KARA AHMED PAŞA

(ö. 962/1555)

Osmanlı vezîriâzamı.

Hayatının ilk yılları hakkında fazla bilgi yoktur. Arnavut asıllı olduğu, Enderun’a alındığı, Harem’de yetiştiği, kapıcıbaşılık ve mîralemlikte bulunduğu belirtilir. Babasının adı vakfiyesinde Abdülmuîn olarak geçer. Bilinen ilk resmî görevi kapıcıbaşılıktır. Daha sonra yeniçeri ağası oldu. Yeniçeri ağalığına 927’de (1521) veya 936’da (1529) değil (Sicill-i Osmânî, IV, 772; İA, I, 193), Irakeyn Seferi’nde Bağdat önlerine gelindiği sırada kapıcıbaşı iken Cemâziyelevvel 941’de (Kasım 1534) tayin edildiği anlaşılmaktadır (Matrakçı Nasuh, Sefer-i Irâkeyn, s. 238). 944’teki (1537) Korfu seferiyle ertesi yıl Boğdan seferinde yeniçeri ağası olarak görev yaptığı, Kırım hanının önünde harekâta katıldığı bilinmektedir. 948’de (1541) Vezîriâzam Lutfî Paşa’nın azledilmesinden sonra Rumeli beylerbeyi olan Ahmed Paşa (Rüstem Paşa, Die Osmanische Chronik, s. 107), aynı yıl Peşte’yi kuşatan Habsburg ordusuna karşı girişilen kurtarma harekâtına katıldı. Ardından Valpo ve Şikloş kalelerinin fethinde önemli rol oynadı. Estergon ve İstoni Belgrad’ın alınmasıyla sonuçlanan kuşatmalarda bulundu (22 Haziran - 4 Eylül 1543). Bu harekât sırasında gösterdiği başarılar sebebiyle üçüncü vezirliğe getirildi. Bu tayin Rüstem Paşa’nın vezîriâzam oluşu sırasında gerçekleşmişti (951/1544). 955 (1548) yılındaki II. İran seferine üçüncü vezir olarak iştirak eden Ahmed Paşa, seferde yeniçeri ve sipahilerle önden hareket ederek Erzincan’a Şah Tahmasb’ın üzerine yürüdü. Buraya ulaştığında Şah Tahmasb’ın geri çekildiği haberini aldı. Bu arada emrindeki bir kısım kuvvetler Safevî öncü kollarını yenilgiye uğrattı. Asıl başarıyı 1549’da çıktığı Gürcistan seferinde kazandı. 1 Şâban 956 (25 Ağustos 1549) tarihinde yola çıkarak Erzurum’a ulaştı ve oradan Tortum Kalesi üzerine hareket etti. 11 Eylül’de kuşattığı kaleyi iki gün içinde ele geçirdi. Ardından Nikhak’ı ve bölgenin kilidi sayılan Akçakale’yi aldı. Kamhis, Peneskerd, Anzov, Pertekrek gibi Çoruh boyundaki bütün kaleler fethedildi ve burada bir Osmanlı sancağı kuruldu. Harekâtı büyük bir başarıyla tamamlayan Ahmed Paşa 24 Ekim 1549’da padişahın ordugâhının bulunduğu Diyarbekir’e döndü.

958’de (1551) Sokullu Mehmed Paşa’nın Tımışvar kuşatmasındaki başarısızlığı, Lipova’nın (Lippa) düşüşü ve Erdel’in Habsburg nüfuzu altına girişi üzerine Ahmed Paşa ikinci vezir sıfatıyla Macar seferi serdarlığına getirildi (27 Rebîülâhir 959/ 22 Nisan 1552). Erdel’in kontrolünün sağlanmasının hedeflendiği bu seferde Tımışvar Kalesi’ni kuşattı. Losanczy tarafından müdafaa edilen ve müstahkem bir kale olan Tımışvar’ı yirmi sekiz gün süren zorlu bir mücadeleden sonra 4 Şâban 959’da (26 Temmuz 1552) teslim aldı. İstanbul’a gönderdiği arzda, kalenin muhafazası için civar kalelerden getirttiği 750 neferi buraya koyduğunu ve Tımışvar’ın bir beylerbeyilik haline getirilmesinin gerektiğini belirterek ileri harekâta devam edeceğini bildirdi. Solnok Kalesi üzerine yürüyüp burayı aldığını (4 Eylül) haber verdiği diğer bir arzında da harekât sırasında yirmi kadar kaleyi zaptedip beşi dışında diğerlerini yıktırttığını, Lipova Kalesi’ni tamir ettirdiğini ve Eğri Kalesi üzerine harekete geçtiğini bildirdi (Mühimme Defteri, TSMK, Koğuşlar, nr. 888, vr. 346b-347a, 445a-b). Ahmed Paşa, Budin Beylerbeyi Ali Paşa’nın tavsiyesiyle giriştiği Eğri kuşatmasında başarı kazanamadı ve geri çekilmek zorunda kaldı (1 Zilkade / 19 Ekim). Buradaki faaliyetleriyle Erdel’in yeniden Osmanlı nüfuzu altına girmesine zemin hazırlamış oldu. Bu yolda Habsburg ve Macar asilzadeleri nezdinde diplomatik faaliyetlerde de bulunduğu ve onlara mektuplar gönderdiği bilinmektedir (Schaendlinger, I, 38-48; Petritsch, I, 76-84).

960 (1553) yılında başlayan Nahcıvan seferi Ahmed Paşa’nın hayatının dönüm noktasını teşkil eder. Kanûnî Sultan Süleyman’ın 27 Şevval 960 (5 Ekim 1553) tarihinde oğlu Şehzade Mustafa’yı idam ettirmesi ve aynı anda Vezîriâzam Rüstem Paşa’yı görevden alması üzerine vezîriâzamlık ikinci vezir sıfatıyla Ahmed Paşa’ya verildi. Bu âni gelişmelerin arka planında hangi siyasî hesapların yattığı ve bunda Ahmed Paşa’nın rolünün ne olduğu bilinmemektedir. Ancak ordudaki hoşnutsuzluğun bu siyasî manevra ile yatıştırıldığı ve Ahmed Paşa’nın bunda önemli payı olduğu açıktır. Nahcıvan’a kadar ilerleyen Kanûnî Sultan Süleyman, dönüş sırasında Şah Tahmasb’ın Çoruh boylarına saldırdığı haberinin gelmesi üzerine Ahmed Paşa’yı 8 Şevval 961’de (6 Eylül 1554) 3-4000 yeniçeriyle Oltu’ya gönderdi (BA, MD, nr. 1, s. 30, hk. 117). 11 Şevval 961’de (9 Eylül 1554) Oltu’ya giden Ahmed Paşa şahın çekildiğini öğrenince onu takip etmeyip geri döndü (BA, MD, nr. 1, s. 35, hk. 138; 22 Şevval 961 / 20 Eylül 1554) ve padişahla birlikte kış mevsimini Amasya’da geçirdi. Burada iken Safevîler’le barış müzakerelerini yürüttü. Ayrıca aralarında Habsburg elçilerinin de bulunduğu diplomat heyetlerini kabul ederek onlarla görüştü. Amasya Antlaşması’nın akdi üzerine padişahla birlikte İstanbul’a döndü.

İstanbul’a gelindiği gün Ahmed Paşa’nın karşı karşıya kaldığı ilk hadise, Şehzade Mustafa olduğu iddiasıyla ortaya çıkan ve ardından yakalanarak başşehre getirilen Düzmece Mustafa’nın idamı oldu.


Çok geçmeden de kendisi, 13 Zilkade 962’de (29 Eylül 1555) divan toplantısına katılmak üzere geldiği sırada ansızın idam edildi. Aynı tarihli bir kayıtta o gün Rüstem Paşa’nın vezîriâzam olduğu, Ahmed Paşa’nın içeride boğulduğu, cesedinin dışarı çıkarıldığı ve üç defterdar ile bir çavuşbaşının evine giderek bütün eşya ve mallarının sayımını yapıp zaptettikleri belirtilmektedir (BA, A.RSK, nr. 1455, s. 7). Ahmed Paşa’nın bu âni idamının sebebi kesin olarak belli değildir. Çağdaş kaynaklardan Celâlzâde Mustafa Çelebi, daha önceki başarıları sebebiyle adaletini ve kahramanlığını övdüğü Ahmed Paşa’nın katil sebebini vezîriâzamlık yükünü kaldıramamasına, işlerin üstesinden gelememesine, kanunları uygulamaktaki gevşekliğine, müşavereyi ihmal etmesine, Nahcıvan seferinde gerekli askerî tedbirleri almamasına ve böylece İsfahan’a kadar bütün İran’ın fethi fırsatının kaçırılmasına, faydalı sözleri dinlemeyip değersiz kimselerin sözlerine kulak vermesine bağlamaktadır. Ancak Celâlzâde’nin ileri sürdüğü bu iddiaların resmî görüşü yansıttığı açıktır. Yine olaylara şahit olan Habsburg elçisi Busbeke, 14 Temmuz 1556 tarihli mektubunda vezîriâzamın âni idamının herkesi şaşırttığını belirterek bu hususta duyduğu rivayetleri aktarır. Bazı kimselerin, Ahmed Paşa’nın Şehzade Mustafa’ya çok bağlı olup idamı üzerine el altından Düzmece Mustafa isyanını desteklediği ve Şehzade Bayezid’i taht için teşvik ettiği kanaatinde bulunduklarını, bazılarının ise Rüstem Paşa’ya yeniden vezîriâzamlık yolunu açmak için öldürüldüğünü söylediklerini yazar (Türk Mektupları, s. 113-114). Ayrıca daha sonra Kâtib Çelebi’nin de naklettiği bir anekdota temas ederek Ahmed Paşa’nın kendisine vezîriâzamlık teklif edildiğinde Kanûnî’den azledilmemesi için söz aldığını, padişahın da bu sözünü tutup onu azletmediğini fakat katlettiğini belirtir, ancak gerçek sebebin anlaşılamadığını söylemekten de geri durmaz. Ona göre Ahmed Paşa idam kararını serin kanlılıkla karşılamış, cellâtların kendisini boğmasını istememiş, bu işi tanıdığı değerli birisinin yapması talebinde bulunmuş ve kendi seçtiği bir kişi tarafından boğularak idam edilmiştir. Âlî ise azlini gerektirecek bir sebep yokken “mekr-i zenân” ile “bilâ-günah” katledildiğini söyler. Kanûnî’nin hanımı Hürrem Sultan’ın, damadı Rüstem Paşa’yı yeniden vezîriâzamlık makamına geçirmek için düzenlediği tertip sonucu sahte isnatlarla suçlanıp boynunun vurulduğunu, Şah Tahmasb’ın bile Ahmed Paşa gibi değerli bir vezirin “mekr-i nisvân” ile idam edilmesine şaşırdığını belirtir (Künhü’l-ahbâr, vr. 246a). Hammer, Osmanlı kaynaklarında bulunmayan bir rivayete temas ederek Ahmed Paşa’nın Mısır valiliğine getirttiği Dukakin Mehmed Paşa’nın çok vergi toplayıp önceki vali Semiz Ali Paşa’nın gönderdiği meblağdan çok daha fazlasını İstanbul’a yolladığını, bunun üzerine ikinci vezir olan Ali Paşa’nın padişah tarafından sorguya çekildiğini, bu kadar büyük meblağın ancak zulumle toplanabileceği kanaatinde olan padişahın durumun araştırılmasını istediğini, Ahmed Paşa’nın rakip olarak gördüğü Ali Paşa aleyhindeki tertiplerinin ortaya çıkması üzerine ondan soğuduğunu ve bu durumun Rüstem Paşa ile Hürrem Sultan’a iyi bir fırsat oluşturduğunu belirtir (Devlet-i Osmâniyye Târihi, VI, 58-59).

Saraydaki gizli iktidar çekişmelerinin kurbanı olduğu anlaşılan Ahmed Paşa, Kanûnî’nin kız kardeşi Fatma Sultan ile evli idi. Bazı kaynaklarda Rüstem Paşa’nın kardeşi olarak gösterilirse de bu bilgi doğru değildir. Daha sonra vezîriâzamlığa getirilen Lala Mustafa Paşa onun musâhibi idi. Yine sonradan defterdar ve reîsülküttâblık makamına gelecek olan Lâlezar Mehmed Çelebi ve Oğlan Memi Çelebi de onun hizmetinde yetişmişlerdi. Sağlığında inşasını başlattığı Topkapı mevkiindeki cami, medrese, mektep gibi binalardan müteşekkil külliyesi idamından sonra tamamlanmıştır. Bu hayratı için bir de vakfiye tanzim etmiş (2 Ramazan 962 / 21 Temmuz 1555), vakfının idaresini kethüdâsı Fîruz’a bırakmıştır. Vakfiyesinde aile efradından herhangi bir kimsenin adı geçmez. Türbesi caminin sağ yanında biraz uzağında bulunmakta olup hanımı Fatma Sultan’ın mezarı türbenin dışında solda muvakkithânenin yan tarafındadır. Her iki mezarda da mezar taşı kitâbesi bulunmamaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, A.RSK, nr. 1455, s. 7; BA, KK, nr. 1766, s. 22, 45, 55; BA, MD, nr. 1, s. 30, hk. 117; s. 35, hk. 138; Mühimme Defteri, TSMK, Koğuşlar, nr. 888, vr. 316b, 346b-347a, 357a, 414a-b, 445a-b; Matrakçı Nasuh, Sefer-i Irâkeyn, s. 238; Rüstem Paşa [Matrakçı Nasuh], Die Osmanische Chronik des Rüstem Pascha (trc. L. Forrer), Leipzig 1923, s. 107, 116, 138, 184-186, 188; Sinan Çavuş [Matrakçı Nasuh], Tarih-i Feth-i Şikloş, Estergon ve İstol[n]i-Belgrad (nşr. The Historical Research Foundation), İstanbul 1987, vr. 6b, 15b, 62b-64a, 67a-b, 79a, 93a, 98b-99a; Lutfî Paşa, Târih (nşr. Âlî Bey), İstanbul 1341, s. 414, 449, 453; Celâlzâde, Tabakātü’l-memâlik, vr. 354b, 366a, 407a, 410a, 419a, 421b, 436b, 471b, 500a-501b; H. Dernschwam, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü (trc. Yaşar Önen), Ankara 1987, s. 51-52, 280, 284, 289, 292; Feridun Bey, Münşeât, I, 619-620; O. G. Busbecq, Türk Mektupları (trc. H. Cahit Yalçın), İstanbul 1939, s. 113-114; Âlî Mustafa, Künhü’l-ahbâr, İSAM Ktp., nr. 11128, vr. 246a; Anonim, Tevârîh-i Âl-i Osmân (haz. Mustafa Karazeybek, yüksek lisans tezi, 1994), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 383-384, 417, 463-468; Selmân, Câmi‘u’l-cevâhir (haz. Nazım Yılmaz, yüksek lisans tezi, 1995), MÜ Türkiyat Enstitüsü, s. 66-67, 74-77; Hocazâde Mehmed Efendi, İbtihacü’t-tevârîh (haz. Ahmet Akgün, doktora tezi, 1995), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 223, 241, 247-248, 262, 270; Kâtib Çelebi, Takvîmü’t-tevârîh, İstanbul 1146, s. 121, 176, 236; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 134, 141-143, 259; Hammer (Atâ Bey), VI, 58-59; Sicill-i Osmânî, I, 198-199; IV, 772; Danişmend, Kronoloji, II, bk. İndeks; M. Fahrettin Kırzıoğlu, Osmanlılar’ın Kafkas-Elleri’ni Fethi: 1451-1590, Ankara 1976, s. 199-200, 203, 233; A. C. Schaendlinger, Die Schreiben Süleymans des Prachtigen an Vasallen, Militarbeamte, Beamte und Richter, Wien 1986, I, 38-48; E. D. Petritsch, Registen der Osmanischen Dokumente im Österreichischen Staatsarchiv: 1480-1574, Wien 1991, I, 45-46, 76-84; Şerefeddin Yaltkaya, “Kara Ahmet Paşa Vakfiyesi”, VD, sy. 2 (1942), s. 83-169; M. Cavid Baysun, “Ahmed Paşa”, İA, I, 193.

Feridun Emecen