KARAKOL

Karakol kelimesinin etimolojisiyle ilgili farklı görüşler ileri sürülmekle birlikte aslının “bakmak, gözetlemek” anlamındaki karamak fiiline meslek bildiren -vul ekinin getirilmesiyle oluşturulan karavul olduğu sanılmaktadır (İA, VI, 289). Aynı ekle “dümdar, artçı” mânasındaki cündavul ve “yasakçı” mânasındaki yasavul kelimeleri de türetilmiştir. XIV-XIX. yüzyıllar arasında yazılmış eserlerde kelime “gözcü, nöbetçi, bekçi ve keşif kolu” anlamlarında kullanılmıştır (Tarama Sözlüğü, IV, 2283-2285). XVI. yüzyıl Osmanlı tarihçilerinden Hadîdî, Kosova Savaşı’nı anlatırken her iki tarafın öncü kuvvetlerini ve gece savaşan güçleri “karavul” olarak anmış (Tevârîh-i Âl-i Osmân, s. 336), XVI. yüzyıl sonlarında Selânikî de “gece baskını yapan öncü kuvvet” anlamında bu kelimeye yer vermiştir (Târih, I, 162, 346, 400, 401). Karavul kelimesine bazı kaynaklarda “şüpheli yer” karşılığı verildiği dikkati çeker (Barkan, s. 239). XVII ve XVIII. yüzyıllarda da “öncü kuvvet” mânasında kullanılan tabir bazan “ince karavul” şeklinde geçer (Naîmâ, I, 94; Silâhdar, II, 154). Osmanlı döneminde kelime “karagul / karagol”a, son zamanlarda ise “karakol”a dönüşmüş ve genellikle düşmanın âni saldırılarından korunmak için ordunun etrafını muhafaza ile görevli piyade ve süvari askerlerini ifade etmiştir. Şehir ve kasabalarda güvenliği sağlamak amacıyla içinde asker veya zaptiye memuru oturtmak için yapılan binalara önce karavulhâne / karakolhâne, daha sonra kısaltma yoluyla karakol denmeye başlanmıştır.

Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletlerinin askerî teşkilâtında sefer esnasında ordunun en ileride bulunan ucu karakol olarak anılırdı (Uzunçarşılı, Medhal, s. 287). Bâbürlüler’de karavul tabiri “gözetleme, bekçi”; askerî terim olarak da “öncü, ileri karakol, posta, keşif kolu” mânalarında kullanılmıştır (Bâbür, II, 615). Osmanlılar’da güvenlik amacıyla böyle bir teşkilâtın kuruluşu çok sonraları olmuştur. Önceleri emniyet ve asayiş işlerini subaşılar ve yasakçılar sağlamış, XIV. yüzyılın ortalarına doğru asesbaşılar gece güvenliğinden sorumlu tutulmuştur. İstanbul dışında ise beylerbeyi ve sancak beyleri bulundukları yerin güvenliğinden sorumluydu. İstanbul’un fethinin ardından gittikçe kalabalıklaşan şehrin asayişine önem verildi; İstanbul çeşitli bölgelere ayrıldı ve her bölgenin sorumluluğu bir teşkilâta bırakıldı. Bunların en önemlisi Yeniçeri Ocağı idi.

Yeniçeri ağasının sorumluluğunda yeniçeriler bu işi nöbetleşe ve şehirde kol gezerek sağlarlardı (D’Ohsson, VII, 348). Buna kulluk / kolluk hizmeti denirdi. İstanbul kulluklarında üç ayda, taşra kulluklarında ise dokuz ayda bir kullukçular değiştirilirdi. Kulluklar bulundukları yerleşim biriminin her türlü inzibatından sorumluydu. Korumakta oldukları bölge halkı bunlara belli miktarda ücret verirdi. İstanbul’un bazı bölgelerinin güvenliği ise cebecibaşı, topçubaşı ve bostancıbaşı gibi yüksek rütbeli görevlilere bırakılmıştı. Bunlardan cebecibaşı Ayasofya, Ahırkapı ve Hocapaşa taraflarının; topçubaşı Tophane ve Beyoğlu civarının; bostancıbaşı, başta Topkapı Sarayı olmak üzere Boğaziçi ve Haliç kıyıları ile Adalar’ın; kaptanpaşa ise İstanbul Limanı, Tersane, Kasımpaşa ve Galata’nın emniyetini sağlamakla görevliydi. Yeniçeri ağası asayişle ilgili olarak subaşı, asesbaşı, salma çuhadarı, tebdil kuloğlu çuhadarı, cellât, falakacı, böcekbaşı gibi görevlileri istihdam ederdi. Beledî ve inzibatî işlerle uğraşan subaşılar gündüzleri pazarları, mahalleleri dolaşır, temizlik denetimi yapar, bozuk yollarla ilgilenir, yıkılmak üzere olan yapıları mimarbaşıya bildirirdi. Genellikle asesbaşılarla birlikte çalışan subaşılar ellerinde kırbaç ve kamçı ile dolaşırlar, şüpheli kişileri yakalarlar, mahkeme nâibiyle beraber şüpheli evleri ararlardı. Bunlardan taşrada inzibatı sağlayanların görevi XIX. yüzyılda jandarmaya bırakıldı. Subaşıların bir görevi de asesbaşı ile birlikte hapishanelerle meşgul olmaktı. Emirlerindeki pasbanlar gece şehrin sokaklarını dolaşarak güvenliği sağlarlardı (Evliya Çelebi, I, 520). Asesbaşı emrindeki asesler, başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerde gece asayişiyle meşgul olurdu. Günümüzde sivil polis görevini o dönemde salma çuhadar başkanlığında bir kuruluş yapardı. Yeniçeri tebdillerinden olan ve “salma” da denilen yirmi otuz kişiden ibaret bu görevliler özellikle içki, fuhuş ve kumar denetiminde bulunurdu. Bazan olaya hemen müdahale ederler, bazan da durumu hükümete bildirirlerdi (Ahmed Cevad, I, 121). Böcekbaşının emrindeki böcekler, genellikle eski hırsız ve yankesicilerden seçilip daha ziyade muhbir olarak kullanılırlardı. Taşra kullukçularına “yasakçı” denirdi. Tamamı yeniçeri olan yasakçılar bulundukları şehrin güvenliğini sağlamakla yükümlü idiler.

Askerî teşkilâtta, sefer esnasında ordunun önünde giden kara birlikleri karavul müfrezeleri (Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları, II, 256), donanmanın önünde bulunan küçük gemiler karavul sefineleri adıyla bilinirdi. Bunlar asıl kuvvetlere gelebilecek âni saldırıları önlemeye çalışırdı. Ayrıca Osmanlı kıyılarını korumakla görevli olarak kontrol hizmetine ayrılmış deniz gücüne de karakol gemileri denirdi. İspanya ve Portekiz saldırılarına karşı Türk karakol gemileri Kızıldeniz sahillerini sıkı kontrol altında tutardı. Nitekim 1593 yılında Habeş eyaleti sahillerinin güvenliği için Süveyş’ten biri kadırga, diğeri kalyon iki gemi tahsis edilmişti. Gerek Hollanda ve İngiltere devletlerinin bu bölge ticaretine girmek istemeleri sebebiyle, gerekse mahallî bazı isyan hareketlerine karşı Osmanlı hükümeti Kızıldeniz’in Yemen ve Habeş eyaletleri arasındaki kısmını sürekli karakol gemileriyle yoklamaktaydı. Bu durum XVII. yüzyıl başlarında daha da artmıştı. Habeş beylerbeyinin izni olmadan karakol gemileri kimseye bu sularda geçiş imkânı vermezdi. İstanbul’dan hareket eden donanma Gelibolu Limanı’na varınca iki adet kalite karavula gider ve asıl donanmadan 2-3 mil uzakta demirlerdi. Bunlar şüpheli gördükleri hareketleri donanmaya bildirirlerdi. Tersane kethüdâsının kumandasında olan ve “art karavul” denilen on iki kadar gemi ise donanmanın gerisinde durur ve aynı hizmeti görürdü (Kâtib Çelebi, s. 148). Öte yandan süvari karakullukçularının varlığı da bilinmektedir (Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları, II, 64, 106). Sipah zümresi, Vezîriâzam Koca Sinan Paşa zamanından itibaren seferlerde karavulda beklerdi (Selânikî, I, 346; Naîmâ, I, 94). Karavul askerinin yakaladığı “dil” denilen esirlerden düşman hakkında bilgi alınırdı (Selânikî, II, 641). XVII ve XVIII. yüzyıllarda aynı anlamda geçen karavul tabirinin düşmanın öncü kuvvetleri için de


kullanıldığı anlaşılmaktadır (Defterdar Sarı Mehmed Paşa, s. 109, 148).

1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra İstanbul’un asayişi, yeni kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye’nin en büyük kumandanı olan seraskere havale edildi. Islahat hareketleri çerçevesinde İstanbul’un bazı yerlerine kolluk kuvvetleri yerleştirildi. 20 Temmuz 1826 tarihli kolluk defterine göre İstanbul’un Bahçekapı, Unkapanı, Balat, Topkapı, Langakapısı, Yedikule ve Atpazarı gibi kalabalık semtlerindeki ana kolluklar yüzbaşı; bunlara bağlı daha küçük kolluklar mülâzım, çavuş veya onbaşı rütbesindeki subayların emrinde olacaktı (BA, Kānunnâme-i Askerî Defterleri, nr. 1, s. 1-3). Bu arada “tomruk” denilen karargâhta 150 kavas ve 500 seymenden oluşan özel bir inzibat birliği kuruldu. Bu teşkilâtın modern anlamda ilk polis kuvveti olduğu söylenebilir. Gerek Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye, gerekse 1834’ten itibaren bu ordunun yedek gücü olarak kurulan redif birlikleri, 1846’da Zaptiye Müşirliği kuruluncaya kadar asayiş ve zâbıta işlerini de yürütmüştür. Şehrin sur içi bölgesi Asâkir-i Mansûre, Kasımpaşa ve Eyüp’e kadar olan Haliç bölgesi Asâkir-i Muntazama-i Bahriyye, Üsküdar ve Boğaziçi’nin Anadolu yakası ile Kadıköy ve Adalar Asâkir-i Muntazama-i Hâssa, Galata ve Beyoğlu semtleriyle Boğaz’ın Rumeli kıyılarının asayişi ise eskisi gibi yine Topçu Ocağı mensuplarına bırakılmıştır. Şehrin güvenliğini sağlayan görevliler önceleri Selimiye, Tophane, Taksim ve Kalyoncu kışlalarında ikamet ettiler. Bu görevliler için karakolhâne adıyla ilk binaların inşasına adı geçen kışlalara uzak yerlerde 1831’den itibaren başlandı.

Zaptiye Müşiriyeti adıyla 1846 yılında kurulan ilk bağımsız güvenlik idaresi 1879’da nezârete dönüştürüldü. 1881 yılında İstanbul Polis Müdiriyeti ismiyle oluşturulan birime bağlı olarak İstanbul’da dört polis dairesi teşkil edildi (Alyot, s. 182-183). Zaptiye Nezâreti 1909’da Emniyyet-i Umûmiyye Müdiriyeti adıyla Dahiliye Nezâreti’ne bağlandı ve böylece otoritesi bütün ülkeye yayıldı. İstanbul’da ise valiliğe bağlı Polis Müdîriyyet-i Umûmiyyesi kuruldu. İstanbul’da 1909’da açılan Polis Mektebi şehrin işgaliyle kapandıysa da kurtuluştan sonra tekrar faaliyete geçirildi. Karakol kelimesi polis karakolu, istinat karakolu, ileri karakol, nizamiye karakolu, jandarma karakolu şekillerinde günümüzde de kullanılmakta ve halkın güvenliğini sağlamak amacıyla devriye gezen hükümete bağlı her türlü silâhlı kuvvet bu adla anılmaktadır. Sınır boyunda giriş-çıkışı kontrol etmek ve sınır güvenliğini sağlamakla görevli askerlerin bulunduğu binaya sınır karakolu denilmektedir. İl merkezlerinin hepsinde mevcut olan karakol, ilçelerde ve bucaklarda nüfus yoğunluğuna ve o yerin stratejik durumuna göre kurulmaktadır. Osmanlı döneminde olduğu gibi karakollar adlî merciler değil idarî zabıta statüsünde birimlerdir.

BİBLİYOGRAFYA:

Doerfer, TMEN, I, 276; Tarama Sözlüğü, Ankara 1969, IV, 2283-2285; BA, Kānunnâme-i Askerî Defterleri, nr. 1, s. 1-3; Gazavât-ı Sultân Murâd b. Mehemmed Hân (nşr. Halil İnalcık - Mevlûd Oğuz), Ankara 1978, s. 58; Hadîdî, Tevârîh-i Âl-i Osmân (nşr. Necdet Öztürk), İstanbul 1991, s. 104, 159, 210, 290-291, 336, 364, 405; Bâbür, Vekâyi‘ (Arat), II, 615; Selânikî, Târih (İpşirli), I, 162, 346, 400-401; II, 458, 641; Barkan, Kanunlar, s. 239; Mebde-i Kānûn-ı Yeniçeri, tür.yer.; Kâtib Çelebi, Tuhfetü’l-kibâr, s. 148; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 517-518, 520; IV, 175; Naîmâ, Târih, I, 94; Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i Vekāyiât (nşr. Abdülkadir Özcan), Ankara 1995, s. 109, 144, 148, 433; Silâhdar, Târih, II, 153-154; D’Ohsson, Tableau général, VII, 348; Ahmed Cevad, Târîh-i Askerî-i Osmânî, İstanbul 1299, I, 121; Mecelle-i Umûr-ı Belediyye, I, 926 vd.; Türkiye Maarif Tarihi, III, 1176-1178; Uzunçarşılı, Medhal, s. 287; a.mlf., Kapukulu Ocakları, I, 256, 258; II, 64, 106, 155, 183, 256; Halim Alyot, Türkiye’de Zabıta, Ankara 1947, s. 45, 70-72, 75, 182-183, 487-495; Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nun Güney Siyaseti: Habeş Eyâleti, İstanbul 1974, s. 86, 124, 127; Mücteba İlgürel, “XVII. Yüzyıl Balıkesir Şer‘iyye Sicillerine Göre Subaşılık Müessesesi”, TTK Bildiriler, VIII (1981), II, 1275 vd.; Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lügatı, İstanbul 1986, s. 193; R. Mantran, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul (trc. Mehmet Ali Kılıçbay - Enver Özcan), Ankara 1990, I, 139 vd.; Abdülkadir Özcan, “Osmanlı Askerî Teşkilâtı”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, İstanbul 1994, I, 337 vd.; a.mlf., “Hassa Ordusunun Temeli: Mu‘allem Bostaniyân-ı Hâssa Ocağı, Kuruluşu ve Teşkilâtı”, TD, sy. 34 (1984), s. 347 vd.; a.mlf., “Asesbaşı”, DİA, III, 464; a.mlf., “Böcekbaşı”, a.e., VI, 323; İlhan Akbulut, “Türk Polis Teşkilâtının 150. Kuruluş Yıl Dönümünde Türk Polis Tarihi I”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, sy. 100, İstanbul 1995, s. 36; Necla Arslan, “İlk Karakol Binaları”, İstanbul, sy. 23, İstanbul 1997, s. 34 vd.; Reşid Rahmeti Arat, “Karakol”, İA, VI, 288-290; Ercüment Kuran, “Karakol”, EI² (Fr.), IV, 636; Pakalın, II, 200-201; III, 105; Zafer Toprak, “Tanzimat’tan Sonra Osmanlı Kolluk Kuvvetleri”, TCTA, V, 1269 vd.

Abdülkadir Özcan




Karakol Binaları. Osmanlı Devleti’nde XVIII. yüzyılda başlayan Batılılaşma süreci İstanbul’un mimari dokusunda da etkili olmuştur. II. Mahmud döneminden itibaren belirli bir program çerçevesinde inşa edilen karakollar, Batılılaşma sürecini ve bu mimari değişimi en iyi yansıtan resmî yapılardandır. XIX. yüzyıla kadar İstanbul’un asayiş ve güvenliğinden sorumlu görevliler bağlı oldukları ocak veya teşkilâta ait binalarda, kışlalarda kalıyorlardı. Yeniçeriler’in Eski Odalar adıyla Şehzade Camii civarında, Yeni Odalar adıyla da Aksaray’da iki büyük kışlası ve İstanbul’un çeşitli semtlerinde kulluk veya karavulhâne denilen yerleri vardı. Evliya Çelebi’ye göre o devirde İstanbul’da seksen yedi yeniçeri kulluğu bulunmaktaydı. Asayişten sorumlu sekbanbaşıların da Vefa’da gümrük kulluğu adı verilen iki kulluğu ve Fatih’te kullukları, Cebeci Ocağı’nın ise Ayasofya civarında kışlası ve bazı kullukları mevcuttu. 1809’da Kapalıçarşı’nın Nuruosmaniye kapısı karşısında bir cebeci kulluğu yapılmıştı. Aynı şekilde kaptanpaşanın emrinde kalyoncu kullukları, Topçu Ocağı’nın da kışlaları dışında bazı semtlerde kullukları vardı. Boğaziçi, Marmara ve Haliç kıyılarının asayiş ve güvenliğinden sorumlu bostancıların Çengelköy, Küçüksu, Çubuklu, Büyükdere, Baltalimanı,


Kuruçeşme, Bebek gibi semtlerde ocakları bulunuyordu. II. Mahmud döneminde yirmi adet Bostancı Ocağı mevcuttu. Yeniçeri ve Bostancı ocaklarının 1826’da kaldırılmasından sonra birçok kulluğun yerine yeni karakol binaları yapıldı. Zamanla İstanbul’un en uzak semtlerine kadar karakol binaları inşa edilmiştir. Bunların sayısı, mimarisi, görevlileri yerleşim niteliğine, sosyal yapısına ve nüfusuna göre değişmiştir. 1863 tarihli Devlet Salnâmesi’nde İstanbul’da o tarihte 232 karakolun mevcut olduğu görülmektedir. İstanbul’un XIX. yüzyıl ortalarındaki nüfusu ise 600.000 civarında idi.

Karakollar mahallî ve askerî nitelikte olmak üzere ikiye ayrılabilir. Mahallî olanlarda zaptiye neferleri semtin güvenliğini sağlarken askerî olanlarda Asâkir-i Mansûre ordusu gibi askerî birimler emniyetten sorumlu tutulmuştur. Mahallî karakolların bir alt grubu nokta karakol ve süvari karakoludur. Nokta karakollar, halkın güvenlik birimlerine kolaylıkla ulaşabilmesi için uygun yerlerde ahşaptan yapılmış, kulübe niteliğinde küçük yapılardır. Süvari karakolları ise şehir içinde kol gezerek denetimde bulunan atlı polisler için inşa edilmiştir.

II. Mahmud devrinde Fatih ve Eyüp’te, Sultan Abdülmecid döneminde ise Üsküdar’da kâgir karakol yapımı artmıştır. Sultan Abdülmecid Üsküdar’da beşi 1842 tarihli sekiz karakol inşa ettirmiştir. Bu bölgelerin merkezlerinde dönemin mimari üslûbunu yansıtan âbidevî karakollar, yerleşimin seyrek olduğu yerlerde ise küçük ve basit binalar yapılmıştır. Boğaz’ın ve Haliç’in her iki yakasında genellikle iskele odaklı olan karakollar birbiriyle görsel olarak bağlantılıdır. Boğaz’ın tepelerinde, hâkim noktalarında inşa edilen askerî nitelikteki birkaç karakol da bu önemli su yolunu denetim altına almıştır.

Karakolların yeri su yapıları, dinî, resmî, ticarî nitelikteki binalarla ilişkili olarak belirlenmiş ve bu yerler günlük yaşantının odaklaştığı sosyal birer merkez olmuştur. Karakollarla bu binaların yapım tarihleri arasında eş zamanlılık veya birkaç yıllık fark gibi paralellikler vardır. En çok çeşmelerin yakınında bulunan karakolların bazısı çeşmeyle birlikte tasarlanmıştır. Daha sonra cami, kilise gibi dinî yapılarla beraber görülen karakollar önemli resmî binalarla da ilişkilidir. Meselâ saraylar, askerî yapılar, okul, iskele, gümrük binaları, hastahane, fabrika, postahane, telgrafhane gibi binaların yakınına güvenliğin sağlanması için karakol inşa edilmiştir. Çarşı, han gibi ticarî yapıların, halkın rağbet ettiği mesirelerin de yakınlarında karakol yapılarak sosyal ilişkilerin huzur içinde geçmesi sağlanmıştır.

II. Mahmud döneminden itibaren inşa edilen ilk karakollar genellikle ahşap konut geleneğinde bir ya da iki katlı küçük yapılardır. İhtiyacı karşılamak üzere mevcut ahşap konutların da karakola çevrildiği olmuştur. Bu karakollar geçici sürelerde hizmet veren, belli bir mimarisi, plan şeması olmayan, yangına dayanıksız yapılardır. 1831’de Yedikule Hisarı ve Zindankapı’daki Baba Câfer Zindanı gibi iki büyük kâgir yapının karakola çevrilmesinin ardından yeni nizamnâmelere göre kâgir karakol yapımına önem verilmiştir. Erken dönemde yapılan bazı karakollar yıkılarak yerlerine kâgir karakollar inşa edilmiştir. II. Mahmud zamanında mimarlık teşkilâtında değişiklik yapılmış ve mimarbaşılıkla şehreminliğinin yerine 1831’de Ebniye-i Hâssa Müdürlüğü kurulmuş, karakolların yapım ve onarım işleri bu kuruma devredilmiştir.

Mimarlık teşkilâtındaki değişimle karakolların yapımında yabancı mimarlarla azınlık mimarları da etkili olmuştur. 1843 tarihli bir belgede, Sultan Abdülmecid devrinde saray mimarı olan İsviçreli Gaspare T. Fossati’nin Eminönü Balıkpazarı içinde Limon İskelesi Karakolu adıyla bilinen büyük kâgir karakolun inşaatı için görevlendirildiği yazılıdır. II. Abdülhamid döneminde saray mimarı olarak karakol projesi hazırlayan bir başka mimar da Raimondo D’Aronco’dur. Galata Karakolu’na ait 1896 ve 1897 tarihli iki çizimi, Eyüp Karakolu’na ait 1900 tarihli çizimi ve Nişantaşı Karakolu’na ait 1908 tarihli on beş çizimi olduğu halde bu tasarımları uygulanamayan mimar, 1894 depreminde hasar gören Karaköy’deki Aziziye Karakolu’nu onarmıştır. Karakol tasarımı


yapan Balyan ailesinden bazı mimarlar 1861-1862 yıllarında Maçka Karakolu’nu, Çırağan Karakolu’nu ve 1866’da Ihlamur’daki Süslü (Aziziye) Karakolu’nu inşa etmişlerdir. Bir diğer mimar, 1851’de Baltalimanı Karakolu ile Rumelihisarı Karakolu’nu ve 1867’de bitişiğindeki telgrafhaneyi inşa eden Dimitri Kalfa’dır.

XIX. yüzyıl İstanbul’unun mimarisinde neoklasik üslûp etkili olmuştur. Bu üslûp yabancı mimarlarla Osmanlılar’a gelmiş, resmî yapılarda ve özellikle kışla gibi askerî yapılarda tercih edilmiştir. Karakolların cepheleri de neoklasik ve ampir üslûpta yapılmıştır. II. Mahmud döneminde 1831’de inşa edilen Hasanpaşa yakınındaki karakol, Odunkapısı Karakolu, Şehzade Camii karşısındaki karakol ve 1834’te yapılan İstinye Karakolu ampir üslûptaki ilk karakol binalarıdır.

Karakollarda simetrik bir cephe düzeni vardır. En önemli cephe özelliği genellikle Toskana düzeninde yapılan mermer sütunlu girişlerdir. Sütun sayısı iki ya da dörttür. Tek katlı karakollarda bu sütunlu girişler antik dönemdeki gibi üçgen alınlıklı veya kırma çatı ile vurgulanmıştır. İki katlı olanlarda sütunların üstü kapalı çıkma, açık balkon, kırma veya düz çatı olarak yapılmıştır. Erken dönem ahşap ya da kâgir bazı karakolların girişleri de ahşap sütunludur. Karakolların girişi yol kotundan yüksekte ve merdivenleri de âbidevî bir görünüm sağlamak için çift kollu inşa edilmiştir. Cepheler sıvanmış, bazan taşla kaplanmıştır. Cephelerde hareketlilik sağlamak için pilastr denilen çıkıntılar yapılmıştır. Giriş kapıları ve pencereler dikdörtgen şeklinde yahut kemerlidir. Kapı ve pencereler taştan veya sıvadan sövelerle çevrelenerek bazılarında kilit taşı ve üzengi noktaları belirtilmiştir. Silmeler ise taştan, sıvadan çeşitli profillerde yapılarak katlar arasında, pencerelerin alt ya da üstlerinde ve saçaklarda cepheyi zenginleştirmek amacıyla kullanılmıştır. II. Mahmud dönemi karakollarında görülen ampir üslûbun sade anlayışı Sultan Abdülmecid devrinde de devam etmiştir. Sultan Abdülaziz dönemi karakollarının cephelerinde bitki ağırlıklı süslemeler kullanılmıştır. II. Abdülhamid ve Sultan Mehmed Reşad devirlerinde ise şehrin önemli yerlerinde neoklasik ve eklektik üslûpta karakollar inşa edilmiştir. Cephelere karakolun hangi sultan tarafından yaptırıldığını gösteren tuğra, kitâbe ve arma gibi mimari elemanlar yerleştirilmiştir. Tuğra madalyonu ve kitâbe yazısı giriş kapısının üstüne veya alınlığa konulmuştur. Mermerden yapılan bu parçalarda yazı ve süslemeler altın varaklıdır. Arma ise II. Mahmud devrinden sonra yeni inşa edilen bazı büyük resmî binalarda görülmeye başlanmıştır. II. Abdülhamid tarafından devlet arması olarak kabul edilen “arma-i Osmânî” resmen 1884’te kullanılmaya başlanmıştır. Sultan Abdülaziz, II. Abdülhamid ve Mehmed Reşad dönemlerinde yapılan büyük kâgir karakollarda tuğra ve kitâbenin yanı sıra ön cepheye, alınlık kısmına bu armalardan yerleştirilmiştir. Karakol kitâbeleri çeşitli şairler tarafından yazılmıştır. Sultana övgüler yağdırılan bu şiirlerde şairler kendi isimlerini ve karakolun yapıldığı semti belirtmişler, son satırda ebced hesabıyla tarih düşürmüşlerdir. Karakol kitâbeleri yazdığı belirlenen şairler Ahmed Muhtar Efendi, Hüsnü Bey, Lebib Efendi, Zîver Paşa ve Ayıntablı Aynî’dir. Karakolların girişlerinde denetimi sağlamak için nöbetçi kulübeleri konulmuştur. Bu küçük ahşap yapılar karakolun mimari üslûbuna uygun biçimde inşa edilip tek veya çift olarak yerleştirilmiştir. İçinde tek kişinin ayakta durabileceği boyutlarda olan, kırmızı ve beyaz renklerde boyanan basit fakat zarif yapılardır. Karakollar “ayaklı” ya da “kollu” denilen metal döküm fenerlerle aydınlatılmıştır. Cam korumalı bu fenerlerin içine önceleri gaz lambası konmuş, daha sonra havagazı verilmiş, geceleri bunları yakacak kişiler tayin edilmiştir. Böylece karakolların etrafı denetlenirken şehrin aydınlatılması da sağlanmıştır.

Karakollar genellikle kare veya dikdörtgen planda, ayrık nizamda inşa edilmiştir. Girişi yüksek olanlarda bodrum katı bulunmaktadır. Bir giriş holüne açılan odalardan oluşan sade ve işlevsel bir plan şeması uygulanmıştır. Odalar idarî çalışmalara ayrılmış mekânlardır. Bazı büyük karakollarda koğuş niteliğinde odalar da inşa edilmiştir. En farklı mekân, giriş katında veya bodrumda bulunan sağır duvarlı nezârethânelerdir. Karakolların döşeme taşıyıcıları genellikle ahşaptır. Bazı karakollarda ise volta döşeme yapılmıştır. Tavanlar ahşap pasalı ve sadedir.

Birçok karakol imar çalışmaları ve diğer sebeplerle tamamen yıkılarak yok edilmiş, günümüze ulaşanlar ise yanlış uygulamalar sonucu özgünlüklerini yitirmiştir.


İstanbul’da yirmi altısı Rumeli, altısı Anadolu yakasında olmak üzere otuz iki karakol yapısı ayakta kalabilmiştir. Tescilli karakol sayısı yirmi dokuzdur. Bunlardan on ikisi bugün de karakol olarak kullanılmaktadır. Yapım tarihi itibariyle en eskileri 1835’te inşa edilen Eyüp’teki Otakçılar Karakolu ile 1838 tarihli Fatih Çapa’daki karakol ve Çarşamba Karakolu’dur. En geç örnek ise 1921 tarihli Eyüp Karakolu’dur. 1918 yılında İstanbul’da görevli polis memuru sayısı 2524, 1927’de mevcut karakol sayısı 143 olarak belirlenmiştir. XIX. yüzyılda 240 kadar olan karakol mevcudu, XX. yüzyılın teknik imkânlarıyla modernleşen emniyet teşkilâtında süvari polislerin yerine motorize ekipler ve nokta karakolların yerine hareketli polis merkezleri kurulmasıyla azaltılmıştır. Ancak birçoğu apartmanların giriş katlarında bulunan yeni karakolların belirli bir mimari üslûba sahip olmadığı belirtilmelidir.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, İrade-Meclis-i Vâlâ, nr. 45/23; Salnâme-i Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye (1280), s. 91; Osman Nuri Ergin, İstanbul Şehir Rehberi, İstanbul 1934, s. 167; Hikmet Tongur, Türkiye’de Genel Kolluk Teşkil ve Görevlerinin Gelişimi, Ankara 1946, I, 43-81; Pars Tuğlacı, Osmanlı Mimarlığında Batılılaşma Dönemi ve Balyan Ailesi, İstanbul 1981, s. 267, 321; Sevim Denel, Batılılaşma Sürecinde İstanbul’da Tasarım ve Dış Mekânlarda Değişim ve Nedenleri, Ankara 1982, s. 13-15; Nazan Güçlü, Süslü Karakol ve Tarihi Çevresi (yüksek lisans tezi, 1984), İstanbul Teknik Üniversitesi, s. 9; Ayşe Nasır, Türk Mimarlığında Yabancı Mimarlar (doktora tezi, 1991), İstanbul Teknik Üniversitesi, s. 58-59; Cahit Kayra - Erol Üyepazarcı, II. Mahmut’un İstanbul’u, Bostancıbaşı Sicilleri, İstanbul 1992, s. 7; Doğan Hasol, Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü, İstanbul 1993, s. 483, 485; Cengiz Can, İstanbul’da 19. Yüzyıl Batılı ve Levanten Mimarların Yapıları ve Koruma Sorunları (doktora tezi, 1993), Yıldız Teknik Üniversitesi, s. 313-315; M. Zeki Kuşoğlu, Türk Kuyumculuk Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1994, s. 20-21; İstanbul 1920 (ed. C. R. Johnson, trc. Sönmez Taner), İstanbul 1995, s. 103; Mustafa Kaçar, “Osmanlı Telgraf İşletmesi”, Çağını Yakalayan Osmanlı (haz. Ekmeleddin İhsanoğlu - Mustafa Kaçar), İstanbul 1995, s. 109; Aynur Çiftçi, Son Dönem İstanbul Karakolları, Anadolu Yakası ve Büyükdere Topçu Karakolu (yüksek lisans tezi, 1996), Yıldız Teknik Üniversitesi; a.mlf., “Eyüpsultan’ın Tarihi Karakolları”, II. Eyüpsultan Sempozyumu, Tebliğler, İstanbul 1998, s. 226-237; a.mlf., “Tarihi İstanbul Karakolları”, Art Decor, sy. 51, İstanbul 1997, s. 74-86; a.mlf., “Nöbetçi Kulübeleri”, Toplumsal Tarih, sy. 55, İstanbul 1998, s. 33-36; Reşat Ekrem Koçu, “Fener, Fenerler”, İst.A, X, 5614-5616; Ayla Ödekan, “Ampir Üslûbu”, DBİst.A, I, 249; Afife Batur, “Aziziye Karakolu”, a.e., I, 511.

Aynur Çiftçi