KAYI

Tarihî geleneğe göre Osmanlı hânedanının mensup olduğuna inanılan Oğuz boyu.

Kâşgarlı Mahmud (XI. yüzyıl), bu boya listesinde Selçuklular’ın mensup bulunduğu Kınık boyundan sonra ikinci sırada yer vermiş ve onu Kayıg şeklinde zikretmiş, damgasını da göstermiştir. Eserini 1206 yılında tamamlamış olan Fahreddin Mübârek Şah’ın Türk kavimleri listesindeki “kayık” ismi de bu boyu ifade etmiş olmalıdır. Eski Türkçe’de hece sonundaki “g”ler Batı Türkçesi’nde düştüğü için bu ad da “kayı” şeklini almıştır. Nitekim Reşîdüddin Fazlullah bu boyu kayı şeklinde yazmakta, bunun “sağlam” mânasına geldiğini, ülüşünün “sağ karı yağrın”, onkununun “şahin” olduğunu bildirmekte ve damgasını da vermektedir. Reşîdüddin ayrıca eserinin Türkler’in tarihi kısmında Oğuz hükümdarları olan Yavkuylar’ı (< Yabgular) Kayı boyuna bağlamıştır. Bundan dolayı Oğuz boyları listesinde Kayılar’a en şerefli boy olarak birinci sırada yer verilmiştir. Fakat Kayılar sadece Yabgular çıkarmakla kalmamışlar, Oğuzlar’ın İslâmiyet’ten sonraki tarihlerinde de önemli rol oynamışlardır. Gerçekten XVI. yüzyılda henüz göçebeliği tam olarak bırakmamış çok sayıda Kayı oymağı bulunmasına karşılık Anadolu’da birçok iskân yeri bu boyun adını taşımaktadır (doksan dört yer adı ile). Dolayısıyla Kayılar, Anadolu’nun fetih ve iskânında en önemli rolü oynamış birkaç boydan biridir. Orta ve Batı Anadolu’da onlarla mukayese edilebilecek başka boylara rastlanmaz. Nitekim XII-XIV. yüzyıllara ait bu doksan dört Kayı yer adından yedişer köy Kütahya ile Çankırı, altışar köy Konya, Kastamonu, Bolu ve Hamîdili (Isparta-Burdur illeri), dörder köy de Amasya, Ankara ve Çorum sancaklarında bulunmaktaydı. Bunlara göre de Kayılar’ın söz konusu zaman içinde adı geçen yörelere kümeler halinde geldikleri anlaşılmaktadır. Bu gelenlerden XVI. yüzyılda göçebe hayatını henüz bırakmamış olanlardan en büyükleri Konya, Denizli ve Menteşe (Muğla) bölgelerinde yaşayan oymaklardır.

Konya bölgesindeki Kayı oymağı Lârende ile (Karaman) Ereğli şehirleri arasındaki Bayburt kazasında sakindi. Bu oymağın II. Bayezid devrinde çiftçilik yaptığı on kadar ekinliği (mezraa) vardı. Bu ekinlikler devlet tarafından onların yurtları sayılmıştır. Yavuz Sultan Selim devrinde 680 vergi nüfuslu olan Kayılar’ın hepsi “sipahi oğulları” idiler. 1547 yılında bunlardan bir kısmının daha önce belirtilen altı köyden ayrı olarak Kapanlar, Gökköy, İbrâhim, Divâneler ve Gebeciler adlı köylere yerleştiği tesbit edilmiştir.

XVI. yüzyılda en büyük Kayı oymağı Denizli’nin kuzeyinde Kaş Yenicesi, Aydos ve Şeyhli kazalarında bulunuyordu. Kanûnî Sultan Süleyman devrinde bu Denizli Kayıları otuz beş köyde yurt tutmuşlardı. Kayı ismini taşımayan bu otuz beş köyde 1123 evli, 233 de bekâr vergi nüfusu yaşamakta olup devlete her yıl 42.000 akçe vergi ödemekteydiler.

Denizli Kayıları’nın bir uzantısı olduğunda şüphe bulunmayan Menteşe Kayıları ise Köyceğiz ile Ayasuluk (Selçuk) arasında sakindiler. Yavuz Sultan Selim devrinde on dört obaya ayrılan ve 892 vergi evine sahip olan Menteşe Kayıları’nın 1553 yılında vergi evleri 1034’e yükselmiştir. Bunların da yurt tuttukları köylerden hiçbiri Kayı adını taşımıyordu. Ayrıca sancakta bulunan Kayı köyünden hiçbirinin adı bugüne kadar gelmemiştir.

Nüfusça kalabalık olan bu Kayı oymaklarından başka Hamîdili sancağının Eğirdir kazasında daha önce zikredilen altı köy dışında 118 vergi nüfuslu bir Kayı oymağı daha yaşamaktaydı. Ayrıca yine XVII. yüzyılda Saruhan, Karahisarısâhib (Afyon), Sis (Kozan) ve Ankara sancaklarında da nüfusları az Kayı oymakları vardı.

Kayılar’dan bir kol da Anadolu’ya göç etmeyerek Hazar ötesi Türkmenleri içinde kalmıştır. Bunlardan Göklen ulusu arasında yer alanlar XIX. yüzyılın son çeyreğinde yirmi dört obadan meydana gelmekteydiler ve fazla bir nüfusa sahip değillerdi. Öte yandan bu Kayılar Osmanlı hânedanının kendi boylarından çıktığına inanmaktaydılar.

Osmanlı hânedanının Kayılar’la ilişkisi hakkında çeşitli iddialar vardır. Ancak Ertuğrul ve Osman beylerin idaresindeki oymağın Oğuz (Türkmen) asıllı olduğunda yerli ve yabancı kaynaklarda tam bir ittifak görülmektedir. Buna karşılık Osmanlı hânedanının Kayı boyuna mensup olduğu iddiasının II. Murad devri tarihçilerinden Yazıcıoğlu Ali’ye ait olduğu zannedilmektedir. Yazıcıoğlu’nun Osmanlı hânedanını Kayı boyuna bağlaması bu boyun Oğuzeli’nin en asil boyu sayılmasından ileri gelmiş olmalıdır. Bu yakıştırmayı XV. yüzyıl tarihçilerinden Edirneli Rûhî, ondan daha sonra diğer bazı tarih yazarları da almıştır. Ortaya atılan bu rivayet Şükrullah gibi tarihçiler tarafından işitilmek suretiyle eserlerine konulmuş, dolayısıyla Oğuzlar’ın nesebi hakkında bilgi sahibi olmadıklarından Kayı Han’ı Gün Han’a değil, Gök Alp’e (Han olacak) bağlamışlardır. Bununla beraber Osmanlı hânedanının Kayı boyuna mensup olması da mümkündür. Osmanlı hânedanının kendisini Oğuzeli’ne ve Kayı boyuna mensup göstermeye büyük önem vermesi ise bunun benimsenmiş olduğunun bir göstergesidir. Oğuzlar’a yakın ilgi duyan II. Murad’ın sarayında Dede Korkut destanlarını okuyan ozanlar bulunduğu ve paralarına Ka-yı boyunun damgasını koydurduğu bilinmektedir. II. Murad’dan önce paralarına Kayı damgasını vurduran veya onu başka şekilde kullanan bir Osmanlı hükümdarı ise yoktur. II. Murad’dan sonra paralara Kayı damgası vurulmamış olmakla birlikte bu damga uzun bir süre silâhlara işlenmiştir. Topkapı Sarayı’nda silâh müzesi kısmındaki her türlü silâh üzerinde Kayı damgasını görmek mümkün olduğu gibi XVI. yüzyıla ait toplar üzerinde de aynı damga yer almaktadır. Ayrıca II. Murad’ın torunlarının Oğuz Han ve Korkut isimlerini taşımış olması da atalarına karşı duydukları ilgiden kaynaklanmış olsa gerektir.

Karakeçililer’in ise Kayı boyu ve Osmanlı hânedanı ile akrabalıkları şüphelidir. Yurtları Kırşehir yöresinde olup bugün de kendi adları ile anılmaktadır. Bu yurtlarında otururlarken “Ulu Yörük” Türkleri topluluğuna mensuptular. Karakeçililer önce Haymana yöresine, oradan XIX. yüzyılda şimdiki yurtları olan Eskişehir yöresine göç etmişlerdir. Söğüt’teki Ertuğrul Gazi’nin türbesini ziyaret etmeleri de bu yeni yurtlarına geldikten sonra başlamış, Osmanlı Hükümdarı II. Abdülhamid Karakeçililer’in bu ziyaretlerinden çok duygulanmıştır. Nitekim onların ziyaretlerine resmî bir mahiyet verildiği gibi çocuklara Ertuğrul adı konmaya başlanmış, Ertuğrul marşı bestelenmiş, Ertuğrul Alayı teşkil edilmiştir. Bu alayın mensuplarını Alman İmparatoru Wilhelm’e öz akrabaları olarak takdim eden II. Abdülhamid böylece bugün de devam eden bir geleneği başlatmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, I, 55-56; Fahreddin Mübârek Şah, Târih (nşr. E. D. Ross), London 1927, s. 47 ve eserin sonundaki fotokopi; Reşîdüddin, CâmiǾu’t-tevârîħ (nşr. Behmen Kerîmî), Tahran 1338, I, 39; a.e., TSMK, Hazine, nr. 1653, vr. 385b, 387a; Yazıcızâde Ali, Târîh-i Âl-i Selçuk,


TSMK, Revan Köşkü, nr. 1390, s. 24; a.e. (nşr. M. Th. Houtsma), Leiden 1902, s. 218; Rûhî Târihi (TTK Belgeler, XIV/18 [1992] içinde, tıpkı basımı ile birlikte, nşr. Halil Erdoğan Cengiz - Yaşar Yücel), s. 370-375; Şükrullah, Behcetü’t-tevârîh (Osmanlı Tarihleri içinde, trc. Nihal Atsız), İstanbul 1949, s. 53; Bayatî Hasan b. Mahmud, Câm-ı Cemâyîn (a.e. içinde, s.nşr. Fahrettin Kırzıoğlu), s. 382-383; A. Vambery, Travels in Central Asia, London 1861, s. 347-355; Ch. Marvin, Merv, London 1883, s. 49, 57, 65, 86; İsmâil Gālib, Takvîm-i Meskûkât-ı Osmâniyye, İstanbul 1307, s. 31, 33; Halil Edhem [Eldem], Meskûkât-ı Osmâniyye, İstanbul 1334, s. 49, 58, 68; J. Marquart, Über das Volkstum der Komanen, Osttürkische Dialektstuden, Berlin 1914, s. 39 vd., 53, 187; V. Minorsky, “Hudūdulālem”, GMNS, s. 284-285; A. Zeki Velidî Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1946, s. 138, 140, 466 vd.; a.mlf., Oğuz Destanı: Reşideddin Oğuznamesi, Tercüme ve Tahlili, İstanbul 1972, s. 53-63; Faruk Sümer, Oğuzlar, İstanbul 1980, s. 261-281, 423-425, 461; a.mlf., “Osmanlı Devrinde Anadolu’da Kayılar”, TTK Belleten, XII/47 (1948), s. 575-615; a.mlf., “Kayı”, İA, VI, 459-462; M. F. Köprülü, “Osmanlı İmparatorluğunun Etnik Menşei Mes’eleleri”, TTK Belleten, VII/28 (1943), s. 219-284.

Faruk Sümer