalaycıoğlu), İstanbul 1993, tür.yer.; Halit Erkiletlioğlu, Kayseri Tarihi, Kayseri 1993; a.mlf., Osmanlılar Zamanında Kayseri, Kayseri 1996; İlhan Özkeçeci, Tarihi Kayseri Cami ve Mescidleri,


Kayseri 1997; Mehmet Karagöz, XVIII. Asrın Başlarında Kayseri: 1700-1730 (doktora tezi, 1993), EÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Mehmet Karakaş, XVIII. Yüzyılın İkinci Yarısında Kayseri: 1750-1775 (doktora tezi, 1997), EÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; I. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri (11-12 Nisan 1996), Kayseri 1997; Abdülkadir Yuvalı, “Kayseri’de XVII. Yüzyıl Sonlarında Kadın’ın Sosyal Statüsü”, a.e., s. 367-375; II. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri (16-17 Nisan 1998), Kayseri 1998; R. C. Jennings, Studies on Ottoman Social History in the Sixteenth and Seventeenth Centuries. Women, Zimmis and Sharia Courts in Kayseri, Cyprus and Trabzon, İstanbul 1999, s. 11-347; a.mlf., “Ķayśariyya”, EI² (İng.), IV, 842-846; Ayhan Öztürk, Şer’iyye Sicillerine Göre Kayseri Sancağı: 1738-1749, Kayseri 2000; Osman Eravşar, Seyahatnamelerde Kayseri, Kayseri 2000; III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri (06-07 Nisan 2000), Kayseri 2000; Mehmet Çayırdağ, “Kayseri’de Kitabelerinden XV. Yüzyılda Yapıldığı Anlaşılan İlk Osmanlı Yapıları”, VD, XIII (1981), s. 531-582; a.mlf., “Kayseri’de Selçuklu ve Beylikler Dönemine Ait Bazı Kitabe ve Mezar Taşları”, TD, sy. 34 (1984), s. 495-532; a.mlf., “Kayseri’de Zamanımıza Kadar Gelmemiş Olan Bazı Mühim Tarihi Binalar”, TTK Bildiriler, IX (1988), II, 717-728; Besim Darkot, “Kayseri”, İA, VI, 484-491.

Mehmet İpşirli




Bugünkü Kayseri. XX. yüzyılın 20’li yıllarına doğru nüfusu azalmış, harap bir şehir görünümünde olan Kayseri Millî Mücadele yıllarında işgale uğramadı. Hatta bulunduğu yerin coğrafî özelliği sebebiyle siyasî bir önem kazandı. Nitekim Yunan kuvvetlerinin Ankara’ya yaklaşması Ankara hükümetinin Kayseri’ye taşınmasını gündeme getirmişti. Büyük Millet Meclisi’nin 23 Temmuz 1921 tarihli gizli oturumunda Millî Müdafaa Vekili Fevzi Paşa (Çakmak) hükümet merkezinin Kayseri’ye taşınacağını açıkladı. Bu karar o günlerde Kayseri’de bir canlılığa yol açtı. Kayseri Lisesi’nin tarihî binası Türkiye Büyük Millet Meclisi için hazırlanmaya başlandı. Başta Maarif Vekâleti olmak üzere birçok vekâlet kısmen de olsa Kayseri’ye taşındı ve lise binası civarındaki bazı binalara yerleştirildi. Bu “ikinci başşehir” havası şehirde bir aydan fazla sürdü. Sakarya Muharebesi’nin kazanılması üzerine (13 Eylül 1921) bu teşebbüsten vazgeçildi.

Kayseri’nin hızlı ve sürekli gelişmesi Cumhuriyet döneminde başladı. Bu sırada bir il merkezi olan Kayseri’de daha sonra Kayseri Uçak Montaj Fabrikası’nın (günümüzdeki adı Hava İkmal Bakım Merkezi) hizmete girmesi (6 Ekim 1926), 24 Nisan 1927’de demiryolunun ulaşması (resmî açılışı 29 Mayıs 1927) şehrin gelişmesinin hızlanmasını sağladı. Bu gelişmeler sırasında 1927 yılında yapılan Cumhuriyet’in ilk nüfus sayımında şehirde 39.134 kişi tesbit edilmişti. Demiryolunun 1930’da Kayseri üzerinden Sivas’a ulaşması, Samsun’dan başlayan başka bir demiryolunun da 1932’de Sivas’a bağlanması Kayseri’nin Karadeniz kıyılarıyla irtibatını sağladı. Ayrıca 1933 yılında Ulukışla-Niğde demiryolunun Kayseri’nin batısında Boğazköprü’de Ankara-Kayseri-Sivas demiryoluna birleşmesi Kayseri’yi Niğde üzerinden Akdeniz kıyılarında Mersin’e ulaştırdı. 16 Eylül 1935’te demiryolunun kuzeyinde Kayseri Bez Fabrikası’nın açılmasıyla burada Sümer mahallesi ortaya çıktı. Bütün bunların sonucunda nüfusu arttı ve 1935 yılı Ekim ayında yapılan sayımda 50.000’e yaklaştı (46.181). Söz konusu dönemdeki Kayseri şehri tipik bir Ortaçağ şehri görünümünü taşıyordu. Fransız mimar ve sanat tarihçisi Albert-Louis Gabriel’in 1931’de çizdiği şehir planında modern anlayışa uygun sadece birkaç düzgün şehir içi ekseni dikkati çekiyordu. Bunlar batıya doğru İstanbul caddesi, doğuya doğru Sivas caddesi, kuzeyde Erkilet’e yönelen İstasyon caddesi ve güneydoğu yönündeki bağlara uzanan Talas caddesi idi. O yıllarda şehir, doğuda Erciyes dağından inen bir sel yatağı olan Deliçay ile sınırlanıyordu ve Seyitburhanettin Mezarlığı’na dayanıyordu. Şehrin kuzeydeki sınırı ise Hacı Kılıç Camii ve bunun yakınındaki Baruthane mevkii idi. Erciyes eteğindeki bağlar sebebiyle şehrin güneye genişleme imkânı bulunmuyordu. Batıda ise şehir Çifteönü mevkiinde son buluyordu. Bu haliyle Kayseri şehri, çapı ancak 2 km. kadar olan bir dairenin içine sığabilecek büyüklükteydi. Şehrin bu görünümü II. Dünya Savaşı sırasındaki durgunluk yıllarında da sürdü. 1945 yılında yapılan ilk imar planı Kayseri’nin kuzeybatıya doğru gelişmesini öngörüyordu. 1950 sonrası yıllarda Türkiye’nin hemen her tarafında hızlanan köyden şehire göç Kayseri’yi de etkiledi ve şehrin nüfusu 1950 sayımında 65.488’e ulaştı.

1950-1960 arasındaki dönemde şehirde hem kamuya ait şeker fabrikası gibi bir büyük tesisin (1955), hem de özel sektöre ait bazı mensucat fabrikalarının (1951’de Birlik Mensucat, 1955’te Orta Anadolu Mensucat) kurulması şehre yönelik göçü hızlandırdı ve bu tesisler etrafında yeni mahalleler oluştu (Şeker Sitesi, Aydınlıkevler ve Hürriyet mahalleleri). Göçler gecekondu tipindeki konutların ortaya çıkışına yol açtı ve bu tür meskenler daha çok bez fabrikasının batısındaki Barbaros ve Gaziosmanpaşa mahallelerinde yoğunlaştı. Bununla birlikte daha sonraki yıllarda alınan önlemlerle Kayseri’de gecekondu yerleşimi sınırlı kalmıştır.

Aynı dönemde, şehrin çekirdek kısmından uzakta kurulmuş olan sanayi tesisleri çevresindeki mahallelerle şehrin merkezi arasındaki boşluklar dolmaya başladı. 1950’den sonra hızlanan imar faaliyeti kapsamında yeni imar edilen yerlerden başka, iç kalenin güneyinde yer alan eski mahallelerdeki binalar yıkılıp bunların yerine birbirini dik olarak kesen caddeler üzerinde planlı iş merkezi oluşturuldu. Surların kuzeyinde bulunan seyrek dokulu mahallelere de el atılarak büyük apartman blokları inşa edildi. Şehir dokusundaki önemli değişikliklerden bir diğeri 1956 yılında şehrin batısındaki sanayi sitesinin kurulmasıdır. Çorakçılar yazısı denilen boş alanda ilk defa düzenli ve planlı bir sanayi sitesi oluşturulunca şehrin merkezî kesiminde bulunan küçük atölyelerle


küçük ve orta ölçekli endüstri kuruluşları bu siteye taşındı. 1957 yılında şehirdeki ilk toplu konut yerleşim alanı ortaya çıktı (Belediye blokları).

1950-1960 yılları arasında şehrin fizikî mekân gelişimine paralel olarak nüfusunda büyük bir artış oldu, 1955’te 80.000’i geçen nüfus (82.405) 1960’ta 100.000’i aştı (102.596). Kayseri 1960 yılına kadar olan gelişmesinde doğu tarafında, daha sonra ortaya çıkacak olan Fevziçakmak ve Kılıcarslan mahallelerinin batı sınırına kadar dayanmıştı. 1970’ten sonraki yıllar Kayseri’nin doğuya, batıya ve kuzeye doğru daha fazla genişlediği dönem oldu. Güneyde Erciyes dağının ve buna ait lav akıntılarının bulunuşu bu yöne doğru genişlemeye daima engel teşkil etmiştir. Bu gelişme, yeni planlı semtlerin ilâvesiyle olduğu kadar nüfusun hızlı artışı sonucunda bazı plansız semtlerin eklenmesi şeklinde de kendisini gösterdi. Hızlı gelişme 1975’te yeni bir imar planının yapılmasına yol açtı. 1970-1980 yılları arasında şehre eklenen planlı yerleşme alanlarına örnek olarak şehrin doğusundaki Mimarsinan (Fevziçakmak mahallesinin doğusunda) ve Alpaslan mahallesiyle (Kılıcaslan mahallesinin doğusunda) demiryolu istasyonunun doğusundaki Mevlânâ mahallesi, kuzeyde Şirinevler mahallesi gösterilebilir. Doğuda Erciyesevler, Uğurevler, kuzeyde Yeşilmahalle, Beşparmak, Vedatdalokay, Seyrani ve Zümrüt mahalleleriyle batıda Mahrumlar bağları, güneyde Battalgazi ve Karacaoğlu gibi yerleşme alanları ise fazla planlı değildir.

1970-1980 arasındaki dönemde şehir nüfusundaki artış daha da hızlandı. 1975’te 200.000’i geçen nüfus (207.037) 1980’de 300.000’e yaklaştı (281.320). 1978 yılında kurulan Kayseri Üniversitesi (1982’de adı Erciyes Üniversitesi’ne dönüştü) şehrin gelişmesini daha da hızlandırdı. Nüfus 1985 yılında 400.000’e yaklaştı (373.937). Şehrin güneydoğu ucunda bulunan Erciyes Üniversitesi kampusu, bu kesimde kendisine komşu olan yazlık Talas yerleşmesiyle Kayseri’yi âdeta birbirine birleştirdi. Civardaki başka yazlık yerleşmeler de şehirle bütünleşti (kuzeyde Erkilet, güneyde Hisarcık örneklerinde olduğu gibi). Bu çevre yerleşmelerle şehrin birleşme eğilimi göstermesinde bu yöne doğru büyüme yanında söz konusu yerleşmelerin de merkez istikametine doğru genişlemesi etkili olmuştur.

1985 yılından sonra şehir batıya ve doğuya doğru aşırı büyüme eğilimi gösterdi. Doğuda Beyazşehir, İldem, Kay-Kop, Mim-Sin toplu konut projeleri ve batıda Ankara istikametinde Bel-Sin projesiyle alabildiğine genişleyen Kayseri 14 Aralık 1988 tarihli 3508 sayılı kanunla büyükşehir statüsüne kavuştu, şehir içinde Melikgazi ve Kocasinan belediyeleri kuruldu. Aynı adla kurulan iki ilçenin merkezi de şehrin belediye sınırları içindedir. Şehrin merkezî kesiminden doğukuzeydoğuya doğru ilerleyen Sivas caddesi bu iki belediyeyi ve ilçeyi birbirinden ayırır. 1992 yılında şehirde mevcut 105 mahallenin altmış üçü Melikgazi, kırk ikisi Kocasinan ilçesi sınırları içinde bulunuyordu.

Kayseri, geleneksel sanayi kollarındaki (pastırmacılık, halıcılık vb.) etkinlikleri yanında günümüzde son derece çeşitlilik gösteren bir sanayi ve ticaret merkezidir. Şehrin simgesi haline gelmiş bulunan Erciyes dağının kayakçılık merkezi olması ve kültür varlıklarının çokluğu Kayseri’ye aynı zamanda bir turizm merkezi özelliği kazandırmıştır. 1990 yılında 400.000’i aşan nüfusu (421.362), 1997’de 500.000’e çok yaklaştı (498.293). 2000 nüfus sayımının geçici sonuçlarına göre ise 500.000’i aştı (524.819). Kayseri bu nüfusuyla aynı yıl içinde Türkiye şehirleri arasında on birinci sırada bulunuyordu.

Kayseri şehrinin merkez olduğu Kayseri ili Sivas, Kahramanmaraş, Adana, Niğde, Nevşehir ve Yozgat illeriyle kuşatılmıştır. Kocasinan, Melikgazi, Akkışla, Bünyan, Develi, Felâhiye, Hacılar, İncesu, Özvatan, Pınarbaşı, Sarıoğlan, Sarız, Talas, Tomarza, Yahyalı ve Yeşilhisar adlı on altı ilçeye ayrılmıştır. 17043 km² genişliğindeki Kayseri ilinin sınırları içinde 2000 genel nüfus sayımının geçici sonuçlarına göre, 1.049.659 kişi yaşıyordu. Nüfus yoğunluğu ise altmış iki idi.

Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait 2000 yılı istatistiklerine göre Kayseri’de il ve ilçe merkezlerinde 490, kasabalarda 140 ve köylerde 494 olmak üzere toplam 1124 cami bulunmaktadır. İl merkezindeki cami sayısı ise 278’dir.

BİBLİYOGRAFYA:

G. Barstch, Das Gebiet des Erciyes Dağı und die Stadt Kayseri in Mittel-Anatolien, Hannover 1935; A. Gabriel, Kayseri Türk Anıtları (trc. Ahmed Akif Tütenk), Ankara 1954; Nahid Sırrı Örik, Kayseri, Kırşehir, Kastamonu, İstanbul 1955, s. 6-46; Metin Sözen, Anadolu Kentleri, İstanbul 1971, s. 263-267; Muhsin İlyas Subaşı, Dünden Bugüne Kayseri, İstanbul 1991; Mustafa Özdemir, Kayseri’de Pastırmacılık, Kayseri 1994; Vacit İmamoğlu, “20. Yüzyılın İlk Yarısında Kayseri Kenti: Fizikî Çevre ve Yaşam”, I. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri (11-12 Nisan 1996), Kayseri 1997, s. 119-128; Rifat Önsoy, “Millî Mücadelede Kayseri”, a.e., s. 230-235; Nevzat Türkten, “Kayseri’de Yanlış Şehirleşme ve Mahzurları”, a.e., s. 351-355; Cumhuriyet’in 75. Yılında Kayseri, Kayseri 1998; Reşat İzbırak, “Kayseri Şehrinin İşleme ve Gelişmesinde Bağcılığın Etkileri”, DTCFD,


V/4 (1947), s. 401-418; Ajun Kurter, “Orta Kızılırmak Bölümünde Şeker Pancarı Ziraati ve Kayseri Şeker Fabrikası”, İÜ Coğrafya Enstitüsü Dergisi, sy. 9, İstanbul 1958, s. 137-141; Mehmet Çayırdağ, “Kayseri’nin Mahalleleri”, Erciyes, sy. 38, Kayseri 1981, s. 5-9; Metin Tuncel, “Erciyes Üniversitesi’nin Dünü Bugünü”, Yükseköğretim Bülteni, sy. 1, Ankara 1986, s. 49-53; Mehmet Somuncu, “Erciyes Dağında Turizm ve Spor”, Melikgazi Belediyesi Dergisi, sy. 6, Kayseri 1992, s. 37; a.mlf., “Kayseri Şehrinin Kuruluşu ve Gelişmesi”, AÜ Türkiye Coğrafyası Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, sy. 4, Ankara 1995, s. 127-146; a.mlf., “Kayseri’de Bağcılık”, AÜ DTCF Coğrafya Araştırmaları Dergisi, sy. 11, Ankara 1996, s. 107-133.

Metin Tuncel




MİMARİ. Kayseri, tarihî gelişimi içinde sanat faaliyetlerine sahne olmuş eski bir merkez olarak tanınmaktadır. Çok erken devirlerden itibaren bir iskân merkezi olan şehir çevresinde prehistorik ve protohistorik yerleşimler kadar daha sonraki dönemlerden kalma izlere de rastlanmaktadır. Milâttan sonra I. yüzyılda önemli bir şehir olarak bilinen ve Caesarea Cappadociae adıyla anılan kentte Roma dönemiyle ilgili izlere rastlanamamasının sebeplerinin başında hıristiyan bir yönetici olan İmparator Theodosius (yaklaşık 346-395) tarafından gerçekleştirilen, pagan eserlerin ortadan kaldırılmasına yönelik faaliyetler gelmektedir. Ayrıca şehrin mâruz kaldığı işgal ve saldırıların da erken eserlerin ortadan kalkmasında önemli bir rolü olduğu anlaşılmaktadır. Şehir merkezinde şu anda mevcut bulunan mimari eserlerin hemen hepsi XII ve XIII. yüzyıllardan başlayan bir faaliyeti göstermektedir. Kayseri’de daima bir imar faaliyetinin olduğu bilinmesine rağmen tarihî gelişimin değişik safhaları kadar özellikle son yüzyıl içinde tamir faaliyetlerindeki yetersizlik pek çok eserin yok olmasına sebep olmuştur. Bilhassa dinî yapılar dışında kalan eserler bu durumdan ağır biçimde etkilenmiştir.

Malazgirt zaferinden kısa bir süre sonra Türk hâkimiyetine geçen Kayseri’nin konumu yanında yoğun ticaret ve üretim faaliyetlerine mekân teşkil etmesi, şehrin daima önemini koruması kadar bu öneme bağlı bir imar faaliyetine sahne olmasının da âmili olmuştur. XII. yüzyıldan itibaren sırasıyla Dânişmendli, Selçuklu, Eretna, Dulkadıroğlu ve Osmanlı hâkimiyetinde kalan Kayseri’de bu dönemlere ait eserler bulunmaktadır. Genel oluşumu bakımından bir iç kale ve dış kaleden meydana gelen şehirde surlar dışında geçen zaman içinde yerleşme biçimlerinin oluştuğu anlaşılmaktadır. Erken dönem yapılarını içine alan beş kapılı iç kale halen mevcudiyetini korurken Ortaçağ yapılarının yer aldığı dış kaleden geriye bir şey kalmamıştır.

Mevcut eserler itibariyle Kayseri’de ayakta kalabilmiş en erken yapı bir Dânişmendli eseri olan ulucamidir (Sultan Camii, Câmi-i Kebîr). 35 × 50 m. boyutlarındaki cami, 602’de (1205-1206) Yağıbasan oğlu Muzafferüddin Mahmud tarafından Selçuklu Sultanı Keyhusrev b. Kılıcarslan devrinde imar edildiğine dair bir tamir kitâbesine sahipse de eserin gerçek bânisinin Dânişmendliler’in Kayseri emîri Melik Muhammed Gazi olduğu bilinmektedir. 529 (1135) tarihli olduğu öne sürülen medresesi yok olan cami külliyesinden sadece türbe günümüze ulaşmıştır. Mihrap duvarına paralel sekiz nef ve mihrap önünde yer alan mihrap önü kubbesinden oluşan erken bir plan tipindeki binanın orta kısmında bir aydınlık fenerine sahip kubbesi mevcuttur. Diğer bir Dânişmendli eseri olan Kölük Camii de benzer bir plana sahiptir. 607 (1210) tarihli tamir kitâbesi, Yağıbasan oğlu Mahmud kızı Adsız Elti Hatun tarafından tamir ettirildiğini bildirmektedir. Cami adını 736’da (1335) binayı tamir ettiren Kölük Şemseddin’den almaktadır. Batısında yapıya bitişik olarak ele alınan medrese mevcut olup önünde bulunan hamamı günümüze kadar gelmemiştir. Caminin XIII. yüzyıl başına ait taçkapısı ve özellikle çinili mihrabı Selçuklu devri sanatının görkemli örneklerindendir.

Selçuklu devri eseri olan Huand (Hunat) Hatun Camii 635 (1238) tarihli olup Alâeddin Keykubad’ın hanımı Mahperi Hatun tarafından yaptırılmıştır. Mihrap önü kubbesi ve mihrap duvarına paralel neflerden oluşmuş bir plana sahip binanın orta kısmında aydınlık için kare bir açıklık bulunmaktadır. Kayseri’deki Selçuklu camilerinin en büyüğü olan yapı medrese, türbe ve hamamıyla bir külliye teşkil etmektedir. Külliyede cami alanı içinde Mahperi Hatun’un türbesi yer almaktadır. Batıda mevcut taçkapısı ve mihrabı Selçuklu taş işçiliğinin güzel örneklerindendir. Minaresi geç tarihlidir.

Diğer bir Selçuklu devri eseri olan Hacı Kılıç Camii, 647 (1249) yılında II. Keykâvus’un emriyle Ebü’l-Kāsım b. Ali et-Tûsî tarafından yaptırılmıştır. Mihrap önü kubbesi ve kıble duvarına paralel beş neften ibaret bir plan gösteren caminin avlusu medrese olarak düzenlenmiştir. Yapı dışarıdan bir kale görüntüsüne sahip olup minaresi geç tarihlidir.

İlhanlı yönetimiyle ilişkili bir zat olan Hatunoğlu Eşref’in bânisi bulunduğu 670 (1271) tarihli Hatunoğlu Camii ve


yine XIII. yüzyıl eseri olan Han Camii ile Lâle Camii kesin biçimde tarihlendirilemeyen, fakat eski gelenekle münasebetler gösteren binalardır. Tamirler ve tâdilâtlarla değişikliklere uğramış Şeyh İbrâhim Tennûrî ile ilişkili Şeyh veya Şıh Camii (878/1473) küçük bir yapı olup güneyinde yer alan bir türbeye de sahiptir.

Osmanlı devri camileri için en ilgi çekici örnek 994 (1586) tarihli Kurşunlu Cami’dir. Mimar Sinan’a atfedilen cami Hacı Ahmed Paşa tarafından yaptırılmış olup dört köşe pâyesi üzerinde yükselen bir kubbeye sahiptir. Evliya Çelebi bu cami dışında Osman Paşa ve Lala Paşa camilerinden bahsetmekteyse de bunlardan günümüze hiçbir şey kalmamıştır.

Kayseri’deki mimari eserler arasında medreseler önemli bir yer tutar. En erken örneğin Ulucami yanındaki, Melik Mehmed Dânişmend Gazi’nin inşa ettirdiği yeğeni Selçuklu Emîri Muzafferüddin Mahmud tarafından 602’de (1205-1206) onarılan Melik Gazi Medresesi olarak bilinmesine rağmen bu binanın son izleri 1966’da belediye tarafından ortadan kaldırılmıştır. Camilerle ilişkili veya bir bütün halinde külliyeler teşkil eden medreseler arasında hiç şüphesiz en ünlüsü, I. Gıyâseddin Keyhusrev ve kız kardeşi Gevher Nesibe Hatun tarafından yaptırılan, tıp medresesi ve şifâhâne olarak iki yapıdan müteşekkil külliyedir. 602 (1205-1206) tarihli olan yapılar tipik açık avlulu ve dört eyvanlı medrese planına sahiptir. Şifâhâne tarafında kümbet de yer almaktadır. Genel olarak klasik Anadolu Selçuklu medrese planına bağlı olan Kayseri’nin Selçuklu medreseleri arasında önemli eserler mevcuttur. Bunların içinde, Yağıbasan’ın torunu Adsız Elti Hatun’un yaptırdığı 609 (1212) tarihli, Kayseri’nin yegâne iki katlı medresesi olan tek eyvanlı Kölük Medresesi, XIII. yüzyıl başlarına tarihlenen Avgunu Medresesi, II. Gıyâseddin Kılıcarslan’ın oğlu Melik Sultan’ın emriyle Ebû Bekir oğlu Hasan’ın inşa ettirdiği Hoca Hasan Medresesi, Vezir Sirâceddin Bedr’in eseri olan 635 (1238) tarihli Sirâceddin Medresesi, 666 (1267-68) tarihli Vezir Sâhib Ata’nın Sâhibiye Medresesi, Alâeddin Keykubad’ın hanımı Huand Hatun’un külliyesi içinde yer alan muhteşem medresesi (1238’den sonra), Keykâvus devri eseri olan, XIII. yüzyıl ortalarına tarihlendirilen Hacı Kılıç Medresesi gibi yapılar yanında bugün tamamen yok olmuş Ziyâeddin Karaarslan’ın yaptırdığı Ziyâiye Medresesi, III. Gıyâseddin Keyhusrev’in veziri Muînüddin Süleyman Pervâne’nin inşa ettirdiği Pervâne Medresesi önemli yer tutmaktadır.

Eretna devri eseri olan Köşk Medrese, Kayseri’nin güneydoğusundaki Köşk dağı adı verilen tepenin üzerinde yer almaktadır. Emîr Eretna’nın, hanımı Melike Sûlî Paşa adına inşa ettirdiği 740 (1339) tarihli kare planlı bina sûfîler için bir hankah olarak yaptırılmış ve daha sonra medrese olarak kullanılmıştır. Binanın içinde kalan türbede Emîr Alâeddin Eretna yatmaktadır. Dulkadıroğlu devri eseri olan Hatuniye Medresesi 835 (1431-32) tarihli olup el-Melikü’n-Nâsır Muhammed tarafından inşa ettirilmiştir.

Kayseri’de önemli mezar anıtlarına rastlanmaktadır. 537 (1142) tarihli kare planlı bir yapı olan Dânişmend Melik Gazi Kümbeti, XIII. yüzyıl eseri olan, Şah Cihan Hatun’a ait onikigen planlı Döner Kümbet, Lala Muslihuddin için yaptırılan sekizgen planlı, 590 (1194) tarihli Lala Kümbeti, külliyesi içinde yer alan 602 (1205-1206) tarihli, sekizgen planlı Gevher Nesibe Kümbeti, 607 (1210) tarihli Alaca Kümbet, 647 (1249) tarihli Mahperi Hatun’a ait Huand Hatun Kümbeti (1238’den sonra), XIII. yüzyıl eseri olan sekizgen planlı Hasbek Kümbeti ile birlikte XIV. yüzyıla ait Eretna oğlu Ali Câfer’e ait sekizgen kümbet gibi mühim eserlerin yanı sıra Kutluğ Hatun Kümbeti, İzzeddin Emîr Sultan Kümbeti, Erdoğmuş Kümbeti, Emîr Şahab Kümbeti, Sırçalı Kümbet ve Ulu Hatun Şadgeldi Türbesi dikkat çeken diğer örneklerdir.

Şehirde bulunduğu bilinen Selçuklu Sarayı’ndan geriye hiçbir iz kalmazken şehir dışında olan 622 (1225) tarihli Keykubâdiye Sarayı’nın bazı izlerine rastlanmaktadır. Bedesteni 903 (1497) tarihli olan şehirde mevcut profan mimari eserleri arasında hanlar ve hamamlar önemli bir yer tutar. Hanlar ve kervansarayların hemen hepsi Osmanlı devri eseridir. Bu hanlar arasında Pîrî Mehmed Paşa Hanı şehrin ticarî hayatı için önemli yer tutuyordu. Mevcut hanlar içinde XVII-XVIII. yüzyıllara tarihlenen ve Damad İbrâhim Paşa’nın eseri olan Vezir Hanı ile Pamuk Han akla gelen diğer örneklerdir. Hamamlar arasında Gevher Nesibe Hatun’un yaptırdığı Sultan Hamamı, Huand Hamamı, Kölük Hamamı gibi yapılar aynı adları taşıyan külliyelere dahil eserlerdir. Bunların dışında, 752 (1351) tarihli Eretna oğlu Câfer Bey tarafından yaptırılan Câfer Bey Hamamı, 954 (1547) tarihli Hüseyin Bey Hamamı


ve İmâreti, 955 (1548) tarihli Kadı Bedreddin Mahmud’un eseri olan Kadı Hamamı, 957 (1550) tarihli Selâhaddin Hamamı önemli Osmanlı devri eserleri olarak dikkat çekmektedir.

Yirmi iki Selçuklu çeşmesinin tesbit edilebildiği Kayseri’de Osmanlı devri çeşmeleri yanında mevcut olduğu bilinen mevlevîhâneden hiçbir iz kalmamıştır. Evleri geç tarihli olan Kayseri’deki ev mimarisinin temel yapı malzemesi diğer mimari kolları gibi taştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Halil Edhem [Eldem], Kayseriye Şehri, İstanbul 1334; Ahmed Nazif, Kayseri Tarihi: Mir’at-i Kayseriyye (s.nşr. Mehmet Palamutoğlu), Kayseri 1987; A. Gabriel, Monuments turcs d’Anatolie: Kayseri-Niğde, Paris 1931, s. 1-100, lv. I-XXX; a.mlf., Kayseri Türk Anıtları (trc. Ahmed Akif Tütenk), Ankara 1954; Kâzım Özdoğan, Kayseri Tarihi-Kültür ve Sanat Eserleri, Kayseri 1948; Ömer Yörükoğlu, Kayseri Çeşmeleri, Kayseri 1987; Mustafa Aksu, Kayseri’deki Tarihi Vakıf Eserler, Kayseri 1990; Kemal Göde, Tarih İçinde Kayseri, Kayseri 1991; Vacit İmamoğlu, Geleneksel Kayseri Evleri, Ankara 1992; a.mlf., Kayseri Bağ Evleri, İstanbul 2001; Halit Erkiletlioğlu, Kayseri Tarihi, Kayseri 1993; Ali Yeğen, Kayseri’de Tarihi Eserler, Kayseri 1993; İlhan Özkeçeci, Kayseri Cami Mimarisinde Minber Minareler, Kayseri 1993; a.mlf., Tarihi Kayseri Cami ve Mescidleri, Kayseri 1997; Mustafa Denktaş, Kayseri’deki Tarihi Su Yapıları, Kayseri 2000; Mehmet Çayırdağ, “Kayseri’de Zamanımıza Kadar Gelememiş Olan Bazı Mühim Tarihi Binalar”, TTK Bildiriler, IX (1988), II, 717-728; Besim Darkot, “Kayseri”, İA, VI, 488-491; R. Jennings, “Ķayśariyya”, EI² (İng.), IV, 845.

A. Engin Beksaç